Geçen bir gün hatta saat yok ki dünyanın herhangi bir yerinde bir Müslüman’ın kanına girilmesin, kadınlarına, kızlarına tecavüz edilmesin, erkeklerine, yaşlı ve çocuklarına akla hayale gelmeyecek işkenceler yapılmasın… “Arakan” Müslümanlara karşı halen devam sayısız zulümlerin son örneği… Bizler öncelikle insan ve özelde Müslüman olarak aynı inancı paylaştığımız kardeşlerimizin selameti için mutlaka dua edeceğiz. Ancak dualarımızı fiil ve hareketlerimizle de desteklemeli, hakka yöneldiğimiz kadar halkımızı ve diğer halkları da bu zulümlerden haberdar etmeliyiz. Aksi durumda, hiç bir Ramazan veya diğer kutsal günler, biz Müslümanlara kutlu ve bereketli olmaz ve olmayacaktır. Komşusu açken tok yatanı kendilerinden görmeyen alemlere rahmet kutlu bir Resulün ümmeti olarak bizler, Arakan da Budistlerin rahiplerin kışkırtmaları ile Müslümanlara yapılan zulümleri görmezden gelemeyiz, gelmemeliyiz. Yoksa Ahiret yurdunda Efendimizin s.a.s ve Âlemlerin Rabbi Allah’ın c.c huzurunda “bizler Müslümanlarız ve sizdeniz” nasıl diyebiliriz? “Dicle nehri’nin kıyısında bir deve kaybolsa, korkarım ki Allah c.c bunu benden sorar” diyen bir sorumlulukta zirve yapmış bir kültürün varisleri olarak, her gün yurdundan kovulan, hayatlarına kastedilen, ırz ve namuslarına tecavüz edilen, gelecekleri katledilen inanç birliği içinde olduğumuz insanların acımasız katliam ve kayıplarına nasıl ve hangi vicdanla razı olabiliriz. Bosna-Hersek’te, Bulgaristan’da, Kosova’da, Azerbaycan’da, Eritre’de yapılan katliamların sorumluluğunun gerektirdiği hesabı her bir ibadetin sonunda, vicdanımıza nasıl kabul ettirebilir ve kendimiz için dilediğimiz sıhhat, afiyet ve bereketi hangi hakla nasıl talep edebiliriz.
SÖZDE LİDERLER
Müslüman toplumlarının olduğu yerler, fitne ve fesadın, katliam ve tecavüzlerin odağı haline gelmişlerdir. Ne yazık ki ipleri, hiçbir inancın müntesibi olamayan ve insanlık değerlerinden uzaklaşmış odakların ellerinde olan Müslüman ülkelerin “sözde liderleri” de Müslüman katliamı yapmaya azmetmişlerdir. Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve son olarak Suriye diktatörleri de mevcut durumun son örnekleridir. 200 yıldan beri Müslüman ahalinin bulunduğu yerlerde bu mezalim süregelmektedir. Ancak özellikle 2001 de Dünya Ticaret merkezine yapılan saldırıların ardından, tüm dünya halklarına insafsızca enjekte edilen “İSLAMOFOBİ” propagandaları, halen yapılan zulümleri meşru ya da en azından katlanılır bir hale getirmeyi hedeflemiş ve bu hedefine varmada büyük ölçüde başarı sağlamıştır. İlginç olan farklı dinlerin müntesiplerinden, İslam dinin inananlarına fütursuz ve pervasızca saldırıların gelmesidir. Ortodoks Sırpların, Müslüman Boşnaklara uyguladığı soykırım, Yahudi İsrail’in, Müslüman Filistin halkına yaptığı mezalim, Hıristiyan Ermenilerin yüzyılın başında Türklere ve yüzyılın sonunda Azeri Müslümanlara Ruslarla birlikte giriştiği katliam, Hindistan’ın, Keşmir’de insanlığı ayaklar altına alan tutum ve politikaları ve nihayet “Arakanda” seyredilmesi bile mümkün olmayan işkence ve soykırım görüntüleri saldırganların farklı ancak saldırılanların aynı olduğunun açık bir göstergesidir. Bu sebeple insanlık değerlerinin korunabilmesi, tüm inanç müntesiplerinin güven içinde kalabilmesi ve dünyada barışın tesisi için, öncelikle ve ivedilikle insan hayatı politika enstrümanı olmaktan çıkarılmalı ve insan hayatı üzerinde oyun oynanmalıdır. Şu bir gerçektir ki bugün türlü acılarına şahit olduğumuz Arap baharı yakın bir gelecekte tüm Arap coğrafyasında tesir ve etkisini artan bir biçimde gösterecektir. Arap coğrafyasında her şey bitmiş ve işler rayına oturmuş değildir. Bu konuda öncelikle Türkiye Cumhuriyetine ve Kültür ve inanç müttefiklerine çok şeyler düşmektedir. Şu kadar var ki günümüz dünyasında rekabetin ana sebebi inanç nüfuz alanlarıdır. Bu gerçeklik göz ardı edilmediğinde, ait olduğumuz medeniyetimiz ve kültürümüz değerlerinin ve onun hayat sahibi müntesiplerinin savunması, korunması, muhafazası doğal rakiplerinin ellerine bırakılamayacağı açıkça ortaya çıkacaktır. İslam toplumlarının acı veren durumlarında bugünden yarına hızlı değişimler beklenemeyeceği varsayılan bir gerçeklik olsa bile, aynı kültür, inanç ve değerleri paylaştığımız ve tarihin her bir noktasında acı, tatlı hakikatleri birlikte yaşadığımız insanlarla aramızdaki iletişimsizliğin ortadan kaldırılmasında, Türk sivil toplum kuruluşları ön almalıdır. Boş ve koca bir yalandan üretilen “İslamofobi” korkusunun insanlık nezdinde belinin kırılması için, yine İslam dinin inanlarına büyük ve zorlu görevler düşmektedir…
Devam edecek…
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce