Anavatanımız diye adlandırdığımız, başımız sıkıştığında kapısını çalmaktan çekinmediğimiz, bazılarımızın da başı sıkışık olmadığı zamanlarda dil uzatmaktan çekinmediği Türkiye’mizi yeteri kadar tanıyor muyuz? Sanırım hepimizde biraz bilgi eksikliği, biraz çarpıtılmış bilgi birikimi ve biraz da kasten kirletilmiş bilgilere inanış var. Bunların ne kadarının doğruları yansıttığını, ne kadarının da yapay olarak akılları bulandırmak için belli kişiler veya kuruluşlar tarafından üretildiğini anlamak için bazen zamana, bazen araştırmaya, bazen de hiç beklenmedik bir anda karşımıza çıkan tesadüfi ama resmi bilgilere gereksinimimiz oluyor. Anavatanımız Türkiye ile ilgili, günbegün elime geçen veya hiç beklemediğim bir anda (hazine gibi) karşıma çıkan; bir kenara koyup biriktirdiğim resmi verileri sınıflandırarak oluşturduğum bilgileri, derli toplu, anlaşılabilir bir şekilde siz sevgili okurlarıma aktarmak niyetindeyim.
GERÇEKÇİ DEĞERLENDİRME YAPMAK
Bundaki amacım hep birlikte Kıbrıs’ın kuzeyinden anavatanımız Türkiye’ye bakıp gerçekçi bir değerlendirme yapmak. Bu değerlendirmemin, 1963–1974 yılları arasındaki Rum mezalimini şahsen tattığım, 1974 Mutlu Barış Harekâtı’nı fiilen yaşadığım ve Türk askeri ile gözlerim yaşlı kucaklaştığım için başkalarının etkisinde kalmayan özgün bir değerlendirme olacağı düşüncesindeyim. İşine gelmeyen dil uzatıyor Anavatanımıza… Gelişmelerden hoşlanmayanlar suçu, vur abalıya misali Türkiye’mize yüklemeye çalışıyorlar. Bazılarının gözünde Rumlar ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, daha kıymetli anavatanımızdan. Bugüne değin pek Yunanistan’ı tercih edenini görmedim ama Rum hayranlarına ve Rum ağzı ile konuşanlara çok rastladım. Aslında, şöyle gidip asgari bir yıl kadar Rum tarafında yaşayıp eşit haklara sahip olduklarını dile getirseler, karşılaştıkları tepkilerden ne demek istediğimi anlayacaklar ancak nedense KKTC’de yaşamayı, Rumları desteklemeyi tercih ediyorlar bu kişiler. Rum tarafında işleri olduğunda da tanıdıkları üst düzey siyasiler veya politikacılar vasıtası ile işlerini hallettiklerinden, her şeyin süt liman olduğunu, Güney’deki işlerin tıkır tıkır yürüdüğünü zannediyorlar.
MTA’NIN İLGİNÇ RAPORU
1878 yılında adanın İngilizlere kiralanmasından sonra anavatanımızın bizler için neler yaptığını, neleri göze aldığını pek bilen, araştıran ve değerlendiren yok. Anavatan Türkiye’yi gerçek değerleri ile bilenlerin sayısı ise bir elin parmaklarından daha az neredeyse. Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan 2012 yılına ait Temel Ekonomik Göstergeler Raporu Türkiye’yi tanımak açısından benim çok ilgimi çekti. Sonra da diğer kuruluşların yayınladıkları yıllık raporların peşine düştüm. Buldukça ve okudukça daha iyi tanımaya başladım anavatanımı. Yalanı dolanı, dedikoduları ve zeminsiz uyduruk kötülemeleri bir kenara itip “Büyük ve Doğru Resmi” daha iyi görmeye başladım. Türkiye’nin maden rezervi hakkında hemen hemen hiç bir bilgim yoktu. MTA’nın raporunu okudukça gözlerim faltaşı gibi açıldı. Bazı kişiler, bazı basılı ve görsel medya –kasten- öyle bir çarpıtılmış bilgi veriyor ki, dinledikçe, seyrettikçe veya da okudukça Türkiye’yi adeta bir kurak çöl, ne yerin altındaki, ne de yerin üstündeki değerleri ile işe yaramaz bir ülke zannediyorsunuz. Çizilmek istenen resim, yaratılmak istenen izlenim de bu oluyor zaten. Çağın zenginliği petrol hem var hem yok. Çıkarılması şimdilik zaman ve teknoloji istiyor ama stratejik öneme değer madenler ise gerektiğinden fazla bulunmakta Anadolu toprakları içinde. Listenin ilk sırasında Uranyum var. İçinde 238’e dönüşebilecek kalitede uranyum madeninin toplam miktarı 9 bin 129 ton. İran’ın başının birkaç yüz kiloluk zenginleştirilmiş Uranyum için derde girdiğini, dünya çapında ambargoya mahkûm edildiğini göz önüne aldığımda, bu miktarın ne demek olduğunu çok daha iyi anlıyorum.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
6 gün önceHABERLER
10 gün önce