Türk yurdu İskeçe’deki günlerim
Mustafçova (Myki) Belediye Başkanı Mustafa Cukal Bey in davetiyle İpsala Sınır Kapısı’ndan Yunanistan’a giriş yaptığımızda farklı bir ülkeye girdiğimizi çok geç fark ettim. Çünkü yol boyunca gördüğümüz birçok Türk köyü bende bu kanıyı uyandırdı. Kültürümüzü muhafaza etmişler. İskeçe’ye girişimiz de farklı değildi aslında. Çünkü nüfusun yüzde 40’ına yakını Türk. Şehir merkezinde bulunan ihtişamlı bir görünüme sahip İskeçe Saat Kulesi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan önemli bir tarihi eser. Saat kulesi, 1870 yılında Hacı Emin Ağa tarafından inşa ettirilmiş. Saat kulesinin yüksekliği 15 metre var ve saati halen işler vaziyette. Toplumun ihtiyacını karşılayan ve zamanın önemini vurgulayan bu tarihi anıt, İskeçe’de Türk-İslam varlığını sembolize eden değerli bir eser niteliğinde. Edindiğim bilgiye göre, 1972 yılında İskeçe Belediyesi, bu tarihi anıtı Türk sanatı ve mimarisini temsil ettiği için yıkmaya karar vermiş, ancak Türk Azınlığı’nın hassas tepkisi sayesinde İskeçe Valisi olaya müdahale etmiş ve böylelikle anıtın yıkılması ertelenmiş. Ancak Arapça kitabesi ve kuledeki ayyıldız kırılmış ve parçalara bölünmüş. Saat kulesi yanındaki camii ise yıkılmış ve yerel yönetim tarafından yok edilmiş. Saat kulesi bugün, İskeçe ilinin merkez meydanında bulunmakta ve pek çok ziyaretçi çekmekte. İskeçe, doğusundaki Gümülcine ve daha doğusundaki Dedeağaç illeri ile birlikte Yunanistan’da Türklerin en yoğun olarak bulundukları bölgelerden biri durumunda. Drama Köprüsü isimli türkünün de yöresi. Şöyle bir İskeçe bölgesinin derin bir tarihini araştırayım istedim. Dilerseniz paylaşayım. İskeçe bölgesi ile ilgili ilk tarihi kayıtlar MÖ 879 yılına dayanır. Küçük bir yerleşim birimi olarak başlayıp, Trakya tarihinin, (iç) savaşlar, yıkımlar gibi, tüm evrelerinde yer aldı. Her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu 1363 yılında Edirne’nin fethi ile Balkanlar’a yerleşmiş olsa da, İskeçe’nin yanı sıra bugünkü Kavala, Drama ve Serez bölgelerinin Osmanlı hâkimiyeti altına girmesi ancak 26 Eylül 1371 tarihindeki Çirmen zaferi ile gerçekleşmiştir. Yerel Türk nüfusunu güçlendirmek amacıyla Anadolu ve özellikle Konya bölgesinden İskeçe ve civar illere halk yerleştirilmiştir. Osmanlı’nın genişleme döneminde, İskeçe, orduların çıkış noktalarından biri iken, Osmanlı’nın Balkanlar’daki hâkimiyeti azalma sürecine girdikten sonra, İmparatorluğun Balkanlar’da tutunmasında belirleyici rol oynamıştır. 1715 yılına gelindiğinde İskeçe tütünü ile tanınmış ve bu ürünü sayesinde bölgenin refah düzeyi artmıştır. Mart ve Nisan 1829’da gerçekleşen iki şiddetli deprem ile şehir büyük bir yıkıma uğramış, ancak bu olay yeniden yapılanmasında büyük öneme sahip olmuştur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki sınırlarının bu bölgeye gerilemesi ile birlikte, bölgeye olan Rus ve Bulgar saldırıları artmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yardımından yoksun olarak, İskeçe halkının da katıldığı Batı Trakya Türkleri’nin silahlı mücadelesi ile, Osmanlı için son derece olumsuz şartlar içeren Ayastefanos Antlaşması’nın daha sonra Berlin Antlaşması’na dönüşmesinde katkıları olmuştur. İskeçe Balkan Savaşları esnasında, sırası ile Bulgaristan, Yunanistan ve yine Bulgaristan tarafından işgal edildi. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun Edirne’yi yeniden ele geçirdiği dönemde yöre halkının mücadelesi ve Osmanlı tarafından yapılan yardımlar sayesinde İskeçe ve Gümülcine’deki Bulgar hâkimiyeti kaldırıldı. Ancak, ardından kurulan ve İskeçe’yi de kapsayan Garbi Trakya Hükümeti’nin, 1 Eylül 1913 tarihinde bağımsızlığını ilan etmesi, Osmanlı, Rusya İmparatorluğu ve Bulgaristan tarafından hoş karşılanmayınca, bölgede etkinlik gösteren Osmanlı subayları geri çağırıldı ve İstanbul Antlaşması ile İskeçe dâhil, Batı Trakya bölgesi Bulgaristan’a bırakıldı. Günümüzde İskeçe modern bir kent kimliğine sahip, zengin tarihi, doğası ve gelenekleriyle her yıl büyük miktarda yerli ve yabancı ziyaretçi kabul etmekte. Ayrıca her cumartesi düzenlenen kent pazarı İzmir deki Kent Pazarlarını andırıyor. İskeçe gezimizin duraklarında birisi İskeçe Türk Birliği oldu. Başkan Ahmet Kara bizi oldukça sıcak karşıladı ve İskeçe Türk Birliği’nin tarihi ile ilgili bizlere kısa bilgiler verdi. Sizlerle de paylaşalım İskeçe Türk Birliği’nin kuruluş tarihini; Batı Trakya Türk Azınlığı’nın ilk derneği olan “İskeçe Türk Gençler Yurdu” kentin ekonomik yapısıyla bağlantılı bir toplumsal ihtiyacı karşılamak üzere kurulmuş. “Dünyanın en kaliteli tütünü”nün üretilmesiyle anılan İskeçe ve civarı köylerde tütüncülük 17. yüzyıldan itibaren halkın başlıca geçim kaynağını teşkil etmiş. Ayrıca İskeçe’de bulunan tütün fabrikaları yani “tütün mağazaları” da bölge halkı için iş imkânı sunuyor ve kente civar illerden sezonluk işçiler geliyor. 1926 yılına gelindiğinde İskeçe’deki tütün mağazalarında haftalıkları her Cuma günü ödenen yaklaşık 7 bin 500 tütün işçisinin çalıştığı tahmin edilmektedir. Yaşanan ekonomik canlılık sonucunda bu yıllarda İskeçe, tütün mağazaları, hanları, hamamları ve eğlence mekânlarıyla Kuzey Yunanistan’ın Selanik’ten sonra en kozmopolit kenti görünümündeymiş. Fakat yabancının, paranın ve eğlencenin çok olduğu kentte içki, kumar ve keyif veren maddeler gibi kötü alışkanlıkların yaygınlaşması toplumsal hayatı olumsuz yönde etkiliyordu. Bu durum Türk Azınlık ileri gelenlerini meşgul ediyor, azınlık gençlerinin kötü alışkanlıklardan uzak durmalarını ve vakitlerini faydalı uğraşlar ile geçirebilmelerini sağlayacak bir mekanın bir derneğin kurulmasının gerekliliği tartışılıyordu. Aynı tarihlerde başta muallim-gazeteci Mehmet Hilmi, muallim-gazeteci Osman Nuri, muallim Osman Seyfi ve mürettip-gazeteci Hıfzı Abdurrahman olmak üzere “Yeni Adım” Gazetesi’nin matbaasında bir araya gelen bir kısım azınlığa mensup çağdaş genç, bir dernek yani bir kulüp kurma kararı almışlardı. Yukarıda adı geçen çağdaş gençlerin kararı, Ayanlardan Hoca Mestan Efendi ve Büyük Hasan Bey(Abdürrahimoğlu), İskeçe eşrafından Mestan Recai Efendi, Mahmut Tahsin, milletvekili Haşimbeyzade Fehmi Bey ve Tahir Efendi tarafından destek buldu ve “İskeçe Türk Gençler Yurdu”nun kuruluşu bu şahısların öncülüğünde gerçekleşti. İlk olarak Misvaklı Köyü’nden Topçular ailesine ait, o dönem çıkmaz sokak olan Badem Sokağındaki (bugünkü adıyla Thiras Sokağı) ev 1 Nisan 1927 tarihinde kiralanmış ve Derneğin ilk Tüzüğü Aşağı Mahalle Medresesi Müderrisi Hoca Mestan Efendi’nin yardımıyla Üstat Osman Nuri Efendi tarafından kendi el yazısıyla(Eski Türkçe harflerle) kaleme alınmıştır. Derneğin kurucu üyelerinin ilk toplantısı 14 Nisan 1927 tarihinde gerçekleşmiştir. Bu ilk toplantıda Tüzük kurucu üyeler tarafından onaylanmış ve yapılan seçimler sonucunda ilk Yönetim Kurulu göreve başlamıştır. “İskeçe Türk Gençler Yurdu”nun Tüzüğü 1927 yılının Temmuz ayında İskeçe Bidayet(Asliye) Mahkemesi tarafından onaylanmıştır. Bu tarihte Yunanistan, Aleksandros Zaimis Başbakanlığında, dönemin bütün siyasi partilerinin katılımıyla oluşmuş koalisyon hükümeti tarafından idare ediliyordu. Cumhurbaşkanı ise Panayiotis Kunduryotis idi. İskeçe Bidayet(Asliye) Mahkemesi tarafından onaylanan Tüzüğün birinci maddesinde derneğin adı “İskeçe Türk Gençler Yurdu-Estia Turkikis Neoleas Ksantis” olarak kaydedilmiştir. Tüzüğe göre, “İskeçe Türk Gençler Yurdu”nun bayrağı da sarı-laciverttir ve dernek adına sportif faaliyetlere katılacak olan gençlerin giyeceği formalar da çizgili olup sarı-lacivert renklerden oluşacaktır. Kurulduğu tarihten itibaren “İskeçe Türk Gençler Yurdu”nda, gençlerden oluşan futbol takımı, müzik ve tiyatro grupları teşkil edilmiş ve Yunanca ile Türkçe dil kursları düzenlenmiştir. 11 Mayıs 1930’da “İskeçe Türk Gençler Yurdu”nun kurucu üyelerinden bir kısmı derneğin bazı faaliyetlerini tasvip etmediklerinden dolayı “Türk Ocağı” adı altında başka bir dernek kurmuşlardır. Kısa bir süre için aynı Tüzük ile fakat ayrı olarak faaliyetlerine devam eden bu iki dernek, 17 Kasım 1936’da bir çatı altında toplanmış ve “İskeçe Türk Birliği”/”Tourkiki Enosis Ksantis” adını almıştır. “İskeçe Türk Birliği”nin Tüzüğü “Türk Gençler Yurdu” ve “Türk Ocağı” derneklerinin tüzüğünün aynısı olup İskeçe Bidayet(Asliye) Mahkemesi’nin 122 numaralı kararıyla anılan tarihte (17 Kasım 1936) onaylanmıştır. Bulunduğu bölgenin genel ve özel şartları içinde varlığını sürdürerek günümüze gelen “İskeçe Türk Gençler Yurdu”/”İskeçe Türk Birliği”nin her yıl seçilmiş Yönetim Kurulları ve başlıca faaliyetleri, gerekli görülen yerlerde yapılan yorumlarla sunulmaktadır. Şu anki başkanı Av. Ahmet Kara yı kısa tanıtırsak; 1977 yılında İskeçe’de doğdu. İlkokul eğitimini Kireççiler Türk İlkokulu’nda tamamladıktan sonra İskeçe Muzaffer Salihoğlu Azınlık Ortaokuluna devam etti ve buradan da mezun olduktan sonra aynı okulun Lise kısmına devam etti. 1996 yılında YÖS sınavında başarılı olarak Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesine kayıt olma hakkını elde etti ve bu fakülteden 2001 yılında mezun oldu. Yunanistan’da diplomasını tanıttıktan sonra 2006 yılından bu yana İskeçe Barosu’na kayıtlı olarak serbest avukatlık yapmakta olan Ahmet Kara, 2008-2009 yılları arasında Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği’nin Başkanlığını yaptı. Evli ve biri oğlan biri kız olmak üzere iki çocuk babası olan Ahmet Kara 14 Nisan 2010 tarihinden bu yana İskeçe Türk Birliği Başkanlığı’nı yürütmekte. Bilgisini verdikten sonra Yunanistan’daki seçimlerde büyük bir başarı elde ederek milletvekili seçilen Eczacı, karakter olarak da harika bir insan, mütevazı, çalışkan, dürüst ve sevilen bir kişi Sayın Hüseyin Zeybek Bey i ziyaret ettik. Çok sıcak bir karşılama ve ilgi. Ardından çok uzun olmayan ama çok hoş bir hasret tadında sohbet… Ardından İskeçe Müftüsü Sayın Ahmet Mete Bey i ziyaret … Çok güzel bir misafirperverlik, ilgi ve yine hasret tadında bir sohbet oldu. Merak edebilirsiniz kısa bir özgeçmişini paylaşayım; İskeçe’nin yeni seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete, 1965 yılında İskeçe’ye bağlı Yassıören köyünde dünyaya geldi. İlköğrenimini Türkiye’de İstanbul Gaziosmanpaşa Bekirsami Dede İlkokulu’nda tamamlayan Mete, Gaziosmanpaşa İmam Hatip Lisesi’ni bitirdi. Bir dönem Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde eğitim gördükten sonra, Suudi Arabistan’daki Medine İslam Üniversitesi’nin Dava Fakültesi’ne kaydını yaptıran Ahmet Mete, 1991 yılında bu fakülteden mezun oldu. Yüksek öğrenimini Suudi Arabistan’da tamamlamasından sonra Batı Trakya’ya dönerek, İskeçe Müftülüğü çatısı altında Vaizlik ve Kuran kursu öğretmenliği görevlerinde bulunan Ahmet Mete, 2000 yılından bu yana kendi köyü olan Yassıören’de imamlık görevinde bulundu. Türk Azınlığı Vaaz ve İrşat Heyeti Asbaşkanı da olan ve Azınlık basınında dini konularda çeşitli çalışmaları bulunan Mete, evli ve üç çocuk babası. İskeçe’nin en büyük beldesi (5 bine yakın nüfusa sahip) Şahin Kasabası’ndan bahsetmemek olmaz. Tam bir Osmanlı Beldesi desek abartmış olmayız. Mert, misafirperver, ahlaklı ve nazik davranışlarıyla hemen göze çarpan bir yerleşim merkezi. Dilerseniz biraz da tarihinden bahsedelim. İskeçe ilinin (nomos) Mustafçova (Myki) ilçesine bağlı Türklerin yaşadığı bir köy. Bölge halkı 1877-78, 1913-19, 1941-45 yılları arasındaki savaşlar döneminde yoğun Hıristiyanlaştırma kampanyalarına maruz kalmış ancak hiç Hıristiyanlaşan olmamış. Halkın geçim kaynağı yakın tarihe kadar tütün, hayvancılık iken tütün fiyatlarının anormal düşmesi nedeniyle yeni bir iş sahası bulunmuş. Gemi Boyacılığı. Hemen her aile ferdi Almanya da gemi boyacılığı işi ile uğraşıp geçimlerini sağlıyorlar. Üstelik firmalar kurmuşlar. Bu konuda de işlerinin erbabı oldukları kesin. Bölgenin halkı sık sık Türkiye’ye gelip gitmektedir. Akrabalarının bir çoğu hala İstanbul-Zeytinburnu’nda yaşıyor. Köyde polis ve askerler dışında hiç Rum bulunmamaktadır. Şahin İskeçe’nin yaklaşık 27 kilometre kuzey doğusunda denizden 913 metre yüksekliğindeki Dobrivor Dağı’nın önünde güneye doğru uzanan 500 metre yüksekliğindeki yeşil bir tepenin eteklerinde kuruludur. Köyün hemen yanından Narlıköy Deresi (Kuruçay)geçmektedir. İskeçe yolu üzerinde Şahin’in hemen çıkışında bir köprü bulunmaktadır. Köprünün 50 metre ilerisinde yolun her iki yanında da Şahin halkının mezarlığı bulunmaktadır. Nahiyede 3 adet cami bulunmasının yanı sıra köprü yanında bir de kilise mevcuttur. Şahinliler Batı Trakya Türkleri arasında çalışkanlıkları ve becerikli olmaları ile ünlüler. Şahin nahiyesinin kuruluşu hakkında Osmanlı arşivleri dışında ne Roma ne Bizans ne de belli zaman dilimlerinde bölgede hakimiyet kuran diğer devletlerin arşivlerinde kesin belgelere rastlanmamakta. Nahiyenin eski kalıntıları ile bugünkü görünüm ve konumu gözönüne alınırsa, bina, medrese, hamam, cami ve yolların yapı, biçim ve mimarisine bakılacak olursa 4-5 asırlık bir geçmişinin bulunduğu, tipik bir Balkan Türk yerleşim birimi olduğu görülür.
KARACA AHMET VE KARACA AYŞE TÜRBELERİNİN İLGİ ÇEKEN HİKAYESİ…
Bu hikaye İskeçe Balkan kolunda Müslüman Türklerin yaşadığı Şahin Kasabası’nda geçmiştir. Karaca Ahmet ve Karaca Ayşe iki kardeştir. Yolcu olarak İskeçe’nin dere kolunda bulunan Emirler köyüne uğramışlar. Bu köy ancak 17 hane imiş. İki kardeş iş aramışlar. Maalesef kendilerine iş gösterilmediği gibi misafir de kabul edilmemişlerdir. Çok mahzun ve üzgün bir şekilde Şahin Kasabası’na gelirler. Burada durumlarını anlattıklarında öyle içten karşılanıp misafir edilirler ki bu durumdan çok etkilenirler. Kendilerine iş olarak “Bağlık Tarlasında (Şimdiki Karaca Ayşe Türbesi’nin üstü)” orak biçme işi verirler. Teklifi memnuniyetle kabul ettikten sonra, onları o tarlaya götürürler ve derler ki; “Burada tahminen 1 haftalık iş vardır.”Kasaba halkı daha sonra “Allahaısmarladık” deyip giderler. Misafirler de işe girişirler. Halk, işlerin nasıl gittiğini görmek ve yiyecek içecek götürmek için ertesi gün tarlaya gittiklerinde ne görsünler?! Bir haftalık işi bir günde bitirmişler, giyim kuşamlarını da bırakıp kaybolmuşlar. O zamanki bilge kişilere durumu anlatmışlar. Nasıl davranmak gerekir diye. O bilge insanlar da “Bunda şaşılacak birşey yok. Bunlar ermiş insanlar. Erkek olan için kasabanın ortasında, kadın olan içinse kasabamızın karşısında (kendilerine gösterilen tarlanın altı) türbe yapılıp onları rahmetle anmak bize düşer demişler. Şahin Kasabası halkı bu güzel davranışlarından ve o ermişlerin dualarından olsa gerek hep büyümüş ve büyümektedir de.. Bunun yanısıra hiçbir fenalığa da maruz kalmamıştır. Benzer rivayet de şöyledir. Karaca Ahmet ve Karaca Ayşe iki kardeştir. Emirler Köyü’ne vardıklarında misafir edilmek istemişler, onları kimse kabul etmemiş. Abdest alıp namaz kılmak için su istediklerinde köyümüz susuz diyerek su da vermemişler. Köyün dışına çıkmadan önce sormuşlar; “Kaç hanesiniz?”, “19 haneyiz” demeleri üzerine “20 hane olmayasınız!” denmiştir. (Bir başka rivayete göre “39 haneyiz” demeleri üzerine “40 hane olmayasınız” denmiştir. İlginçtir! Hala köyün nüfusunun 40 haneye ulaşmadığı söylenir… Daha sonra köyün dışına çıkmışlar ve inançla ellerindeki değneği vurduklarında su fışkırmış ve abdest almışlar ve namazlarını kıldıktan sonra yola koyulmuşlar. Bunun üzerine köy halkı çok pişman olmuş, fakat köyde kalmaları için onları ikna edememişlerdir. Ertesi gün Şahin Kasabası’na varmışlar. Kendilerine çok büyük misafirperverlik gösterilmiş. Bir çok aile onları evlerine misafir etmek istemiş, merkezde bir aileye misafir olmuşlar. Akşam yemek ikram edilmiş, sohbetler yapılmış. Yatsı namazından sonra ev sahibi ayrılırken onlara tasın içerisinde kalan pilav su ve ekmeği bırakmış. Belki gece vakti acıkır yerler diye.( Ben de o gece misafir olduğu evde gece acıkırsam diye aperatif yiyecekler görünce şaşırmıştım. Harika bir kültür. Hayran Oldum!!). Ermiş olan bu insanlar sohbetleri sırasında “Bu köyün bereketi hiç kalkmasın” diye dua etmişler. Sabah namazı sonrası ev sahibi onlara kahvaltı ikram etmek istemiş, ama onların orada olmadıklarını, ayrıldıklarını içinde pilavın bulunduğu tasa baktıklarında (önceden yarısı yenildiği halde) sanki pilava hiç dokunulmamış, akşamdan hiç yenilmemiş vaziyette olduğunu hayretle görürler. Ertesi gün birçok kişi onları rüyalarında gördüklerini söylemişler ve rüyalarında iki yer ve iki işaret gördüklerini söylemişler. O yere gittiklerinde Kara Ahmet Camii’nde bir küçük kılıç, Karaca Ayşe’nin yerinde terlik çember ve ibrikle karşılaşmışlar. Kılıç Balkan savaşlarında Bulgarlar’dan saklanmış, bilinmeyen bir ailede saklandığı söylenmektedir. Şahin Halkı bu işaretlerin bulunduğu yerde türbeler yapmışlardır. Halktan yaşlı amcanın ifadesi de ilginç. Şöyle ki;
1941 yılında Almanya 2. Dünya Savaşı il Cihanı titretti. Yunanistan’ı da almaya teşebbüs etti.O esnada kısa bir zaman içerisinde Şahin Kasabası hudutlarına dayandı. Bize de hemen dışarı çıkılması yönünde emir geldi. Çünkü Alman cepheyi vuracak. Öyle korkulu günler geçti ki, herkes kaçmak için çareler aramaya başladı. Bütün halk hayvanlara yüklerini yükleyerek dışarı çıkmaya başladılar. Evlerini bırakarak derelere tepelere sığınmaya başladılar. Yaklaşık 5 gün böyle geçirildi. Alman çok büyük zayiat gördü. Toplar yağmur yağar gibi atıldı ve özel olarak Karaca Ayşe’nin Türbesi hedef alındı. Türbe de bir kiremit parçasının bile zayi olmadığını gözlerimizle gördük. Daha sonra Bulgarlar geldi. Birkaç sene dağ bölgemizi Andartlar (Çeteler) işgal etti. Yunanistan’ın her yerine girip tahribat yaptılar. Şahin Kasabası’na hücum etmeye yanaşamadılar bile. Ilıca’lı Rahmetli İbrahimbaşa Şükrü anlatmış; Birgün Andartlar’dan bir grup yakaladık ve sorduk; siz iki akşam önce Şahin Kasabası’na gelecektiniz, neden gelmediniz?” Onların cevabı ise çok ilginç;” Nasıl gelelim? Sinikova Köyünden Şahin’e doğru giderken ihtişamlı bir orduyla karşılaştık. Ve bize “Buradan öteye gidemezsiniz! Geçit yok! “dediler. Biz de mecburen geri dönmek zorunda kaldık. ” Memleketimiz kısa zamanda onlardan arındı. Bütün kurulan tuzaklara rağmen ayakta kalışımız evliyamızın hürmetine olduğu inancındayız.
Yakın tarihte anlatılan bir olay da yine ilginç. Şöyle ki;
2000 yılında araştırma yapmak üzere bir arkeolog Şahin Kasabası’na gelir. Karaca Ayşe Türbesi’nin olduğu yere ziyaret maksadıyla değil, farklı gayelerle gelir. Anlatılanlara inanamayarak sabaha karşı bir vakitte türbeyi açma girişiminde bulunur. Türbeye girerken temiz halde girmesi gerektiğini bildiği halde, temizlenmeden girmek ister. O sırada pis bir su üzerine sıçrar. İşte o zaman temiz olarak girmek gerektiğini anlar. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde yıkanıp türbeyi açmak gayesiyle yine türbeye girmek ister. İçeri ayağını uzattığında kendisini kasabanın küçük çayında bulur.(Tepeden çaya bir anda fırlatılması anlaşılması güç bir olay .) Bu olayı bizzat yaşayan arkeoloğun, köyün iki gencine anlattığı bir olaydır. Şahin Kasabasına kaldığım zaman içerisinde misafirperverlikleri ve samimiyetleri gerçekten insanı çok etkiliyor. Üstelik bu anlatılan hikayeleri 7 den 77 ye herkes biliyor. Gezim de beni en çok etkileyen beldeydi diyebilirim..
MEHMET EMİN AGA
Mehmet Emin Aga, (1932 – 9 Eylül, 2006) İskeçe müftüsü. Mehmet Emin Aga gerçekten hayatın boyunca birçok sıkıntı çekmiş, inancı ve azmi sayesinde hepsinin üstesinden gelmiş ve burada yaşayan Türklerin haklı bir sevgisini kazanmıştır. Dilerseniz hayatından da biraz bahsedelim; Babası Mustafa Hilmi’nin 1990 yılında vefatından sonra İskeçe Müftülüğü’nde naiplik görevi yaptı. Aga, aynı yıl Atina’nın İskeçe Müftülüğü’ne Mehmet Şinikoğlu’nu atamasının ardından, 18 Ağustos 1990 tarihinde İskeçe Türk halkı tarafından yapılan oylamayla müftü seçildi. Ancak Yunan hükümeti, Aga’yı “resmi makamı gasp etme” suçlamasıyla aleyhinde davalar açıldı. Defalarca fanatik grupların saldırısına uğrayan Aga, yüzlerce ay hapis cezasına mahkûm edildi. Larisa cezaevinde 6 ay kaldıktan sonra Aga, sağlık sorunları nedeniyle salıverildi. Karaciğer yetmezliği nedeniyle Türkiye’de ve Yunanistan’da bir süre tedavi gören Mehmet Emin Aga 9 Eylül 2006 günü sabah saat 06.00’da evinde hayatını kaybetti. Allah Rahmet Eylesin.
GÜMÜLCİNE GEZİSİ
İskeçe den sonra Gümilcine ye yola çıktık. Vaktimizin sınırlı olmasından dolayı İskeçe gibi detaylı gezemediğimiz bu şehir yine de insanı ilk bakışta etkiliyor. Gümülcine, Yunanistan’ın Trakya bölgesinde (Batı Trakya), Rodopi (Rodop) ilinin (nomos) merkezi ve önemli miktarda bir Türk nüfusun yaşadığı bir şehirdir. Şehrin toplam nüfusu 60 bin civarında. Gümülcine isminin bulunduğu bölgeye ilk yerleşen insanlardan olan kömürcü nineden geldiği sanılmakta. Gümülcine 1361 yılında Osmanlı topraklarına katılmış, 1913 yılında Bükreş Antlaşması ile Bulgaristan’a bırakılmış, 1920 yılında imzalanan San Remo Antlaşması sonucunda ise tüm Batı Trakya ile birlikte Yunanistan’a dahil edilmiştir. 1920 yılı itibariyle nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Türkler, bugün Gümülcine nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturmaktadır. Gümülcine’ye gelirken beni heyecanlandıran bir konu da, hayatı mücadelelerle geçmiş Dr. Sadık Ahmet in mezarını ziyaret etmek. Sadık Ahmet (7 Ocak 1947 Gümülcine – 24 Temmuz 1995 Gümülcine), mensubu olduğu Batı Trakya Türkleri’nin hakları için verdiği mücadele ile tanınmış bir tıp doktoru ve siyasetçidir. Sadık Ahmet, Gümülcine’nin Sirkeli köyünde doğup, ilköğrenimi köyünde, orta öğrenimini ise il merkezindeki Celal Bayar Lisesi’nde tamamladı. 1966-1967 öğrenim yılını Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde geçirdikten sonra, Selanik üniversitesi tıp fakültesine girdi. 1974 yılında aynı fakülteden hekim olarak mezun olduktan sonra, 34 ay süren askerlik görevini yerine getirdi. Bunun ardına, bir yıllık zorunlu hekimlik hizmetinden sonra 1978 yılında Batı Trakya’ya dönüp cerrahlık ihtisasına başladı. Cerrah unvanını 1984 yılında edindi, ve aynı dönemde Batı Trakya Türkleri’nin toplumsal sorunlarına eğilmeye başladı. Bu sorunların başında Yunanistan’ın Batı Trakya Türk Azınlığının budunsal (etnik) kimliğini tanımaması ve onun yerine Lozan Antlaşması’na sığınarak dini kimliği kullanması gelir.
19. MADDE
Bunun yanı sıra, çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılık ile uğraşan Batı Trakya Türklerinin topraklarının kamulaştırılması, insan haklarına aykırı olarak 1955–1998 yılları arasında Yunanistan vatandaşlık yasasının 19. maddesi gereği 46 bin 638 Batı Trakyalı ve On iki Adalı Türk’ün vatandaşlıktan çıkarılması ve Lozan Antlaşması’na aykırı olarak Batı Trakya Türk Azınlığının eğitim kurumu kurup denetleyememesi ve dini önderini seçme hakkının gasp edilmesi diğer önemli sorunlar arasındadırlar. Bu sorunlar karşısında, Sadık Ahmet ilk olarak 1985 yılında, Batı Trakya Türklerinin sorunlarını uluslararası kamuoyuna duyurmayı amaçlayan bir imza kampanyası başlatır ve 8 Ağustos 1986’da bunun üzerine tutuklanır. Engellemelere rağmen, 15 bine yakın imza toplamayı başarır. Sonraki yıl, 25 Eylül’de Selanik’te bulunan İnsan Hakları üyelerine Batı Trakya Türklerinin sorunlarını açıklayan bildiriler dağıttı ve dolayısıyla 30 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu karar uluslararası kuruluşların baskıları nedeniyle hala Yunanistan yüksek mahkemesinde temyiz halinde bulunmakta olduğunu öğrendim. 18 Haziran 1989 genel seçimlerinde Batı Trakya Türkleri’nden seçilen ilk bağımsız milletvekili oldu, ancak çok sürmeden milletvekili adaylığı iptal edildi. 26 Ocak 1990 tarihinde gerçekleşen bir konuşmasında, Batı Trakya Azınlığı ile “Türk” sıfatını kullanmasından ötürü tutuklandı ve Selanik Dudullu hapishanesinde 2 ay geçirdikten sonra cezasının kalanı paraya çevrilip serbest bırakıldı. 8 Nisan 1990’da ikinci kez bağımsız milletvekili seçilen Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklerini temsil eden ilk siyasi parti olan Dostluk, Eşitlik, Barış (DEB) Partisi’ni 13 Eylül 1991’de kurup genel başkanlığını üstlendi. Bunun üzerine 1993’de seçim yasasında değişikliğe gidilerek, seçimlere katılan partilere yüzde 3’ü geçme zorunluluğu getirildi. Yunanistan nüfusunun yüzde 1.5-2’sini oluşturun Batı Trakya Türk Azınlığı ile DEB’in Meclis’e girmesi böylece engellendi. Sonraki yıllarda, Yunan makamlarının caydırıcı politikasının devamına rağmen, Sadık Ahmet, ülke içinde ve uluslararası ortamlarda Batı Trakya Türkleri’nin sorunlarını başarı ile dile getirmeye devam etti. 24 Temmuz 1995’de Lozan Anlaşmasının 72. yıldönümünde şüpheli bir trafik kazası ile hayatını kaybetti. Türkiye’de, özellikle Trakya bölgesinde, birçok okul, yol ve park adını taşımaktadır.
HABERLER
2 saat önceHABERLER
2 saat önceKÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önce