DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

231 okunma

Vah Rodos Vah

ABONE OL
30/11/2015 20:41
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Televizyon kanallarının birinde yayınlanan bir dizide aslı astarı olmayan, yalan ve yanlışlarla bezenmiş yalancı Sülümanı, saray entrikaları içinde millete yutturmaya devam edile durulsun, gerçek Muhteşem Süleyman’ın 1522’ de feth ettiği Rodos Adası’nda hiç de hoş olmayan şeyler oluyor. Ege adalarının o günlerde baş şehri kabul edilen Rodos adasının adı, bugünlerde milli bir skandalla anılır oldu. Rodos ve diğer adalar, 1947 yılında o günün Türk diplomatları tarafından “diplomatik başarı ve tarihe geçmiş bir kurtarma operasyonu” sarhoşluğuyla Yunanlılara hediye paketi şeklinde teslim edilmiş. 380 yıl Osmanlı idaresinde kalan bu adalar, içinde yaşayan soydaşlarımızla birlikte gözden çıkartılmış. Öylece de Yunanistan’ın himmetine terk edilerek günümüze değin de unutulmuş. Osmanlı’nın zirve olduğu dönemde 30 bin civarında soydaşımızın yaşadığı adada, günümüzde sadece 3-4 bin Türk nüfusun kaldığını biliyoruz. Biz biliyorduk bilmesine de bilmesi gerekenler bilmiyordu. Asıl sorun da bu ya. Rodos’taki dindaş ve soydaşlarımız yaşamlarını Yunan vatandaşı olarak sürdürmekte. Tüm güçlüklere rağmen topraklarını bırakmamakta kararlılar. Bunun da bedelini oldukça ağır ödüyorlar. Yunan idaresinin her türlü baskısına ve azınlık haklarının ellerinden alınmasına rağmen, ülkemiz tarafından kayda değer bir sahiplenme olmamış.- Herkes bu noktada empati yapmalı, soydaşlarımızın yaşadıklarını böylelikle az da olsa tasavvur edebilir.- Oradaki soydaşlarımız hayat-memat meselelerini bugüne değin tek başlarına vermiş. Öyle ki dillerinden ve dinlerinden kopartılmaya çalışılan Rodoslu yeni nesiller, aralarında sadece Yunanca konuşarak anlaşabiliyorlar. Evet, yanlış duymadınız “Yunanca” konuşarak.

 

YUNANCA KONUŞAN TÜRKLER

 

1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra eğitim müesseseleri kapatılan, açık olanlarında ise Türkçe’nin yasak edilmesi sonucu tüm bunlar oldu. Adları Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma olan bu insanlarımız ana dillerini bu sayede unuttular. Yaşamlarının her anını, bildikleri tek dil olan Yunanca ile ifade ediyor bu kayıp nesil. Rodos’ta, inadına yaşamanın da bedeli bu olmasa gerekti. Rodoslu soydaşlarımız oldukça ağır bir bedel ödemekte. Birileri buna dur demezse asimilasyon onca insanımızı yutup yok edecek. Osmanlının Rodos’u, belki de ilelebet yok olacak. Osmanlı mirasını toptan reddetmenin faturası her dönem lehimize oldukça ağır kesildi. Rodos’ta onlardan biri oldu. Adada Osmanlı’dan kalma Hurmalı ve Demirci Medreseleri ile Süleymaniye Camii’nin bulunduğu tarihi vesikalarda yer almakta. Yıllar önce İtalyanlarca, Osmanlı’nın elini bağlamak için Rodos’a yakın 12 adanın işgal edildiği tarihi belgeler üzerine düşülen şerhle ortaya konmuş. Rodos’un nüfusunun yaklaşık olarak 90 bin, yaz boyunca ise bu rakamın ziyaretçileri ile birlikte 1,5 milyona çıktığını kaynaklar bize bildirmekte. Rodos’tan Türk göçü 1912’de başlamış. Fert fert yapılan göçlere, kitleler halindeki toplu göçler eklenmiş. 1964’te başlayan göçlerin neticesinde adada kalan mal ve mülkleri çok kısa zamanda Yunan Hükümeti tarafından kamulaştırılarak hazinelerine aktarılmış. Ayrıca adada 30-35 kişiden oluşan bir de Yahudi cemaati bulunmakta. Türklerle beraber Yahudiler azınlık olarak kabul edilmelerine rağmen, yaşayan 4 bine yakın Türk nüfusa, Yahudilere tanınan azınlık hak ve özgürlükleri tanınmamış. Çığlıklar ayyuka çıkmadan da buralara müdahale akla dahi getirilmemiş. Yıllarca böylesi bir zihniyetle devletimiz yönetilmeye çalışıldı. Benzer tavırlar seksen sekiz yıllık Cumhuriyet tarihimizi handikap mezarlığına çevirdi. İzlenen “dış politikanın” basiretsizliği neticesi önemli miktarda soydaşımız hak etmediği muameleyle yüz yüze kalmıştır. Çoğu dilini ve belki bazıları dinini dahi kaybetti. Batı Trakya’da,

 

DERDE DEVA OLAMADIK

 

Bulgaristan’da, Orta Doğu da ve Doğu Türkistan da yakın ve uzak geçmişte soydaşlarımızın yaşadıkları ve yaşamaya devam ettikleri buna en iyi örnek. İlk mübadelelerden sonra gözünü ve kulağını Orta Asya’ya ve Balkanlara tıkayan bir anlayışla yönetilen ülkemiz dünyanın birçok yerinde vatandaşlarının derdine deva olamadı. “Ama bu farklı, Rodos burnumuzun dibinde. Hepimiz aynı anda bağırsak adada deprem oluşturabileceğimiz kadar yakınımızda” diyebilirsiniz. Haklısınız da, ada gerçekten burnumuzun dibinde. Ancak biz burnumuzun ucunu yıllarca görebildik mi ki, Rodos’u görebilelim? Kim bilir o yıllarda Yunanistan’a bırakılan diğer adalarda bugün haberdarı olamadığımız daha ne sıkıntılar yaşanmakta? Bizim asıl sorunumuz bu. Geride bıraktıklarımızdan bi haberdik bugüne değin. Dönüp ardımıza bakmak çoğunun aklına bile gelmemiştir. İnşallah bundan sonrasında ahde vefa sahipleri bu makûs talihi değiştireceklerdir. Bu cümleden olmak kaydıyla Rodos’u birileri bugünlerde çok geçte olsa fark etti. Geç kalınmışlığın verdiği mahcubiyeti en kısa zamanda gidermek de bu hükümete nasip oldu. Vakıanın süratle ele alınması ve uluslararası hukuki müeyyidelerin tekrar gözden geçirilmesi zaruri hale gelmiştir. Kıbrıs adasının önemi bizim için neyse Rodos’un önemi de en az o kadardır. Geçmiş ahde vefasızlık Ecdat eserlerinin talan edilmesinde de kendini göstermiş. Adada bulunan birçok Osmanlı eseri bakımsızlık yüzünden bugün artık yerlerinde değil. Birçoğunun kapısına da restore bahanesiyle yıllar öncesinden zincir vurulmuş. Günümüze erişebilenlerse kendi kaderleriyle baş başa bırakılmış. Yunanistan Adada 4000 civarında Müslüman soydaşımızın yaşamasına rağmen, ibadet için sadece bir camiyi kullanmalarına izin vermekte.

 

EVLİYA ÇELEBİ’DE GİTMİŞTİ

 

Yunanistan’ın Gümülcüne ve İskeçe dışındaki bölgelerinde bu kadarına bile izin vermediğini de biliyoruz. Peki, sormak lazım; Biz neden Rum Kiliselerine ibadet özgürlüğü veriyoruz? Cennet misali ada güzelliğiyle Evliya Çelebi’nin seyahatnamesine de konu olmuş.  Bakın ne diyor ünlü seyyahımız, Rodos ve Kalesi hakkında: “ Dünyayı dolaştım böylesini görmedim ” diyor. Geride kalan eserleriyle Osmanlı’nın devr-i baharında İslam mührünü Rodos’a vurduğunu görüyoruz. Yunanistan bugün bu eserleri bir bir yok ediyor. Murat Reis Külliyesi bunlardan biri. Külliyenin perişan halini görüp vicdanı sızlamayacak bir insan tasavvur edemezsiniz. Murat Reis Camisi restore edilmiş ancak ibadete açılmasına Yunanistan izin vermemiş. Murat Reis Külliyesi’nin, “dostlar alışverişte görsün” hesabına pespaye bir işçilikle şadırvanı ve dış duvarları boyanmış. Külliyenin iç kısmı ise yürek parçalayan cinsten. Devletimiz açısından bakıldığında, bu konuda sorumluluk sahasına giren herkesin üzerinde hassasiyetle durması gereken bir durum var ortada. Ata yadigârı binlerce eser ortadan kaldırılmaya çalışılırken, İzmir deki Ayavukla kilisesine milyonlarca lira harcanarak yapılan yenileme de gözlerden ırak tutulmasın. Ortaya çıkan asimile faciası Yunanlılar açısından yüz karası olmuştur. Ama biz biliyoruz ki, düne kadar vilayetimiz olan Yunanistan bu zulmü yek başına yapmıyor. Onda o yürek ne gezer.  Ezcümle, Rodos adasında yaşayan 3-4 bin soydaş ve dindaşımız, dillerini ve kültürlerini tamamen kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Rodoslu genç kuşakların anadillerini yeniden öğrenmeleri amacıyla el yordamıyla açılan kurslarda Türkçemizi yeniden canlandırma gayretleri sürüyor. Ancak desteğe ihtiyaç had safhada. Herkesi ve her kesimi “Kayıp Neslimizin” yaşadığı Rodos’a yardıma davet ediyorum. Bunun yanı sıra, epey genişçe bir alana yayılan Osmanlı kültür coğrafyasının zenginliğini gözler önüne seren mimarî eserlerin tespit edilmesi, korunarak gelecek kuşaklara aktarılması yönünde Hükümete ve TİKA’ya önemli işler düştüğünü, zorlu, ancak bir o kadar da onurlu bir görevin halkımızın himmetini ve kurumlarımızın gayretini beklediğini belirtmek isterim.

 

 

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP