DOLAR 34,5515 0.19%
EURO 35,9955 -0.68%
ALTIN 3.005,531,48
BITCOIN 34366611.06588%
İzmir
20°

HAFİF YAĞMUR

06:23

SABAHA KALAN SÜRE

227 okunma

Gölgede kalan Humanizm

ABONE OL
03/09/2020 00:55
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Derviş Zaim’in yönetmenliğini ve yazarlığını üstlendiği; 22. Ankara Uluslararası Film Festivali, 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali gibi önemli festivallerde pek çok dalda ödüle değer görülen Gölgeler Ve Suretler, Türk Sineması’nda gerçek birer sinema anlayışıyla çekilen filmlerin en yoğun olduğu 2010/2011 periyodunun ön plana çıkan örneklerinden oldu. Derviş Zaim’in, geleneksel el sanatlarını temel aldığı üçlemesinin son parçası olan Gölgeler Ve Suretler, 1963 yılında Kıbrıs’ta yaşananları, iki ülke insanının ortak kültür paydalarından olan gölge sanatı metaforunu kullanarak sinema perdesine yansıtan ilk film olarak karşımıza çıktı. Politik-Dram olarak niteleyebileceğimiz film, en kısa hatlarıyla normal koşullarda birbirleriyle iyi geçinen iki bireyin veya grubun, ırk/inanç ve tarihsel geçmişleri kullanılarak nasıl birbirine düşürüldükleri ve birbirlerine muhtaçlarken nasıl birbirlerine düşman edildiklerine dair bir süreci Kıbrıs örneği üzerinden anlatmaktadır. Türk ve Rumlar arasında 1963 yılında başlayan olaylarda, köyleri basan Rum çetecilerin şiddetinden dolayı diğer köylüler gibi evlerinden apar topar kaçan genç kızın Karagöz oynatıcısı olan babasından ayrı düşmesi sonucu amcasının yanına sığınarak babasını araması ve her iki ada halkının barış içinde yaşadığı köyde çatışmayı başlatan kıvılcımın olgunlaşma süreci beyaz perdeye ustaca yansıtılmaktadır. Yanan köylerden daha güvenli olan şehire kaçış esnasında yaşanan acılar ve savaş ortamı hikayeye ışık tutarken, film sinemasal anlamda da başlı başına övgüyü hak ediyor. Aslen Kıbrıs doğumlu olan yönetmen Derviş Zaim’in geleneksel Türk Sanatlarından yola çıkarak hazırladığı üçlemesinin Cenneti Beklerken’de Minyatür ile başlayan ilk halkası Nokta’da Hat sanatıyla devam ediyor ve son olarak Gölgeler ve Suretler’de Gölge Oyunu ile tamamlanıyor. Akdeniz sineması kodlarından olan ve kuruması için ipe asılan çamaşırların, bembeyaz çarşafların rüzgarda uçuşması; kendini filmin daha ilk dakikalarında bize göstererek askeri bir metaforun, bir darbenin, savaşın veya şiddetin habercisi olarak karşımıza çıkar. Gerçekten de bunun hemen ardından gelen görüntülerde EOKA mensuplarından ve Rum çetecilerden kaçmakta olan köy halkını görürüz. Öykü, beraber yaşayan iki halkın birbirine nasıl düşürüldüğünü, nasıl korku toplumu yaratıldığını, yolları tutan EOKA’cıları ve onların, ‘idealleri doğrultusunda’ kendi halkını bile göz kırpmadan öldürebileceği gösterilmektedir.

KAN VE SOY TEMELLİ TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

 

Adada oluşan kan ve soy temelli Türk milliyetçiliğini yalnızca tarihsel geçmişe dair yazıyla aktaran ve kültür/din kaynaklı Rum milliyetçiliğine yer vermeyen, Türklerle savaşı reddeden ve Megali İdea üzerinden temellenen, adanın Yunanistan ile birleşmesi anlamına gelen ‘enosis’fikrine karşı çıkan Rumların üzerlerine ‘bölücü, terörist Komünist’ damgası vurularak yine EOKA (Εθνική Οργάνωσις Κυπρίων Αγωνιστών / Kıbrıs Milli Mücadele Örgütü) tarafından katledilmesine değinmeyen, bunun yerine ‘göze yansıyan’ ile ‘asıl gerçek’ arasındaki farkı git gide artan korku ortamında yine Akdeniz Sineması kodlarından olan, (sanki etrafta üzülmeye, korkmaya, savaşmaya değer hiçbir şey olmuyormuş gibi) sürekli gülüp, yiyip içen  bir ‘meczup’un, yani gerçekleri gösteren bir masumun katledilmesiyle genç nüfus arasında başlayan intikam süreci köy halkının birliğinin yok oluşuna ve bununla birlikte yeni kurbanlar vermeye kadar gitmektedir. Günümüzde hâlâ Yunanistan ile Türkiye arasında, özellikle de Avrupa Birliği sürecinde Türkiye’ye dayatılan kabul edilemez şartlar çerçevesinde ‘sorun’ olmaktan kurtulamayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını yalnızca Türkiye Cumhuriyeti Devleti tanımaktadır. Pakistan ve Bangladeş ise bağımsızlığı tanıma konusunda söz vermiş, ancak Amerika’nın tehditleriyle bundan vazgeçmiştir. Politik çıkarlara değinmeden, halkların çektiği acıları ve karşılıklı yok oluşları anlatan Derviş Zaim, kimi zaman izlemekten sıkıldığımız mücahit rüzgarlarının ardından sinemamıza hümanizm kokan ve bir türlü erişemediğimiz bir dünya barışına hizmet eden bir eser kazandırmaktadır.

 

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP