SOFYA/BALKAN GÜNLÜĞÜ
1989 yılı Bulgaristan’daki Türkler için acı ve ayrılığın tarihi olarak kayda geçti. Bulgaristan’da 1984 yılından itibaren Türk azınlığa asimile politikası uygulayan Jivkov yönetimindeki komünist rejim amacına ulaşamayınca 1989 yılında zorunlu göçe karar verdi. Asimilasyona direnen Türklerin toplama kamplarında zulme maruz bırakıldığı 1989 yılı Jivkov rejiminin de sonunu getirdi.
Bulgaristan’daki Türkler için 1989 yılı, acı ve ayrılığın tarihi olarak kayda geçti. Zira komünist rejimin baskıları nedeniyle ülkede yaşayan Türkler işkenceye maruz kaldırdılar, evlerinden zorla çıkartılarak göçe zorlandılar. Bulgaristanlı Türkler, Türkçe olan isimlerini Bulgar isimleriyle değiştirmeye zorlandı, İslam dinine ait her şey yasaklandı. Bu büyük zulmün mimarı dönemin Bulgaristan devlet başkanı Todor Jivkov’du. Jivkov’un 23 Haziran 1989’da gerçekleştirdiği Moskova ziyaretinde Sovyet lider Mihail Gorbaçov’a söyledikleri yaşanacak dramın da habercisiydi: “Ülkemizde iki büyük sorun var. Birincisi ekonomi. Bunu halletme şansımız var. İkinci sorunumuz ise Müslümanlar. Elimizdeki verilere göre bunların sayısı 800-850 bin civarında. Yıllık nüfus artışları ise 15-16 bin. Eğer bir tedbir almazsak 20 yıl sonra Bulgaristan ikinci bir Kıbrıs’a dönüşecek. Bizim hesaplarımıza göre, 500 bin kişiyi göç ettirmemiz gerek. Bunun için yeni bir politika üretmemiz lazım. Ama kesin görüşümüz şu ki; biz bunları asla Türk olarak kabul etmeyeceğiz.” Bu konuşmadan kısa bir süre sonra dünya hafızalardan silinmeyen görüntülere tanık oldu. Kimliklerini korumak için sahip oldukları her şeyi geride bırakan yüz binlerce Türk Kapıkule’ye doğru yürüyüşe geçti.
ASİMİLASYON DÖNEMİ
Bulgaristan’daki Türklerin 1989 yılında göçe zorlanması, 1984 yılından sonra giderek artan asimilasyon politikalarının sonucuydu. Rejim değişikliğinden sonra açıklanan belgeler, Bulgaristan Devleti’nin asimilasyon politikasını doğrudan komünist parti eliyle uyguladığını ortaya koydu. Belgelere göre, 1984 yılı sonlarından itibaren Komünist Parti’nin en üst karar alma birimi olan politbüro, Türklere yönelik “Yeniden Doğuş-Uyanış Süreci” adı altında sistematik bir asimilasyon siyaseti başlatmıştı. Bu siyasetle belirlenen maddeler, ülkedeki Türklere kimliklerini koruyarak yaşamak hakkı tanımıyordu. Bu maddelerden bazıları şöyleydi:
– Türk isimlerinin Bulgar adlarıyla değiştirilmesi
– Türkçe konuşmanın yasaklanması
– Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerden koparılarak, Bulgarların yoğun yaşadığı yerlere yerleştirilmesi
– Türkçe eğitim kurumlarının ve kuran kurslarının kapatılması
– Bulgar ve Türkler arasında karma evliliklerin parayla teşvik edilmesi
– Alınan kararlara uymayanların para ve hapis cezasına tabi tutulması
Dönemin Bulgaristan lideri Todor Jivkov’un öncülüğünde hayata geçirilen baskıcı politika, “Tek Devlet, Tek Ulus” ilkesine dayalı olarak yürütüldü. 17 Nisan 1986’da zorla isim değiştirme kampanyasına katkılarından dolayı içişleri bakanlığında görevli kişilerden ve subaylardan oluşan 179 kişiye Todor Jivkov tarafından devlet nişanı bile verildi.
Binlerce Türk’ün adı zorla değiştiriliyordu. Kamusal alanda Türkçe konuşanlar hapis cezasına çarptırılıyordu. Eğitim ve basında da Türkçe yasaklanmıştı. İsim değişikliğine direnenleri ise daha büyük bir acı bekliyordu. Yüzlerce Türk o dönem Türkiye’de dizilere de konu olan Belene Adası’nda kampta kötü muamele ve işkenceye maruz kaldı.
O dönemde 300 bini aşkın Türk kökenli Bulgaristan vatandaşı yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı. Türk azınlığının gösterdiği direniş, 1989 yılı başlarından itibaren dünya kamuoyunda duyulmaya başlandı. Todor Jivkov yönetimi, giderek artan direniş karşısında bu kez zorunlu göç kararı aldı.
29 Mayıs 1989’da Bulgaristan milli radyosundan okunan bir bildiriyle, sınırların açıldığı ve isteyen herkesin ülke dışına çıkmasının serbest olduğu açıklandı. Politbüro bu süreci, ülke içinde ve dışında “Bulgaristan Türklerinin büyük gezisi” olarak tanıttı ve zorunlu göç “gönüllü turistik seyahat” olarak adlandırıldı.
