İlk bakışta böyle bir başlık okuyucuya garip gelebilir. Kürtler ve Rumeli/Balkanlar bağlantısı nasıl bir alaka diye sorulabilir. Yüzyılı aşkın ulus-devlet deneyimi farklı toplum kesimlerini birbirine o kadar yabancılaştırdı ki, tarihte güçlü bir şekilde var olan bu tür bağlar/bağlantılar garipsenebiliyor. Hele, 90’lı yıllarda iyice artış gösteren, daha da alevlenerek süregelen etnik sorunlar bu yabancılaşmayı zirve noktalara taşımaktadır.
Daha 25 yıl önce, Ağrı-Patnos doğumlu ailesi, aslen Bitlis’in Şatak Nahiyesinin Yako köyünden olan Selâmi Yurdan, 1992”de Bosna’ya gidip şehîd olduğunda, yine kimse ona: “Sen Kürtsün! Sana ne Bosna davasından” dememişti. Bir zamanlar, Bingöllü Zaza gençler Afganistan”da, Bosna”da şehid olduklarında bu soru sorulmamıştı.
Üzüntü ile belirtelim ki, son yıllarda bu tür söylemler artık yüksek sesle dillendirilmektedir. Bundan en çok payını/nasibini almakta olanlardan biri de şahsım.
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanının ardından, Hersekli İsmail Bey ve Hersekli Ahmed Şerif Beyler Malatyalı Bedri Beyle birlikte “Şark Ve Kürdistan” adlı gazeteyi çıkartırken kimse onlara “ Siz Hersekli Boşnaklarsınız. Size ne Şark’tan ve Kürdistan’dan” demiyordu. Hatta o gazetede Bediüzzaman’ın makaleleri de yayınlanmıştı. Çünkü o dönemler de bile Şark/Kürdistan Ve Bosna-Hersek coğrafi olarak olmasa da , ruh ve medeniyet olarak bir bütünün parçaları mahiyetinde bir birine çok yakındı. Yine aynı tarihlerde Bediüzzaman Said-i Kürdî/Nursi Selanik’e gidip meydanda ünlü nutkunu irâd ederken, kimse ona “Sen Kürtsün sana ne Rumeli’den/Selânik’ten “ diye çıkışmıyordu. Bediüzzaman Sultan V. Mehmed Reşad’ın Rumeli seyahatinde bir Kürt heyetinin başında Kosova’ya kadar eşlik etmişti.
Tarihi kaynaklar incelendiğinde Kürtlerin Osmanlı ve Rumeli macerası neredeyse daha Osmanlı’nın kuruluş dönemlerine kadar gitmektedir. Orhan Gazi zamanında Bursa’ya gelen Kürt ulemâsından ve Metâli sahibi Allâme Kadı Siracuddin El-Urmevî’nin talebelerinden Mevlâna Tâcuddin El-Kürdî Davud-i Kayseri’nin vefatının ardından, İznik’teki Süleyman Paşa medresesinin müderrisi olmuş, kızlarından birini Şeyh Edebâli ile, diğer bir kızını da Çandarlı Halil Hayreddin Paşa ile evlendirmiştir. Ünlü Çandarlı Vezir sülalesi valideleri tarafından Tacuddin El-Kürdi’ye dayanmaktaydı. Tâcuddin El-Kürdi Bursa’da bir medrese, Bursa-Kirmasti’de de bir köprü yaptırmıştır. (Bkz. Taşköprîzâde, Eş-şekâik En-Nu”maniyye, A. Suphi Fırat Neşri,1985:7-9; Oruç Beğ Tarihi, Yazma, Manisa İl Halk Kütüphanesi Yazmaları, 45-5506-2; Varak; 12a-b)
Kürtlerin Rumeli’ye geçişleri ile ilgili Timur dönemine ilişkin kayıtlarda şöyle bir bilgi yer almaktadır. Timur, Irak, Suriye Mezopotamya ve Anadolu’ya yönelik seferlerinde, girdiği şehir ve kasabalarda mezalim ve katliamlar sergilediğinden oraların halkları önemli oranda Timur’un ordusunun önlerinden kaçıp batı bölgelerine, hatta Rumeli/Balkanlar”a sığınırlar. Rumeli”ye sığınanlar arasında Araplar ve Kürtler de vardır:
“Cümle uğrayacağı yerlerün halkı kaçup denizi geçüp Rûmili’ne döküldiler. Tâ hatta Arap’dan, Kürt’den, Türkmen’den ve Anatolı”dan adam kaçup Rûmili”ne geçdiler. Ol zamâna erişmiş âdemîler şöyle rivâyet itdiler kim: Rûmili’nde nice halk gördük kim, bizim aslumuz Arap’dur, ve kimi Türkmendür, kimi Kürt, kimi Anatolı. Kimi eydür: “Bizüm aslumuz Çağatay idi” dir. Kaçup Rûmili’ne gelmişlerdür. Ve hem Vâkı’ ekser Rûmili’nün şinlik (şenlik) olmasına bu(n)lar (sebep) olmışdur.”
(Anonim Tevârih-i Al-i Osman, F. Giese Neşri, Breslau, 1922; Shf. 45-46; Latin Harfleriyle Neşri, Hazırlayan: Nihat Azamat, Marmara Üniv. Ed. Fak. Yay. 1992:49; Neşrî, Mehmed Efendi, Cihannümâ, Unat-Köymen Yayını, TTK Yayınları, Ankara, 1987)
Kürtlerle Rumeli arasındaki ilişki, Osmanlı’nın doğusu ile Batısı arasındaki ilişki bu şekilde asırlarca süregelmiştir. Rumelili/Balkanlı Arnavut ve Boşnak paşalar Osmanlı coğrafyasının bir çok yerinde olduğu gibi, Kürdistan’ın çeşitli vilâyet ve sancaklarında Beylerbeyi ve vali oluyorlardı. Hatta Musul ve Diyarbekir vilâyeti başta olmak üzere o bölgeye yerleştirilmiş bir hayli Arnavut askeri bulunmaktaydı. Bunlardan ilki, Bıyıklı Mehmed Paşa’dan sonra Diyarbekir Beylerbeyliğine getirilen Boşnak Hüsrev Paşa’dır:
Bıyıklı Mehmed Paşa’dan sonra, Diyarbakır beylerbeyliğine Karaman beylerbeyi Boşnak Hüsrev Paşa tayin edilmiştir. Aslen Bosnalı, Sokollu ailesinden olan Hüsrev Paşa, 935/1528 tarihine kadar Diyarbekir beylerbeyliği vazifesini deruhde etmiştir. Hüsrev Paşa 938’de Halep beylerbeyi, 941’de Mısır vâlisi, 943’te ise Kanûnî’nin ikinci kubbe veziri olur. 952/1545 tarihinde vefat etmiş olup, İstanbul’da, Fatih-Bâlî Paşa’da, Mimar Sinan eseri olan cesîm türbesinde defnedilmiştir.
Hüsrev Paşa’nın hayratından, Diyarbakır’da bir Cami, Medrese ve hanı, Halep’te de bir camii vardır.
(Ayvansarâyî, Hadîka,1281:1/64;Ayvansarâyî, Mecmu’a, 1985:115-116; Ayverdi,1955:31-38; Sözen,1971; Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi, 1996:2/528-531; Tuncer,1996:107-126; Ülgen,1989:202)
Daha sonra, yine Diyarbekir ve Van’da Beylerbeyi olan diğer bir Boşnak Hüsrev Paşa daha vardır:
Husrev Paşa – Köse -: Harem-i Hümâyundan çıkıp 960 (1553) da Ayntâb beyi, sonra beylerbeyi, damad-ı padişâhî ve defterdar oldu. 967 (1560) tarihlerinde İran sefiri oldu. 970 (1562/3) de Diyarbakır valisi olup 978 de ayrıldı. Sonra 988 (1580) de Erzurum, 990 (1582) da tekrar Diyarbakır, 992 (1584) de Haleb ve 994 (1586) de Van valisi olup 995 (1587) de İran harbinde şehit oldu. Müşir ve müdebbir, serhat umuruna vakıfdı.Diyarbekir Van ve Bitlis’te birçok eseri vardı. Van’da kendi namıyla olan Camiin avlusundaki türbede medfun iken, Birinci Cihan harbinde Van’a Rus ordusu ile birlikte giren Ermeniler Camiyi ve türbeyi tahrip etmiş, Paşa’nın kemiklerini mezarından çıkarıp dağıtmışlardır.Bitlis şehir merkezinde yapmış olduğu eserlerden sadece bir hamamı, Han kapısı ve çarşısının bir kısmı kalmıştır. Camii ve diğer eserleri ise günümüze gelmemiştir. Bitlis Rahva yolu üzerinde yaptırdığı hanlardan Başhan, Alaman Hanları halen ayaktadır. Şerefnâme’ye göre, Hüsrev Paşa bu hanları, Rahva ve civarında çok fazla kar yağdığından, kışın seyahat edenlerin, yoğun kar ve tipiye maruz kalarak donduklarından dolayı inşa ettirmiş. Hüsrev Paşa’nın Bitlis-Güroymak (Norşin)’de yaptırdığı mescid ise halen ibadete açıktır.
Van’daki Camii ve Türbesi son yıllarda esaslı bir biçimde restore edilmiştir.
Diyarbekir ve Van Beylerbeyi/İran Serdarı Boşnak Köse Hüsrev Paşa’nın Bitlis şehir merkezindeki Hamamının 979/1571-72 Tarihli Arapça İnşâ Kitâbesi şu şekildedir:
امر بعمارة هذا البناء اللطيف امير الامراء
خسرو پاشا يسّرالله له ما يشاء فی سنة ٩٧٩
“Bu latîf binanın yapılmasını, Emîru’l-Ümerâ (Beylerbeyi) Husrev paşa- Allah onu gaye ve isteklerinde müyesser kılsın- 979 senesinde emretmiştir.”
(Hüsrev Paşa için ayrıca bkz. Şerefhân, Şerefnâme, Farsça Metin, V. Veliaminof-Zernof Yayını, St. Petersbourg, 1860, Cilt.1, Shf. 349-350)
Bunların yanısıra, Kilis Kürt beyleri/mirleri ailesinden Canbulat/Canpolatzâdeler Kanuni Sultan Süleyman’ın Batı’daki seferlerinde özellikle Zigetvar seferinde yer almış bunlardan Hüseyin Paşa Bosna beylerbeyi olmuştur.
Arnavut, Boşnak vs. Rumelili idareciler, paşalar İran üzerine olan seferlerde serdar olarak tayin edilip gönderilmiş veya Van veya Diyarbekir beylerbeyliklerine getirilmişlerdir. Diyarbekir beylerbeyliğine tayin edilmiş olan üç ayrı Behram Paşa da Rumeli/Balkan asıllıydı. Bunlardan Halhallı Behram Paşa, Diyarbekir’de Mimar Sinan yapısı olan ünlü Camii yaptırmıştır. Sonradan Yemen valisi de olmuş. Orada da Cami ve medrese yaptırmıştır. Sadrazam Sokollu Tavil Mehmed Paşa’nın oğlu Hasan Paşa ise 978/1570-71’de Diyarbekir Beylerbeyliğine getirilmiş, Diyarbekir’de yaptırdığı ünlü hanı (Ulu Camii karşısındaki Hasan Paşa Hanı) halen ayakta ve faaliyettedir.
Diyarbekir Van, Musul gibi merkezlerde genellikle Arnavut ve Boşnak idareciler, valiler görev yapmışlardır. Bunlar sayılamayacak kadar çoktur.
Kürt mir ve beylerinden bazıları veya bunların ailelerinden bir kısım şahsiyetler Rumeli/Balkanlarda, gerek seferlerde yer almış, gerekse mirmiranlık/beylerbeyilik veya valiliklerde bulunmuşlardır. Bunlardan bazılarına zeâmet dahi verilmiştir. Bir kısım bey ve mir aileleri veya mensupları memleketlerinden Rumeli’ye nakledilmişlerdir.
Günümüzde halen Makedonya, Tetovo/Kalkandelen’de Diyarbekir asıllı 200 civarında aile/hane bulunmaktadır. Artık Kürtçe bilmemelerine ve anadilleri Arnavutça olmasına rağmen bunlardan birçoklarının mezar şahidelerinde dahi Kürt oldukları belirtilmiştir. Bunların başında Yzeiri/Uzeyiri ailesi gelmektedir. Ayrıca, Kosova’da Sırbistan sınırında iki Kürt köyü bulunmakta olup, zamanla Kürtçeyi unutmuş olmalarına karşın, halen Kürdi adını/soyadını kullanmaktadırlar. Bunlardan son dönemlerde Musa Kürdi tanınmış bir yazardı.
Buna karşılık, Süleymaniye, Musul, Diyarbekir, Van, Bingöl, Adıyaman çevrelerine Osmanlı döneminde asker olarak gönderilip yerleştirilmiş bir hayli Arnavut aile bulunurdu. Hatta bunlardan köyler dahi oluşmuştur. Örneğin, Bingöl-Kiğı’da anadilleri Kürtçeleşmiş Arnavut köyü halen bulunmaktadır. Bu köylerin mezarlıklarında, mezar şahidelerinde/taşlarında bolca tüfek tasvirleri bulunmaktadır. Osmanlı’da tüfenkçilik adeta Arnavutlara has bir meslek ve sınıftı. Osmanlı’da askeri birimlerde tüfekçiler kahir ekseriyetle Arnavutlardan müteşekkildi. Bingöl-Kiğı’daki Arnavut köyleri, anadilleri Kürtçeleşmiş olsa da Arnavut olduklarını bilmektedirler:
“SHQIPTARËT E ARDHUR NGA QYTETI I PEJËS SË KOSOVËS NË BINGÖL(1.350 KM. larg Stambollit).
BİNGÖL’DE (İstanbul’dan 1.350 km. uzaklıkta) KOSOVA’NIN İPEK ŞEHRİNDEN GELMİŞ ARNAVUTLAR.
Perandoria Osmane për të vazhduar autoritetin e saj në vitet 1600 – 1700 (në regjistrat mund të shkohet deri te vitet 1800) i dërgon familjet shqiptare si komandantë nga qyteti i Pejes së Kosovës në rajonin e lindjes dhe në tokat Persiane.
Këto familje janë vendosur nga Osmanët dhe njihen si beglerë shqiptarë.
Ato janë të vendosur në fillim Malatya, Dijarbakir, Erzurum dhe në fund në qytetin Bingöl.
Ka disa shqiptarë të vendosur në vendebanime të tjera. Ata thonë se kanë të afërm në qytetin Malatya.
Në qytezën Kiğı të Bingölit me mbiemër Ceyhan të gjithë janë me origjinë shqiptar.
Por familjet shqiptare më vonë emigruan në qytete të ndryshme të Turqisë sidomos në Stamboll. Sot rreth 250 vetë shqiptarë nga Bingöl-Kiğı me mbiemër Ceyhan jetojnë në Stamboll. Tani në fshat jetojnë 7-8 familje shqiptare.
Varrezat familjare në fshatin Açıkgüney Bingöl-Kığı jane te mbrojtura nga shteti si “zonë e mbrojtur”.
Familja Ceyhan kishte tokat e veta edhe në qytezën Yedisu.
Osmanlı İmparatorluğu bölgede otoritesini sürdürebilmek için Kosova’nın İpek şehrinden 1600 -1700’lü (Kayıtlatda 1800 yılına kadar gidilebiliyor) yıllarda doğuya ve Acem diyarına komutan olarak Arnavut aileleri gönderiyor.
Bu aileler Osmanlılar tarafından yerleştirilmiş ve Arnavut beyliği olarak biliniyorlar.
Başta Malatya, Diyarbakır, Erzurum ve en son Bingöl Kığı kasabasına yerleşiyorlar.
Diğer mezralara yerleştirilen arnavutlar da var. Malatya’da da akrabalarının olduğunu söylemektedirler.
Bingöl-Kığı kasabasında soyadı Ceyhan olanların hepsi arnavut kökenlidir.
Fakat arnavut aileler daha sonra Türkiye’nin farklı şehirlerine ve özellikle İstanbul’a göç etmişlerdir. Bugün tahminen İstanbul’da 250 kişiye yakın Ceyhan isimli Bingöl-Kığı Arnavut’u yaşamaktadır. Şu anda köyde 7-8 Arnavut ailesi yaşamaktadır.
Bingöl-Kığı Açıkgüney Köyü’ndeki aile mezarlığı devlet tarafından sit alanı olarak koruma altına alınmıştır.
Ceyhan ailesinin Yedisu İlçesi’nde de daha önceleri toprakları varmış.” (Kamil Bitiş, Facebook Sayfası Paylaşımı)
Diyarbekir, Harput, Van, Muş ve çevresinde de Arnavut asıllı birçok tanınmış aile bulunmaktadır. Eski içişleri bakanı Abdülkadir Aksu aslen Arnavutluk-İşkodralı bir aileden gelmektedir. Yine aslen Kosova-İpekli bir kısım aileler bilinmektedir.
16. yüzyıldan itibaren, Urmiye, Hemedan’dan, Bağdat’a, Diyarbekir ve Malatya’ya kadar uzanan mıntıkalarda başka bölgelerde olduğu gibi Osmanlı askeri garnizonlarında askerlerin önemli bir bölümü Arnavutlardan oluşmaktaydı. 19. Yüzyıllarda, Yeniçeriliğin kaldırılması akabinde kurulan yeni ordu düzeninde de aynı durum söz konusu olmuştur. Uzun süre Selanik ve Dıraç/Durres limanlarından Hicâz, Mısır, Yemen, Halep ve Musul vilâyetlerine Arnavut askerleri/taburları sevk edilmiştir. Bu konuda bir hayli arşiv belgesi bulunmaktadır.
Ayrıca, 19. Yüzyılda Tanzimattan itibaren, merkeziyetçileşme siyasetinden dolayı, yerlerinden kaldırılan Kürt Bey ve Mir ailelerinin önemli bir bölümü, Rumeli/Balkanlardaki çeşitli merkezlere zorunlu ikâmete gönderilmiştir. Bu ailelerin bir bölümü bu mıntıkalara tümüyle yerleşmişlerdir. Cizre ve çevresinin Miri/beyi Mütesellim Bedirhan Bey ve Hakkari Beyi Nurullah Bey Girit’e gönderilmiş, Lice/Atak Zerraki/Zırkî Beyleri ise Filibe ve Edirne’de ikamete tabi tutulmuşlardır. Şirvan Bey’i Yezdan Şir’de aynı şekilde Rumeli’ye ikamete tabi tutulmuşlardır. Halen Edirne’de Eski Cami ve Beylerbeyi mezarlıklarında Timur ve Recep Paşalar başta olmak üzere başta olmak üzere Lice/Atak, Zerraki/Zırki Beylerine/Mirlerine ait bir hayli mezar şahidesine rastlanılmaktadır. Yine bu sülalenin bir kolu olan Telli İbrahim Paşa’nın ailesinin bir bölümü Trabzon’a yerleştirilirken, diğer bir bölümü Akdeniz sahilleri ve Varna-Burgaz taraflarına yerleştirilmişlerdir.
Ayrıca, Rumeli’de kadılık, nâiplik, müderrislik gibi vazifelerle yerleşmiş Kürt ulemasından kimseler vardı. Hatta bunlar meyanında bazı Nakşibendi şeyhleri de bulunmaktaydı. Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî’nin hulefâsından Şeyh Abdülfettah El-Akri’nin akrabalarından, Nakşibendi-Hâklidî Şeyhi Erbilli Mehmed Latîf Efendi Selânik’te yerleşmiş olup, Nakşibendi-Hâlidiliğin silsilesi ile ilgili “Vesîle” adlı eserini üç kez Selânik vilâyet matbaasında bastırmıştır. Yanı sıra, Eğribozlu Şeyh Ahmed Efendi Mevlana Hâlid-i Şehrezori Bağdâdî’nin hulefasından olup, İzmir Karşıyaka’da defnedilmiştir. Yine Girit Hanya’da bir Nakşibendi-Hâlidî Dergâhı 1924 ahali mübadelesine kadar faaliyetini sürdürmüştür.
Sultan Abdülhamid devrinin ünlü Van ve Bitlis valisi İşkodralı Tahir Paşa bu dönemde bölgede valilik yapmış Arnavut paşalardandı. Vandaki konağı son yıllara kadar ayaktaydı. Ayrıca İşkodralı Tahir Paşa’nın Bediüzzaman Said El-Kürdİ/Nursi ile olan diyalog ve ilişkileri, Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı başta olmak üzere çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Hatta İşkodralı Tahir Poaşa’nın Bitlis Valisi iken 1907’de İstanbul’a giden Bediüzzaman ile ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde bulunan mektubu/arizası şu şekildedir:
BOA
Y.PRK.UM
80/74
10/L/1325
Ma’rûz-ı Çâkerânemdir,
Kürdistân ulemâsı beyninde hârika-i zekâ ile müştehir Molla Saîd Efendi muhtâc-ı tedâvi olduğundan şefkat ve merhamet-i hazret-i hilâfetpenâhîye ilticâ ederek bu kere ol cânib-i âlîye ‘azîmet eylemişdir. Mumaileyh bu havâlîde ilimce umûmun merca’-ı hall-i müşkilâtı olduğu hâlde yine kendisini talebeden sayarak kıyâfetini değiştirmeye şimdiye kadar muvâfakat etmemişdir. Kendisi velîni’met-i a’zam efendimiz hazretlerine hakîkaten sâdık ve hâlis bir duâcı olmağla berâber fıtraten edîb ve kanaâtkâr ve fikr-i çâkerânemce şimdiye kadar Dersaâdet’e gitmek bahtiyârlığına nâil olan kürd ulemâsı içinde gerek ahlâk-ı hasenece gerek zât-ı hazret-i hilâfetpenâhîye sadâkat ve ubûdiyetçe en ziyâde şâyân-ı âtıfet bir zât-ı diyânet-şiâr olmasına nazaran mumaileyhin emr-i tedâvi husûsunda teshîlât ve nâil-i iltifât-ı mahsûsa olması umûm Kürdistân talebesi hakkında ile’l-ebed unutulmaz bir inâyet-i âli’l-âl-i hazret-i pâdişâhî telakkî olunacağının ‘arzına cür’et kılındı. Bu bâbda ve her hâlde emr u fermân hazret-i men lehu’l-emrindir. Fi 3 Teşrîn-i Sânî Sene 1323
Bende: Bitlis Vâlisi
Tâhir (Mühür)
Yine aynı tarihlerde Diyarbekirli ünlü Kütüphaneci Ali Emiri Efendi “İşkodra Şairleri” adlı eserini yayına hazırlar. İstanbul –Fatih Millet Kütüphanesinin kurucusu olan Ali Emiri Efendi 1924’te İstanbul’da vefat etmiş olup, Fatih Camii haziresine defnedilmiştir. (İşkodra Şairleri Ve Ali Emiri’nin Diğer Eserleri, Hazırlayan: Hakan K. Karateke, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1995)
Sultan II. Abdülhamid Han’ın Yıldız Sarayındaki Muhafız Alayı büyük oranda Kürt Süvariler, Arnavut Tüfekçiler ve Arap muhafızlardan oluşmaktaydı. Merasimlerde, Padişahın sağ tarafında Muhafız Alayının Kürt süvarileri, sol tarafında da Arnavut tüfekçiler yer almaktaydı. Bunlar bile bu tarihi yakınlığı sembolize etmekteydi.
Yine, 1908-1911 Yılları Arasında Selanik’te Askerler Tarafından Yayınlanan “Silah” Mecmuâsının 19 Ağustos 1327/1 Eylül 1911 Tarihli Sayısında Kürdistan’dan Hakkârili Mehmed Fuad Bey’in Kürdistan Nâmına Arnavutlara Hitaben şu şekilde bir mektubu yayınlanır:
1908-1911 Yılları Arasında Selanik’te Askerler Tarafından Yayınlanan “Silah” Mecmuâsının 19 Ağustos 1327/1 Eylül 1911 Tarihli Sayısında Yer Alan Kürdistan’dan Hakkârili Mehmed Fuad Bey’in Kürdistan Nâmına Arnavutlara Hitaben Gönderdiği Mektup:
Anadolu
1
Kürdistan’dan Kahraman Arnavut Kardeşlerimize
Fedâkâr Kardeşler,
Öteden beri hayat ve haysiyet-i milliyemizin mayeü’l-hayatı olan uhuvvet ve ittihâd-ı umûminin takviyesiyle muhafaza-i vatan uğrunda fedâ-yı hayat ederek her zaman ve yerde sadakat ve mertliğinizi irâe ve isbât etmiş olan nâmdâr ecdâdınızın mezarlarını görmemek veya hatıra getirmemekle ruhlarını mahzun bulundurmak revâ değildir.
Evet, dağlarda , ovalarda, kırlarda ve’l-hâsıl te’yid-i ittihadla muhafaza-i vatan uğrunda hudutlarda can vermekle, i’lâ-yı şân eden ve makbereleri kemâl-i ihtiramla ilelebed ziyâretgâhımız olan Osmanlı fedâkârları meyânında kahraman dedelerinizin Kürdistan dağlarında tecellî eden ervâh-ı mukaddesesi askerlikle bu cihetlere gelen ahfâdına sanki şu yolda hitap ve i’lân-ı şadumâni ediyor.
Ey vefâkâr yavrularımız! Merhabalar!
Görünüz ve muhakkak biliniz! Mahza, dinimizin kuvvetiyle ve şimşîr-i celâdetimizin bir mahsul-i pâyidârı ve gayret-i milliye ve azm-i merdânemizin eser-i kıymetdârı olmak üzere her tarafta teessüs eden ittihâd-ı anâsır ve samimi uhuvvet sâyesindedir ki her cihetini kanımızla iskâ ve ihyâ etmiş olduğumuz mukaddes vatanın muhafazasına muktedir ve işte bu gibi ücra köşelerde ve hudutlarda âbide-i hamiyet ve nişâne-i sıdk ve hamasetimiz olan mezarlarımızı görmeğe muvaffak olmakla bizi yâd ve ruhlarımızı şâd ediyorsunuz.
Bizim için ne derece bâis-i rahmet ve ne mertebe mucib-i mağfiret ve meserret-i câvidânidir ki, aynı mesleğimizi tâkib ile te’yid-i ittihâd ve muhafaza-i vatan uğrunda bu cihetlere ve hudutlara koşarak ecdâdınıza imtisâl ve iktidâ etmiş olduğunuzdan dolayı umum ervâh meserretimize iştirak ediyor.
Ey Hamiyyetli Hafîdlerimiz!
Te’sis-i uhuvvet ve ittihâdla muhafaza-i vatan yolunda vaktiyle ne kadar yorulmuş ve ne derece ihtiyar-ı meşakk ve mezahim-i sefer ederek ne mertebe fedâkârlıklar etmiş ve kimlerle yekvücud olarak can vermiş olduğumuzu yalnız tarihlerde görmekle değil, her yerde ve hudutlardaki makberelerimizi temâşa etmekle müşâhede edebilirsiniz.
Irk ve unsur tefrik edilmeyerek üç-beşi ve daha ziyâdesi bir kabirde medfun olan şehidler nazar-ı dikkate alınır ve teemmül edilirse, anlaşılır ki , zaman-ı hayatımızda Arab, Tük, Kürd, Laz kardeşlerimizle ne mertebe samimiyetle el ele vermiş ve nasıl yekdiğerimizin râbıta-i ittihâd ve muâvenetine sarılarak vifâk ve ciddiyetle ibrâz-ı meâsir-i hamiyet ve fedâkâri ile düşmanlarımızı mağlup ve mütehayyir bulundurmuş ve âdetâ gayret-i diniye ve milliyemize meftûn etmiş isek birlikte can verip zamân-ı memâtımızda ve mezarlarımızda dahi yine öylece yekdiğerimizi kucaklamış ve kemiklerimizi biri birine karıştırmış da, evlâdımıza numûne-i imtisâl olmak üzere derece-i ittihâd ve samimiyetimizi şu suretle de irâe ve ibraz etmekde bulunmuş oluyoruz. Emin ve müsterih olunuz ki, avâze-i gayret ve celâdetimiz, ahfâdımızı düşmanlara tanıtmış olduğu gibi vatanın her tarafında, hatta en ücra köşelerindeki mezarlarımızda her unsur evlâdını yekdiğerine ve sevdirmekten ilelebed çekinmeyecektir. Şu halde mukaddes vatanımızın hangi cihetine olursa olsun, ihtiyâr olunacak seferleriniz âdetâ amcanızın köyüne ve kardeş evine müsaferete gitmek kabilindendir. Fazla olarak şehid babalarınızın mezarlarında gezip ruhlarını şâd etmek kadar azîm bir sevâba nâil olmak da diğer bir fazilet ve ulvi bir istifâdedir.
Kürdistan Nâmına:
Hakkârili
Mehmed Fuad
(Bu Mektubu bulup bize gönderme lütfunda bulunan dostumuz. Yrd. Doç. Dr. Bekir Tank’a teşekkürü borç biliriz.)
Yine Meşrutiyet döneminde Van ve Erzurum valiliklerinde bulunmuş olan, Tahsin (Uzer) Bey, Prizrenli Yahya Kethüda’nın torunu olup, ünlü Arnavut İskender Bey (George Kastriyoti)’nin neslinden gelmekteydi. Tahsin Uzer Van valisi iken Bediüzzaman Said-i Nursi’nin projesi olan Medresetuzzehrâ projesinin hayata geçmesi için İstanbul ile yazışmaları gerçekleştirmiş ve bunun temelini de atmıştır. Nitekim bu medresenin temel atma merasimine ilişkin Tahsin Bey imzalı şöyle bir telgraf mevcuttur:
Tarih: 25/Za/1331 (Hicrî) Dosya No:86 Gömlek No:8 Fon Kodu: DH.İ.UM.EK.
Van’da inşasına izin verilen ve padişahın ismi konulan Medrese-i Ali-i Reşadiye’nin temeli atılarak padişaha dualar edildiği.
Telegramme
Devlet-i Aliyye-i Osmaniye Telgraf İdaresi
Ahz/Reception:
Tarih: 10 Teşrin-i Evvel 1329
Sevk Numarası: 314
Mahreci: Vali Konağı, Van
Numara: 831
Dâhiliye Nezâretine
Nâmı, nâmi-yi padişahî ile tevsim ve inşâsına irâde-i inâyet-mu’tâde-i hilâfetpenâhî şerefsudûr ve sünûh buyurulan Medrese-i Âliye-i Reşâdiye’nin binlerce ahâli ve asker-i şâhâne ve ulemâ-yı mahalliye hâzır bulundukları halde bugün vaz’-ı esâsı icrâ ve duâ-yı ömr u âfiyet cihân-kıymet-i mülûkâne tekrar tekrar isâl-ı kabulgâh-ı Kibriyâ kılındığı ve işbu resm-i behînin ekrâd ve aşâir üzerinde pek ziyâde hüsn-i te’sir ve hiss-i şükrân ve minnetdârî bıraktığı… Fi 10 Teşrin-i Evvel Sene 1329
Vali: Tahsin
Bunlara benzer örnekleri bir hayli çoğaltmamız mümkün. Tüm bunlara karşın, siyasal ve ideolojik sınırların keskinleştiği ulus-devlet tecrübesinin oluşturduğu travma ve yabancılaşma büyük kopuşlara neden olmuş, kesintisiz medeniyet coğrafyamızı bölerek kesintilere uğratmış, aynı medeniyetin içinde asırlarca yer almış olan toplulukları birbirine yabancılaştırarak neredeyse karşı karşıya getirmiştir. Bu yabancılaşmanın faturasının adı geçen topluluklar için ne kadar ağır olduğu her bakımdan görülmektedir. Ulus-devlet tecrübesinin, Meriç’le, Aras nehirleri arasında/parantezine yüzyıllık zorunlu hapsolmanın neticesi olarak oluşan yabancılaşmayı tersine döndürmeye yönelik çabaların içine girmeliyiz. Kürtlerle Rumeli/Balkanlar, Rumelililer arasında, Kürtlerle Arnavutlar ve Boşnaklar arasında zaten tarihimiz boyunca, hatta son dönem Bosna ve Kosova savaşlarında bile var olan tabii/tarihi bağları yeniden güçlendirmek zorundayız. Balkanlardan Kafkaslara, Mezopotamya ve Bilâd-ı Etrâk’a ve Ekrâd’a ve Arab’a, hatta Acem’e, tüm bu coğrafyanın, Ümmet’in barışı kesinlikle bu bağların canlandırılmasından güçlendirilmesinden geçer.
Kaynak: https://mufity.blogspot.com/2018/06/kurtler-ve-rumeli-balkanlar-mufid-yuksel_26.html
HABERLER
5 gün önceHABERLER
5 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
13 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önce