Bize yıllarca Yunan milletine düşmanlık öğretildiğinden midir bilinmez, komşunun Ayasofya Camii ve Sümela Manastırı hakkındaki hassasiyetlerini anlayıp dinlemek yerine şiddetle tepki göstermeyi tercih ederiz. Şöyle bir sakin düşünürsek, bir zamanlar dünya üzerinde inşa edilen en büyük mabet olarak kabul gören İstanbul’daki Ayasofya Camii’nin kilise hüviyetini yitirmesinin Yunan milliyetçiliğinde bıraktığı derin yarayı idrak etmemiz zor olmaz. Benzer biçimde Trabzon’daki asırlık Sümela Manastırı’nda ibadet etmenin bir Yunanlı için “atalarının ruhları ile buluşmaları” anlamına geldiğini hissedebiliriz… Lakin bırakın Yunanlıları anlamaya çalışmayı, kendi ecdadımızın bıraktığı yadigârları hafızamızdan silip atmış bir toplum olarak Türk milliyetçiliğini ve Türk Müslümanlığını bile sığ yorumlara hapsetmeyi marifet sanıyoruz. Aslında mesele, bize tarih diye öğretilen şeylerin “Süpermen kabilinden yetenekleri olan Padişahlar, heybetli Paşalar, bir tokatla düşmanı yerle yeknesak eden yeniçeriler ve evliya menkıbeleri” ile sınırlı olmasındadır. Hâlbuki tarih eğitiminde asıl olan, medeniyetin öğretilmesidir. Türk gençleri, sınırların ötesinde kalan topraklarda yapayalnız terkedilen kültür varlıklarımız için vicdanlarında bir yer ayırmayı öğrenemedikleri için dindarlığı, milliyetçiliği ve ulusalcılığı günlük siyasetin ucuz oyuncağı zannetmektedir.
MALKOÇOĞLU’NUN VİRANELİK TÜRBESİ
Eskiden sinema salonlarında, daha sonraları da TV dizilerinde hayran oldukları Malkoçoğlu’nun türbesinin Bulgaristan’da bir viranelik olduğunu kaç kişi biliyor? Sarısaltuk türbelerinde birkaç saat geçirmek için yüreğinde bir yalaz besleyen kaç Türk evladı tanıyorsunuz? Tuna nehri kenarlarındaki eski Türk köylerinin “bir Elham’a muhtaç” mezarlıklarını bulmak için vicdanında bir cılız ses duyanınız var mı ola? İçinde böyle bir milli duygu beslemeyen bir güruhun komşunun milli hislerini anlamaya çalışmasını beklememek lazım. Zaten eskiden onlara kızanlarımız bile artık aldırış etmiyor. Zira artık “gelirlerse gelsin, yeter ki otellerimize birkaç Euro bıraksınlar, birkaç hediyelik eşya alsınlar, gerisi mühim değil!” havası yaygın… Her şeyi ticaret malı kabul eder olduk nasıl olsa… Yakında “liberal Müslümanlardan birisi” daha çıkar, “Sümela’dan sonra Ayasofya’yı da ibadete açalım, bir köşede de Hıristiyanlar ayin yaparlarsa yapsın” deyiverir nasıl olsa! Oysa bizim de kendi milli benliğimizin mihenk taşı olan unutulmuş camilerimiz vardır… Hani türküde diyor ya “Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” diye… İşte ona emsal, “gitmesek de görmesek de, bir secde edip eğilmesek de, mihrabına gözyaşı akıtıp bir dua etmesek de, yüzlerce sene önce okunan hutbeleri işitmek istercesine huşu içinde gözlerimizi yummasak, neredeyse bir asır önce okunan son ezanı kalp kulağıyla dinlemek için avlusunda gezmesek de” bizim olan mescitlerle doludur Rumeli… Hortacı Camii, işte o mescitlerden birisidir. Yunan medeniyeti için Ayasofya ne ifade ediyorsa, bizim için de Hortacı camii o değerdedir. MS. 311’de ölen eski bir Roma İmparatoru için yaptırılan mozele üzerine inşa edilmiş, Agios Georgios isimli eski bir kilisedir aslında Hortacı Camii. Selanik’te, Kalimerya denen mevkiinin yakınlarında, yuvarlak bir zemin üzerine kurulmuş binlerce yıllık bir tarihi yapıdır. Şekli nedeniyle Yunanlıların “rotondo” dedikleri bu yapı, 1590’da Osmanlılar tarafından cami haline getirilmiştir. “AgiosGeorgios’un Hortacı olması” hikâyesi de kolay olmamıştır. Kenti Türk – İslam medeniyetinin bir parçası haline getirmek isteyen Osmanlılar, kentin en eski ve görkemli yapısını ele geçirmeden bunun mümkün olamayacağını bildiklerinden Süleyman Efendi isimli bir mutasavvıf erbabına, kilisenin yanı başında bir zaviye kurdurturlar. Bir süre sonra Papaz yamakları ile dervişler arasındaki gerginlik öyle bir hal alır ki, Padişah 1. Ahmet bir ferman yayınlayarak burayı camiiye dönüştürür. Koca Sinan Paşa’nın verdiği destek ile derviş, ellerindeki fermanla kiliseyi işgal eder ve burayı camii haline dönüştürür. Bir başka deyişle, Hortacı Camii, aslında Selanik’in bir Türk – İslam kenti olmasının sembolüdür. Bu manada Fatih’in Ayasofya’yı camiye dönüştürmesine benzer bir öyküdür. Türkler, kısa sürede Hortacı Camiini İslam medeniyeti ile donattılar. Üzerinde kalem işi beyitler yazan camii kapısı, kemerleri, minaresi, avlusundaki türbesi, her biri Osmanlı kokan mezar taşları ve Osmanlı mimari şaheseri olan şadırvanı ile muhteşem bir camii haline getirdiler. Camii o denli benimsendi ki, türbesi bir ziyaretgâh oldu, mezarlığına gömülmek bir itibar göstergesi sayıldı, Cuma namazını orada kılmak bir tercih unsuru sayıldı. Kilise hüviyeti o denli unutuldu ve o denli Türkleşti ki, “Çalın Davulları çaydan aşağı” diye akıp giden meşhur Selanik Türküsü bir ağıt olarak bu camiinin avlusunda yakıldı.
Camiinin kitabesinde şöyle yazıyor:
Bunun fethine sa’yu himmet etti Şeyh Hortacı Bu dey-ri köhne la şek ehl-i İslam mabedi oldu Tarik-i Hak’ta avn-ı hadi ile mühteda iken Kılıncıyla bu mabede imam mukteda oldu.Sene 999
Bugün Selanik’in merkezinde, kubbesi kesik bir minare ile sizi selamlayan Hortacı Camii’de bir bayram namazı kılabilmek için Türk ve Yunan makamları nezdinde sürekli girişimlerimizi sürdürüyoruz. Türk makamlarına diyoruz ki “Bu camii, Türk kültürü ve tarihinin mihenk taşlarındandır. Burayı tekrar, birkaç saatliğine bile olsa İslam mabedi olarak kullanmak, bizim tarihimize ve edatımıza olan bir borcumuzdur.” Yunanlı komşularımıza da diyoruz ki: “Biz bin senedir yan yana yaşamış iki güzide milletiz. Sizin kiliseleriniz bize, bizim camilerimiz size emanettir. Gelin bizim meşhur şarkımızdaki gibi senede bir gün onları şad eyleyelim.” Hortacı Camii, Vardar caddesinin sonundadır. Buradan önce Vardar kapısına, sonra da Vardar Ovası üzerinden Balkanlara açılırmış.
İşte o misal, Hortacı Camii, bugün de Türk milliyetçiliğine açılan bir porta (giriş) kapısıdır. Bizimkilerin “kemeraltı” dedikleri Bu camiinin yakınlarındaki tarihi Roma kemeri de bu porta kapısının sembolü gibi eski ve yeni Selanikliler’i selamlamaktadır. Kitabenin bugünkü Türkçe ile okunuşu şöyledir:
“Bu caminin fethi için Şeyh Hortacı gayret ettii Bu köhne kilise şüphesiz bir İslam mabedi oldu Hakkın doğru yolu göstermesi sayesinde Kılıcıyla bu mabede baş imam oldu. Hicri 999: Miladi 1590-91”
KÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
22 gün önceKÖŞE YAZARLARI
23 gün önce