BELENE ÖLÜM KAMPI VE CEBEL GÖSTERİLERİAncak yaşanan dram sadece göçle sınırlı değildi. Özellikle Belene Kampı’na kapatılan Türkler sistematik olarak işkenceye maruz kaldı. Baskılara karşı düzenlenen gösterilere Bulgar polisinin sert müdahaleleri sonucu ise can kayıpları yaşandı. Belene ya da Belene Ölüm Kampı. Tuna nehri kenarında Todor Jivkov tarafından açılmıştı. Burası, ilk zamanlarda sosyalist rejimin muhalif unsurları ve çeşitli şualardan hüküm giymiş suçluların kapatıldığı bir kamptı. Ancak 1980’lı yıllarda Bulgaristan’da yaşayan Türk kökenli vatandaşların asimile edilmesi için kullanılmaya başlandı. 80’lı yıllarda kamp, tamamıyla asimilasyon üzerine faaliyet gösterdi. Kamptaki kişiler; yargı kararları ile değil, keyfi uygulamalarla kampa yerleştirildi. Kampa kapatılan Türkler; Türkçe konuşmak, sünnetli olmak ve geleneklerini sürdürmekle suçlanıyorlardı. Aslında Belene Kampı, Bulgaristan Türklerine, Türkiye’ye göçmeleri için baskı aracı olarak
kullanılıyordu.
Kampta Türklere uygulanan insan hakları ihlâlleri arasında dayak, tecavüz, psikolojik baskı gibi uygulamalar yer alıyordu. Bulgarca isimleri kabul etmeyen Türkler de bu kampa hapsediliyordu. Belene kampındaki işkencelerle birlikte Türklerin üzerindeki baskılar 1989 yılının mayıs ayında doruk noktasına çıktı.
Bulgaristan’da ardı ardına gösteriler başladı. O yıllarda Türklerin kamuya açık alanlarda toplu halde bulunmaları bile yasaktı. Ancak 1989 yılında Cebel’de gerçekleşen bir cenaze töreni kısa süre içinde bir gösteriye dönüştü. 19 Mayıs günü yapılan gösteriye katılan yüzlerce kişinin talebi; zorla alınan isimlerinin geri verilmesi ve tutuklu Türklerin özgürlüğüne kavuşmasıydı. Cebel’de yaşananların duyulmasından kısa süre sonra gösteriler diğer kentlere de sıçradı.
“Mayıs olayları” olarak da bilinen bu süreçte, Deliorman, Razgrad, Kırcaali ve Haskovo’da gösteriler düzenlendi. Binlerce Türkün katıldığı eylemlerde, dönemin komünist partisi polisinin göstericilere ateş açması sonucu üç Türk hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı.
1989 OLAYLARININ TANIĞI: MESTAN ADALI
İsim değiştirme ve asimilasyon, Bulgaristan Türklerinin üzerinde derin izler bıraktı. Nisan 1956 yılında düzenlenen Komünist Parti toplantısında başlatılan uygulamalar aşamalı olarak Türklerin haklarını gasp etti. 1984 yılı aralık ayında Kırcaali yöresi halkı bu girişimlere karşı ayaklansa da komünist parti katliamlarla bu girişimleri bastırdı. Bu tarihin unutulmaması ve Türkçenin okullarda yerini alması için büyük çabalar sarf eden, dönemin tanıklarından emekli Türkçe öğretmeni Mestan Adalı da hayatını bu davaya adamış isimlerden. Mestan Adalı, Ostrovets, Adaköy’den emekli bir Türkçe öğretmeni. Bütün hayatı boyunca çocuklara Türkçeyi sevdirmek için çalışmış. Türkçenin yasaklandığı dönemlerde kitaplarını toprak altında saklayarak, mücadelesinden vazgeçmemiş. Adalı, Bulgaristan’da Türklerin kimliğini silmek için uygulanan baskılara şahit olmuş. Adalı o günleri şöyle anlattı: “O unutulmaz Nisan Plenumu kararları ışığı altında, Türkçeyi birer, ikişer saat azaltmaya başladılar, sonunda hepten Türkçe dersleri yasaklandı. Tiyatrolarımız da kapandı. Politbüro 84 yılında bir belge çıkardı, ona göre Bulgar kökenli vatandaşların isimleri değiştirilecek. Oysa bizler temiz Türk kökenli olduğumuz için rahat durumdaydık. Ne yazık ki 85’in sonlarında Türklerin de, bizlerin de yüzde 100 adlarını değiştirmeye başladılar. Bu bize çok ağır geldi. Direnişin ilk ışığı Kirli’de yandı, sonra kıvılcımlar etrafa dağıldı. Ayaklandık, karşı geldi, lakin bir şey elimizden gelmezdik, çünkü ordumuz yoktu silahımız yoktu. Mecburen sopayla adlarımızı değiştirdiler.” 1989 yılında halkın baskılara dur demek için başlattığı ayaklanmalar Adalı’nın hafızasından hiçbir zaman silinmemiş. Adalı, zulme karşı gösterilen direnişi bugün gibi hatırlıyor: “Milletimiz bu büyük asimilasyona, baskıya dayanamazdı. Onun için de ilk ışıklar Kirli’de yandı. Aynı ay 19 Mayıs Cebel Meydanı insanlarla dolup taştı. Daha çok dayanamayacağız, adlarımızı geri istiyoruz diye sesler yankılandı.”
Ve ardından o büyük göç. Geride bırakılan evler, hayatını kaybedenler. Adalı şunları söyled: “Ondan sonra da unutulmaz büyük göç çıktı. Milletimiz güneye akın etti, ama akıbetini bilmeden, nereye gidiyor, niçin gidiyor, bir daha dönecek mi, bu belli değildi. Ayrılık, hasretlik, milletimizin boynu büküldü. Benim de kardeşim Bursa’da soluk aldı. Diğeri ise baskılara dayanamayarak, tarlada kalp krizinden vefat etti. Ben ise yalnız kaldım. Şimdi kapılar açık. Yollar dümdüz. Lakin ne de olsa hasretlik belimizi büktü. Her zaman beraber olmadığımız için tüm bunlar bize ağır geliyor.”
DAĞ ETEKLERİNDE YAŞAM ZOR
Mestan Adalı, tüm yaşananlara rağmen özünü, kültürünü yaşatmak için tüm varlığıyla mücadele eden Adalı ve ailesi şimdi evlerinde tarım ve çiftçilikle uğraşıyor. Ancak dağ eteklerinde yaşam zor. Ardı ardına yağan dolu ve sert mevsim şartları geçim kaynağı olan tüm ekinini elinden almış.
Adaköy nüfusunun büyük çoğunluğu yaşlılardan oluşuyor. Gençlerin büyük bölümü Türkiye’de, bir kısmı ise Batı Avrupa’da gurbette. Rodop köyünde yaşam adeta durmuş. Yaşanan zulmü hafızalarından çıkaramayan insanların en büyük tesellisi ise ibadetlerini özgürce yerine getirebiliyor olmak.
Adaköy’deki caminin uzun yıllar kapalı kaldığını kaydeden Adalı demokrasiye geçişten sonra yeni camiye kavuştuklarını kaydetti. Adalı, “Buna sebep de 1950 göçmeni Hacı Mercan. Onun tüm uğraşıları sonucunda bu cennet gibi camiye kavuştuk. İnsanlar da rahatlıkla ibadetlerini görüyorlar” diye konuştu.
Genç nüfusun azlığı ve yaşamak için gurbete yapılan yolculuklar köyde en fazla eğitimi vurmuş. 1989’a kadar çocuk sesi yankılanan okullar bugün sessiz. Adeta terk edilmişliğin ve çaresizliğin birer simgesi halindeler. Adalı şöyle devam etti: “1989 göçü Kırcaali ilinde yaşantıyı olduğu gibi, eğitim sistemini de derinden zedeledi. Emirler köyünde 1989’a kadar 300 çocuk eğitim görüyordu. Ancak şimdi gördüğünüz gibi okul binası bir viraneye döndü. Sayısı az olan çocuklar ise, komşu köylere ve kasabalara okula gidiyor. Buradaki okul ise, eski günlerin hatıralarını saklıyor. Ömrümün yarısından fazlası öğretmenlikte geçti. Şimdi emekli öğretmenim. Çocukları görünce eski günlerim aklıma geldi. Eski yıllar. Neydi o yıllar. 1992 yılında vatanımızda 160 binden fazla Türkçe okurken, maalesef bu yol onların sayısı 5,6 bine indi. İşte şu evlatlarım bile Türkçe okumuyorlar. Ne yazık. Kitaplar da 1992 senesinde basıldı. O zamandan beri kitap basılmadı. Basılanlar da tahrip oldu, kaybolup gitti.”
Yıkılmış köy okulunu oyun alanına çeviren çocuklar artık geleceğe umutla bakmak istiyor. Rodop dağları da sinesindeki acı hatırlarla Türklerin kader ortağı olmaya devam ediyor.
TÜRK KÖYLERİNİN ÇOĞU ISSIZ KALDI
Bulgaristan’dan 1989 yılında yaşanan göçün ardından geride terk edilmiş köyler ve evler kaldı. Çoğu yıkılmış haldeki köy evleri, hane sakinlerinin dönüşünü bekliyor. Ancak 1989’dan sonra da ekonomik sıkıntılar sebebiyle devam eden göçten geri dönenlerin sayısı oldukça az. Bulgaristan Türklerinin en yoğun yaşadığı üç ana bölge Kırcaali, Deliorman ve Dobruca. 1989 yaz aylarında 350 bin vatandaş Türkiye’ye göç etti. Daha sonraki yıllarda göç, ekonomik nedenlerle Batı Avrupa’ya da devam etti. Şimdilerde Rodoplarda onlarca köy ıssız kaldı.
Zaman içinde daha da ıssızlaşan bu bölgelerin başında ise Kırcaali geliyor. İlde 1989 göçü sonrası 11 köy tamamen terk edildi. 30 köyün toplam nüfusu ise 300 bile değil. Ostrovets, Adaköy’de de durum farksız. 1989 göçü öncesinde ailelerin yaşadığı 215 haneden bugün geriye 80’i kalmış durumda. Evlerin yarısı, tamamen yıkılmış ve yok olmaya yüz tutmuş. İstatistiklerin arkasında binlerce insanın hikâyesi ve dramı saklı. Mestan Adalı, Bulgaristanlı soydaşların duygularını şöyle özetliyor: “Hasretlik, gurbetlik, milletimizin canına tak dedi. Onun için de ben, şu canım, garip milletime adanan şiiri yazdım: yıllardır yüzün gülmedi benim canım, garip milletim ayrılık da sana, hasretlik de sana, gurbetlik de sana, yetmezmiş gibi, dede yadigârı bu topraklardan kovulmak da sana. Neyin yoktu ki, hepsini aldılar. Adını, dilini, dinini, alamadıkları- bir gözyaşımız ve unutulmaz Belene’miz!”
Geride kalan köylerde büyük göçün izlerini görmek mümkün. Zira Bulgaristan’da yaşanan dram her hanede tüm çıplaklığıyla halen duruyor. Rodop köyleri de 1989 olaylarının tanıkları. Yıkılmaya, yok olmaya yüz tutmuş, sahiplerini bekleyen pencereler adeta göçün sessiz tanıkları oldu. Bir zamanlar okul, kültür evi, işletmeler ve büyük tarım kooperatifinin bulunduğu Adaköy’de bugün nüfus yok denecek kadar az. Zira ekonomik zorluklar geri dönüşün önündeki en büyük engellerden biri olarak halen duruyor. 1989 göçü sadece insanlar için değil, Bulgar ekonomisi için de, sarsıntılarla dolu bir yıl oldu. Merkez sistemden serbest, liberal piyasa ekonomisine geçen ülkede birçok işletme kapatıldı. Adaköy etrafında ve 89’a kadar 300 kişiye iş sağlayan tuğla ve kiremit fabrikası kapatıldı. Burada şimdi işsizlik yüzde 50’yi geçiyor. Avrupa Birliği üyesi Bulgaristan’da, benzer köy manzaraları olağan bir hal almış durumda. Kırsal kesimlerin kalkındırılması, köylüye ve çiftçiye tarım fonlarından yardım çalışmalarına rağmen çözüm mekanizmalarına rağmen, sorunların çözümleri halen çok uzak.
GÖÇÜN ARDINDAN YALNIZ KALANLAR
Bulgaristan’da yaşanan acı göçün ardından ekonomik sıkıntılarla boğuşan insanlar soluğu batı Avrupa’da aldı. Arkalarında evlatlarından ayrı, yaşlı anne ve babalar kaldı. Tüm ailesini yurt dışına gönderen 70 yaşındaki Cemile Şerif de onlardan biri.
Şerif, şunları söyledi: “Tek başımayım. Adım Cemile Ahmet Şerif. 70 yaşındayım. Kızlarım Belçika’da, Türkiye’de. Torunlarım var, damadım var. Torunumun Ağustos’un 15’inde düğünü var, Bursa’ya gidiyor, Bursa’ya düğüne buyur edin.”
Evinde yalnız yaşadığını kaydeden Cemile Şerif, gönlünü televizyonla eğlendirdiğini kaydetti. Şerif, “Okuyerim, yaterim ve hayli bir sonra yüreğim geçeri. 15 senedir yalnızım. Her akşam telefon ediyorlar, senede bir kez geliyorlar. Kışın ben gidiyorum 4,5 ay onların yanına. Burada tutumuyorlar beni yalnız olduğum için” diye konuştu. Cemile Şerif, bizlere yaşamını anlatırken telefonu çalıyor. Arayan yaşlı annenin Belçika’daki kızı. Belçika’dan kızıyla konuşuyor: “Napeeri (ne yapıyor) gelinim, damadım, ikiz çocukların napeeri… nene desene kızım, ne istersin neneden.. Nenesi kızımın!”
Kızıyla konuştuktan sonra eski günleri anlatmaya devam ediyor Cemile Şerif: “O zaman eşim vardı, iki ihtiyarım vardı, kalabalıktık, şimdi tek başıma kaldım. Uçtular gittiler, kuşlar gibi, şimdi bekliyoruz gelinler diye. Burada komşularım var, onlar geliyor, akşam olunca burada çeşmenin yanına toplanırız. 5, 6 karı sohbet ederiz, vakit geçiririz.” Günlerin nasıl geçtiğini anlatırken komşuları geliyor Cemile teyzenin. Aralarında sohbete başlıyorlar: “Ooo, burada bu arada hepimiz yalnız başımıza yaşıyoruz. Beş, altı karı var hepimizin eşleri yok. Türkiye’de çocukları, kimisi Belçika’da ihtiyarlar hep burada yalnız duruyorlar. Allah başımıza yazmış, yok çaresi ne yapalım!” Cemile teyze köyde bol olan zamanını genellikle bahçesinde geçiriyor. Yazın ziyaretine gelecek kızları ve torunları için sebze yetiştiriyor. Onlara vermek için şişe ve kavanozlara erzaklar hazırlıyor. Geri kalan zamanı ise bekleyişle geçiyor.
KIRCAALİ’DE KÖYLERİN YARISI BOŞ KALDI
Bulgaristan’da asimilasyon ve baskı politikalarından en fazla etkilenen bölgelerden biri Kırcaali oldu. Kırcaali’de yaşayan Türkler, evlerini, yurtlarını terk etti. Ancak göç 1989’da yaşananlarla sınırlı kalmadı. Sonrasında da devam etti. Bazı ilçelerinde işsizliğin yüzde 30, köylerde ise yüzde 60’ı geçtiği ilde, ekonomik nedenlerden dolayı genç nüfus Batı Avrupa’ya çalışmaya gitti. Güney Bulgaristan’ın en güzel kentlerinden biri Kırcaali. Burada insanların, ister Bulgar, ister Türk, ana kaygısı geçim ve gelecek derdiyle ilgili. Modern bir şehir olan Kırcaali, aynı zamanda halk arasında “ Türklerin başkenti” olarak da biliniyor. 2007 yılında gerçekleşen Avrupa Birliği üyeliğinin ardından meydana gelen ekonomi kaynaklı göç bölgenin kaderini belirledi.
Nüfusun ne kadarının bölgeden göç ettiğin ise kesin olarak bilinmiyor. Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz, göçle birlikte bazı köylerin yarı yarıya boşaldığını söylüyor. Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Bu göç Kırcaali’yi çok etkiledi. Bir yandan Kırcaali’de nüfus oranı ve Türk-Bulgar dengesini tamamen değiştirdi. Köylerden, kasabalardan göç edenlerin çoğu yüksek tahsilli insanlar, doktorlar. Onlar da Kırcaali’den göç etti. Kırcaali’de büyük boşluklar oluştu. Bazı köyle yarı yarıya boşaldı. Aynı zamanda bunu söylemek lazım, Kırcaali’de her bir ailede illa ki Türkiye’ye göç eden bir kişi vardır. Tabi 1989 yılında sonra Türkiye’den sonra, Batı Avrupa’ya da başladılar göç etmeye. Ama siz sorsanız ki, sizi aile burada mıydı, her bir aileden bir kişi Türkiye’deydi.”
GERİ DÖNÜŞ
Son yıllarda ise ülkeye dönüşler artmış durumda. Emekliye ayrılan yüzlerce aile, evlerine geri dönüyor. Ancak dönenlerin çoğu Türkiye’de doğan değil, ufak yaşlarda evlerini terk etmek zorunda kalanlardan oluşuyor. Hasan Aziz, “Evet, 2015 yılında Türkiye’den Kırcaali’ye dönen kişiler var. Ama buna da dikkat etmemiz lazım. Kırcaali’ye dönen insanlar, göç ederken 25, 30 yaşlarında olan ve Türkiye’ye giden kişiler geri dönüyor. Ama Türkiye’ye 0-7-10 yaşlarında giden, orada eğitimini alan, şu anda Türkiye’de yetişen ve çalışan kişilerden, ben dönen bilmiyorum” ifadelerini kullandı.
TÜRKİYE’DEN GERİ DÖNENLER
Orhan Ada Türkiye’de çalışıp emekli olduktan sonra Bulgaristan’a geri dönenlerden. İzmir’deki çalışma hayatının ardından büyüdüğü Adaköy’e gelen ada mahallede bir bakkal açmış. Ada, şunları söyledi: “Biz de Türkiye’ye göç edenlerden biriyiz. Orada 10-15 sene çalıştık, emekli olduk. Emekli hakkını kazandıktan sora buraya döndük, iki kızım var. Onlar orada. Birisi Çorlu’da, birisi İzmir’de. Burası bizim vatanımız, biz burada büyüdük, burada yetiştik. Eskiden tütün işinde çalışıyorduk, şimdi gelince bu dükkânı açtık, geçiniyoruz işte burada.”
1989 yılında Türkiye’nin yolunu tutan binlerce kişi, doğup, büyüdükleri yerden uzaklaştığı gibi, demografik dengeleri de değiştirdi. 1989’da ilk demokrasi kıvılcımları Kırcaali ilindeki Cebel ve köylerde çıktı. Türkler kendi hak ve özgürlüklerinin iade edilmesi için ayaklandı. Günümüzde ise Kırcaali, açılan sınırların, elde edilen serbest dolaşım hakkı ve iki ülke arasında olumlu gelişmelerin örneklendiği somut bir yer haline geldi.
23 YILDA 3 MİLYON BULGAR GÖÇ ETTİ
7 milyon 200 bin nüfusa sahip Bulgaristan’da son 23 yılda 3 milyona yakın kişi ülkeyi terk etti. Yurtdışında yaşayan veya çalışan Bulgarların sayısı 2 milyon 200 bin olarak gösterilse de, sivil toplum örgütlerinin araştırmaları bu sayının 3 milyona yakın olduğunu ortaya koyuyor. Bulgar yatırımlar ajansı verilerine göre, Bulgaristan’da daimi çalışanların sayısı 2 milyon 200 bin, yurtdışında çalışan Bulgar vatandaşlarının sayısı ise 2,5 milyon. Asgari ücretin 180 Euro olduğu ülkede 2014 verilerine göre işsizlik yüzde 11,2 düzeyinde. Bu rakamlar Avrupa Birliği ülkelerine yönelik işgücü göçünün en temel nedeni. Bulgaristan 25 yıl önce liberal piyasa ekonomisine geçti. Devlet yapıları özel ellere geçti. Fakat beklenilen ekonomik refah bir türlü yaşanmadı. Bunun sonucunda vatandaşlar çareyi Batı Avrupa’ya iş göçünde buldu. Bulgar vatandaşlarının çalışmak ve yaşamak için en çok tercih ettiği ülkeler Türkiye, ABD, Yunanistan ve İspanya. Bulgaristan’da önce 1989 zorunlu göç dalgasıyla, daha sonra da ekonomik nedenlerle Türkiye’ye göç edenlerin sayısı 500 bini bulmuş durumda. 1 Ocak 2014 tarihinde serbest çalışma hakkına kavuşan Bulgarlar, çalışmak için özellikle Londra’yı tercih ediyor.
AB’nin, 2007 yılında Bulgaristan’la imzaladığı üyelik antlaşması gereği Bulgaristan vatandaşları, 1 Ocak 2014 tarihinden itibaren ab ülkelerinde serbest çalışma imkânına kavuştu. Ancak bu karar birliğin bazı üyeleri arasında, aşırı işçi akımı ve yeni göç dalgası endişelerine yol açtı. Beklenilen yoğunluk yaşanmadı, AB’nin eski üyelerinin “sert tedbir” politikası da yumuşadı. Çalışmak için ABD, Yunanistan ve ispanya’ya gidenlerin sayısı 1 milyon düzeyinde. ABD’de 300 bin, Yunanistan’da 350 bin, İspanya’da 250 bin Bulgaristan vatandaşı bulunuyor. Yunanistan’da çalışan Bulgarlar, Arnavutlardan sonra bu ülkede geçimini sağlayan ikinci en büyük yabancı grup. Yunanistan, Bulgar vatandaşları için çalışma izni istemiyor. Sadece Girit adasında 30 binden fazla Bulgar çalışıyor. Yunanistan’da daimi yaşayanların sayısı 200 bin olsa da, mevsimlik tarım işleri döneminde orada çalışan Bulgarlar 350 bini buluyor. Bunlar sadece resmi kayıtlara geçen rakamlar. Yunan basınına göre, ülkedeki Bulgar çalışanların sayısı 500 bine yakın. İspanya’da ise kayıtlı olmayanlarla beraber sayısı 250 bini bulan Bulgar işçileri, özellikle hizmet ve tarım sektöründe çalışıyor. İspanya’daki kriz sonrası Bulgaristan’a geri dönenlerin birçoğu, sosyal yardım veya emeklilik hakkını kazanmış durumda. Son dönemde İngiltere de Bulgarlar için cazip bir iş piyasasına dönüştü. Bulgaristan, kalifiye işgücünün yurtdışına çıktığı ülkeler sıralamasında balkanlarda ikinci sırada yer alıyor. Bir araştırmaya göre, Bulgaristan’dan en fazla yönetici ve mühendisin göç ettiği tespit edildi. UNESCO tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre de geçen yıl 6 bin genç eğitim için yurtdışına gitti. Eğitim için de en çok tercih edilen ülkeler İngiltere, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri. Araştırmaya göre, gençlerin yüzde 30’unun yurtdışına göç etmek istediği tespit edildi. Gençlerin yurtdışına gitmedeki en büyük sebeplerinin ise yüksek maaş ve iyi çalışma şartları olduğu belirtildi.
ERDİNÇ HAYRULLAH
Kırcaali Milletvekili ve Mestanlı eski Belediye Başkanı Erdinç Hayrullah, Bulgaristan’daki baskıcı politikanın neredeyse 100 yılı aştığını, 1956’de BKP’nin Nisan toplantısı denilen toplantıda alınan kararlardan sonra ise Bulgaristan’daki Müslümanlara, özellikle Türklere karşı asimilasyon politikası başladığını kaydetti. Hayrullah, şöyle devam etti: “Bunun başlangıcı öncelikle Türk tiyatroları ve okulları kapatmaktır, daha sonra 70’li yıllarda Pomak kardeşlerimizin isimlerini değiştirmektir, daha sonra, bunlar biraz konuşulmuyor, gizli kalıyor, ama belediyedeki kütüklerde Türktür diye yazı çekilmiştir. Misal olarak ben Erdinç Hayrullah, 74 doğumuyum. Benin belediyede kütükte “Bulgaristan vatandaşı Türktür” diye yazıyor. 79 sonrası olan kardeşlerimizin “Türk” diye yazmıyor. Daha sonra 1984 yılında zorunlu isim değiştirme kampanyasıyla son bulur.”
1990-91 yılında Bulgaristan’da yeni anayasanın kabul edildiğini ancak o anayasayı Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) onaylamadığını hatırlatan Hayrullah, “O Anayasada “azınlık” diye Türklere statü verilmedi, o yüzden bazı haklarımızı almakta zorlanıyoruz. Misal olarak anadilinde eğitim sorunu. Türk çocuklarına anadili serbest veya zorunlu seçmeli ders olarak veriliyor. Oysa biz bunun eğitimde yer almasını istiyoruz. 30,40 yıl öncesinden bunun örnekleri var ve çocuklarımızın Türkçe okumasını istiyoruz” ifadelerini kullandı.
MAYIS OLAYLARI 26 YILDIR ANILIYOR
Bulgaristan Türkleri, baskıcı politikaya ve asimilasyon kampanyasına karşı başkaldırdıkları Mayıs 1989 ayaklanmalarını her yıl “Mayıs Olayları” adı altında bir dizi etkinlikle anıyor. Türk kökenli Bulgar siyasetçiler o günleri şöyle anlattı:
HÖH Haskovo Milletvekili Saliha Emin:
“10 Mayıs 2015’te Burada, Karamanlar’da anma törenleri var. 31 yıl önce hak, özgürlük, din, dil, adetlerimiz ve örflerimiz için mücadele eden kahramanlarımızla birlikteyiz. Ancak şimdi, Bulgaristan parlamentosuna baktığımızda, partilerin verdiği mesajlara baktığımızda, aşırı milliyetçilerin azınlıklara yönelik politikaya baktığımızda, gerçekten haklar ve özgürlükler tekrar sorunlardan oluşuyor. O yüzden biz burada gençlerimize, tarihini bilmeyen, geleceği öngöremez, düşüncesiyle, bu anma törenlerini düzenliyoruz.”
25 YILDIR DEMOKRASİDE YAŞIYORUZ
HÖH Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza:
“1989 olayları Bulgaristan’da geçiş sürecinin bir başlangıcıydı ve burada Türklerin payı çok büyük olduğu için, gurur duyuyoruz. 25 yıldır demokraside yaşıyoruz, ancak bugünkü hükümete baktığımızda, milliyetçi kesimler içinde yer alıyor, Bulgaristan parlamentosunda iki tane milliyetçi parti vardır. Bu milliyetçi partilerin verdiği mesajlar, yalnız ayrımcılığı, Türklere karşı nefreti, korkuyu ifade etmektedir. Biz demokratik parti olarak bundan rahatsızlık duyuyoruz ve buna mücadele etmeye kararlıyız.
Bulgaristan’da Türkler hala gereken yerini almış değil, iktidarda, idaresinde. Bizim partimiz iktidardayken gençlere iş imkânları doğuyor, höh iktidar dışında kaldığında gençlerimiz işten kovuluyor. Haa gizli bir ayrımcılık ve milliyetçilik var Bulgaristan’da ve 25 yıl sonra da biz bununla mücadele etmeye devam edeceğiz.”
Haskovo Milletvekili Mehmet Ataman:
“Ne kadar da yasak olsa, biliyorsunuz Türkçe konuşmamıza ceza var, aynı zamanda bugün hükümette olanlar geçirmek istiyor 3 ile 5 yıl ceza bunun için. Ona rağmen bizler, büyüklerimizin dediği gibi, zamanında bir yazarımızın dediği gibi “ben yanmazsam, sen yanmazsan, nasıl çıkarız aydınlığa “
AP Milletvekili İlhan Küçük:
“Bu konuları devamlı Avrupa Parlamentosunda gündeme getiriyoruz, ben, Necmi Ali, filiz hanım (bunlar AP vekili) sorumuz oldu Avrupa komisyonuna. Şu an cevabı da bekliyoruz. Irkçılar politikası dolayından Bulgaristan’da iki cümle türkçe konuşamadığımız için, bunları gündeme getiriyoruz ve getirmeye devam edeceğiz. Biliyorsunuz genel başkanımız davası Strasburg’a kadar ulaştı, benim de kendi davam (mahkemem) var. Katiyen onlar Bulgaristan’ın bu görüşlerine katılmıyorlar. Hatta onlar Bulgaristan’daki bu sorunu bilmiyorlarmış, biz onara detaylı bir şekilde aktardık.”
AP Milletvekili Necmi Ali:
“Bakın Avrupa parlamentosunda sadece üç Türk var. Biz bütün dünyada ve Bulgaristan’da Türklerin temsilcisiyiz. Türkiye olmasaydı bugün Bulgaristan AB üyesi olamayacaktı. Nedense 25 ülke arasında özel kanunla Bulgaristan’ı destekleyen ülke varsa, o da Türkiye Cumhuriyeti oldu. Biz de söz verdik, Avrupa yolunda destek olacağımız Türkiye için.”
BERLİN DUVARI JİVKOV REJİMİNİ DE YIKTI
1980’lerin sonları yaklaşırken Sovyetler Birliği’nde Mihail Gorbaçov’un başlattığı glasnost ve perestroyka, yani açıklık ve yeniden yapılanma hareketi tüm doğu bloğu ülkelerine yayıldı. Dünya tarihinin en büyük kitle gösterileri birbirini izledi. Polonya’da dayanışma sendikası 1980’de başlattığı demokrasi mücadelesini kazanarak iktidara geldi, Macaristan’da da muhalefet partileri yasallaştı.
Serbest seçimlerin önü açıldı. 9 Kasım 1989 gecesi Berlin Duvarı’nın yıkılması domino etkisine neden oldu. Diğer Doğu Bloku ülkelerindeki rejimler de bu etkiyle teker teker sarsılmaya başladı. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bir gün sonra 10 Kasım 1989’da benzer gelişme bu kez Bulgaristan’da yaşandı.
Kendilerine eko glasnost adını veren bir gruba bağlı 4 bin kişi 45 yıl sonra ilk kez yönetim aleyhtarı gösteri düzenledi. Bu gösterinin ardından 1954’den beri 35 yıldır Bulgaristan’ı yöneten Bulgaristan Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı Todor Jivkov 10 Kasım 1989’da görevinden istifa etti.
1954’de Bulgaristan Komünist partisi Genel Sekreterliğine seçilen Jivkov’un siyasi yaşamı, 10 Kasım 1989 günü noktalandı. Jivkov’un istifasından sonra yerine 15 yıldır Dışişleri bakanlığını sürdüren Petar Mladenov getirildi. Ancak Bulgaristan’da sular durulmadı. Jivkov’un yargılanmasını ve serbest seçimlerin yapılmasını isteyen 100 bin kişi Sofya’da bir gösteri yaptı. Ardı ardına gerçekleşen protestolar sonunda 29 Aralık 1989da ülkede yaşayan Türklere yeniden kendi adlarını kullanma hakkı ve ibadet etme özgürlüğü tanındı. Devlet başkanlığı ve parti genel sekreterliğine Getirilen Anrey Lukanov’la birlikte 1990’ların başında muhalefete karşı tavrını yumuşatan komünist partisi Haziran’da serbest seçimleri yapma kararı aldı. Komünist Partisi’nin adı da sosyalist parti olarak değiştirdi. 10 ve 17 Haziran 1990’da iki kademeli ve 1932den bu yana ilk kez yapılan çok partili seçimleri, Bulgaristan sosyalist partisi kazandı.
SOYDAŞLARIN GÖÇ ÇİLESİ 1925’TE BAŞLADI
Ancak Bulgaristan Türklerinin göç dramı 1989’la da sınırlı değil. Ülkedeki Türkler, daha önce de birçok defa topraklarını terk etmek zorunda kaldı. Balkan savaşlarıyla birlikte başlayan göçler 1980’lere kadar devam etti. Türkiye ile Bulgaristan arasında 1925’de imzalanan ‘Dostluk Anlaşması’nda Türkiye’deki Bulgar azınlığı ile Bulgaristan’daki Türk azınlığının korunmasına ilişkin bazı hükümler yer alıyordu.
1925’te imzalanan ikinci bir anlaşmaya göre Türk ve Bulgar azınlıkları taşınabilir mallarıyla birlikte göç edebileceklerdi. İki devlet göçlere engel olmayacaklar, göç etmek isteyenler askere veya iş gücü kamplarına alınmayacaklar, gerekirse göç sırasında yardım göreceklerdi. 1925’ten 1945’e kadar Türkiye’ye Bulgaristan’dan yüz bine yakın Türk göç etti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgaristan komünist rejime geçti. 1950’de Bulgar hükümeti 250 bin Türk’ü Türkiye sınırına sürdü. Bulgaristan yoksul olan bu kitlenin Türkiye’ye kabul edilmesini istedi. Aniden gelen olay üzerine iki ülke arasında notalar düellosu başladı. Türkiye Bulgar sınırını iki kez kapatmak zorunda kaldı. Kriz güçlükle aşılabildi. 1950 ve 1951 yılında iki anlaşma daha yapıldı. İki yıl içinde 150 bin civarında göçmen Türkiye’ye göç etti. 1964 yılında Türkiye parçalanmış ailelerin birleştirilmesini istedi. Bulgar rejimi şiddetle itiraz etti. İki ülke arasında yeni bir kriz daha yaşandı.
Bulgarların “Yüz Gün Savaşları” diye andıkları, 100 gün süren müzakereler sonucunda kriz aşılabildi. 1968’de iki ülke arasında İmzalanan göç anlaşması kapsamında 1985’e kadar Türkiye’ye 130 bin kişi göç etti. Bulgar resmi belgelerine göre 1956’da Türk kökenli nüfus 656 bindi. Bu sayı her yıl artıyordu. 1985’te Türklerin sayısı 1,5 milyon civarındaydı. Türkler her yıl 30 bin kişi artarken Bulgar nüfusu düşüşteydi. Bazı nüfus araştırmalarına göre Türk nüfusu 2030’da yüzde 49’a kadar çıkıyordu. Göçlere rağmen Türk nüfusun artması “Jivkov Rejimi”ni endişelendirdi. Türk azınlığı dinine ve milliyetine sıkı sıkıya bağlıydı. Bu yüzden 1950’lerden itibaren uygulanan asimilasyon çabaları fayda vermedi. 1980’lerde ise daha büyük bir baskı ile Türk azınlığı sindirme ve eritme politikası yürürlüğe sokuldu.
BALKAN SAVAŞLARIYLA OSMANLI’DAN KOPTU
Balkan Savaşları’nın, bir anlamda da Balkan coğrafyasının Osmanlı’dan tamamen kopuşunun üzerinden tam yüz yıl geçti. Binlerce Türk aradan geçen zaman içinde yeniden Anadolu’nun yolunu tuttu. Ancak bugün Meriç’in batısında kalan topraklarda halen yüz binlerce Türk yaşıyor. Balkanların fethinden sonra Rumeli’ye yerleştirilen ve “Evlad-ı Fatihan” olarak isimlendirilen Türk toplulukları, bölgede İslam’ın yayılmasında da önemli rol oynadı. Balkan coğrafyasının her köşesinde Horasan ve Anadolu erenlerinin izlerine rastlamak mümkün. Bosna-Hersek’te her yıl düzenlenen ayvaz dede şenlikleri bırakılan kültürel mirasın örneklerinden sadece biri. Ancak Balkanlar’daki Türk izleri bunlarla sınırlı değil. Mostar’dan Manastır’a, Priştine’den Sancak’a onlarca kent Osmanlı döneminde inşa edilen camilere, köprülere, hanlara ve kervansaray’lara ev sahipliği yapıyor.
Bu mirasın asıl sahipleri, Osmanlı’dan kopuşun ardından büyük acılarla karşı karşıya kaldı. Bazen büyük kitlesel göçler, bazen de toplama kampları. Hafızlarda acı dolu günler olarak kaldı. Ancak soğuk savaş’ın ardından balkan Türkleri içinde hayat yeniden başladı. Bulgaristan, Makedonya ve Kosova’da yaşayan Türkler bir dönem dışlandıkları kendi topraklarında iktidara bile ortak oldu. Ancak bu tüm sorunların bittiği anlamına da gelmiyor. Bugün itibariyle Bulgaristan’da 800 bin dolayında Türk ve Müslüman azınlık yaşıyor. Bu nüfus diğer Balkan ülkelerine oranla en geniş Türk azınlığı oluşturuyor. Makedonya’da ise bugün 80 bin dolayında bir Türk azınlık nüfusu mevcut. Makedonya’daki etnik çeşitliliğin yarattığı zorunlu denge; Makedonya’nın dış politikasında komşuları Arnavutluk, Yunanistan ve Bulgaristan ile yaşadığı sorunlar Türkiye ile yakınlaşmasını sağladı.
Bunun sonucu olarak Türkiye’nin de baskısı ile 2000 yılından sonra Müslüman Türkler ve Arnavutların talepleri karşılanarak anayasal statüleri iade edildi. Bu noktadan sonra, Türkiye ile Makedonya arasında çok sıkı bir işbirliği başladı. Günümüzde ülkedeki Türk azınlık genel olarak ciddi bir sorun yaşamıyor. Siyasi temsilleri de sorunsuz bir şekilde sağlanıyor. Bugün Kosova’da 18 bin Türk azınlık yaşıyor. Sancılı bir sürecin ardından 2008’de Kosova’nın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Türkler, Sırplar ve Boşnaklar ile birlikte azınlık olarak tanındılar. Böylece hukuki statüleri garanti altına alındı. Bugün Yunanistan’da Batı Trakya Bölgesi’nde, Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe illerinde yaklaşık 150 bin dolayında Türk azınlık yaşıyor. Lozan antlaşması ile karşılıklı olarak Türkiye’de İstanbul Rumları, Yunanistan’da da batı Trakya Türkleri azınlık statüsünde bırakıldı. Antlaşmayla bu azınlıkların hukuki statüleri güvence altına alındı. Osmanlı devleti döneminden bu yana bu topraklarda yaşayan Türkler kendi seçtikleri müftünün Yunan devleti tarafından tanınmaması, Yunan devletinin azınlığı “Türk” olarak tanımlamaması gibi birçok sorunla karşı karşıya.
Ancak son yıllarda batı Trakyalı Türklerin en çok canını yakan sorunlar işsizlik ve ekonomik kriz. Bölgenin diğer ülkeleri Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Romanya da binlerce Türk’e ev sahipliği yapıyor.
www.dunyabulteni.net’ten alınmıştır.
HABERLER
3 gün önceHABERLER
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
6 gün önceKÖŞE YAZARLARI
11 gün önceKÖŞE YAZARLARI
17 gün önce