Efendim, Osmanlılar çok büyük bir imparatorluktu şüphesiz, ama şurası da bir gerçek ki 19. yüzyılın ilk yıllarından itibaren hakimiyeti altındaki o uçsuz bucaksız topraklar üzerinde kontrolü büyük ölçüde kaçırmıştı. Devlet nizamının bittiği yerde pek tabii eşkıyalık hüküm sürer. Osmanlı’nın disiplini elinden kaçırmasıyla birlikte kentlerde kabadayılık, kırsalda ise eşkıya kültürü yüz seneden fazla kök salmıştır. Bunun izlerini, dönemin türkülerinden kolayca yakalayabilirsiniz. Misal, Ege’de “Bize de derler Çakıcı, yakarız konakları” türküsü, Rumeli’de “Adam öldürmeyi bre Hasan, oyun mu sandın?” diyen Debreli Hasan Türküsü, Karadeniz’de “nefsime uydum Sebep oldu şeytan bir cana kıydım” diyen Sandıkçı Şükrü’nün türküsünü sayabiliriz. Eşkıya denilince bazılarımız bozuluyor. “Yahu, birer halk kahramanı olarak türkülere nakşedilmiş kahramanlardan eşkıya diye bahsetmek hiç yakışık alır mı?” diyenlere de çok rastlıyoruz. Böyle söyleyenler pek de haksız sayılmaz üstelik. Çünkü o dönemin eşkıyaları içinde öyle isimler var ki devletin sağlayamadığı kamu düzenini illegal yöntemlerle bile olsa onlar sağlamış. Onlardan korkuya devletin nice bürokratı kendine çeki düzen vermiş, kötü niyetli eşkıyalar yöreden kaçmış, zengin köy ağalarının fakirlere yaptığı zulme son verilmiş.
DEBRELİ HASAN’IN KOYUN BAĞIŞLAMASI
Hatta, Debreli Hasan’ın fakir düğünlerine ağaların hesabından koyun bağışlaması, Rizeli Sandıkçı Şükrü’nün fakirlere mısır dağıtılmasını istemesi, Ege Efelerinin köprü yapılmasına vesile olması bugün bile dillerde değil midir?
O dönemin halk kahramanı eşkıyaları bugünün “Aden denizindeki korsanları” gibi yam yam değilmiş anlayacağınız. Lakin bu şahsiyetlerin son tahlilde birer eşkiya olduğu gerçeğini değiştirmiyor bütün bu söylediklerimiz. Nihayette hepsi eli silahlı, dağ başında dolaşan, gerektiğinde adam öldüren, etraflarına korku saçan adamlarmış. Üstelik “halk kahramanı” haline gelmiş eşkıyalara sadece Türk kültüründe de rastlamıyoruz. Sözün gelişi, “düpedüz eşkıya oldukları halde” Pontuslu Rum çeteciler, bugün hala Yunan yazılı ve sözlü kültüründe birer kahraman gibi görülürler. 1993 yılında Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk ödülünü “Pontus’un Yitik Kızı Tamama” adlı eseriyle alan Rum yazar Andreadis bakın iki ünlü Rum eşkıya ile Mustafa Kemal’in sözde karşılaşmalarında yaşananlara ilişkin menkıbeyi nasıl kaleme almış:
“Mustafa Kemal o sırada Havza’yı da ziyaret eder. Ve beraberindeki asker arkadaşlarıyla Havza’nın tek oteline giderler. Bu otel “Despotun Oteli” olarak anılırdı. Çünkü Havza Rahipler Kurulunun mülküydü. Çok şaşaalı bir oteldi.. Lüks lambaları vardı. Mustafa Kemal aynı davayı destekleyen, yüksek rütbeli Türk subaylarının ileri gelenleriyle görüş alışverişinde bulunmak için üç gün boyunca otelden çıkmaz. Sonra Havza’nın sokaklarına çıkıp dolaşmaya başlar. Şeytani bir rastlantı sonucu Piç Vasil’le karşılaşır. Çerkesler’in kendisine armağan ettiği, Rus askerlerinden kalma altından bir süngüsü varmış. Mustafa Kemal Piç Vasil’i hemen durdurur ve çok sert bir ses tonuyla sorar:
“Sen kim oluyorsun da,çarşı içerisinde bir silahla dolaşıyorsun?Kimin emrindesin?..”
