Osmanlı çekildikten sonra kimi bedbahtlarca “yaban eller” denme bahtsızlığına layık görülen ecdat yadigârı o canım topraklarda bi başına, terk edilmişliğin, eza ve zulüm altında inlemenin, yapayalnız bırakılmanın acısını, çaresizliğini, vatan, bayrak, ezan hasretini, kendisine uzanacak bir dost elin yıllar süren beklentisini, sılaya olan özlemi o gün bugündür bende içimde hisseder olmuşumdur. Annemin gözü yaşlı anlatışları arasında her seferinde adeta sılam karışmıştır. Yaşadıkları sanki kendi yaşanmışlıklarım olmuştur. Olayların her karesinde sanki bende varmışım gibi acılar, yokluklar, kıtlıklar, katıklar, hastalıklar ve ölümlerle dolu mazileri benim de mazim olmuştur. Bir zeytini üç katıkta yemeyi öğrenmişimdir onlardan. Tutumlu olmayı, dürüst olmayı, çalışkan ve mert olmayı öğrenmişimdir anlatımlarından. Vatan sevgisi, Ezan sevgisi, Bayrak sevgisi, Ecdat sevgisi, Mehmetçik sevgisi bu sohbetlerde kulağıma fısıldanmıştır. Tıpkı diğer Evlad-ı Fatihanların kulağına fısıldandığı gibi. Kulaklarına küpe edildiği gibi. Milyonlarca Evlad-ı Fatihan’ın kulağına bunların edilmesinden olsa gerek içimizden hiç vatan haini türememiştir. Mübadele yıllarının, Anavatana göçle akan bir iki parça eşya yüklü tahta at arabalarının, kağnılarının gıcırtısına karışan gözyaşlarının sel olup Penüş’a, Üsküp’e akışını, etin tırnaktan ayrılışının acı çığlıklarını yüreğimde her zaman hissetmişimidir. Her yadıma düşüşlerinde ciğerimi sızlatmışlardır. Bu acı ve tatlı hatıraları dinlemek dahi her seferinde Balkanlara olan sevgi ve özlemimi ikiye, üçe, beşe, ona, yüze, bine katlamıştır. Mutmain olmuşumdur her seferinde. Annemin anlatışlarının sonrasında ki her seferinde de Mevla’ma dua etmişimdir. “ Dünya gözüyle bir kez de olsa görmeyi bana da nasip et” diye. Dualarım kabul anına denk düşmüş olacak ki, gün geldi dualarım kabul o günde dualar kabul oldu Resmi bir görevle Kosova’ya gitmem icap etti. Haberi alır almaz duygu dünyam hiç olmadığı kadar derin çalkantılara sahne oldu. Sevdiklerimi geride bırakmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Her gurbet, ömrü gurbet diyarlarında geçen benden ve benim gibilerden çok şey alıp götürmüştü. Ama bu kez Ülkemden ayrılsam da gittiğim yer bana hiç gurbet gibi gelmemişti. O acıyı içimde hiç hissetmemiştim. Tam tersine içimde derin bir coşku vardı.
SOYDAŞ VE DİNDAŞLARIMIZIN ÇEKTİĞİ ACILAR
Bende bir Evlad-ı Osmanlı olarak Kosova’ya gittiğim andan bugüne değin Balkan coğrafyası denince bu duyguları tekrar tekrar yaşarım. Keşke bir kez daha, bir kez daha fırsatım olsa da gitsem diye hayıflanırım. Budan tam on yıl önceydi Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin şehri Kosova’ya ve ecdat beldesi Prizren’e ( nam-ı diğer Pürzerrin, bir diğer namı da Beyler Şehri) gidişim. Balkan muhaciri bir ailenin ferdi olmam dolayısıyla bölge ve bölge insanı benim için oldukça önem arz ediyordu. Şimdi oranın beldelerinde terk ettiğimiz, yapayalnız bıraktığımız soydaş ve dindaşlarımızın çektiği acılarla yüreğim hep sızlamıştır. Anavatanım diyeceğim oralar için de çünkü annem o toprakların insanıydı. Ata vatanım diyeceğim o topraklar için de çünkü babam da o toprakların insanıydı. Ecdat-ı diyar diyeceğim o topraklara çünkü Ecdatdı o toprakları vatan eyleyenler. Bu denli sevimli, hürmete saygıya layık kılanlar. Beklenen an geldi ve ben artık milli şairimiz merhum Mehmet Akif ’in de anavatanı olan Kosova’daydım. Savaşın hemen ertesi yıllarıydı. Haleti ruhiye mi sanrım anlatmama gerek yok. İlk ayak bastığım yer derme çatma durumdaki Piriştine “havaalanıydı”. Etrafa dikkatlice baktığınızda ilk olarak komünizmin derin etkileri dikkatleri çekiyordu. Kısa sayılacak bir moladan sonra Prizren’e doğru yol almaya başladık. Beyler şehrine ilk girdiğimde hissettiğim duygular hiçte yabancı bir yerde olduğum yönünde değildi. Her şey oldukça aşinaydı. Kendimi hiçte gurbetteymiş gibi hissetmiyordum. İçimde ılık bir huzur var. Sanki koparılmak istendiğim dedelerimle, ecdadımla buluşmuştum. Bu duygularla ilerlerken Osmanlının derin izlerine sahip Prizren’in girişinde Osmanlı tarzı cumbalı Müslüman Türk evleriyle bezenmiş buram buram huzur kokan, ecdat kokan sokaklar karşılamıştı bizi ilk olarak. Yerle yeksan olmuş bir iki kalıntısından başka bir şeyi kalmayan kırık cami diğer bir adıyla Namazgâh karşımıza ilk gelenlerden. Sonrasında Türk Tabur Görev Kuvvet Komutanlığı’nca aslına uygun olarak restore edilmişti. Duyduğuma göre, bugünde Hacı adaylarının uğrak yeri olmuş. Ne mutlu. (Bu restorasyonda bana da hizmet etme fırsatını bahşeden Rabbime şükürler oldun.)
-DEVAMI VAR-
HABERLER
Az önceHABERLER
Az önceKÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önce