Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 2018 ve 2019 yılında yayınlamış olduğu 1.5 Derece, İklim Değişikliği Arazi Okyanus ve Kriyosfer Özel Raporları ile iklim değişikliğinin etkilerinin her zamankinden daha hızlı bir şekilde arttığını belirtmektedir. Bu raporlarda incelenen hemen hemen her etkinin, küresel ekonomi üzerinde yoğun bir stres yarattığı gözlemlenmektedir.
Öyle ki, karmaşık ekonomik modelleme çalışmaları iklim krizi ile mücadelede gerekli adımların atılmaması halinde 21.yüzyılın sonunda küresel gayrisafi yurt içi hasılada %11’lik bir azalmanın gözlenebileceğine işaret etmektedir.
İklim değişikliğinin yol açtığı ve sayıları her yıl artış gösteren kasırga, kuraklık, sel ve taşkınlar gibi doğal felaketler küresel çapta milyarlarca dolarlık ekonomik bilançoya sebep olmaktadır. Bu bilançodan en fazla etkilenen sağlık, tarım ve enerji gibi sektörlerde yaşanan sorunlar gelişmekte olan birçok ülkede temel yaşamsal ihtiyaçlara ulaşımı erişilemez kılarken, bazı gelişmekte olan ülkelerde de rutin olarak algılanan gündelik hizmetlerin kesintiye uğramasına neden olmaktadır.
Son yıllarda ivmelenen tüm bu ekonomik etkiler, iklim değişikliğinin bir kazananı olmadığını; bütün gelişmişlik seviyelerinden ekonomilerin kısa veya uzun vadede iklim krizinin en yıkıcı etkileri ile yüzleşeceklerini göstermektedir.
Küresel ekonomi üzerinde yıkıcı etkileri olan iklim krizi ile etkili olarak mücadele etmenin bir yolu da akılcı, yenilikçi ve çözüm odaklı ekonomik stratejiler, politikalar ve çeşitli ekonomik araçlar geliştirmekten geçmektedir.
Bu konuda hükumetlerarası ve hükumetler üstü seviyelerde ve özel sektörün aktif katılımlarıyla, iklim krizinin çözümüne yönelik farklı makroekonomik yaklaşımlar geliştirilmektedir. Söz konusu makroekonomik yaklaşımlar;
I.Sonuç odaklı finansman ve II. piyasa temelli seçenekler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Paris İklim Anlaşması’nda belirtilen hedeflere ulaşmanın ekonomik maliyetinin önümüzdeki 15 yıl içinde 16.5 milyar dolar olabileceği düşünüldüğünde, iklim krizi ile mücadelede sonuç odaklı finansman seçeneklerinin son derece titizlikle yürütülmesi gerekmektedir. Öyle ki 2015 yılı itibariyle küresel gayri safi hasılanın sadece 463 milyar dolarının küresel iklim finansmanı için seferber edilebiliyor olması, iklim değişikliği ile makroekonomik düzeyde mücadele için sonuç odaklı seçeneklerin geliştirilmeye ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.
Bu kapsamda, bu gelişimi sağlamak için Birleşmiş Milletler ve Çok Taraflı Kalkınma Bankaları tarafından kurulan Yeşil İklim Fonu, En Az Gelişmiş Ülkeler Fonu, Uyum Fonu ve İklim Yatırımları Fonu gibi finansal mücadele kaynakları her geçen gün portföylerinin kapasitelerini daha da artırmaktadır.
İklim değişikliği ile mücadelenin güçlü makroekonomik araçlarından olan piyasa temelli seçenekler karbon salımlarının azaltılmasına dair vadettiği radikal sonuçlarla ve küresel iklim finansmanına sağladığı para akışıyla dikkatleri çekmektedir. Tarihteki ilk pratikleri İskandinav ülkelerinde uygulanmış karbon fiyatlandırma araçları, toplumların düşük karbonlu yaşam stillerine geçişini kolaylaştıran ve gün geçtikçe sayısı artan küresel iklim değişikliği mücadelesinin en güçlü araçlarından biri olarak görülmektedir.
Öyle ki 2018 yılında Uluslararası Para Fonu (IMF), IPCC ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) gibi otoriteler tarafından karbon fiyatlandırma uygulamalarının güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması gerekliliğinin vurgulanması ve Nobel Ekonomi Ödülü’nün iklim değişikliği ve makroekonomi ilişkisi üzerine yürütülen bir araştırmaya verilmesi gibi gelişmeler, karbon fiyatlandırma mekanizmalarının güncel iklim değişikliği politikalarında ne kadar önemli bir yerinin olduğunu hatırlatır niteliktedir.
İklim krizi ile mücadelede kullanılan stratejiler, yöntemler ve araçlar, hedef kitleleri kurumsal gereksinimleri ve arzu edilen radikal iklim çıktıları düşünüldüğünde son derece dikkatle tasarlanmalı ve uygulanmalıdır. Bu kapsamda iklim krizi ile mücadelenin koordinasyonu için bir çerçeve niteliği taşıyan Yeşil Ekonomi ve Düşük Karbon Ekonomisi gibi sürdürülebilir kalkınma programları yürütmeyi hedefleyen ekonomi modelleri geliştirilmiştir. Bu modeller, sonuç odaklı finansman ve piyasa temelli seçenekler gibi araçların ile yürütülecek faaliyetlerin genel hatlarını çizmek konusunda önem arz etmektedir.
İklim krizi ile mücadele şimdiye kadar çoğunlukla sebep olduğu çevresel zararlar ışığında, küresel ve ulusal politikalar ve eylem planlarında bir yürütücü güç olarak yer almıştır. Fakat, yıllar içinde yapılan karmaşık ekonomik modeller, iklim değişikliğinin farklı sektörler üzerinde oluşturduğu stres ve sebep olduğu afetlerin yıkıcı etkileri ile küresel ekonomi için çağın en büyük tehditlerinden biri olduğunu göstermiştir.
Öyle ki bilimsel araştırmalar artan küresel sıcaklıklar sonucunda 2030 yılında Kuzey Buz Denizi’nin tamamen erimesi sonucunda dünya üzerindeki ticaret yollarının önemli ölçüde değişebileceğini öngörmektedir.
İklim krizinin ekonomik boyutları, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC)1995 yılında yayınlamış olduğu İkinci Değerlendirme Raporu’nda ilk defa kapsamlı olarak tartışılmıştır. İklim krizinin küresel ekonomi için kümülatif net zararlara yol açtığına dikkat çekilen bu raporda, dönemin sera gazı salımlarının yaklaşık %30’luk bir kısmının negatif ya da sıfır maliyetle azaltılabileceğinin altı çizilmiştir. Fakat zaman içinde arzu edilen küresel ve ulusal iklim politikalarının uygulanmaması iklim krizinin ekonomik zararını ve bu zararın giderilmesi için gerekli olan sera gazı salımı azaltımlarının maliyetini önemli ölçüde artırmıştır.
Örneğin, 2018 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi William Nordhaus, küresel sıcaklıklarda gözlenecek 4 santigrat derecelik bir artışın küresel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’da (GSYH) yaklaşık %4’lük, 6 santigrat derecelik bir artışın ise yaklaşık %11’lik bir kayba sebep olacağını belirtmiştir.
Nordhaus’un çalışmalarını yayınlamasından bir süre önce, Britanyalı ekonomist Nicholas Stern de 2007 yılında yayınladığı İklim Değişikliği Ekonomisi adlı kitabında, iklim değişikliğine karşı eylemsizlik senaryosunda iklim krizinin küresel ekonomide yol açacağı en kötü etkileri engellemenin yıllık
maliyetinin küresel GSYH’nin %1’ini oluşturduğuna işaret etmesi de küresel sıcaklık artışlarının küresel ekonomi için ne ölçüde büyük bir tehdit olduğunu kanıtlar nitelikte olmuştur.
İklim Değişikliğinin Sektörel Ekonomik Etkileri
İklim değişikliğinin etkilerinin piyasa maliyetini analiz etmek için iklim sektörlerdeki etkilerinin başarılı bir şekilde değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Her ne kadar ekonomik sektörler birer küresel sera gazı salımı kaynağı olsa da salımların sebep olduğu güncel iklim krizi senaryosunun ekonomik etkilerinin en fazla gözlendiği bileşenlerdendirler.
İklim krizinin küresel çapta gıda üretimi üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Isı stresi, kuraklık, sel ve taşkın olayları gibi faktörler tarım, hayvancılık ve balıkçılığın verimini oldukça düşürmekte ve bu durum küresel çapta gıda güvenliğine karşı bir tehlike oluşturmaktadır. 2012 verilerine göre Amerika Birleşik Devletleri ekonomisine yıllık 1.5 milyar Amerikan Dolarından fazla katkısı olan balıkçılık sektörü; deniz sıcaklıklarında gözlenen kalıcı değişiklikler, sıcaklık değişimine bağlı ortaya çıkan hastalıklar ve okyanus asitlenmesine bağlı olarak her yıl milyonlarca dolar zarara uğramaktadır.
Gıda sektörü dahilinde iklim krizinin etkilerinden en fazla etkilenen alt sektörlerden biri olan hayvancılık sektöründe de benzer bir ekonomik senaryonun gözlendiği çıkarımı yapılabilir. Örneğin, ABD’de yıllık 36 milyon metrik tondan daha fazla seviyede kırmızı ve beyaz et tüketimi yapılmaktadır.
Böylesi bir tüketimin federal ekonomiye katkısının yıllık 100 milyar Amerikan Doları olduğu düşünüldüğünde; sıcak hava dalgaları ve kuraklıkların tetiklediği veteriner fiyatlarında ve parazite bağlı hayvan hastalıklarının tekrarlama sıklığında gözlenecek önemli ölçülerdeki yükselişler, yakın vadede federal ekonomide milyarlarca dolarlık ekonomik bilançoya neden olacağı değerlendirilmektedir.
Tarım sektörü iklim krizinin etkilerinden en fazla etkilenen sektör olarak dikkatleri çekmektedir. Örneğin, Doktar’ın2 Türkiye’de 2019’da yürütmüş olduğu Çiftçinin Nabzı isimli anket çalışmasına yanıt veren çiftçilerin %80’inin iklim krizinin etkilerini hissettiğini bildirmektedir. Tarım Sigortaları Havuzu (TARSİM) Kurumunun yakın gelecekte yaşanması beklenen aşırı iklim olaylarını hatırlatarak Türkiye’deki çiftçilere sigortalarını yenilemeleri gerektiği vurgusunu yapması, Türkiye’de tarım sektörünün iklim krizinden ne denli etkilendiğini kanıtlar niteliktedir.
Öte yandan, iklim krizinin tarımdaki etkileri dünyanın farklı enlemlerinde farklı şekillerde hissedilmektedir. Örneğin, orta ve yüksek enlemler arasında kalan bölgelerde yerel ısınma oranlarına bağlı olarak tarımsal üretimde küçük bir artış görülmesi ön görülürken, daha düşük enlemlerde Afrika gibi kurak ve tropik bölgelerde buğday tarımı veriminin 2050 yılına kadar %35 düşmesi beklenmektedir.
Moody’s Analytics tarafından Ağustos 2019’da yayınlanan raporda tarımsal üretimin iklim krizinin etkilerinden neredeyse bütün dünya ülkelerinde negatif olarak etkilenirken, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’nın tarımsal üretimlerinin iklim krizinden pozitif olarak etkilendiğini ortaya koymaktadır. Fakat, bu iki gelişmiş ülkede gözlenen yine iklim krizi kaynaklı hastalıkların hazineye maliyetinin, tarımsal üretimindeki yükselişin ekonomik getirisinin çok üstünde olması da beklenmektedir.
Turizm Sektörü
Aşırı hava olayları, artan sigorta masrafları ve güvenlik kaygıları, su kıtlığı, biyolojik çeşitlilik kaybı ve kültürel ve doğal miraslarda gözlenen hasarlar gibi doğrudan ve dolaylı etkiler, iklim krizinin turizm sektöründe sebep olduğu ekonomik bilançonun en önemli kanıtlarıdır. Örneğin, Orta Avrupa’da kış sporlarının başını çektiği kış turizmi, kış sporlarının yapıldığı dağ yamaçlarına son yıllarda artan küresel sıcaklıklardan dolayı yeterli miktarda kar yağmamasına bağlı olarak gelecekte ekonomik sıkıntılar yaşanabilecek sektörlerden birisi olarak değerlendirilmektedir.
Enerji Sektörü
Küresel sera salımlarında en büyük paylardan birine sahip enerji sektörü, iklim krizinin ekonomik etkilerinin en fazla görüldüğü sektörlerden biridir. Küçük ölçekli bir enerji tesisinin yatırım maliyetinin milyon dolarlık seviyede olduğu düşünüldüğünde, enerji sektörünün iklim krizinin etkilerine karşı hassas olabileceği çıkarımı kolaylıkla yapılabilmektedir.
2012 yılında yayınlanmış Enerji Sektörünün İklim Değişikliğine Karşı Hassaslığı başlıklı araştırmada3 tartışıldığı üzere, iklim krizinin enerji sektöründeki etkileri; enerji kaynakları, enerji arzı, enerji iletimi, dağıtımı ve transferi ve enerji altyapısı bileşenlerinde gözlemlenmektedir.
İklim krizi hem yenilenebilir enerji kaynakları (hidro, rüzgar, biyo, güneş ve dalga ve diğer) hem de fosil enerji kaynakları (petrol, doğal gaz ve kömür) üzerinde stres oluşturmaktadır. Enerji kaynakları üzerinde görülen bu etkiler enerji arzının verimini de doğrudan etkilemektedir. Örneğin, hidroelektrik enerji üretimi doğrudan su kaynaklarının kullanılabilirliğine ve dolayısıyla hidrolojik döngüye bağlıdır
Özellikle tropik ve kurak bölgeler başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde iklim krizi kaynaklı yok olan veya önemli ölçüde hacim kaybı yaşayan tatlı su kaynakları göz önüne alındığında hidroelektrik enerji santralleri iklim krizinden etkilenmesi muhtemel olan enerji tesislerinden biridir. Küresel ısınmanın rüzgarın esme yönüne ve esme hızına önemli etkileri olduğu kaydedilmiştir.
Yenilenebilir enerji üretiminde küresel ölçekte en büyük paya sahip rüzgar enerjisi santralleri bu kapsamda iklim krizinin ekonomik etkilerinin yaşandığı tesislerden biri olarak dikkat çekmektedir. Rüzgar enerjisi santrallerinde gözlenen duruma benzer bir şekilde, dalga enerjisinin verimi de doğrudan rüzgarın esme hızı ve yönüne bağlıdır.
Dalga enerjisi halen AR-GE aşamasında olup, küresel enerji talebinin karşılanmasına katkı sağlama da geleceğin önemli enerji alt sektörlerinden biri olarak, dalga enerjisi sektörünün de iklim krizinden etkilenmesinin önemli bir ekonomik maliyetinin olacağı düşünülmektedir. Sıvı biyoyakıtlar iklim krizinin etkilerinden doğrudan etkilenen bir diğer enerji kaynağıdır. Örneğin, değişen iklim koşullarından dolayı biyoyakıt üretmek için kullanılan hammaddelerin (şeker kamışı, mısır koçanı gibi) yetiştirilmesi olumsuz olarak etkilenmektedir. Ayrıca yükselen küresel sıcaklıklar, biyoyakıt hammaddesi olarak kullanılan bu bitkilere zarar veren parazitlerle mücadeleyi de zorlaştırmaktadır.
İklim krizi atmosferik su buharı konsantrasyonunu, bulutluluğu ve bulut özelliklerini etkilediği için atmosferik ışın geçirgenliğini etkilemektedir. Verimi atmosferik ışın geçirgenliğine bağlı olan güneş enerjisi santralleri de bu yüzden iklim krizinden etkilenmektedir. Termal enerji santrallerinin elektrik üretim verimi ve dolayısıyla fosil kaynaklar kanalı ile enerji ihtiyacının karşılanması (arzı) iklim krizinin etkileri sonucunda düşmektedir
Sağlık Sektörü
Her ne kadar küresel ısınma ılıman iklimlerde gözlenen kış ölümlerinde düşüşler ve bazı bölgelerde artan gıda üretimi gibi bazı yerel faydalar getirse de küresel ısınmanın yol açtığı iklim krizinin genel sağlık etkileri son derece olumsuz olacaktır. Çünkü iklim değişikliği, sağlığın temiz hava, güvenli içme suyu, gıda güvenliği ve güvenli barınak gibi sosyal ve çevresel belirleyicilerini etkilemektedir. İklim değişikliğinin sağlık sektöründeki etkileri aşırı sıcaklar, doğal felaketler ve değişken yağış biçimleri ve enfeksiyon yolları gibi parametreler ile ölçülmektedir. Bu parametreler Dünya Sağlık Örgütü’nden alınan veriler ışığında incelenmiştir.
Ekstrem hava sıcaklıkları, özellikle yaşlı insanlar arasında, kardiyovasküler ve solunum hastalığı kaynaklı ölümleri doğrudan arttırmaktadır. Örneğin Avrupa’da 2003 yazının sıcak dalgasında, 70.000’den fazla beklenmedik ölüm kaydedilmiştir. Yüksek sıcaklıklar ayrıca kardiyovasküler ve solunum yolu hastalıklarını şiddetlendiren havadaki ozon ve diğer kirletici maddelerin seviyelerini yükseltmektedir. Polen ve diğer aeroalerjen seviyeleri aşırı sıcaklıkta da daha yüksektir. Bu koşullar güncel senaryoda yaklaşık olarak 300 milyon insanı etkileyen astımı tetikleyebileceği öngörülmüştür. Devam eden sıcaklık artışlarının bu yükü artırması beklenmektedir.
Küresel ölçekte bilinen hava durumuna bağlı doğal afetlerin sayısı, iklim krizinin etkisi ile 1960’lardan bu yana üç katından fazla artmıştır. Her yıl, bu felaketler, başta gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere 60.000’den fazla ölüme neden olmaktadır. Deniz seviyelerinin yükselmesi ve ekstrem hava olayları; evleri, tıbbi tesisleri ve diğer temel hizmetleri sunan tesisleri tahrip etmektedir.
İklim krizinin sebep olduğu son derece değişken olan yağış düzenlerinin tatlı su kaynaklarını etkilemesi muhtemeldir. Bu kapsamda ortaya çıkan güvenli su eksikliği hijyenik problemlere yol açmaktadır ve her yıl 5 yaşın altındaki 500.000 çocuğu öldüren ishal hastalığı ile karşılaşma riskini artırabilmektedir.
Su baskınları da her geçen gün artmakta ve aşırı yağışların sıklığı ve yoğunluğunun 21. yüzyıl boyunca artmaya devam etmesi beklenmektedir. Taşkınlar tatlı su kaynaklarını kirletmekte, su kaynaklı hastalıkların riskini artırmaktadır. Bu durum sivrisinekler gibi hastalık taşıyan böcekler için üreme alanları oluşturduğu için, dünyanın en ölümcül hastalığı sıtma ile karşılaşma riskini artırmaktadır. Ayrıca aşırı yağışlar ve taşkınlar, boğulmalara ve fiziksel yaralanmalara sebep olmakta, yereltesislere zarar vermekte ve tıbbi hizmetlerin tedarikini bozmaktadır.
Yukarıda tartışılan parametreler ve veriler doğrultusunda, iklim krizinin sağlık sektöründe önemli ekonomik etkilerinin olduğu görülmektedir. Öyle ki Dünya Bankası’nın verilerine göre, 2030’a kadar iklim krizinin küresel ölçekte sağlık sektörüne verdiği zararın doğrudan maliyetinin (tarım, su ve temizlik gibi sağlık sektörünü etkileyen diğer sektörlerdeki maliyetler hariç) yılda 2 ile 4 milyar Amerikan Doları arasında olduğu tahmin edilmektedir.
olarak, hava kirliliği kaynaklı hastalıkların ekonomik maliyetleri, OECD ülkelerinde yıllık olarak 1.7 trilyon ABD Doları, Çin’de 1.4 trilyon ABD Doları ve Hindistan’da 500 milyar ABD Doları olarak hesaplanmıştır. Ayrıca yine Dünya Bankası verileri doğrultusunda, aşırı sıcaklığa bağlı işgücü verimliliği kaybının, 2080 yılına kadar Asya ve Karayipler gibi sıcağa eğilimli bölgelerde %11-20 olabileceği hesaplanmıştır.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
4 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
5 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
5 gün önceHABERLER
8 gün önceHABERLER
13 gün önce