Cevabi mesajın özeti şu idi: Genel Sekreter Erkin’in özel mahiyetteki sözlerini dikkatle okudum. Evvela şunu söylemeliyim ki, Ege Adaları’nın kaderi, Sovyetler Birliği ve Amerika Dışişleri Bakanları’nın birlikte vardıkları mutabakata dayanılarak çoğunluğun ırki durumu esası üzerinden, Yunanistan lehine tayin edilmektedir. Ben, telkin edilen tarzda bir teşebbüste bulunabilirdim; fakat sorunu açacak olursam, pusuda bekleyen Molotov, derhal Boğazlar konusunu yeniden ortaya atacak; bir iş görelim derken başımıza yeni gaileler açmayı doğru bulmadım. Şöyle bir şey yaptım: Adaların Türk kıyılarına yakınlığı dolayısıyla, Türkiye’ye karşı herhangi bir askerî tehlike ihtimalini yok etmek için, askersizleştirilmiş olarak Yunanistan’a verilmesini önerdim, kabul ve Antlaşmaya ithal ettirdim” demiştir. Böylelikle Yunanistan batıdan gördüğü büyük destekle hiç beklemediği bir sonuçla karşı karşıya gelmiş ve masada kazanmıştır. Türkiye ise 1944 yılında Almanların adaları ülkemize devretme teklifine İngilizlerin ayak diremesiyle böylesi hayati bir mevzuda kolayca havlu atmıştır. Yapılan tüm davetlere rağmen savaşın tarafı olmadıkları gerekçesi ile toplantılara ısrarla katılmamışız. Hukuken ve tarihî hakları itibarıyla taraf ülke olduğu ve katılma hakkı bulunduğu halde Milli şef ve dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakanı Recep Peker’in ileriyi görememeleri bugün bize pahalıya mal olmuştur.
TEMELLERİN DURUŞMASI
Ceremesi hem ülkemiz ve hem de soydaşlarımız halen çekmekteyiz. Ahmet Kabaklı “Temellerin Duruşması” adlı eserinde 12 Adalar, Rodos, Kerkük ve Musul’un kaybedilişi ile alakalı olarak TBMM’de bir oturumda İsmet İnönü’nün “Aslında yanlış yaptık. Bugün bu toprakların kaybedilişinin üzüntüsünü yaşıyorum” demekle dövünecek kadar basiretsiz olduğunu haykırmıştı. Dönemin Başbakanı Recep Peker ve kabinesinin görüşmelere ve muahedeye katılmak istememelerinden dolayı da Türkiye bütün haklarından feragat etmiş oldu. Ve antlaşmanın 14. maddesi uyarınca ‘plebisit’ yapılmasına gerek bile görülmedi. Sonuçta bütün adalar, Türkiye’nin taraf olmaması ve talepte bulunmaması nedeniyle yegâne istekli Yunanistan’a terk edildi. Oysaki hazinemiz savaşa girmememiz nedeniyle savaşan taraflara buğday ve zahire satışından tarihinin en güzel günlerini yaşamaktaydı. Yazımın bu kısmında Adaların kaybedilişi hususunda bir-iki anekdota daha yer vermek istiyorum 2. Dünya Savaşı sonları Yunanistan’da baş gösteren kıtlıkta ecdat onlara aş ve su yardımı yapmış. Savaş yaralılarının ve hastalarının Bodrum ve İzmir hastanelerinde tedavi olmalarına izin vermiştir. Bu insani yaklaşım karşısında da Yunanistan Adaları Türkiye’ye bir kez daha teklif etmiş. Ancak dönemin hükümeti bu teklifi de geri çevirmiştir. Bir diğeri; 1942 yılına dek Fethiye İl Genel Meclisi üyesi olan Sayın Süleyman Harmanlar, durumu bir mektupla değiştirilmeden aynen şöyle anlatıyor: “1942 sonlarına doğru bir gün yüksek rütbeli üç Alman subayı ile bir sivil, Vali İbrahim Edhem Akıncı’ya geldiler. Kuşkulandım. Onlar gittikten sonra ile gittim.”
– Hayrola Vali Bey, bu yüksek rütbeli Alman subaylarının gelişinin nedeni ne?
– Çok önemli, dedi. On iki Ada Başkumandanı mektup göndermiş. “On iki Ada’yı size verelim. Yalnız Yunanlılar, ayrıca Yahudilere vermeyeceğinize ilişkin söz verin” dedi. Ben de tez Ankara’ya yıldırım telgrafı ile durumu bildirdim. Ankara’dan “Bir karış yer istemeyiz! Bir karış da yer vermeyiz” diye yanıt geldi. Ben de içim sızlayarak Almanlara durumu bildirdim. Olayın bizim tarafımızdaki sorumlusunun İnönü olduğunun kendi ağzından ikrarına delil olabilecek son bir anekdota daha yer vermek istiyorum. Bir gün İnönü gemiye binip Ege kıyılarında süzülürken yanındaki emir erine sorar,
– Bu ada kimin?
— Yunanın
– Peki ya bu ada kimin?
— Yunanın
O sırada gemi İstanköy önünden geçmektedir,
– Bu ada ne?
– İstanköy
– Bu kimin?
— Burayı da Yunan’a verdiniz Paşam
– Bu kadar yakın olduğunu bilmiyordum, diyerek konuyu geçiştirmiş.
HABERLER
17 saat önceHABERLER
17 saat önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce