DOLAR 33,0483 0.05%
EURO 36,0797 -0.03%
ALTIN 2.621,240,00
BITCOIN 21283050.11194%
İzmir
38°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

124 okunma

Krizlerden ders çıkarmak

ABONE OL
03/09/2020 00:55
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bundan önceki yazımda küreselleşme ile dünyada oluşan ekonomik dalgalanmanın hem siyasi, hem de sosyal etkilerini gerekçeleri ile özetlemeye çalışmıştım. Dünyada ekonomisindeki gelişmeler  domino etkisiyle ilerlerken ülkemizin bu dalgadan etkilenmemesi düşünülemezdi. O günlerde başbakanımızın “Kriz bizi teğet geçecek”  sözü bu konudaki bütün polemiklerin ve bilimsel tartışmaların yapıldığı zemini teşkil etmişti. Tüm dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri sarsan kriz evet bizi teğet geçmişti. Bu durumu teyit eden açıklamalar  krizin en yoğun yaşandığı 2008 ortası ve 2009 yılının ardında açıklanan ülke ve şirket bilânçoları ile IMF ve Dünya Bankası ile birlikte ülkelere notlar veren derecelendirme şirketlerinin raporlarının satır aralarında da görüldü. Türkiye bu süreçte kredi notu artan (hem de birden fazla) birkaç ülkeden biri olmayı başarmıştı. O dönemde krizin etkilediği ülkeler özellikle kamu finansmanı ve dış borç konusunda oldukça sıkıntılı günler geçirirken IMF’nin kapısını çalan ülke sayısı da gün geçtikçe artıyordu. Türkiye’de yıllarca IMF’nin kapısından ayrılmayan bir ülke olarak bilindiğinden içeriden ve dışardan ekonomimize eleştiri yöneltenler bizim de IMF ye muhtaç olacağımız  kanaatindeydi. Böyle olmadı ve ülkemiz bu dönemde IMF ile yeni bir borç ilişkisine girmedi. Türkiye’nin ekonomi yöneticilerini IMF ile anlaşma yapmama ile sonuçlanan  pazarlıklarda elini kuvvetli kılan sebep  2001 yılında geçirdiği büyük bankacılık krizinden sonra alınan önemli yapısal reformları disiplinli bir şekilde uygulaması olmuştur. Bu reformların en başta geleni ekonomi yönetiminde etkin role sahip kurumların bağımsız hareket etmesini sağlayacak yasal düzenlemelerdir. Merkez Bankası başta olmak üzere Hazine, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Tasarruf Mevduatu Sigorta Fonu (TMSF)  ve kamu bankalarımızın idari yapılarında yasal alt yapılarının oluşturulup hayata geçirilmesi sağlanmıştır. Böylece de bu kurumların global ve iç  piyasaların dinamik rekabetçi  koşullarına ayak uydurmaları ve bağımsız karar mekanizmalarının işleyişinin önü açılmıştır.

Bu kurumlar, 2001 krizinden bu yana değişen piyasa koşullarında eski siyasi iktidarların döneminden farklı olarak uyum ve koordineli hareket ederek ve en rasyonel kararları vererek 2008 küresel krizine ülke ekonomisinin sağlam bir bünye ile girmesine  vesile olmuşlardır. Halbuki tamamen lokal olarak yaşadığımız o ekonomik kriz bir siyasi çekişmenin su yüzüne  çıkması ile başlamıştı. (anayasa kitabının fırlatılması ile başlamıştı hatırlarsınız) Ardından TL nin devalüe edilmesi ve ülkede herkesin bir gecede fakirleşmesi ile bedelini yıllarda ödediğimiz sonuçlar doğurmuştu. İşte o dönemin yukarıda belirttiğim kurumları,  gerek küresel gerekse iç piyasada etkin oyuncuları olmaları gerekirken, ekonomide siyasi oyuncu gibi hareket etmek zorunda kalmışlardı. Örneğin Kamu bankalarımız sektörde etkin olarak rekabet edip hazineye kar aktarabilecek iken o dönemin koalisyon ortaklarının  her birinin paylaştığı birer arpalık olarak yönetilen kamu kuruluşları haline dönüşmüşlerdi. İşin en acı tarafı da kriz öncesi bile bu bankalarımız aynı piyasa koşullarında patronlarına milyon dolar karlar kazandıran rakiplerinin yanında ettikleri zararların hazinece kapatıldığı karadelikler olarak devletin sırtında bir yük oluyorlardı. Aynı bankalar bugün (Örn T.C.Ziraat Bankası..) Türkiye tarihinin en yüksek karını elde eden kurumu olabilmişlerdir. Bugün karlılıkları ile İMKB de işlem gören diğer bankalarla mukayese edildiklerinde üst sıraları zorlayan performanslarıyla yabancı sermayedarların bile ilgisini çeker hale gelmişlerdir. Sadece bu örnek bile iki dönem arasındaki ekonomiye bakışta anlayış farkını ortaya koymak için yeterli olur sanırım. Ben her iki krize maruz kalan ekonomimizin bu krizlerdeki durumuna çok sevdiğim bir benzetme ile açıklık getirmek istiyorum;  Bu benzetmede ülkemizi dünyadaki ekonomik varlığı ile bir konuta (yani bizlerin evi) olarak görür isek özeli,  kamu  bankaları, hazinesi ve merkez bankasını da bu yapının kolonları tesisatları ve iç donanımlarını oluşturduğunu varsayıyorum. İşte 2001 de bu binanın mevcut tesisatlarıyla birlikte tüm kolonları yıkılmış ev halkı olarak bizler esnafı, memuru, iş adamı  ve patronuyla bu yıkıntının altında kalmıştık (banka sektörü batan bankalarla birlikte en çok işsiz çıkaran sektör olmuştu.). Şimdi ise, alınan tedbirler ve kurumlar arası uyumlu çalışmalar neticesinde bankacılık sektörü disiplin altına alınmış kolonlar ve tesisat sağlamlaştırılmış bina dünya krizinde sapasağlam kalmıştır. Oluşan sarsıntıda yerinden oynayan bazı ev eşyala ile sadece ev halkının bir kesiminde yaralanmalara neden olmuştur. Günümüzde bu sarsıntı dışarıda hala devam etmekle birlikte bizim yapının sağlamlığı içeride bize bunu sınırlı hissettirmektedir. Başbakanın deyimiyle teğet geçmektedir.

 

 

    En az 10 karakter gerekli