Asıl mevzuya geçmeden önceden; yazımın başlığında özellikle Astsubay tabirini kullandım. Ki, meslek hayatları boyunca Astsubayların karşı karşıya bırakıldıkları katı tahakküme meslek adlarından başlayarak dikkatlerinizi çekmek istedim. Ordumuzun olmazsa olmaz unsurları Assubayların niteleme sıfatı Assubay mıdır? Astsubay mıdır? İşte bu soru uzun yıllar beyinleri meşgul eden türden bir soru oldu. Yaptığım kısa bir araştırmada, üç ünsüz harfin yan yana gelmesinin Türk diline aykırı olduğu aşikardı. 1980 öncesi TDK imla kılavuzu ve diğer dokümanlarında hal,“Assubay” iken 1980 sonrasında dilimize uygun olmayan Astsubay birilerince peyda edilmiş. İşin garibi Astteğmen, Asteğmen, Üstteğmen, Üsteğmen olarak yazılıp, çizilip, telaffuz edilirken ve bunda hiçbir beis görülmezken özellikle “Astsubay” ın bu şekliyle kullanımı dikkatlerden kaçmamıştır. Dikkati çeken bir diğer hususta, dil kurallarımıza muhalefete o dönemlerde dil bilimcilerimizin birçok kez itirazlara da bulunması olmuştur. Olmuştur olmasına, mamafih birilerinin işine gelmediğinden olsa gerek kulaklar tıkanmıştır bu itirazlara. Demokrasilerde çare tükenmez kabilinden olsa gerek” minareyi çalan kılıfı önceden hazırlamış” tır. TDK’ da,”teamüller gereği” diyerek gerekli değişikliği yapmış ve dil kurallarımıza uygun olan “Assubay” yerini uygun olmayan “Astsubay” ibaresine çoktan bırakmıştır. O gün bugündür de yanlış, doğrunun yerine ikame edilmeye devam edilmektedir. Aslında, muvazzaf ya da emekli Astsubayların sorunları buradan itibaren kokmaktadır.
MESLEKİ HAYATA KISA BİR BAKIŞ
Dönelim asıl konumuz olan emekli Astsubaylarımıza. Emeklilik safahatlarına değinmeden mesleki hayatlarına kısaca bir göz atalım. Gerekli eğitimini tamamlayıp Astsubay nasıp edilenler, o andan itibaren Türkiye kazan onlar kepçe dolanır dururlar. Bazı durumlarda NATO’nun bünyesinde dünyanın herhangi bir yerinde de görevlendirilebilirler. Seçme ya da “Ben bu görevi kabul etmiyorum” deme şansları yoktur. Becayiş zaten söz konusu değildir. On beş yıldan öncede ordudan ayrılma şansları da yoktur. Gözünü budaktan sakınmayanlar, gecenin bir vakti gelen bir emirle kundaktaki bebesine son bir kez bakıp vatan için yola koyulur. Soğuk-sıcak, gece-gündüz, yaz-kış ve coğrafya onlar için fark etmez. OYAK’a alternatifsiz üyedirler. Her ay aidatları maaşları ellerine geçmeden, OYAK’ın hiçbir iştirakine hissedar olamadan, kar paylarından nasibine düşeni alamadan tıkır tıkır OYAK’ın kasasına girer. Ortalama her 3–4 yılda bir gördükleri tayinler sayesinde yalnız gurbeti değil, katmerli gurbeti en iyi bilenlerden olurlar. Meslek yaşamları boyunca ortalama on ve üzeri ayrı evde ikamet ederler. Ülkeyi hem enlemesine hem boylamasına eşyalar sırtında en az iki kez kat ederler. Neredeyse hiçbir Astsubay’ın çocuğu okulunu aynı okulda, aynı sınıfla tamamlayamadıkları gibi yıl içerisinde 2–3 okul birden görenleri de olur. “Öl” emri onlar için defalarca verilir. Gazi olurlar, şehit olurlar. Kefen ve tabut ölçüleri defalarca kere alınır. Şahadetnameleri de defalarca imzalarına sunulur. Gözünü kırpmadan ölümüne mücadele ederek canlarını, aziz bildikleri vatan uğrunda sorgusuz sualsiz feda ederler. Bugün binlercesinin şahadet şerbetini içtiği gibi. Namaz kılma, inancını yaşama arzu ve istekleri kursaklarında kalır. Adları takunyalıya, şerbetçiye çıkartılır. Sırf bu yüzden olmadık sebeplerle birçoğunun Ordudan ilişiği bile kesilmiştir.
SAKINCALI PERSONEL
Fişlenmişler, sakıncalı personel ilan edilip, evleri ve özel yaşamları takip altına alınmıştır. Eşi başörtülü olanların ise durumu hiç ama hiç iç acıcı değildir. Bunlar zinhar kışlalara, orduevlerine, askeri gazino ve diğer tesislere sokulmazlar. Çoluk çocuk ciddi sıkıntılara göğüs gerenlerinin sayısı hiçte az değildir. Lojmanları sınırlı, orta ve vasat kalitede olup genellikle her görev yerinde lojmana girme şansları yüzde kırklar civarındadır. Tahsisli lojmanları hiç yoktur. Subayların ikametlerinden izole edilmiş farklı lojmanlarda hayatlarını sürdürürler. Orduevleri ve sosyal tesislerinde de durum aynıyla vakidir. Servis araçlarının en gerisine hasta, yaşlı, çoluk çocuk demeden itilirler. Biteviye ikinci sınıf insan muamelesine tabidirler. Hor ve hakir görülenleri de ekseridir. Bu tezi doğrular nitelikteki Taraf Gazetesi yazarlarından Sn. Namık Çınar’ın bir yazısından küçük bir alıntı yapmadan geçmek istemiyorum. Bakınız Sn. Çınar bu hususta neler demiş.“Zira MİT Müsteşarı, egemenlerin sınıfsallıkları bakımından her zaman için bir astsubaydır ve daima öyle kalacaktır. O ne Harp Okulu, ne Harp Akademisi, ne Silahlı Kuvvetler ve ne de Milli Güvenlik Akademileri’ni görmüş birisidir. O yüzden, MİT Müsteşarı, “Amerika’da Maryland Üniversitesi’nde Siyaset ve Yönetim Bilimi” okusa ve“Bilkent Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora” yaparak kendisini en üst düzeyde yetiştirmiş olsa bile, militarizm açısından hiçbir şey değişmeyecek, çıkmayan bir mürekkep lekesi gibi en önde duran astsubaylığından kurtulamayacak, “gök kubbeyi alıp da, tavan diye çatsa başlarına/ yedi kandilli Süreyya’yı uzatsa oradan”, gene de yaranıp gözlerine giremeyecektir.” El hâsılı Astsubayların 7–24 mesaileri ikinci bir emre kadar devam eder. Komutanların iki dudağının arasına endeksli bir hayat. Özgür iradeleri, psikolojileri çoğu zaman işe yaramıyor. Hayatlarına istedikleri kadar yön veremiyorlar. İstedikleri anda istedikleri yerde olamıyorlar. Buna sebep olarak da çoğu zaman bayram seyran nedir bilemedikleri gibi yakınlarının iyi ve kötü gününde yanlarında olamıyorlar. Meslek hastalıkları yakalarını bir türlü bırakmıyor. Nöbetti, tatbikattı, operasyondu, yurt içi ve dışı kurstu, görevdi derken, botla kep arasına sıkıştırılmış Astsubaylarımız birde bakarlar ki hayatlarının en güzel, en dinamik çağları yitip gitmiştir. En güzel günlerini, zorluklarına karşı gelmeyen düşük ücretlere aldırış etmeden Aziz Milletimizin nezdinde “Peygamber Ocağı” şanlı Ordumuza vakfetmişlerdir.
ORDU MALI
Boşuna “Ordu Malı” dememişler onlar için. Onlar hem ordunun malı hem bel kemiği ve hem de göz bebeğidirler. Onlar olmadan ordumuz kolay kolay yerinden kıpırdayamaz. Ve daha niceleri. Bin bir zahmetle, yetersiz maaş ve yetki ile anadan, babadan, eşten-dosttan bazen yardan ve çocuklardan ayrı geçen zor yılların ardından artık emeklilik ak düşen saçlara, kırış kırış olmuş yüzlere, yorgun bedenlere göz kırpar olmuştur. Sırada hak edilen rahat ve huzurlu emeklilik günleri vardır. Umulan budur. Bulunan ise zıddıyla vakidir. Bir yığın işlemden sonra bir ev bile alamayacak kadar toplu ikramiye ve yine yetersiz emekli maaşına talim etmek zorunda bırakılan on binlerce meslektaşım. Emekliliğin üzerinden 3–5 yıl geçti mi ekonomik sıkıntıların daha da arttığı hissedilir olur. Açlık ve yoksulluk sınırıyla yarışır hale gelirler. Bir şeyler düzelir umuduyla da yürüyüşler düzenleyerek seslerini duyurmaya çalışırlar. Bu ana kadar Emekli Astsubaylar yaptıkları nümayişlerde olanca güçlerince seslendiler. Vatanlarına ve bayraklarına olan sevgilerini cümle âleme defalarca duyurdular. Ancak bu sesi yeterince duymak istemeyenler her seferinde bu haklı çağrılara pek kulak asmışa benzememekteler. Yetkili ve ilgililerin ilgi ve bilgisine. “Vatan Sana Can Feda.” Kalın sağlıcakla.
HABERLER
8 saat önceHABERLER
9 saat önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce