Hala daha Rum’dan medet uman kişilerin uygulamaya koydukları ve ısrarla sürdürmek istedikleri “Vatandaş yapmama” politikaları, özellikle de Türkiye’den gelen kardeşlerimizi ve soydaşlarımızı dışlamak, bu topraklara yerleşmelerini önlemek için önlerine engel çıkartmak uygulamaları, birçok insanımızı ve aileyi mağdur etmekte kalmıyor, hem nüfusun az olması ekonomimize olumsuz etki yapıyor, hem de Rumlarla nüfusumuzu eşitlemek şansını kaçırmamıza neden oluyor. Nüfusumuz Rumlarla eşit olsaydı bugün müzakere masasındaki konumumuzun çok daha farklı olacağını söylemek gereksiz aslında… Maalesef Rumlardaki megalomani duygusu, aramızdaki bazı insanımızda da fazlasıyla var. Sanki de bizler ari ırk, KKTC’de dünyanın en medeni ve gelişmiş ülkesi havasındayız, etrafımıza bakıp nerede olduğumuzu anlamak lütfünde ve zahmetinde bulunmayız… Oysa sadece Türkiye’ye bakmak yeterli ne kadar geride olduğumuzu anlayabilmek için… Hükümet yönetiminde, iş veriminde, özel sektörde, altyapıda, eğitimde ve sağlık hizmetlerinde Türkiye ile aramızda en azından 30 yıllık bir farkımız, geriliğimiz var. Biz hala daha yetişmiş insanları bile vatandaş yapmamak için, olası her tür bürokratik zorluğu büyük maharetle kuralların, yasaların, tüzüklerin ve emirnamelerin içine koymuşuz. Başvuran herkesi anında reddedebilmek için kendimize, havadan sudan gerekçelerle olanaklar yaratmışız.
HAYATIK KIBRIS ADASINDA GEÇTİ
67 yıllık hayatımın içinde önce İngiliz vatandaşı, sonra da sırası ile Kıbrıs Cumhuriyeti, Geçici Türk Yönetimi, Kıbrıs Türk Federe Devleti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşı oldum. Yüksek öğrenim yıllarım hariç geri kalan yıllarımın tümü Kıbrıs adasında geçti. Mücahitliğimi 1970 yılında Mağusa Sancağında yaptım, 1974 Mutlu Barış Harekâtı’na da katıldım. Barış Harekâtı sonrası yapılan ilk genel seçimlerde Milletvekili seçilip Meclise de girdim. İkinci evliliğimi yaptığım eşim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Evlilikten dolayı ikamet başvurusu yaptık. Benden, daha doğrusu bizden 7 tane ayrı, her biri yüz karası ve saçma sapan içerikleri olan evrak istendi. Maksadın zorluk çıkartmak olduğu çok belli oluyordu bu istenen evraklardan. Belli ki hastalıklı beyinler hazırlamış bu evrakları, yurt dışından gelip bu ülkeyi vatan seçen kişileri vatandaş yapmamak, ikamet vermemek için. Karımdan, beni geçindireceğine dair tasdik memuru (noter) onaylı garanti yazısı istedi Muhaceret Dairemiz. Üstelik bir de çiğ bir şekilde “Ne bilelim biz, belki de danışıklı naylon evlilik yaptınız” diyerek, “Uuuuuu, biz çok gördük böyle evlilikleri” aşağılamasını da cümlenin sonuna ekleyerek… Aklımdan, “eğer bana böyle davranıyorlarsa, Anadolu’dan gelen insanımıza kim bilir nasıl aşağılayıcı ve itici bir şekilde davranıyorlardır” düşüncesini de geçirdim ister istemez. Bir Profesör, tanınmış bir KKTC vatandaşı, Cumhurbaşkanının Danışma Kurulu Üyesi ve eski bir Milletvekili olarak kendi kendime torpil yapıp müdüre veya Müsteşara gidemez miydim, ilgili Bakanı devreye sokamaz mıydım. Elbette hepsini yapabilirdim ama o vakit kendi inançlarım ve yaşam disiplinimle ters düşerdim. Bu nedenle de yapmadım. Ne Bakanı aradım, ne Müsteşarı, ne de Müdürü. İçimden de “Canınız cehenneme, al ikametini çal başına” diyerek ayrıldım, daha doğrusu eşimle ayrıldık oradan. İçişleri Bakanlığına gidip evlilik cüzdanımızı verdik, evlendiğimizi bildirdik hepsi o kadar. Şimdi Ercan’dan giriş çıkış yaparken pasaportumuza ilaveten bir de evlilik cüzdanını gösteriyoruz, hastalıklı beyinlerin ürettiği hastalıklı kurallardan dolayı….
HABERLER
Az önceHABERLER
Az önceKÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önce