DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

196 okunma

Mezarımı kazın Bre Dostlar, belden aşağı

ABONE OL
03/09/2020 00:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Siz tanımazsınız beni… Sağlığımda kendi halinde bir köy çocuğuydum, aradan bir asır geçmiş siz nerden bileceksiniz kim olduğu mu? Benim adım Memed…

Bundan tam yüz beş sene evvel şehit düştüm. Durun en baştan anlatayım size. Sarışaban’ın İnceğiz köyündenim ben. Yani eski adı öyleydi, bizden sonra Osmanlı çıktı oralardan, torunum torbam şimdi Samsun’un İlyasköy Mahallesi’nde oturuyor. Lakin onlarda hatırlamaz beni. Ne yapsınlar, hepsi dünya derdine düşmüş, nerden bilecekler bir koca dedelerinin Makedonya dağlarında şehit düştüğünü? Pek sulak yerlerdi bizim oralar. Çeşit çeşit meyva ağaçları olurdu. Babam çalışkan bir ihtiyarcıktı. Gece gündüz çalışır didinir, Çaldağı’nın en iyi maden tütünü o yapardı. Anam da pek maharetli bir kadıncağızdı. Öyle bir tarhana yapardı ki parmaklarımızı yerdik vallahi. Benden küçük bir de bacım vardı ki beni şehit ettiklerinde daha feraceye bile girmemişti.

Vakti saati gelince askere gittim ben de. “Vatan borcudur, elbette ödeyeceğiz” dedik, yollara düştük. Davul zurna ile yolladılar beni köyden. Anacığım elime kına yaktı. Babacığım bir tas su döktü ardımdan. Bacım, tütün gözleri ıslak, el salladı bana. Kısa bir talim, sonra dosdoğru Ustrumca taraflarında bir dağ karakoluna… Makedonya çok karışık o vakitler. Bir yanda Bulgar çeteleri var, öte yanda Rum eşkiyalar. Bazen birbirlerini kırıyorlar, bazen de el birliği ile Osmanlı’yı…

 

TANRI OSMANLI’YI BAŞIMIZDAN EKSİK ETMESİN

 

Bazen duyardık, çeteler bir Türk köyünü basmış diye. Hemen atlara biner, yetişirdik. Lakin biz varıncaya kadar çoktan sınırın öte yanına kaçmış olurdu eşkiyalar. Geride yanmış evler, babama benzer kurşuna dizilmiş adamcıklar, anama benzer ağlaşan kadıncıklar, bacıma benzer korkmuş kızçeler…

Bulgar köylerinden karakolumuzu ziyarete gelen ağalar, beyler olurdu bazen. Komutanımızın önünde eğilip bükülürler, “Tanrı Osmanlı’yı başımızdan eksik etmesin” lafını dillerinden düşürmezlerdi. Lakin bilirdik ki çeteleri besleyenler de yine o kafirlerdi. İzinli olduğumuzda ben de tertiplerimle beraber, komşu Rum köyüne giderdik. Yaşlı bir kadından mısır ekmeği, üzüm, zeytin filan satın alırdık. Kadıncağızın bizim emsal bir oğlu vardı, hiç konuşmazdı bizimle. Bizde dil bilmediği içindir diye düşünür, kulak asmazdık. Aylardan ekimdi. Rodop Dağları’nın yükseklerine mevsimin ilk karı düşmüş, geceleri ayazda nöbet tutmaya başlamıştık.  Dolunay bulutların arasında saklanırken, çalıların ardında bir gölge gördüm. Bazen orman kenarında dolaşan karacalara rastlardık, ya da boz renkli bir dağ tavşanı fırlayıverirdi kayaların arasından. Yine öyle bir mahlukat sandım, değilmiş meğer… Telli kurşun, ciğerime deldi geçti. “Yandım anam!” diye bağırdığımı bilirim. Yaşarken en son gördüğüm manzaraydı, o kem bakışları hiç unutmam… Bize erzak satan Rum kadının oğlu! Nasıl da haince bakıyordu kafir!

 

 

İMAM AĞLIYORDU

 

Sa’lamı okuyan İmam ağlıyordu benim ardımdan. Zavallı babacığımın gözleri kan çanağına dönmüştü. Anam, kanlı mendilimi koklayarak gözyaşı döküyordu. Bacım, “Agama ne oldu, söyleyin!” diye ağlaşıyordu. Mezarımı derin kazmıştı dostlar, aynı Selanik türküsündeki gibi… Lakin “ölüm 3 gün are” vermemişti. Üzerime dokuz tahta koydular, kürek kürek toprak aktardılar… Ruhumu okşayan Kuran ayetlerini duydum, bir sürahi soğuk su ıslattı bedenimi. Sonra herkes gitti, melekler aldı arşa götürdü beni… Samsun’dan bir yiğit daha erdi bizim şehitleri makama… Hemen buyur ettik, adı Fikret’miş. Benim emsal genç bir askercik. Çukurca’da nöbet tutarken vurmuşlar ana kuzusunu. Uzun uzun sohbet ettik.

Anlattıklarına bakılırsa, aradan 100 sene geçmiş, ama memlekette değişen pek birşey olmamış. Haini gene hain, aymazı yine aymaz, gafili yine gafil…

Ben şehit düşerken, payitahttakiler saltanatlarını koruma derdindeydiler. Onları devirmek isteyen İttihatçılar da iktidarı ele geçirmek için en hasis kumpasların peşine takılmışlardı. Gazeteler, yabancı konsolosluklarca yönlendiriliyor, maliye borç içinde yüzüyor, İmparatorluğun tüm kaynakları yabancı tüccarlarca sömürülüyor, bir avuç mutlu azınlık konaklarda gününü gün ederken halkın ekseriyeti fakirlikten kırılıyordu. Ülkenin dört tarafında şehit düşenler hep bencileyin köy çocuklarıydı. Konakların olduğu camiilerden hiç şehit cenazesi kalkmıyordu. Biçare ahali ise her köşe başını tutan din bezirganları tarafından avutuluyor, kendilerini bir cihan devletinin vatandaşı zanneden ekseriyet ise kendi kendini aldatıyordu. İstanbul’da, Beyoğlu, Çamlıca ve Direklerarası’nda eğlenceler gırla giderken sömürgeciler, Osmanlı topraklarını nasıl bölüp parçalayacaklarının hesaplarını yapıyorlardı. Tıpkı Samsunlu Fikret şehit düşerken, yetmiş milyonluk o koca güruhun gaflet ve delalet içinde en tatlı uykularında olmaları gibi… Ey televizyonlarda utanmadan tecavüz dizilerini seyreden, cebindeki paraya bakmadan çoluk çocuğunun rızkını çılgınca harcayan, komşusu aç yatarken tank gibi ciplerle hava atan, ihanet saçan gazeteleri okuyan, gözünü hırs bürümüş siyasetçilerin masallarıyla avunan, adaletsizliklere sesini çıkartmayan, ülkeyi bölmek için can atanlara vekil maaşı bağlayanlar… Yüz sene evvel Makedonya’da şehit düşen Memet’i çoktan unuttunuz. Bugün Çukurca’da toprağa düşen Fikret’i de çok geçmeden unutacaksınız. Peki kendinize gelmeniz için daha kaç Memet, kaç Fikret lazım size, söylesenize?  Hem size birşey söyleyeyim mi? “Şehitler gerçekten ölmez”, ama hani “vatan bölünmez” diye bağıranlar ne yazık ki kendilerini kandırıyorlar. Makedonya’ya ne olduğunu hatırlayanınız var mı? Uyanın artık…

 

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP