AMSTERDAM (AA) – İsrail’in uluslararası hukuk kurallarını açıkça ihlal ederek, işgal ettiği Filistin topraklarında 7 Ekim ve sonrasında işlediği savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçları karşısında uluslararası mahkemelerin gerekli adımları atmadığı ve etkisiz kaldığı görülüyor.
Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı kuruluşlar ve çok sayıda insan hakları örgütünün raporlarında tespit edildiği üzere İsrail’in, Gazze’de savaş hukukunu ve insan haklarını ihlal ettiği belirtilirken, söz konusu ihlallerin soruşturulması ve sorumluların hesap vermesi bakımından uluslararası mahkemelerin işlevselliği tartışılmaya başlandı.
Filistin-İsrail çatışması bağlamında, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) işlevi ve yeni bir Uluslararası Filistin Ceza Mahkemesi kurulup kurulmayacağı tartışılırken, diğer yandan Uluslararası Adalet Divanında (ICJ) İsrail’e karşı açılabilecek davalar ve halihazırda ICJ’de devam eden Filistin’deki işgalin hukukiliğine ilişkin “danışma görüşü” süreçleri Filistinlilerin uluslararası alanda adalet arayışlarının devam ettiğini gösteriyor.
İsrail’in, abluka altındaki Gazze Şeridi’nde sivilleri hedef alan saldırıların durdurulması ve sorumluların cezalandırılması için uluslararası kamuoyunda rota arayışı devam ederken, AA muhabiri uluslararası hukukta Filistinliler için gidilebilecek mevcut mahkemelerdeki süreçleri, sorumluların cezalandırılması için muhtemel yolları ve adalet mekanizmalarının işleyiş ve usullerini inceledi.
UCM’nin görevi nedir?
Uluslararası toplum; soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarını engellemek için adımlar atsa da, milyonlarca insan bu suçların mağduru olmaya devam ediyor. Aslolan bu suçların soruşturmalarının yerel mahkemelerce yapılması olsa da, genellikle faillerin çoğunun tespit edilememesi, yakalanamaması veya yerel mahkemelerin bu failleri yargılamak istememesi sebebiyle yerel yargılamalar yapılamıyor.
Bu duruma çözüm üretmek ve suçların cezasız kalmasını önlemek için uluslararası toplum, “tamamlayıcı yargı yetkisi”ne sahip daimi bir Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kurdu. UCM’nin “tamamlayıcı yargı yetkisi” sayesinde taraf ülkelerin topraklarında işlenen suçlar, ilk olarak o ülkenin yerel mahkemelerine bırakılıyor, fakat yerel mahkemeler tarafından etkili ve yeterli soruşturulmazsa, bu durumda UCM devreye girerek, soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçu ve saldırı suçlarının sorumlularını yargılıyor.
Ancak suçluların yakalanması ve Mahkeme önüne getirilmesi için taraf ülkelerin kolluk gücüne ihtiyaç duyan UCM, statüyü onaylamayan ABD, İsrail, Rusya, Çin ve Hindistan gibi toplamda dünya nüfusunun ve silah gücünün yarıdan fazlasını oluşturan ülkelerin desteğinden yoksun bulunuyor. Ağırlıklı olarak Afrika ülkeleri, AB ülkeleri ve Pasifik’teki ada devletlerinin taraf olduğu Mahkeme, AB ülkeleri dışında politik anlamda güçlü devletlerin desteğinden yoksun hareket ediyor.
UCM’deki Filistin soruşturması
Filistin hükümeti, 1 Ocak 2015 tarihinde Roma Statüsü’nün 12(3) maddesi uyarınca “13 Haziran 2014 tarihinden bu yana Doğu Kudüs de dahil olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarında” işlendiği iddia edilen suçlarla ilgili olarak UCM’nin yargı yetkisini kabul eden bir beyanda bulunup, ertesi gün Mahkemeye katılım belgesini BM Genel Sekreterliğine sunarak UCM’ye taraf ülke oldu.
Önceki UCM Başsavcısı Fatou Bensouda, Filistin Devleti’ndeki durum ile ilgili yaklaşık 6 yıllık ön incelemenin tamamlanarak 3 Mart 2021’de soruşturmanın açıldığını duyurdu.
UCM Savcılığı aradan geçen uzun süreye rağmen Filistin soruşturmasındaki ilerlemeye ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmazken, 2 Mart 2022’te soruşturmasını başlattığı Ukrayna ile ilgili bir yıl gibi kısa sürede harekete geçerek 17 Mart 2023’te, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya’nın Çocuk Hakları Komiseri Maria Alekseyevna Lvova-Belova hakkında savaş suçu gerekçesiyle yakalama kararı çıkarıldığını bildirdi.
Savcı Han’ın Filistin soruşturmasındaki tutumu eleştiriliyor
UCM Başsavcısı Karim Han’ın, Ukrayna davasında 1 yıl gibi bir sürede devlet başkanı düzeyinde yakalama kararı talep etmesine karşın, Filistin’de işlenen suçlar için 8 yıllık süreye rağmen henüz bir yakalama kararı çıkarmaması UCM Savcılığının “çifte standart” uyguladığı eleştirilerini beraberinde getiriyor.
Han’ın, 30 Ekim’de Refah Sınır Kapısı’nın Mısır tarafında yaptığı açıklamada bölgede bulunduğu süre zarfında Gazze Şeridi ve İsrail’i ziyaret etmeyi umduğunu belirttikten sonra, geçen hafta İsrail’i, ardından Ramallah’ta Filistin hükümetini ziyaret etmesine karşın Gazze’ye henüz ziyaret gerçekleştirmemesi eleştiriliyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşın başlamasından 50 gün sonra Kiev yakınlarında yer alan Buça şehrinde incelemelerde bulunan Han’ın, Gazze’ye şimdiye kadar hiç gitmemesi göze batıyor.
Öte yandan Han, UCM’nin Ukrayna’da ofis açması için çalışmalar yaptıklarını dile getirirken ve UCM Savcılığı olarak Ukrayna’da işlenen savaş suçlarının araştırılması için kurulan Uluslararası Ortak Soruşturma Ekibi’ne (JIT) katılmasına karşın, Gazze’de işlenen suçlara ilişkin gerekli adımları atmamasıyla dikkati çekiyor.
Han’ın, Batılı ülkelerin desteklediği Ukrayna soruşturmasında Rusya’ya, Afganistan soruşturmasında da Taliban’a karşı somut adımlar atarken; Gazze’deki suçlarına ilişkin açık delillere rağmen harekete geçmemesi sebebiyle Mahkemeye tepki gösteriliyor.
Yaklaşık 30 yıllık uluslararası ceza hukuku deneyimine sahip olan ve eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) savcılığındayken, Delalic ve diğerleri davasında ICTY’nin en erken davalardan birini açarak hızlı şekilde yargılamayı başlatan Han, UCM’nin Filistin soruşturmasında beklenen etkinliği gösteremiyor.
Haziran 2021’deki UCM Başsavcılığı seçimi döneminde, taraf ülke olmamalarına rağmen ABD ve İsrail medyasında Han’ın Başsavcı seçilmesi gerektiği ve UCM için uygun aday olduğu şeklinde analizler yapılmıştı. Başsavcı seçilerek 16 Haziran 2021’de göreve başladıktan kısa bir süre sonra, 27 Eylül 2021’deki açıklamasında Han, Mahkemenin kaynaklarının sınırlı olmasını gerekçe göstererek Afganistan’da işlenen suçlara ilişkin soruşturmasında Taliban ve DEAŞ/Horasan tarafından işlendiği iddia edilen suçlara odaklanacağını ve aralarında ABD ve NATO askerlerinin de bulunduğu diğer şüphelilerin suçlarına öncelik vermeyeceğini açıklamıştı.
ABD yönetimi 11 Haziran 2020’de, Afganistan’da Amerikan askerlerinin savaş suçu işlediği iddialarını soruşturan UCM eski Başsavcısı Fatou Bensouda ve diğer savcılık yetkililerine yönelik yaptırım kararı almış ve dönemin ABD Dışişleri Bakanı Mark Pompeo dahil ABD’li yetkililer müttefikleri İsrail’e karşı yaptığı soruşturmalar nedeniyle UCM’yi hedef almıştı.
Uluslararası Filistin Ceza Mahkemesi kurulabilir mi?
Filistin için özel bir ceza mahkemesi kurmanın birkaç yolu bulunmakta. Bunlardan ilki, daha önce Ruanda ve Eski Yugoslavya için kurulan mahkemelerdeki gibi bir BM Güvenlik Konseyi kararıyla, yeni bir ad hoc mahkeme kurulması olabilir.
Söz konusu mahkemenin BM Şartı’nın 7. bölümü altında alınacak bir kararla kurulması durumunda BM’ye taraf tüm ülkelerde bağlayıcılığı bulunacağı için İsrail’in zorunlu olarak mahkeme ile işbirliğine gitme yükümlülüğü bulunabilir.
Filistin için bu şekilde, belirli yer ve zamanda meydana gelen suçlarla sınırlı olmak kaydıyla kurulacak bir mahkemenin BMGK’deki 15 ülkenin 9’unun oyunu alması gerekirken, daimi 5 üyeden hiçbirinin veto hakkını kullanmaması gerekir.
Uluslararası Filistin Mahkemesi kurmanın bir başka yolu da; Kamboçya, Doğu Timor, Irak, Sierra Leone, Kosova ve Lübnan’da işlenen bazı uluslararası suçlar için oluşturulan karma mahkemelerdeki gibi uluslararası anlaşmayla kurulması.
Başka bir ifadeyle; Filistin için karma nitelikte uluslararası bir mahkeme kurmanın yolu, yerellik unsurlarının bazılarını koruyan ve uluslararası kurumlarca desteklenen özel bir mahkemeden geçiyor.
Sierra Leone Özel Mahkemesi, ülkede yaşanan iç savaş sonrasında meydana gelen kıyımları soruşturmak ve kovuşturmakla görevli olan özel bir mahkemedir. Ancak, etki alanı sınırlıdır ve Sierra Leone hükümeti ile Birleşmiş Milletler’in ortak çabaları sonucunda kurulmuştur.
Lübnan Özel Mahkemesi ise Lübnan iç hukuku altında görev yapan bir mahkeme olup uluslararası niteliği de bulunmaktadır.
Bunlara ek olarak, Avrupa Birliği ve Kosova hükümeti arasında yapılan anlaşmayla kurulan Kosova Savcılığı da savaş suçlarını ele alan ulusal özelliklerinin yanı sıra uluslararası nitelikleri de bulunan karma bir mahkeme olarak görülüyor.
Filistin için özel mahkeme BM Güvenlik Konseyinin BM Şartı’nın 7. bölümünde alacağı bir kararla, ya da Filistin hükümetiyle BM veya başka bir uluslararası kurumla yapılacak anlaşma ile kurulabilir. Bu noktada mahkemenin yeri, bütçesi ve gelir kalemleri, hakimlerin seçilmesi gibi hususların yanı sıra kararların icra edilmesinde de diğer devletlerin ve uluslararası toplumun vereceği destek açısından belirleyici oluyor.
Soykırım sözleşmesini ihlal ettiği için ICJ’de İsrail’e dava açılabilir mi?
Gazze’de işlendiği belirtilen soykırım suçuna karşı gidilebilecek bir başka merci de 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin ihlali sebebiyle bir devletin başka bir devlet aleyhine BM’nin yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanına (ICJ) başvurmasıdır.
Nitekim, örneğin geçmişte suçun doğrudan mağdurları olan Bosna Hersek ve Hırvatistan tarafından ayrı ayrı Sırbistan’a karşı, Soykırım Sözleşmesi’ne dayanılarak Uluslararası Adalet Divanı’na başvurular yapılmış veya devam etmekte olan davada Ukrayna tarafından Rusya aleyhine Soykırım Sözleşmesi uyarınca dava açılmıştır.
Soykırım suçu karakteri itibari ile sadece doğrudan bu suçun mağdurlarına karşı değil, bütün uluslararası topluma karşı işlenen suç niteliği taşıdığı için Soykırım Sözleşmesi’ne taraf olan bütün devletler bu suçun engellenmesi ve cezalandırılması için harekete geçebilme (erga omnes) hakkına sahiptir.
Doğrudan etkilenmeyen bir devletin, Uluslararası Adalet Divanı’nda Soykırım Sözleşmesi’ni öne sürmesine örnek olarak Gambiya’nın Myanmar’a karşı açtığı dava örnek gösterilebilir. Halihazırda devam etmekte olan bu davada Myanmar, Gambiya’nın Soykırım Sözleşmesi’ni ileri sürerek Adalet Divanı’nda dava açmasına itiraz etmesine rağmen, Mahkeme soykırım suçunun bütün uluslararası topluma karşı işlendiğini belirterek Gambiya’nın böyle bir hakkının varlığını kabul ederek davayı esastan görmeye geçmiştir.
İsrail, 1950 yılında Soykırım Sözleşmesi’ni onaylamış ve hiçbir çekince öne sürmeden bu Sözleşmeye taraf olmuştur. Dolayısıyla Soykırım Sözleşmesi’nden doğan bütün yükümlülükler altında olmasının yanında, bu sorumlulukları sadece Filistin devletine değil, Sözleşmeye taraf olan tüm bütün devletlere karşı yerine getirmek zorundadır. Bu açıdan Soykırım Sözleşmesi’nin 8. ve 9. maddeleri uyarınca, sözleşmeye taraf herhangi bir ülke Uluslararası Adalet Divanında, sözleşmedeki yükümlülüklerini yerine getirmesi amacıyla İsrail aleyhine dava açabilir.
Özellikle en son yapılan Gazze saldırısı sırasında işlenen fiiller, İsrail devlet yetkilileri tarafından soykırım suçuna ilişkin kastı gösterebilme ihtimali çok yüksek olan beyanatlar ve pek çok uluslararası hukuk ve soykırım çalışmaları uzmanı tarafından yapılan değerlendirmeler, bu suçun İsrail tarafından işlendiğine ilişkin Mahkeme önünde ileri sürülebilecek argümanları desteklemek amaçlı kullanılabilir.
Filistin’in işgali ile ilgili danışma görüşünde son durum ne?
ICJ, devletler arasındaki uyuşmazlıkları çözüme kavuşturan bağlayıcı kararlarının yanında, uluslararası hukukta uzmanlık gerektiren bir konu hakkında bağlayıcı olmayan danışma görüşü verebiliyor.
Böyle bir danışma görüşünü BM organları ve ilgili özel ajansları talep edebilirken devletlerin danışma görüşü talep etme hakkı bulunmuyor.
ICJ’nin verdiği danışma görüşleri her ne kadar bağlayıcı olmasa da, birçok devlet ve kuruluş tarafından dikkate alındığı ve verilen görüşe uygun hareket edildiği görülüyor.
Divan’ın İsrail’in Filistin topraklarında inşa ettiği duvara dair 2004’te verdiği danışma görüşünde duvarın hukuka aykırı olduğunu tespit etmesinin ardından birçok devlet ve şirket, söz konusu duvarın inşasına katkı sunmaktan imtina etmesi, İsrail’e sattıkları inşaat malzemelerinin duvarın yapımında kullanılmamasını şartı koyması dikkati çekiyor.
Yine ICJ’in 2010’da, uluslararası hukukta “bağımsızlık ilan etmenin yasaklanmadığı” yönünde verdiği danışma görüşünün ardından Kosova’nın bağımsızlığının meşruiyetinin güçlendiği ve ülkenin bağımsızlığını tanıyan devlet sayısında artış görüldü.
Halihazırda ICJ’de devam eden bir başka danışma görüşünde, İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarındaki uygulamalarının hukuki sonuçları ele alınıyor.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 57 ülke ve uluslararası kurum, İsrail’in Filistin topraklarını işgalinin hukukiliğine ilişkin danışma görüşü hakkında, kendi tutumlarını içeren yazılı beyanlarını sunarken, söz konusu ülke ve kurumlar 19 Şubat 2024’te başlayacak duruşmalarda sözlü beyanlarını Divana iletecek.
ICJ’nin görüşünün, işgalin uluslararası hukuka aykırı olduğu yönünde olması durumunda, İsrail’in üzerindeki baskının artması ve İsrail’e destek veren ülkelerin Gazze saldırıları sebebiyle uluslararası toplum nezdinde ihlale açıkça ortak olmaları söz konusu olacaktır.
Evrensel yargı yetkisi nedir?
Suçun nerede, kim tarafından ve kime karşı işlendiğine bakılmaksızın bir mahkeme tarafından kovuşturulmasının yapılabilmesine evrensel yargı yetkisi deniyor.
Buna göre evrensel yargı yetkisinin kullanılabildiği bir suç dünyanın başka yerindeki bir mahkeme tarafından da kovuşturulabilir.
Türkiye dahil birçok devlet, ceza kanunları uyarınca soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi suçların sorumlularını kendi vatandaşları olmasalar da, kendi topraklarında veya kendi vatandaşlarına karşı işlenmese de evrensel yargı yetkisine dayanarak yerel mahkemelerinde cezalandırabilir.
UCM’deki Filistin soruşturmasından bağımsız olarak, söz konusu suçlar yerel mahkemelerde “evrensel yargı prensibine” dayalı olarak da soruşturulabilir.
Evrensel yargı yetkisinin kabul edildiği tüm ülkelerdeki yerel mahkemelerde, Gazze’de işlenen suçların failleri hakkında suç duyurusunda bulunmak mümkün görülmektedir.
İsrailli üst düzey yetkililerin dokunulmazlık taşıması bu yolu etkisizleştiren en önemli nokta olarak dikkati çekiyor. Buna karşın, yargı bağışıklığına sahip olmayan asker, düşük rütbeli komutanlar, diğer siyasiler ve özellikle İsrailli siviller hakkında yerel mahkemelerde dava yolunun açık olduğu görülüyor.
İşgale destek veren çok uluslu şirketlere karşı hukuki yollar mevcut mudur?
Geçmişte, Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığı (apartheid) döneminde de görüldüğü üzere, şirketler işlenegelen insan hakları ihlalleri ve uluslararası suçlardan kazanç sağlayabiliyor veya bunlara katkıda bulunabiliyor.
Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığı düzeninin yıkılmasındaki önemli faktörlerden birisi de bu özel şirketler üzerinde uygulanan, boykot veya ticari ilişkilerin tamamen kesilmesi gibi tedbirlerin olduğu görülüyor.
Şirketler açısından apartheid düzenine dayalı bu sistemi sürdürmenin altından kalkılamayacak derecede pahalı hale gelmesi, apartheid rejiminin yıkılmasında önemli bir faktör olarak öne çıkıyor.
Günümüzde İsrail’in, Filistinlilere ilişkin fiillerinde de benzer bir durumdan söz ediliyor.
Pek çok uluslararası şirket, İsrail’de faaliyet gösteriyor ve bunlardan bir kısmı da doğrudan süregelen hukuksuz işgale katkıda bulunuyor veya işlenen uluslararası suçlara ticari faaliyetleri aracılığıyla yardım ediyor.
Örneğin hukuka aykırı olarak inşa edilen yerleşimlerin inşaatı için makine ve ekipman sağlayan, Filistinlilerin hareket özgürlüğünü kısıtlayan ve gözetim altında tutulmalarına yardımcı olan teknoloji ve bilişim sistemlerini tedarik eden, yasa dışı yerleşimlerin ticari ve turizm amaçlı kullanılmasına platform sağlayan veya İsrail’e silah ve mühimmat sağlayan şirketler yukarıda bahsedilen şirketlere örnek olarak gösteriliyor.
Uluslararası hukukta, insan hakları ihlallerine bu şekilde katkı sağlayan ve bunlardan kazanç sağlayan şirketlere yönelik kuralların başında “İş Hayatı ve İnsan Hakları” alanındaki normlar öne çıkıyor. Birleşmiş Milletler’in, “İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri” şirketlerin işlediği veya bağlantılı olduğu insan hakları ihlallerine ilişkin, öncelikli olarak devletlere sorumluluk yüklemesine karşın, insan haklarına saygı gösterme sorumluluğu ve buna bağlı olarak faaliyetleri sırasındaki muhtemel insan hakları ihlallerine ilişkin gerekli özeni yükümlülüğünü gösterme ve gerekli etki değerlendirmelerini yapma sorumluluğunu da şirketlere yüklüyor.
Her ne kadar bu ilkeler şirketler açısından bağlayıcılık teşkil etmeyip, bu ilkelere dayanarak uluslararası bir mahkemede dava açılması mümkün gözükmese de özellikle merkezleri Batılı ülkelerde olup İsrail’de faaliyet gösteren çok uluslu şirketlere, şirket merkezlerinin bulunduğu ülkelerde yerel mahkemelerde açılmış çok sayıda dava bulunuyor.
Söz konusu mahkemelerde hem İsrail’in ihlallerine ilişkin hem de dünyanın farklı yerlerindeki silahlı çatışmalardan kazanç sağlayan şirketlere yönelik olarak açılmış, evrensel yargı yetkisine veya uluslararası hukukun yerel hukukta uygulanmasına dayalı ceza davaları veya tazminat talebiyle mağdurlar tarafından açılan hukuk davalarının varlığı dikkati çekiyor.
Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin kimyasal silah kullanımıyla ilişkilendirilen iş adamı Frans van Anraat’a karşı Hollanda’da görülen davada, Irak’a kimyasal silah ham maddesi sağladığı suçlamasıyla 2005’te sonuçlanan davada iş adamı, insanlığa karşı suçlardan suçlu bulunarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
İnşaat sahaları için büyük vinçler ve erişim ekipmanları üreten Hollandalı şirket Riwal’e, İsrail’in Filistin topraklarındaki duvar inşasının yasa dışı olduğuna ilişkin ICJ danışma görüşüne rağmen vinçlerini hala duvar inşasında kullandırması sebebiyle Filistin insan hakları grubu ve Hollandalı bazı avukatlar tarafından Hollanda mahkemelerinde dava açıldı.
Bir başka olayda, Fransız şirketleri Veolia ve Alstom aleyhine, Kudüs’te yasa dışı yerleşimleri de kapsayan bir tramvay hattı inşasında rol aldıkları ve bunun, İsrail’in uluslararası hukuka aykırı olarak işlediği savaş suçlarına yardım ve iştirak anlamına gelmesi sebebiyle 2007 yılında Fransa mahkemelerinde bir dava açıldı. Dava lehine sonuçlanmasına rağmen Veolia, projeden çekildiğini açıkladı.
Güney Afrika örneğinde de görüleceği üzere, hak ihlallerinden doğrudan kazanç sağlayan şirketlere yönelik yapılacak çeşitli hukuki, siyasi, ekonomik baskılar İsrail’in bu ihlalleri işleyebilme ve mevcut hukuka aykırı fiillerini ve düzenini sürdürebilme kapasitesine önemli oranda darbe vurabilir.
Bu doğrultuda, yerel mahkemelerde açılacak davalar, sonuçlarından bağımsız olarak, şirketler üzerinde caydırıcı bir etki oluşturuyor ve bu şirketlerin İsrail devleti ile iş yapacakları durumlardan çekinmelerini sağlıyor.
İsrail’in bu tarz şirketlere uygulanacak baskıları ve bunlara yönelik boykot ve yaptırım taleplerini stratejik bir tehdit olarak değerlendirmesi ve bu talepleri öne sürenleri “anti-semitik” olarak yaftalaması da bu baskıların önemini gösteren bir faktör olarak değerlendiriliyor.
İsrail’e destek veren hükümetlere karşı yerel mahkemelerdeki davalar
İsrail’e özellikle askeri teçhizat, silah ve mühimmat desteği veren devletlere karşı, İsrail’in Filistin’de işlediği suçlara dolaylı yardım etmeleri sebebiyle özellikle yerel mahkemelerde davaların açıldığı görülüyor.
Hollanda’da Oxfam Novib, Uluslararası Af Örgütü, PAX ve The Rights Forum gibi insan hakları örgütleri, İsrail’e F-35 parçalarının ihracatının, İsrail’in Gazze’de işlediği “muhtemel savaş suçlarına” Hollanda’nın ortak olması anlamına geldiği gerekçesiyle Hollanda hükümetine karşı dava açtı. Hukuk mahkemelerinde açılan davada Hollanda, İsrail’e F-35 parçası teslimatını kendisi yapmadığı durumda ABD’nin yapılacağı şeklinde kendini savunuyor.
Öte yandan, Hollanda’daki “Müslüman Hakları İzleme Grubu”, İsrail’e F-35 parçaları satılarak ülkenin işlediği savaş suçlarına iştirak edildiği gerekçesiyle geçici hükümetin Başbakanı Mark Rutte ve iki bakanı hakkında suç duyurusunda bulundu. Söz konusu ceza davasına ilişkin soruşturma başlatılması talebi Hollanda savcılığı tarafından inceleniyor.
BM’nin kurduğu araştırma komisyonlarının görevi nedir?
Silahlı çatışma hallerinde veya yaygın insan hakları ihlallerinin yaşandığı durumlarda, işlenen ihlallerin ve bunların faillerinin sağlıklı bir şekilde tespit edilmesi ve bunlara ilişkin bilgi ve belgelerin ilgili yargı mekanizmalarıyla usulüne uygun olarak paylaşılması önemli meselelerin başında geliyor. Belgelenemeyen suçların faillerine, hak ettikleri yaptırımlar uygulanamıyor.
Bu doğrultuda, özellikle Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından yetkilendirilen araştırma komisyonları, ciddi insan hakları ve insancıl hukuk ihlallerinin yaşandığı farklı ülkelerdeki durumlar üzerine veya tematik olarak kuruluyor. Bu komisyonlar kendileri yargılama yapmamalarına karşın ileride yapılabilecek yargılamalar için delillerin ve belgelerin bulunup muhafaza edilmesi noktasında çok kritik bir rol oynuyor.
Myanmar’da Arakanlı Müslümanlara (Rohingya) karşı işlenen hak ihlallerini araştırmak için kurulan araştırma komisyonunun, işlenen etnik temizlik ve soykırıma dahi vardığı iddia edilen suçlara ilişkin topladığı deliller ve hazırladığı rapor, hem UCM’de Rohingyalılara ilişkin ihlallerin ele alındığı Bangladeş soruşturmasının, hem de Gambiya tarafından Myanmar’a karşı ICJ’de açılan davanın başlıca dayanak noktasını oluşturuyor.
Geçmişte, Gazze ve/veya Batı Şeria’da, özellikle İsrail tarafından işlenen hak ihlallerine yönelik olarak benzer şekilde, İnsan Hakları Konseyi tarafından araştırma komisyonları kurulduğu gibi 2021’de kurulan ve Filistin topraklarında işlenen suçları araştıran komisyon, 7 Ekim’den sonra Gazze’de ve diğer bölgelerde işlenen suçlara ilişkin delillerin muhafazası ve ilgili mercilere iletilmesi açısından önemini koruyor.
Görüldüğü üzere, devletlerin pek çok durumda hem yaratıcısı hem de uygulayıcısı olduğu uluslararası hukukun yaptırım gücü, devletlerin siyasi iradesi ve hukuku uygulayabilme kapasitesi ile orantılı oluyor. Söz konusu ihlalleri yapan devletlerin ve yöneticilerin arkasındaki kamuoyu desteği ve siyasi desteğin azalmasıyla sorumluların cezalandırılabilmeleri dikkati çekiyor.
Uluslararası hukukun ihlal edildiği geçmişteki bazı çatışmalara bakıldığında, Nazi Almanyası’ndaki suçlar, Ruanda’daki ve Bosna’daki soykırımlar, Güney Afrika’daki apartheid rejimi ve diğer bölgelerdeki yaygın ihlaller sona erdikten sonra faillerin ve sorumluların bir şekilde cezalandırıldığı görülüyor.
Bu açıdan bakıldığında, İsrail’in Gazze’deki ihlalleriyle eş zamanlı olarak uluslararası toplumun tepkisi ve yaptırımlarının artmasının Gazze’deki ihlallerinin devam etmesini zorlaştırması bekleniyor.
Muhabir: Selman Aksünger
AA
KÖŞE YAZARLARI
2 gün önceKÖŞE YAZARLARI
7 gün önceKÖŞE YAZARLARI
13 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
21 gün önceKÖŞE YAZARLARI
22 gün önce