Çevresinde, yüksek kademedeki Türk subaylarını görüpte şaşıran Piç Vasil, ona ancak şunu söyleyebilir:
“Efendi Osmanlı Devleti’nin emriyle”…
Mustafa Kemal sözünü keserek ona bir tokat atar ve şöyle der:
“Ben size minare dibinde salyangoz satmanın ne demek olduğunu gösteririm” ve şöyle diyerek kovar onu:
“Devril gözümün önünden.” Yani “Kaybol gözümün önünden” demek ister. Piç Vasil karşı koyamaz, beyaz atına binerek ortadan kaybolur.
Mustafa Kemal henüz 3 sokak aşağıya doğru ilerlememiştir ki, önünde silahlı bir atlı daha belirir. Havza kent merkezine doğru giden atlıyı durdurur ve sorar:
“Sen kimsin ve kimin emriyle, kimden izin alarak böyle silahlı vaziyette çarşıya doğru gidiyorsun?”
Tepeden tırnağa silah kuşanmış kişi de sinirlenir ve söylenceye göre Kemal ve eşine şöyle der:
“Asıl sen kimsin, böyle birdenbire benim karşıma çıkıyorsun?” Kemal, silahlı atlının kararlılığını görünce, geriye çekilir ve onun geçmesine izin verir. Başını bilhassa geriye çevirir, atlının gidişini izler. İnsan şöyle bir düşünüyor da, eğer her zamanki alışkanlıkla, Piç Vasil tokadı yediğinde içerleyip, soğukkanlılığını korumasaydı ve bıçağını çıkartıp çekmiş olsaydı o anda Kemal ölmüş demekti.
Veya eğer Kemal zırhlara bürünmüş atlıya karşı çıksaydı ki o atlı Deli Sokrat’tı, yine bir cinayetin işlenmesi işten bile değildi…”
PİŞ VASİL VE DELİ SOKRAT
Görüldüğü gibi Yunanlı yazarın, pek çok maddi hata ile dolu bu menkibesinde dönemin ünlü eşkıyaları Piç Vasil ve Deli Sokrat’tan övgüyle bahsetmektedir.
Asıl adı Çavuşidis Vasilos olan Piç Vasil, Havza yöresinde, Deli Sokrat ise Ladik ilçesindeki Pontus çetecilerinin başı idi. Haklarında dönemin adli kayıtlarına girmiş pek çok adam öldürme, soygun, köy basma, yakıp yıkma suçu olan bu iki isimden bizimkiler “iğrenç eşkıyalar” olarak söz ederken Rumlar’ın nazarında bu adamlar birer milli kahramandır.
Tıpkı Makedonya’dan gelen Türk mübadillerin Debreli Hasan, İskender, Meto gibi isimleri kahraman görürken, Yunanlılar’ın onlardan “hırsız” diye bahsetmesi gibi…
Piç Vasil’le ilgili benim elimdeki adli kayıtlarda Posta memuru Hasan, Karaköyde oturan Arnavut İslam, Hatip İsmail Efendinin oğlu Hamza gibi kurbanlarının isimleri var. Kayıtlara girmeyen ya da kayıtlarda “Rum çeteciler” diye geçen onlarca cinayet ve köy baskınından da mesul olduğu şüphesiz.
Deli Sokrat’a gelince… Rumlar’ın yere göğe koyamadıkları bu isim de bendeki belgelere Ladik ve çevresinde yaptığı hayvan hırsızlıkları ile girmiş. Hatta Sokrat ismine “en azılı Pontus çetecileri” listelerinde pek rastlamıyoruz. Kilikli İstavri, Piç İlya, Taflanlı Lefter gibi isimlerin yanında Deli Sokrat’ın bir nebze gölgede kaldığını bile söyleyebiliriz. Her ne sebeple dağa çıkmış ve her ne sebeple nam salmış olurlarsa olsunlar, eşkıya hiç bir zaman hükümdar olamamış. En nihayet birer türkü sözü olarak toplumsal hafızalarda bir iz bırakmakla yetinmek zorunda kalmışlar.
BALKAN YEMEKLERİ
19 saat önceHABERLER
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önceHABERLER
05 Kasım 2024