Esas kim özür dilemeli?

7 Mayıs 2024 - 07:49

1977'de İstanbul'da doğdum. İstanbul Üniversitesi Coğrafya Bölümünde Lisans ve Yüksek Lisans yaptıktan sonra bir süre çeşitli eğitim kurumlarında Coğrafya Öğretmeni olarak mesleğimi icra ettim. Ancak Coğrafya tutkusunun getirdiği gezme aşkı ile yeryüzünde başta Avrupa'nın hemen her şehri olmak üzere, Kuzey Afrika'da Tunus'tan Ön Asya'da İsrail'den Güney Asya'da Singapur'a dek yaklaşık 70 kadar ülkede ve kabaca 400 kadar şehirde bulundum. Bu gezilerin kimisi bir kaç günlük, kimisi ise bir aya yakın sürelerde olduğundan yaptığım çeşitli işler ve çok çeşitli sebeplerden ve kimi zaman da bazı yardım derneklerinin gönüllü seyahatlerinden dolayı gittiğim bu ülkelerdeki çalışmaların ve gezilen bölgelerdeki edinimlerin hakkı, esas manada Akademik hayat içerisinde bilime aktarılması gereken gözlemler ve araştırmalar olmalıydı. Bu sebepten İstanbul Üniversitesinde Doktoramı tamamlarken aynı zamanda Akademik hayata bu kez bir üniversite bünyesinde yeniden başlamak gerekti ve Fırat Üniversitesinde akademisyen olarak hizmete başladım. Bu bağlamda Bölgesel Coğrafya Anabilim dalında Doktoramı tamamladım ve Fırat Üniversitesi Coğrafya Bölümüne tayinim dolayısı ile 1,5 yıldır Elazığ'da ikamet etmekteyim. İlki 1990'larda yılında henüz üniversite öğrencisiyken olmak üzere 2013 yılına dek Balkan yarımadasına yönelik ziyaretlerimde 3000'e yakın köy, kasaba ve şehirsel yerleşmede geziler ve araştırmalarda bulundum. Fotoğraflanan bu çalışmalarda söz konusu coğrafyanın etnik yapısı, kültürel çeşitliliği, kriz bölgeleri ve sebepleri üzerine çalışmalarda bulundum. Kimi ulusal ve uluslar arası dergilerde ve sempozyumlarda bu çalışmaların bir kısmı yayınlanmış iken halen yayınlanmaya hazır halde 80 kadar makale üzerinde daha çalışmaktayım. Balkanlarla tanışıklık ise babamın da köyü olan Sivas'ın Zara ilçesinin Dereköy köyündeki Sancak'lı nüfusla olan ilişki yanında eşimin de memleketi olan Arnavutluk ve Arnavut halkı ile olmak üzere iki koldan söz konusudur. Bu sebeplerin tetiklemesi sonucunda ilgi alanımı tamamen Balkan Yarımadası ve Coğrafyası yanında bilhassa Balkan Jeopolitiği ve bunun en önemli öznesi olan Etnik topluluklar üzerine yoğunlaştırdığım bu günlerde halen çok çeşitli ziyaretler ile bölge ile olan bağımı canlı tutmaya çalışırken halkımızın da her geçen gün bu coğrafya ile olan ilişkisini geliştirmeyi amaçlamaktayım. Bu sebepten bir çok gezide gönüllü olarak bölgeyi gezmek isteyen akademisyen ve öğrencilere rehberlik ettiğim de olmuştur. Akıcı derecede İngilizce, Arnavutça, Sırp-Hırvatça ile temel düzeyde Fransızca ve İsveç dili ve az da olsa Arapça bilmekle birlikte Kiril alfabesi ile olan eserlere ve söz konusu dillere yatkınlıktan dolayı bölge haberlerini sıklıkla ve düzenli olarak takip etmekte ve bunlardan ve bölgedeki gözlemlerimden çıkardığım sonuçları sizlerle paylaşmaktayım. Günümün çoğunu sırası ile, akademik etno-kültürel ve etno-coğrafi çalışmalar yanında çok sevdiğim eşim ve oğlum ile geçirmekteyim. Kaybedilene yabancılaştıkça yitirdiğimiz şey o nispette bir başkasına ait haline gelir. Kayıp coğrafya'ya ve insanlarına, insanımızı yaklaştırmak, geçmişteki her acının ve her türlü kaybın telafisi için ilk kapıdır.

Yüksel HOŞ

Esas kim özür dilemeli?

Esas kim özür dilemeli?
Son Güncelleme :

05 Mayıs 2014 - 9:31

521 okuma
(Last Updated On: 05/05/2014)

Bir  Siyasi Parti, 1915 olaylarından dolayı Ermenilerden özür dilensin demiş. İnsanların ölmesi asla hoş bir şey değil. Günümüzde Ermenilerin sözde “soykırım”  ile maksatları açık. Tazminat. Harput’tan, Van’dan, Muş’tan, Kayseri’den ve Adana’dan ve daha onca yerden toprakların arsa-parsel güncel rayiç bedelini tazmin etmek hakkını almaya çalışıyorlar. Bu, ne KKTC’deki Rum mallarının tazmini meselesine benzer ne de bir başka meseleye. Zira binlerce değil milyonlarca metrekare söz konusu.

 

 

YÜKSEL HOŞ

Bir Parti, 1915 olaylarından dolayı Ermenilerden özür dilensin demiş. İnsanların ölmesi asla hoş bir şey değil. Ama gerçeklerin çarpıtılması hiç değil. 1915 olaylarının nerelerde cereyan ettiği ve Onca Kürt kardeşimizi acımadan öldüren Ermenilere karşı Kürtlerin karşı hareket olarak Ermenileri öldürdüğü iyi bilinir. Hatta birçok Kürt kökenli kardeşimiz bunu, bir yiğitlik olarak aktarır. Dedesini ninesini dinleyen her Kürt’ün aktardığı bir Ermeni hikâyesi vardır ve bunlar genellikle alınan intikam ile sona erer. Bu, İstanbul, İzmir ve ülkenin her hangi bir yerinde sohbet edeceğiniz orta yaşlı (dedeleri o günleri görmüş olan) bir Kürt’ten de alabileceğiniz bilgilerle sabittir. Osmanlı Devleti, savaşta gençleri askere alınmış savunmasız Müslüman köyleri arkadan vurdukları için Ermenileri, Suriye’ye sürmüş (Suriye o zaman vilayetimiz tabii ki) Yola düşen 400 bin kadar Ermeni’den 10 bini Kürt çeteleri tarafından öldürülmüş. Belli ki Kürtler o zamanlar namus davası yapacak kadar kayıp vermişti ki öç almak için yola düşen Ermeniler hedef seçilmişti. Öldürülen çoğu Ermeni ise, Mardin-Urfa hattında öldürülmüş. Konya, Sivas, Çorum demiyorum dikkat edin. Mardin-Urfa yazıyorum özellikle. Birkaç bin kişi bu güzergâhta hayatını kaybediyor. Az bir kısmı da 500 kişi kadar Erzurum-Erzincan arasında öldürülmüş. Üniversite yıllarımıza dönerek bir isimden bahsetmek istiyorum bu konuda yaşamış bir tarih olan Bitlisli Beytullah Dede’den.

BEYTULLAH DEDE’NİN HATIRALARI

Beytullah Dede vardı bir zamanlar. Yıl 2000’lere gelmeden birkaç sene evveldi ve 1997 civarı olmalıydı. Henüz üniversitede öğrenci idik ve Beyazıt’ta derici dükkânı vardı bu dedenin. 102 yaşındaydı ve bir arkadaşımızın saçlarını uzun görünce kendisine “Papaz mısın sen? Kes saçını Ermeni gibi gezme” demişti. Ardından kendisi ile biraz muhabbet ettiğimizde Ermenilerle olan anılarından bahsetmişti. Canlı bir tarihti ve aynı şunu söylemişti. “Öldürdük! Biz de kestik! Niye kestik? Zorumuz neydi? Senin namusuna tasallut etseler, gelinlik kızını öldürseler, çocuğunun böğrüne haç dikseler, oğlun cephedeyken karına, kızına tecavüz etseler, sen ne edersin kurban? Kısasa kısas dedik peşlerine düştük. Devlete şikâyet etsen devlet mi vardı ki senin arkanda hakkını hukukunu koruyacak? Adamı yakalasalar iki konsolos gelir çıkarırdı hapisten Müslüman’ı suçlu eder korlardı kapıya…..”

102 YAŞINDAYDI

Bu yaşlı adam, 1997’de 102 yaşındaydı. Belli ki 1895 doğumluydu. Yani Ermenilerle 20 yaşına dek bir tanışıklığı kesindi. Onları nasıl kovaladıklarını, ailelerine saldıran Ermenileri konvoyda nasıl yakaladıklarını anlatırdı. Gizlemezdi de. İstanbul Üniversitesi’nden çıkışta Laleli-Beyazıt arasındaki 20-25 metrekarelik dükkânında 4 oğlunun yardımı ile işe gelir, orada taburesinde oturur, zorlukla konuşurdu. Yeri durağı cennet olsun. Tarihçilerin verdiği bilgilere göre, 500 kişi Erzurum-Erzincan arasında; 2 bin kişi Urfa Halep arasındaki Meskene’de; 2 bin kişi Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş oluyor. Ayrıca bir o kadar, yani yaklaşık 5 bin ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu öldürülmüş. Dahası göç ettirilen nüfus ile sürgün edilen yere yerleştirilen nüfus arasındaki fark da bize kaybedilen Ermeni nüfusunu kesin olarak göstermektedir. Yer değiştirme uygulaması sırasında yeni yerleşim bölgelerine sevk edilen nüfus toplam 438 bin 758, Halep’tekilerle birlikte iskân sahasına varan nüfus ise o dönemde tutulan ve tarihçi akademisyenlerin verdiği rakamlara göre, 382 bin 148’dir. Görüldüğü gibi, ikisi arasında 56 bin 610 kişilik bir fark bulunmakta. Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmekte ki, bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiş. Bunun tamamına da katliam deseniz dahi öldürüldüğü iddia edilen 1 milyon, 2 milyonluk rakamlar yine de havada kalır.

RUSLAR’A KATILAN ERMENİ ASILLI OSMANLI ASKERLERİ

Konu ile ilgili belgelerde Osmanlı ordusunda silah altında olan ve daha çok geri hizmetlerde memur olan 50 bin Ermeni’nin de Rus ordusuna katıldığı ve Türklerle savaşmak için 50 bin Ermeni’nin de ABD ordusunda 3-4 yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almakta. Söz konusu bilgi ise, Amerika’da yaşayan bir Ermeni’nin Elazığ’da dava vekili olan Murad Muradyan’a yazdığı mektupta ifşa edilmiş. Her şey bir benzer hikâyenin değişik senaryolar ile gündeme gelmesinden başka bir şey değil. Elinize silah alır kazanırsanız Sırplar, Yunanlılar, Karadağlılar, Bulgarlar gibi devletiniz oluyor. Kazanamaz iseniz işte bu şekilde tarihte saptırmalar ile atalarınızın bir zamanlar alet oldukları bir siyasi hatayı ya da “ihaneti” aklamak kalıyor sözde “soykırım” davaları ile… Günümüzde Ermenilerin sözde “soykırım”  ile maksatları açık. Tazminat. Harput’tan, Van’dan, Muş’tan, Kayseri’den ve Adana’dan ve daha onca yerden toprakların arsa-parsel güncel rayiç bedelini tazmin etmek hakkını almaya çalışıyorlar. Bu, ne KKTC’deki Rum mallarının tazmini meselesine benzer ne de bir başka meseleye. Zira binlerce değil milyonlarca metrekare söz konusu.

DÜNYAYI İNANDIRMAK

Davalı olduğunuz ülkeyi bir kere suçlu hissettirir iseniz, dünyayı da buna inandırırsanız geriye onu mahkûm etmek ve yaptırımlar ile elini güçsüzleştirmek kalıyor. Bunalacak olan devletin en sonunda verelim de feraha çıkaralım şeklinde çıkaracağı bir tazminat iştahlandırıyor ABD ve Avrupa’daki Ermeni Diasporasını. Zira esas problem, Diaspora’yı memnun etmek. Ancak kimse sormuyor. 1800’lerde Sırbistan’daki Yagodina’da, Niş’te, Semendire’de bırakılan on binlerce yüz binlerce dönüm arazilerin hakkı, Sırp İsyanında Morava nehrine atılan Müslümanların cesetleri soykırımın ürünü değil miydi? 9 Kasım 1924 Şahoviç ve Pavino Polye katliamlarında öldürülen ve başları kesilen onca canlı insan değil, şeker pancarı mıydı? O katliamın ardından yeşil yurdunu terk ederek Sivas’a gelenler turist miydi? 1990’larda Vişegrad’da serinlesin diye mi atıldı binlerce ceset Drina Nehri’ne? Srebrenica’daki katliam bir Soykırım değil miydi? Acı olay, cinayet, acı gibi onca farklı kelime ile geçer bu mevzu Avrupa ve ABD kaynaklarında. Ancak önemli olan o kelime yani “Genocide” geçmez. Etnik Temizlik dahi geçer ama Genocide geçmez. Zira “Genocide” kelimesinin karşılığı hukuki hakların tazmini noktasına götürür o suçu işleyeni. Bu da Sırpların hukuksuz bir terörle ele geçirdikleri ve kurdukları uyduruk ülke “Republika Srpska” topraklarını kapsar. Söz konusu Müslümanlar olduğunda acı olaydır. Ancak Ermeniler olduğunda farklı standarda geçilir. Ben bu konuda konvoya saldıranları ne onaylarım ne de suçlarım. Ancak bir parça anlayabildiğimi söyleyebilirim. Zira hepimizin ailesi ve evladı var ve onları kaybetmek kolay bir şey değil.

İSLAM DÜNYASININ ETKİSİZLİĞİ

Neden İslam dünyası da geçmişteki böyle davaları tarihi geçmişten çıkarıp beri getirmez ve neden bir aşağılık kompleksi ile tüm İslam ülkeleri her şeye rağmen batı ile iyi olalım derdi ile eski defterleri değil açmak, bu konuda gayret etmezler? Neden Girit’teki Soykırım zikredilmez ve mahkemelere taşınmaz? Neden Bulgaristan’daki Soykırım, Bosna’daki Soykırım için defalarca kez Birleşmiş Milletler’e gidilmez? Neden hep defans yaparak gole gidileceğini düşünürüz? İspanya, Musevilere yaptığı zulmü kabul ederek vatandaşlık yasası çıkarttı ve İspanya kökenli tüm Musevilere İspanya vatandaşlığı veriliyor artık. Ancak nedense bu, Endülüs Müslümanlarını kapsamıyor. Suç Müslüman olmakta mı yoksa Museviler kadar bu olayların peşine düşmemek mi? Derdinizi anlattığınız ve elinizde tuttuğunuz argümanlarla karşı tarafı sıkıştırdığınız ölçüde eliniz güçlüdür. Eliniz güçlü olduğu ölçüde de mutebersinizdir. Nitekim elinin güçlü olması için Türkiye’nin bir İslam dünyasına liderlik etmesinden başka seçenek yok. İşte bu noktada ise İslam dünyasında darbeci liderlerden kurulu “batılı oyun kurucuların uşaklarının” ait oldukları tarihi çöplüğe atılması ve kendi kendini yöneten bir İslam dünyası gerekiyor ki hükümetimizin de gayret ettiği şey bundan başka bir şey değil. Zira Demokrasi tek çözüm. Ancak görünen o ki; Si si’ler darbe yapageldikçe asla aşağılık kompleksinden kurtulmuş İslam ülkeleri olmayacak. Cezayir, soykırıma uğratılan 6 milyona yakın insanının hesabını Fransa’ya soramadığı gibi Azerbaycan gibi ülkeler de Hocalı için, Karabağ için seslerini yükseltemeyecek. Azerbaycan’ın sadece Hocalı’yı duyurması için yürüttüğü mücadele ise eğer Türkiye’nin meselelerinde Türkiye’ye destek vermezler ise etkisiz, akim kalacak.

KAZAKİSTAN’DA TOPUN AĞZINDA OLABİLİR

Yarın bir gün Kazakistan’da da Ukrayna benzeri olaylar ortaya çıkacak ve Kazakistan’ın kuzeyi Rusya’ya bağlanmak isteyecek. İşte o vakit Kazakistan gibi kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan ülkeler destek için Türkiye’den ses bekleyecek. Ancak uluslararası alanda, “sözde soykırım” meselesinde bizim için ne yaptıklarını da sormayacağız ve kardeşlerimiz üzülsün diye bunu zerre kadar zikretmeyeceğiz. Peki zikretmediğimiz mesele “yok” hükmünde mi oluyor?  Asla.  Dış işleri bakanımızın özenle seçilmiş metnindeki cümleleri ile Ermenilerin “Duygu sömürüsüne” karşılık en azından ölümlere kayıtsız bir ülke olmadığımız gösterildi ve oldukça yerinde ve anlamlıydı. Bu konunun çok abartılması ve bir vatan millet yapılması ise popülizmin klasik ve alışıldık kartı zaten. Yıllar evvel bu ülkede bir kalkışma oldu. Ermenilerin bir kısmı, Anadolu’yu ve Karadeniz’in bir kısmını parçalamak ve bir Ermenistan kurmak istediler. Olmadı ve bir ihanete alet olarak arkadan vurdular. Sürüldüler ve kendilerine bir başka vilayetimizde ev ve arazi verildi. Hatta bir kısmı geri bile döndü. Bir kısmı ise yollarda öldü. Acı şeyler elbette. Ancak çalanın hiç mi suçu yok? Diyor ya Nasreddin Hoca.. Hiç mi suçu yoktu bu halkın? Soykırıma uğratıldı ise İstanbul, İzmir, Bursa’daki Ermenilere neden bir şey olmadı? Yerli yerinde ticaretinde işinden evine giden insanlar bunların hepsi oysa. Soykırım olsaydı bunlar da unutulmazdı herhalde. Nitekim çoğu Ermeni arkadaşım samimi diyaloglarında bana “Arkadan vurmuşlar hak etmişler kardeşim ne yapsaydı devlet?” dediklerini bilirim. Kürt kardeşlerimizin de geçmişte Ermenilere karşı yaptıkları harekatı onaylamasam da anlıyorum. Konvoylara saldırılmasına saygı duymasam da bunun psikolojisini tahmin edebiliyorum. İşte bu noktada bir şeyi ifade etmek gerekiyor. Bir parti geçtiğimiz günlerde açıklaması ile dikkatimi çekti. Türkiye, Ermeniler’den özür dilemeliymiş. Türkiye özür dilesin diyenler, Türkler özür dilesin demeye getiriyorlar. Peki Kürtler?  Kürt ve Türk kardeşlerimizin devletidir bu devlet elbette. Türkiye özür dilediğinde bu hem Türkün hem de Kürtün özrü olur. Ancak konvoylara saldırılar Çorum’da, Amasya’da, Samsun’da Kastamonu’da olmadı. Urfa’da, Mardin’de, Van’da oldu. Bugünkü konjunktürde bu bölgeler bizden sorulur iddiasında olan BDP’nin gerek eş gerekse eş olmayan başkanları buyursun da bu özrü ve açıklamayı yapıp Kürtler adına özür dilesinler.

ÖLENLERİN ÇOĞU KÜRT KÖKENLİ İDİ

İşin acı yanı şudur ki, 1915 olaylarında ölen Müslümanların çoğu Kürt kökenli insanımızdı. Erzurum, Kars, Samsun ve Sivas yörelerinde Türklere karşı işlenen cinayetler ve katliamlar hariç tutulursa tüm Doğu Anadolu’da kanı dökülen masumlar en çok Kürtlerdi. Şimdi eğer bir özür dilenecek ise Kürtler adına her şeyi bila istisna yapan BDP, bundan da geri kalmasın ve önden buyursun…. Ancak bir daha Kürtlerin yüzüne bakamayacaklarını da iyi bildiklerinden onlar için “Türkiye Özür Dilesin” demek kolay geliyor. Zira uluslararası alanda kazanmaya çalıştıkları kabul ve tanınma için geçmiş bir olayın sabıkasını üstlenmek onlara akıl karı gelmiyor ve belki de bu yüzden sık sık, sözde “Ermeni Soykırımı” mevzusunu açarak Kürtlere de soy kırım uygulandığı şeklinde bir uluslararası kamuoyu popülaritesi meydana getirme derdindeler. Ancak gerçek, ayan beyan ortada. Öldürülen Ermenilerin yeri belli, kimlerin saldırdığı da tarihi kayıtlarda, telgraflarda ve tutanaklarda belli. Ben bu konuda Kürtlere en fazla teşekkür edebilirim. Konvoylara saldırdıkları için değil, direndikleri ve yok olmadıkları için. Kaybetseydik Urfa, Van, Mardin, Diyarbakır birer Srebrenica, birer Hocalı, birer Şahoviç gibi olacaktı… Kaybedilmedi ve savaşıldı. Bunun bedelleri oldu elbet. Ölenler oldu. Ancak ölüm her iki tarafı da vurdu. Ben ölmekten yana değilim. Ölenlere ise üzülüyorum elbet. Varsın soykırımcı desinler, dert değil. Sonuçta şu bir gerçektir ki; Katliama silahla cevap vermezseniz Boşnaklar gibi, Azeriler gibi ölüyorsunuz. Hem ölüyor, hem tecavüze uğruyor hem de toprağınızı kaybediyorsunuz. Ama yok, karşı koyar, cevap verir kendinizi savunursanız “soykırım yaptı” ya çıkıyor adınız.  Bu arada, Sözde “soykırım” yapıldığı söylenen ilçelerin çoğunda BDP belediyeleri var. Bilmiyorum mesaj alındı mı?

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.