Ermenistan ile paraf edilen protokoller dış politika gündeminin başlıca konusunu oluşturuyor son günlerde. Türkiye’nin son dönemde bölgedeki sorunların çözümüne yönelik dış politika hamlelerine giriştiğini gözlemliyoruz. Aslında bu, hükümet kurulduğundan beri dış politikanın gölge ismi Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun “sıfır sorunlu çevresel bölge” stratejisinin bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Prof. Davutoğlu siyasetten önceki akademisyenlik döneminde yazdığı kitaplarda bunu açıklıyor. Davutoğlu, Türkiye’nin güvenliğinin sınırlarının çok ötesinden başladığını söylüyor ve bu sebeple yakın çevredeki sorunların çözüme kavuşturulmasını ivedi olarak tanımlıyor.
Bugüne kadar gördüğümüz Kıbrıs açılımı, hatta ve hatta Kürt açılımı (Kuzey Irak’ın durumu göz önüne alındığında Kürt açılımı da dış politika stratejisinin bir sonucu olarak görülmelidir) ve en son olarak Ermenistan açılımı Davutoğlu’nun danışmanlığındaki uluslararası politikaların sonucudur.
Gelin görün ki, bu noktalarda atılan adımlar Türkiye’ye pozitif olarak dönüyor mu? İşte bu sorgulanır. Kıbrıs açılımı o dönem çok başarılı bir hamle olarak değerlendirilmişti ancak zaman geçtikçe herhangi bir stratejik başarı elde edilemediği ortaya çıktı. Rum siyasetinin egemenliğindeki uluslararası toplum Türkiye’nin Kıbrıs adımını hiçbir zaman kayda değer bulmadı ve Türkiye’nin çabaları sonuçsuz kalmaya devam ediyor.
Irak politikaları ve Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi ile sağlanan yakınlaşmanın da herhangi bir sonuç getirdiğini söylemek zor. Zira bölgede ABD ve Kürt yönetimin inisiyatifi dışında Türkiye’nin bir adım atabildiği söylenemez. Hatırlayın terörle mücadelede Kuzey Irak’taki önemli PKK kamplarını kuşatan Türk ordusu bir gecede çekiliverdi oradan. Türkiye, yüzlerce teröristin bulunduğu kamplardaki o kuşatmayı kendi isteğiyle mi kaldırıverdi bir gecede? Ben öyle düşünmüyorum…
Son olarak, Ermenistan’a yönelik açılımın zorunluluğundan söz ediliyor ısrarla. Özellikle, geçen yılki Rus-Gürcü savaşından sonra bölgedeki statükonun kaldırılmasının Türkiye’nin çıkarına olduğu söyleniyor ancak durum bakarsanız tam tersi. Rusya, Güney Osetya’yı işgal ederek, hem Güney Osetya’nın hem de Abhazya’nın bağımsızlıklarını tanıyarak Gürcistan’ı parçaladı ve bölgede yeni bir statüko yarattı. Bunun sonucunda, dünyaya kapalı olan Ermenistan, Türkiye’ye eli mahkum durumdayken, soykırım iddialarını bir komisyon (ki onun da yapısı ve içeriği çok belli değil) kararına bırakarak, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımayı vaat etmeden ve Karabağ sorununun çözümüne yönelik bir taahhütte bulunmadan Türkiye ile diplomatik ilişki kurulmasının ve sınırın açılmasının önünü açan protokollere kavuşuyor. Türkiye de bunların altına imza atıyor. Bu hamlelerin doğruluğunu düşünenlerin karşısında duruyorum ısrarla. Uzun vadede, bu hamlelerin yarattığı sıkıntıları aşmak için Türkiye’nin kaybedeceği zamanları hesap edebilen yok anlaşılan. Tıpkı Kıbrıs meselesinde olduğu gibi, Ermenistan açılımındaki yanlışlıkları ileride anlayacağız sanırım. Umarım o zaman iş işten geçmiş olmaz.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce