1990-2014 yılları arasında Arnavutluk’ta siyasal hayat

28 Nisan 2024 - 09:55

1990-2014 yılları arasında Arnavutluk’ta siyasal hayat

1990-2014 yılları arasında Arnavutluk’ta siyasal hayat
Son Güncelleme :

27 Eylül 2014 - 11:48

1.031 okuma
(Last Updated On: 27/09/2014)

Bölgenin anahtar ülkesi konumunda bulunan Arnavutluk’un istikrarı başta komşuları olmak üzere, patlamaya her an hazır barut fıçısı gibi olan Balkanlar içinde büyük önem taşımaktadır. İstikrarlı bir Arnavutluk’un statüsü bakımından belirsizliğini koruyan bağımsız Kosova içinde ayrıca önem taşımaktadır.

 

Dr. Tayfun Atmaca

Araştırmacı-Yazar

 

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) lideri M. Gorbaçov’un iktidara gelmesinin birinci ayında Enver Hoca, halkına çektirdiği bütün acıları geride bırakarak öldü. 11 Nisan 1985’de ölen Enver Hoca’nın yerine, rejimin ikinci adamı olan Ramiz Alia getirildi. Arnavutluk Emek Partisi’nin Başkanı ve ülkenin yeni lideri Ramiz Alia, daha ilk günden Enver Hoca’nın yolunda yürüyeceğini açıkladı. 41 yıl Arnavutluk’ta tek yetkili güç olan Enver Hoca’nın bütün yetkileri yeni lidere geçti. Ramiz Alia ülkenin reformlara ihtiyacını bilmekle beraber, etkisini sürdüren Enver Hoca’nın karısı Necmiye Hoca’dan (Nexhmije Hoxha) çekinmekteydi. Partide güçlü bir konumda olan Necmiye Hoca, kocasının görüşlerinin ülkede devam etmesini; 1961’de SS-CB, 1978’de Çin’den kopan Arnavutluk’un kendi kendine yettiğini savunmaktaydı. Dışa açılımın gereksizliğini savunan Necmiye Hoca, ülkenin yönetim şeklinin de en ideal sistem olduğunu vurguluyordu. Ramiz Alia tüm bu koşullar içerisinde, az da olsa bir şeyler yapmaya çalıştı. Çeşitli ülkelerle diplomatik ilişkiler kurdu ve bunlarla az çok ticari ilişkilere girdi. Ülke yabancı televizyonları izlemeye başladı. Arnavutluk’un güneyinde Yunan, kuzeyinde Yugoslavya ve merkezde İtalyan yayınları rahatlıkla izlenmeye başladı. Adriyatik’in küçük ülkesi, komünizmin son dönemini Ramiz Alia ile yaşadı ve Enver Hoca’ya oranla daha yumuşak bir rejimle yönetildi. 1985 -1989 yılları, zor ekonomik şartlar içerisinde sakin olarak geçti. İç ve dış politikadaki bu sakinlikle Arnavutluk, 1989’dan sonra başlayacak olan olaylara sanki sessizce hazırlanıyordu. Mart 1985’te Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği’ne getirilen Gorbaçov’un başlattığı açıklık ve yeniden yapılanma politikası, kısa zamanda komünizm ile yönetilen Doğu Avrupa’da hızla kendisine yer buldu. Ardından 1989 yılı içerisinde Ağustosta Polonya, Ekimde Macaristan ve Doğu Almanya, Kasımda Çekoslovakya ve Bulgaristan’da uygulama alanı bulan Glasnost ve Perestroyka hareketleri, Romanya lideri Çavuşesku ve eşinin korkunç bir şekilde öldürülmesiyle amacına ulaştı.

REFORM RÜZGÂRLARI

Arnavutluk yöneticileri başlangıçta bu reform rüzgârlarından etkilenmeyecekleri tahmininde bulundular. Ancak diğer komünist liderlerin başlarına gelenleri Yunan, Yugoslav ve İtalyan televizyonlarından izlediler. Bu olaylar, Ramiz Alia’nın izlediği politikadan artık vazgeçmesi gerektiğini ortaya koydu. Ekonomik yönden sıkıntılar içerisinde olan ülkenin uzun zamandır ihtiyacı olan reformlar engellemenin artık bir anlamı yoktu. Komünist liderlerin tek tek düşüşünü Tiran’dan izleyen yöneticiler, aynı olayların kendi ülkelerinde yaşanmaması için gerekli tedbirleri almak zorundaydılar. En önemlisi de bu reformları yapmak için halen şanslarının olmasıydı. Doğu Avrupa’daki komünist rejimlerin tek tek yıkılmasından sonra, Arnavutluk Komünist Partisi de rejimi yumuşatmak için bazı kararlar almaya başladı. Ramiz Alia bu kararları alırken, Necmiye Hoca’nın engellemeleri ile karşı karşıya geldi. Ülkenin istihbarat servisi “Sigurimi”nin 8 bine yakın personeli Necmiye Hoca’ya bağlı durumdaydı. Bundan güç alan Necmiye Hoca reformlara karşı çıkıyor ve engelliyordu. Buna rağmen olaylar Necmiye Hoca’nın gücünü aştı. Avrupa’da komünizm yıkılırken, Arnavutluk’ta da demokratikleşmeye doğru dönüşü olmayan bir gidiş başladı. Ülkede tepkiler yoğunlaştı. Bunun sonucunda Ramiz Alia 17 Nisan 1990’da Arnavutluk’un ABD ve Sovyetler Birliği ile ilişki kurabileceğini açıkladı. 7-8 Mayıs 1990’da Arnavutluk Halk Meclisi’nin yaptığı toplantıda, hukuk ve insan hakları konusunda yeni kararlar alındı. Bu kararlara göre, ceza hukuku liberalleşiyor, ibadet serbestîsi ka-bul ediliyor ve vatandaşların yurtdışına çıkmalarına izin veriliyordu. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Javeir Perez de Cuellar, demokratikleşmeye doğru adım atan Arnavutluk’a, 11 Mayıs 1990 tarihinde bir gezi düzenledi. Genel Sekreter gezi sonucunda yaptığı açıklamada, Arnavutluk yöneticilerinin Doğu Avrupa’da esen reform rüzgârlarına kapıldıkları izlemini edindiğini ve kendisine insan hakları konusunda güvence verildiğini açıkladı.

RAMİZ ALİA’NIN İLK TOPLANTISI

12 Mayıs 1990’da Ramiz Alia ilk basın toplantısını yaptı. Alia “Arnavutluk, hürriyet, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm yolundan geri döndürülemez” dedikten sonra, ülkenin küçük olduğunu ve bu sebeple “kuvvetli bir birliğe” ihtiyaç duyduklarını belirtti. Daha sonra, “Sanıyorum ki, bize Fransız veya İngiliz usulü demokrasi tavsiye etmek abes olacaktır” ifadesini kullandı. Ramiz Alia bu ifadelerle halkın nabzını tutuyor ve Doğu Avrupa da meydana gelen olayların kendi ülkesinde olmasını engellemeye çalışıyordu. Arnavutluk’taki gelişmeler az da olsa ümit verici duruma gelmiş, Avrupa’nın kendi kendine yaşamını sürdürmeye çalışan tek ülkesi Arnavutluk’ta yalnızlık politikası sona ermişti. Arnavutluk birçok sorunları ile birlikte demokrasiye hızlı bir geçiş yapamazdı. Bunun en önemli nedeni komünistlerin etkisinin halen çok fazla olması ve reformlara karşı çıkan parti üyelerinin bulunmasıydı. Arnavutluk yöneticilerinin yaptığı açıklamalar sadece halkın tepkisini azaltmaya yönelikti. Sonuçta hiçbir uygulamaya gidilmiyordu. Sürekli reformların yapılacağının açıklanması halkın yükselen tansiyonunu düşürmeye yetmedi. Hükümeti insanların ihtiyacını karşılamada çok yetersiz kaldı. Halk hükümete karşı tepkilerini yoğunlaştırmaya başladı. Haziran 1990’da binlerce kişi bir anda Tiran’da bulunan Batılı devletlerin büyükelçiliklerine sığınmaya başladı. Bu olaylardan rahatsızlık duyan hükümet, elçiliklerin etrafında sıkı güvenlik önlemleri alarak kaçışları önlemeye çalıştı. Sığınmacılar en fazla Batı Almanya büyükelçiliğini tercih ediyorlardı. Ramiz Alia daha önceden sözünü ettiği reformları uygulamaya koyacağını söylediyse de halkın kaçışını önleyemedi. Üstelik ülke karıştı. Kavaja şehrinde halk tepkilerini dile getirmek amacıyla şehirdeki Komünist Parti binasını işgal etti, parti başkanını ağır şekilde yaraladı ve kendilerine ateş açılmasını isteyen polis şefini öldürdü.

 

STALİNİZM’İN SON KALESİ

Stalinizm’in son kalesi Arnavutluk’taki komünizm çatırdamaya başlamıştı. Arnavut halkının sınır bölgelerine yakın olan kısmı ülke dışındaki gelişmeleri televizyonlardan izleyerek gelişimin hızlanmasını sağladı. Özellikle Kosova’da Arnavutça yapılan televizyon yayınları Arnavutluk üzerinde önemli etkide bulunuyordu. Özgürlüğe doğru koşan Arnavutlar hayatlarının risk altında olduğunu bilmelerine rağmen kaçışlar her gün devam etti. Polisin açtığı ateş altında elçiliklere sığınan Arnavutlar, Avrupa’nın son totaliter devleti olan Arnavutluk’ta, özgürlük, düşüncelerini açıkça ifade etmek ve daha iyi beslenmek istediğini söylüyorlardı. Temmuz 1990’da yaklaşık 4 bin Arnavut Tiran’daki çeşitli elçiliklere sığındı. Bunlardan bin 500 kadarı Batı Almanya büyükelçiliğine sığındı. Tiran’daki elçiliklere sığınan Arnavutların sayısı her geçen gün artarken, binlerce insan da Adriyatik denizini aşıp İtalya’ya ulaşmaya çalıştı. Küçük tekne ve botlarla büyük risk altında İtalya’ya kaçan Arnavutlar bir anda Avrupa ülkelerinin dikkatini çekmeye başladılar. Haziran 1990 içerisinde 4,500 Arnavut’un geçişi ile başlayan İtalya yolculukları, her ay artarak devam etti. Rejimin demokratikleşme sürecine adım atmasını beklemeden kendilerini Arnavutluk’un dışında görmek isteyen insanların bu hareketleri, kendi ülkelerindeki bu rejim içerisinde güvende olmadıklarını gösteriyordu. Bu nedenle de fırsat bulan her Arnavut ölümü göze alarak, ya polis ateşinin altında elçiliklere sığındı, ya da küçük teknelerle İtalya’ya ulaşmaya çalıştı. Ayrıca, sınır bölgelerinde fırsat bulanlar da Yunanistan ve Yugoslavya’ya illegal olarak geçti. Vatandaşlarını tutamayan Arnavutluk hükümeti, yer yer meydana gelen sokak çatışmalarını da önleyemiyordu. Daha radikal kararlar alınarak sorunu çözmeye çalışan yönetim, 15 Eylül 1990’da insan hakları ile ilgili tüm yükümlüklerin yerine getirileceğini ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK)’na tam üye olmak istediğini açıkladı. Devlet Başkanı Ramiz Alia 28 Eylül 1990’da ilk defa Birleşmiş Milletler Toplantısı’na katılarak bir konuşma yaptı. Ramiz Alia, Arnavutluk Komünist Partisi’nin 6-7 Kasım 1990’da yaptığı toplantıda yeni reformları içeren bir rapor hazırladı. Buna göre, demokratik hürriyetlerin genişletilmesi, hukuk devletinin geliştirilmesi için anayasa değişiklikleri yapılacak, sosyalist gelişimin bugünkü safhasında 1976 anayasasının gözden geçirilecekti. Ayrıca ekonomik alanda ve din konusunda anayasa değişikliğine gidilecekti. 6-7 Kasım’da toplanan Merkez Komite’nin aldığı en önemli karar ise, 10 Şubat 1991’de çok adaylı ve gizli oyla genel seçim yapılacağının açıklanmasıydı. Merkez Komite’nin bu önemli kararları almasına rağmen olaylar durmadı. 9 Aralık 1990’da, Tiran ve İşkodra’da üniversite öğrencileri “reform istiyoruz” ve “diktatörlüğe hayır” sloganları ile gösterilere başladı. Arnavutluk artık bir ihtilal havasına girmişti. Öğrenci hareketlerinin hızlı bir şekilde diğer şehirlere yayılması, yönetimin 11 Aralık 1990’da yeni bir toplantı yapmasına sebep oldu. Merkez Komite yaptığı bu toplantıda siyasi hayatta çoğulculuk ve demokratikleşme ilkesini benimseyerek, ülkede başka siyasi partilerin kurulması ve 10 Şubat 1991’de yapılacak seçimlere katılmasını kabul etti. Bunun üzerine 12 Aralık 1990’da ülkenin ilk siyasi partisi olarak Demokratik Parti kuruldu. Kısa bir süre sonra da Hıristiyan Demokrat Parti kuruldu. Öte yandan 13 Aralık 1990’dan itibaren Tiran, İşkodra, Elbasan şehirlerinde öğrenci gösterileri daha da şiddetlendi. Yönetim sert tedbirler almak zorunda kaldı ve birçok öğrenciyi tutukladı. Ramiz Alia 26 Aralık 1990’da yaptığı konuşmada, çok partili ve çok adaylı seçimlerin 10 Şubat 1991’de yapılacağını belirtirken, geçmişte yapılan hatalara rağmen, Komünist Partisi’nin Marksist ideolojiyi terk etme niyetinde olmadığını açıkladı. 5 Ocak 1991’de, halen tutuklu bulunan 202 siyasi suçlu için af çıkartıldı. 16 Ocak 1991’de, iktidardaki Komünist Partisi ile muhalefet partileri arasında yapılan bir toplantıda, seçimlerin, muhalefet partilerinin hazırlanmasına imkân vermek amacıyla, 31 Mart 199l’e ertelenmesi kararlaştırıldı. 18 Ocak 1991’de ise, İskender Bey meydanında bulunan ve Tiran’ın tek camisi olan Ethem Bey Camii’nde 15,000 kişilik bir cemaatin (dini propaganda ve ibadetin yasaklandığı 1967 yılından beri ilk defa) namaz kılmasına izin verildi.

SEÇİMLERE GİTME KARARI

Ramiz Alia seçimlere gitme kararını çok geç almasına rağmen, seçim tarihini, siyasi partilerin hazırlıklarını tamamlamasına fırsat vermeyecek bir zamanda belirledi. Aralık 1990’da kurulmuş olan siyasi partilerin Şubat 1991’de başarılı olmalarını hiç kimse bekleyemezdi. Bu durumu iyi tahlil eden Ramiz Alia, güvenlik güçleri, askerler ve komünist kadrolardan güç alarak, partilerin kurulmasını ve seçimlerin yapılmasını mümkün olduğu kadar geciktirmeye çalıştı. Özellikle öğrencilerden gelen tepkiler, Alia’nın bu kararının daha fazla gecikmesini önledi. Seçimlerin yapılacağının açıklanması ülkedeki gergin olan durumu, yumuşatmaya yetmedi. Elçiliklere sığınanlar, ülkeden kaçanlar halen de-vam ediyordu. En önemlisi de yönetime karşı Demokratik Parti’nin desteklediği öğrenciler her geçen gün ülkedeki tansiyonu daha da yükseltiyordu. Öğrencilerin organizesi altındaki geniş bir halk kitlesi 20 Şubat 1991’de Tiran’ın merkezindeki İskenderbey Meydanı’nda toplandı. Kızgın kalabalık sürekli olarak “Hoca-Hitler” diye bağırdı ve sonrasında Hoca’nın heykeli paramparça edildi. Polis silah kullanarak kalabalığı dağıtmaya çalıştı. Ramiz Alia olay sonrası ülkedeki büstlerin kaldırılacağını açıkladı. Tiran meydanında tanklar ve çok sayıda polisler gösterileri önlemek için kullanıldıysa da, halk gösterilerine devam etti. Arnavutluk yönetiminin, özgürlük ve demokrasi vaatlerini yavaşta olsa uygulamaya çalışması, ülkedeki karışıklığı ve yurtdışına kaçışları önlemeye yetmedi. 21 Şubat 1991’de mevcut sokak gösterilerinin son bulması amacıyla Adil Çarçani başkanlığındaki hükümet görevden alındı. Fatos Nano başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu.

31 Mart seçimine doğru gidilirken Arnavutluk İşçi Partisi önemli bir adım daha atarak 11 Mart 1991’de AGİK’e üye oldu. Dört gün sonra 15 Mart 1991’de de ABD ile siyasal ilişkiler resmen kuruldu. Bütün bu karışıklıklara rağmen halk seçimden umutluydu ve birçok şeyin değişeceğine inanıyordu. Ramiz Alia’nın demokrasi ve özgürlük vaatleri halkı tatmin etmediğinden büyükelçiliklere sığınmalar ve ülke dışına kaçmalar seçim öncesinde aniden çoğaldı. Şubat 1991 ayının sonunda 3-4 bin kişilik grup, ye-tersiz ve çok eski deniz araçları ile İtalya’ya geçti. Arnavutluk İşçi Partisi sürekli olarak halkı yatıştırmaya ve ülkede tutmaya çalışırken, Demokrat Parti lideri Gramoz Pasko, “….Gidin, burada yaşamaktansa denizde ölmek daha iyidir“, diyor ve havayı gerginleştiriyordu. 1991 yılı Mart ayının ilk haftasında bütün dünya basını gözünü İtalya’ya çevirdi. 20 bin Arnavut vapurlarla İtalya’nın Brindisi limanına sığınmaya çalışıyor fakat kabul edilmiyordu.

 

ARNAVUT MÜLTECİLER

 

İtalyan hükümeti bir hafta içerisinde 20 binden fazla Arnavut mültecinin gelmesinin, hazırlıklarının bulunmadığı bir olay olduğunu belirterek, sığınmaları kabul etmeyeceğini açıkladı. Binlerce Arnavut’un geceyi İtalya’nın Brindisi limanında birbirlerine sarılmış olarak geçirdiklerini gösteren televizyonlar bütün Avrupalıları şoke etti. Bu görüntüler evlerinde İtalyan televizyon programlarını alabilen Arnavutları da oldukça etkiledi. Buna rağmen kaçışlar olağan hızıyla devam edince İtalyan hükümeti, Otranto boğazındaki geçişleri engellemeye başladı. İtalyan Başbakanı, li-mana sığınan Arnavutların büyük çoğunluğunun siyasi değil ekonomik mülteci olduğunu ve ülkeye girmelerinin mümkün olmadığını tekrar vurguladı. Ayrıca donanmayı kullanarak mülteci gemilerini denizde durdurma ve yeniden Arnavutluk sularına dönmelerini sağlayacakları açıklamasında bulundu. Bu durum, BM Mülteciler Yüksek Komiseri’ni İtalya’ya Arnavutların karaya çıkmalarına izin verilmesi yolunda harekete geçirdi. BM yetkililerin bu girişimi İtalya’nın kararlı tutumlarını değiştirmeye yetmedi. Arnavutluk Başbakanı Fatos Nano, Tiran’da, hükümetin insanların gitmelerine izin vermekten başka bir seçeneğinin bulunmadığını, alternatifin ise askerlere kaçakları vurmalarını emretmek olduğunu belirten bir açıklama yaptı. Demokratik Parti yetkilileri ise, Arnavutluk Hükümeti’nin 31 Mart tarihindeki genel seçimden üç hafta önce binlerce anti-komünist seçmene el sallayarak veda etmekten memnun olduğunu ileri sürdü. Bu duruma hazırlıksız olan İtalya Hükümeti, 11 Mart 1991’de Başbakan Yardımcısı’nı Arnavutluk’a gönderdi. İtalya, mültecilerin durdurulması karşılığında Arnavutluk’a gıda ve tıbbi yardım teklifinde bulundu. Buna karşılık, Arnavutluk Hükümetinden bütün siyasi mahkûmların bir kaç gün içerisinde serbest bırakılması istendi. Bunun üzerine Arnavutluk bütün limanlarını askeri bölge ilan etti ve İtalya’ya kaçışlar önlendi. İtalya Hükümeti de limanlarında bulunan mültecileri yerel okullara yerleştirdi ve daha sağlıklı ortamlar sağlanmasında önemli adımlar attı. Mart-Nisan 1991’de 20 bin kişinin Durres limanından botlara binerek, İtalya’ya kaçmalarının 3 nedeni vardı: a- Ekonomik kriz, b- Demokratların Marttaki seçimden umutsuz olmaları, c- Ülkede karamsarlık havasının devam etmesi. Bütün bu olaylar Arnavutluk’ta yapılacak seçimleri, dünya basınının daha yakından izlemesini sağladı. Arnavutluk unutulmuş kapalı bir ülke konumundan çıkıp, bölgedeki istikrarı etkileyebilecek önemli bir ülke konumuna geldi. Sali Berisha ve Gramoz Pashko liderliğinde kurulan DP ile Arnavutluk’ta çok partili siyasi yaşama geçilmişti. Mart 1991’de seçimin yapılacağının açıklanmasına rağmen ülkedeki karışıklıklar sona ermedi. Bu karışık ortamda çok kısa da olsa seçim kampanyası için faaliyetler başladı. Seçim kampanyası dönemini siyasi tecrübesi olan Arnavutluk İşçi Partisi daha iyi değerlendirdi. Ramiz Alia bu kısa dönemde yaptığı açıklamalarla kendisini ve partisini oldukça avantajlı bir duruma getirdi. Açıklamalara göre:

a- Ülkeden illegal olarak çıkanların, tekrar ülkelerine dönmeleri halinde cezalandırılmayacağı ve oy kullanma hakkının olacağının açıklanmasından sonra yaklaşık 2 bin kişi Yunanistan’dan Arnavutluk’a tekrar döndü ve dönenlerin büyük bir kısmı Ramiz Alia’yı destekledi,

b- Seçimlerden hemen önce, 20 bin Hıristiyan ve Müslüman’a pasaport verileceğinin açıklanması, uzun yıllardan beri ateizmin etkisinde yaşayan halkın Arnavutluk İşçi Partisi’ni desteklemelerini sağladı,

c- Seçimlerden sonra, ordu, polis ve mevcut sistemin komünist kontrolünden çıkarılacağı, özel yatırımlara izin verileceği ve yabancı sermayenin ülkeye girmesinin kolaylaştırılacağının açıklanması propaganda döneminde Ramiz Alia’ya büyük avantaj sağladı. Ramiz Alia halk için önemli olan bu açıklamalarla birlikte Arnavutluk’un Sosyalist bir ülke olarak kalacağını özellikle belirtti.

Demokratik Parti ise seçimlere tam olarak hazırlanamadı. Kuruluş aşamasında olan bir partinin seçimde bir zafer kazanması beklenemezdi. Yine de alacakları her oyun öneminin bilincinde olan Demokratik Parti yetkilileri, kısa propaganda dönemi içerisinde radikal ekonomik reformlar yapılması gerektiğini vurguladı. Ayrıca Tiran Üniversitesi’nde ki öğrenci eylemlerini destekleyerek büyük ilgi toplamayı başardı. Ramiz Alia sözünde durdu ve 31 Mart 1991’de ilk demokratik seçimler yapıldı. Doğu Avrupa Komünist Partileri’nin değişim rüzgârları önünde tek tek seçim kaybetmesine rağmen Arnavutluk’ta tam tersi oldu. 31 Mart 1991 seçimlerini yüzde 65 oy çoğunluğu ile Arnavutluk İşçi Partisi kazandı. Demokratik Parti ise oyların ancak yüzde 30’unu alabildi. 250 üyelik Halk Meclisi için Arnavutluk İşçi Partisi 169 üye, Demokratik Parti 75 üye, Yunan Azınlık Partisi Omonia 5 üye ve Arnavutluk Mücadele Partisi 1 üye çıkarabildi. Halk Meclisi’nin 2/3 çoğunluğunu elde eden Arnavutluk İşçi Partisi iktidarını devam ettirmek için halkından onay alırken, Ramiz Alia da Cumhurbaşkanı seçilmişti. Demokrat Parti’de ise alınan yüzde 30 oy normal karşılandı. Sali Berisha, kendini tam olarak halka tanıtamayan ve henüz dört aylık olan Demokratik Parti’nin, 45 yıllık İşçi Partisi karşısında alınan oyların başarı olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Arnavutluk İşçi Partisi’nin seçimlerde zafer kazanmasında birçok faktör önemli rol oynadı. İlk olarak, yapılan seçimler kırsal ve kentsel insanlar arasında bir kutuplaşma meydana getirdi. Şehirde yaşayan insanlar Demokratik Partiyi desteklerken, kırsal bölgelerdeki insanlar İşçi Partisi’ni destekledi. Ramiz Alia’nın seçim bölgesi Tiran’da bile Demokratik Parti açık üstünlük sağlamıştı. Şehirde yaşayanlar, biran önce demokrasinin Arnavutluk’a yerleşmesini isteyen eğitimli kişilerdi ve bunlara Demokratik Parti, seçim kampanyası döneminde çok rahat ulaştı. Bununla birlikte seçim kampanyasında çok az paraya sahip olan Demokratik Parti kırsal yörelerdeki seçmenlere ulaşamadı. Özellikle tarım reformu gerçekleştireceklerini ve kooperatifleşmenin yeni bir sistemle düzenleneceğini kırsal bölgede yaşayan seçmene anlatamadı. Böylece Demokratik Parti kırsal bölgelerden istediği oyu alamadı.

GEG VE TOSK’LAR

Arnavutluk’un kuzey dağlık bölgesinde yaşayan halk genel olarak Geg, güney bölgesinde yaşayan halk Tosk diye adlandırılır. Geg ve Tosk’lar etnik olarak birbirlerini ayrı görürler. Bu durum coğrafi ayrımın yanında siyasal ayrımı da ortaya koymaktadır. Bu iki grup, geniş bir kırsal oy tabanını oluşturmaktadır. Arnavutluk İşçi Partisi, güneyde yerleşik olan Tosklar’dan az da olsa oy çıkarırken, kuzeyde yerleşik olan Gegler’den çok az oy çıkarabildi, Geçmişte Arnavutluk’u etkileyen kuzey-güney arasındaki çatışma, seçimde kuzey-güney kutuplaşması ile tekrar gündeme geldi. Arnavutluk siyasal yaşamında demokratikleşmeye doğru gidilirken çıkan bu ayrım, belki de Arnavutluk’un bütünlüğünü etkileyecek boyuta gelebilirdi. İkinci Dünya Savaşı sonunda komünizmin ülkenin siyasal yaşamı olması ile birlikte, Tosklar bu sistemi daha çabuk benimseyip desteklediler. Bunun yanısıra Gegler sistemi desteklemediklerinden komünist yönetim tarafından oldukça baskı gördüler. Tosklar ise Geglerin lideri durumunda olan Ahmet Zogo’ya, cumhuriyet ve krallık döneminde destek vermediler. Arnavutluk’un bağımsızlığından bu yana siyasal yaşamda etkili ve tehlikeli olan bu ayrım, 31 Mart seçimlerinde tekrar gündeme geldi. Seçim, bu ayrımı göstermesi bakımından, Arnavutluk yöneticileri için büyük bir uyarı niteliği taşımaktaydı. Geg ve Toskların “Kuzey Arnavutluk” ve “Güney Arnavutluk” gibi çok tehlikeli bir bölünmeye girmeleri Arnavutluk’ta demokrasinin başlamadan bitmesi anlamına geliyordu. Ne var ki ikinci demokratik seçimlerde bu belirgin ayrımın ortadan kaybolması demokrasinin daha çabuk yerleşeceğini gösterdi. Bununla birlikte Geg ve Tosk sorunu her an Arnavutluk’un bütünlüğünü bozacak bir tehlike olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Arnavutluk Emek Partisi ülkedeki iktidarına devam ederken yeni bir görev paylaşımı oldu. Parti başkanlığı, devlet başkanlığından ayrıldı. Böylece parti başkanlığı’na Namık Dokle, başbakanlığa Fatos Nano ve cumhurbaşkanlığına Ramiz Alia, demokratik seçimle gelmiş oldu.
GÖLGELİ BAŞARI

Arnavutluk İşçi Partisi gölgeli başarılarını kutlarken, demokratlar çalışmalarına devam etti. Kırsal yörelerde örgütlenme ve kendilerini tanıtma çalışmalarını hızlı bir şekilde sürdürdüler. Mayıs 1991 ayında genel bir İşçi grevi ülkeyi sarsmaya başladı. Bu noktada demokratlar devreye girerek grevcileri destekledi ve sürekli anti-komünist sloganları kullanarak halk tabanını güçlendirdiler. Arnavutluk İşçi Partisi sistemi modernize edemezken, demokratlar sürekli yeni bir sistemin gerekliliğini halkla anlatmaya çalıştı. Temmuz 1991 ayında, İşçi grevleri devam ederken, İtalya’ya kaçışlar da aralıklı olarak devam etti. Arnavutluk İşçi Partisi Ylli Bufi başbakanlığında yeni bir koalisyon hükümeti kurdu. Sosyal Demokratik Parti ve Cumhuriyet Partisi’nin katıldığı bu koalisyona Demokratik Parti’nin de katılması istendi. Bu durum demokratları ikiye böldü. Sali Berisha koalisyona karşı çıkarken, Gramoz Pashko koalisyondan yana tavır aldı. Sonuçta Pashko, Y. Bufi liderliğindeki koalisyona katılırken, Berisha muhalefette kalmayı tercih etti. Koalisyon hükümeti de halkın gereksinimlerini yerine getiremediği gibi, ülkenin ihtiyacı olduğu reformları da gerçekleştiremedi. Eski politikaların dışına bir türlü çıkamadı. Bütün bunlara ek olarak binlerce genç insan ülkeden kaçmaya başladı. Yeni başlayan olumlu gelişmelere rağmen genç insanlar ülkelerinde durmak istemiyordu. Bu şartlar altında daha fazla dayanamayan koalisyon hükümeti Mart 1992 sonunda yeni seçime gitme kararı aldı. Birinci seçim sonunda kendisini halka daha iyi tanıtmayı başaran demokratlar, seçim kampanyası sırasında iki unsuru ön plana çıkardılar:

a- Serbest pazar ekonomisine geçişin gerekliliği,

b- Demokratik reformlar.

Ayrıca kampanya esnasında Kosova’nın bağımsızlığını kazanması gerektiği de sürekli gündemde tutuldu. Demokratlar Kosovalı siyasilerle ilişki kurmaya başladı ve Kosova yöneticilerinden destek aldı. Kosova Başkanı, demokratların yayın organlarında Demokrat Partiyi destekleyen beyanatlarda bulundu. Seçim kampanyasında, Demokratik Parti’nin yanı sıra Cumhuriyetçi Parti ve Sosyalist Parti’de, hızlı bir şekilde kendilerini göstermeye başladı. Sosyalist Parti’nin başkanlığını eski başbakanlardan Fatos Nano yapıyordu. Enver Hoca yanlısı bir politikacı olan Nano Arnavutluk İşçi Partisi’ndeki arkadaşları ile birlikte bu partiyi kurmuştu. Böylece Arnavutlukta yıpranmış olan İşçi Partisi’nin yerine Sosyalist Parti halka sunuldu. Demokratlar halkı uyararak Sosyalist Parti’nin İşçi Partisi’nden farklı olmadığını anlatmaya çalıştı. Buna karşılık Sosyalistler kendilerinin İşçi Partisi’nden farklı bir parti olduklarını halka benimsetmeye çalışırken, partinin de Avrupa solunun bir parçası olarak ortaya çıktığı görüşünü savundular. Ülkenin çözüm bekleyen öncelikli sorunu olan ekonomi de ise Sosyalist Parti ile Demokratik Parti ayrı görüşleri savundular. Sosyalistler ekonominin şok tedavi yoluyla düzeleceğini savunurken, Demokratik Parti serbest pazar ekonomisi modelini savundu. Ayrıca ekonomiye dış yardım ve yatırımın zorunluluğundan bahsedildi. Arnavutluk’un dış, yardım ve yatırıma ihtiyacı olduğunu anlayan Arnavutlar gözlerini Batı Avrupa’dan gelecek yardıma dikti. Bu esnada ABD ilk seçim sonucunda insani amaçlı bir yardımda bulunmuştu. İkinci seçim kampanyaları devam ederken ABD Hükümeti, Arnavutluk’a yapılacak yardım ve yatırımın demokrasiye tam olarak geçişle paralel olduğunu belirten bir açıklamada bulundu. Bu, kapalı olarak Demokratik Partinin ABD yönetimince desteklenmesi anlamına geliyordu. Amerika’nın Sesi radyosu ve Arnavutluk Dış İlişkiler Enstitüsü, ABD yardımının ülkeye çok gerekli olduğunu, bununda seçim sonuçları ile ilgili olduğunu belirterek DP’ye açık destek verdiler. Haziran 1991’de Arnavutluk’a 6 milyon dolar yardım yapan ABD, DP’ye seçim öncesi en büyük desteği verdi. Bununla birlikte Sosyalist Parti, ABD yardımına karşı çıkıyor ve Arnavutluk’un yeniden yapılanması gerektiğini, Avrupa’nın da Sosyalist Parti’yi desteklediğini savundu. Demokratlar bu duruma, günlük gazetelerinde “Demokrasi için oy, Demokratik Parti ve taraftarlarını ABD ve Avrupa destekliyor” şeklinde slogan kullanarak cevap verdiler. Demokratlar seçimi kazanacaklarından oldukça emin görünüyordu. Kampanyanın son gününde DP lideri Sali Berisha başkent Tiran’da bir miting düzenledi. 60 bin kişinin katıldığı bu mitingde Berisha, 22 Mart seçimini kazanacaklarını ve Arnavut halkının özgür ve demokratik bir ülkeye sahip olma rüyasının gerçekleşeceğini söyledi. Ayrıca Berisha bu seçimde komünizmin hatırlanmak istenmeyen kötü bir rüya haline geleceğini ve demokrasinin komünizme karşı zafer kazanacağını, 23 Mart sabahı Arnavutluk’un yeni bir yola gireceğini ifade etti. Seçime 11 siyasal parti katıldı. Seçim beklenildiği gibi Demokratik Parti ile İşçi Partisi’nin yerini alan Sosyalist Parti arasında geçti. Seçim öncesi Tiran ve İşkodra da iki güvenlik görevlisi öldürüldüyse de fazla bir olay çıkmadı. 140 üyelik parlamento için 2 milyon kişi oy kullandı. Sandıkların açılması ile birlikte Demokratik Parti yarışı önde götürdü ve sonuçta zafere ulaştı. Yüzde 62’lik bir çoğunlukla Demokratik Parti Arnavutluk’un siyasi iktidarı oldu. Sosyalistler ancak, yüzde 25 oy alabildi. 29 Mart 1992’de sayım sonuçlandı ve Demokratik Parti’nin zaferi resmen ilan edildi.

ELVEDA KOMÜNİZM

Neredeyse yarım yüzyıla yakın bir süre komünist partinin katı diktatörlüğü altında yaşayan Arnavutlar, seçimin ilk sonuçları açıklandığında sokaklara dökülüp “Elveda komünizm, yaşasın demokrasi” sloganları ile bayram yaptılar. Sali Berisha, seçimi kazandıkları belli olur olmaz verdiği demeçte, Arnavutluk’ta ilk işlerinin özelleştirmeye gitmek olacağını söyledi. 9 Nisan 1992’de Demokratik Parti Genel Başkanı Sali Berisha parlamento tarafından Devlet Başkanlığı’na seçildi. 140 üyeli yeni Arnavutluk parlamentosunda yapılan ve 132 üyenin katıldığı oylamada, 96 üye Sali Berisha’yı desteklerken, 35 üye red oyu kullandı. 1 oyun geçersiz sayıldığı seçimde Berisha’nın 94 oy alması yeterliydi. Berisha Başbakanlığa Aleksander Meksi’yi getirdi. Meksi, hükümetin öncelikle, ülkedeki düzeninin yeniden sağlanması ve çökmüş ekonomiye hareketlilik kazandırılması olduğunu ifade ettikten sonra, “Bunun bizim için çok zor bir görev olduğunu biliyoruz. Ancak halk son seçimlerde bizi desteklediğini göstermiştir. Bu nedenle tüm engelleri aşacağımız konusunda ümitliyiz” şeklinde bir açıklamada bulundu. Böylece yeni yönetimin önceliği ekonomiye vereceği ve ülkenin düzeninin sağlanmasının ekonominin düzelmesine bağlı olduğu görüşü ağırlık kazandı. Demokratik Parti’nin, 140 üyeli parlamentodan 92 üyeye sahip olması, radikal değişiklikleri gerçekleştirmesi için yeterli bir güce sahip olduğu anlamına geliyordu. Seçimde halkın tam desteğini alan Demokratik Parti, parlamentodaki sayı üstünlüğünün sağladığı güç ile komünist sistemi değiştirmeye başladı. Hukuk kurallarına dayalı sosyal bir modelin temelleri atıldı. Komünizm sistemindeki anayasanın yerini hukuka dayalı yeni hükümler aldı. Yeni anayasanın hazırlanması konusunda görüş birliğine varıldı ve yabancı uzmanlardan anayasa hazırlanmasında yardımcı olunması istendi. Siyasal kurumların gelişmesi desteklendi. Yasamaya ilişkin konularda parlamentoya geniş yetkiler sağlandı. Bununla birlikte Sali Berisha konuşmalarından, ulusun güçlü bir başkanlığa ihtiyaç duyduğunu ve anayasal hükümlere dayalı hukukun, başkana geniş yetkiler vermesi gerektiğini ifade etti. Başkana geniş yetkiler tanıyan hükümlerin çıkarılması konusunda parlamentoda tam bir görüş birliğine varılamadığı gibi, Demokratik Parti’de de ciddi tartışmalar çıkmasına neden oldu. Arnavutluk parlamentosu demokrasiyi Arnavutluk’a yerleştirmeye çalışırken, komünist sistemin izlerini de silmeye çalışıyordu. Bunun en önemli halkalarından biride Komünist Parti’nin faaliyetlerinin yasaklaması oldu. Arnavutluk Parlamentosu 16.7.1992’de aldığı bir kararla Komünist Partisi’ni yasadışı ilan etti. Parlamento yaptığı oturumda totaliler partilerin yasadışı ilan edilmesini öngören yasa tasarısı, kararın açıkladığı gün onayladı. Böylece Enver Hoca’nın uzun süren mücadelesi sonunda komünist sistemin tek uygulayıcı gücü olan Komünist Parti, kurucusunun ölümünden 7 yıl sonra resmen kapanmış oldu.

Eylül 1992’de Komünist Parti’nin Enver Hoca’dan sonraki lideri olan Ramiz Alia, kamu fonundan yasadışı para aldığı belirtilerek suçlu bulundu ve evinde tutuklu olarak kalması kararlaştırıldı. Komünizm döneminin son başkanı ve ilk seçim sonrasının başkanı olan Ramiz Alia, tutuklama kararının yanlış olduğunu belirtti. Suçlamaları kabul etmeyen Ramiz Alia, 45 yıl devlet için çalıştığını, mülkünün ve banka hesabının olmadığını iddia etti. Sahip olduğu iki tablosu, kitapları ve emekli maaşından başka bir şeyinin bulunmadığını belirten eski başkan, Arnavutluk’taki ilk demokratikleşme hareketini de kendisinin başlattığını söyledi.

 

YETMİŞ YAŞINDAKİ DEVRİK BAŞKAN

 

Arnavutluk’u dışa açarken kan dökmekten kaçındığını, Enver Hoca’nın ölümünden sonra serbest hareket edemediğini ve sürekli desteğe ihtiyaç duyduğunu belirten Alia, “1990-1991’e kadar yaşayan sistemlerden doğru olanının Çin’de uygulanan sistem olduğuna inandım. 1990’dan sonra durum farklıydı. Sistem kesin olarak değişmek zorundaydı. Temelden değil ama çatıdan başlayarak yavaş yavaş bu değişikliği oluşturmaya çalıştım” ifadesini kullandı. Yetmiş yaşındaki devrik başkan faşistler tarafından mahkum edildiğini ve Arnavutluk’a hizmetlerinden dolayı demokrasinin kendisini cezalandırdığı görüşünü savundu. Demokratik Parti Ramiz Alia’yı cezalandırırken, komünist sistemin artık Arnavutluk’tan çok uzakta olduğu görüşünü halkına benimsetmeye çalışıyordu. Seçimlerle birlikte gelen zafer sarhoşluğu, ülkenin iç ve dış sorunlarıyla çok çabuk kayboldu. Halk herşeyin aniden değişmesini ve isteklerine cevap verilmesini istiyordu. Seçim sonrası yeni iktidar halkın beklentilerini kısa vadede yerine getiremedi. Bunu da komünist sistemden, ağır siyasi ve ekonomik bozuklukları devraldıklarını belirterek halka açıklamaya çalıştılar. Demokrasi, Arnavutluk için yeni bir kavram ve bu kavramın yerleşmesi için daha uzun süreli tecrübelere ihtiyaç duyulmaktadır. 1920’lerde kısa bir çok partili hayatı tecrübe etmelerine rağmen, krallık yönetimi ve komünizm sistemi, demokrasinin Arnavutluk’ta daha erken uygulanmasına izin vermedi. Bu nedenledir ki Demokratik Parti yöneticileri, demokratik sistem hakkında hala tecrübe sahibi sayılmazlardı. Ülkede çok sayıda siyasi parti olmasına rağmen de demokratikleşme beklenen hızda olmadı. Siyasi partiler, uçtaki sağ ve sol partiler olarak ağırlık kazandı. Bu partileri, programları arasında oldukça benzerlik olması, Arnavut Partileri’nin politik yaşamlarını sürdürebilmesi için daha çok zaman geçmesi gerektiğini gösteriyordu. Demokratik Parti’nin kurulması ile birlikte siyasal yaşamın içinde, yirmiye yakın siyasi parti kuruldu. Bunların en güçlüleri ise başta Demokratik Parti olmak üzere, Sosyalist Parti, Cumhuriyetçi Parti ve Sosyal Demokrat Parti’dir.

Demokratik Parti: Komünist olmayan ilk siyasal güç olarak Kasım 1991’de kuruldu. Parti, halk tabanını farklı bir söylem ile kendisine çekti. Komünist sistemin son yıllarındaki zorluklarla göğüs göğse çarpıştı ve komünist sistemin dışlanmasını adım adım gerçekleştirdi. Gramoz Pashko ve Sali Berisha liderliğinde siyasal hayatına başlayan Demokratik Parti, Temmuz 1991’de komünistlerle koalisyon hükümeti kurdu. Solcu bir ekonomist olan Gramoz Pashko, koalisyon hükümetinde Demokratik Parti Başkanı olarak görev aldı. Partinin yönetimini tamamen kendi kontrolü altına almaya çalışması, partide ayrılıklara yol açtı. Berisha orta bir yol izledi ve anti-komünistleri kendi etrafında toplayarak önemli bir güç kazandı. 1992 seçiminden sonra parti içindeki ayrılık çok belirgin bir hale geldi. Demokratik Parti seçim kazanmasına rağmen bütünlüğünü koruyamadı. Liderlik konusunda görüş; ayrılığı başladı. Bu ayrılık, politik farklılıklardan ziyade, kişisel uyuşmazlık ve güç için rekabete dayanmaktaydı. Sonuçta Berisha ve destekleyicileri, partinin sol cephesini temsil eden Pashko ve arkadaşlarını yeni hükümetin dışında tuttular. Sali Berisha partinin tek güçlü ismi oldu ve parti sadece merkez sağ görüşü temsil eden bir konuma geldi. Eski komünistleri ve sol görüşleri partiden uzaklaştırdıktan sonra ülkenin en önemli politik gücü haline gelen Demokratik Parti, kapılarını herkese açtı ve radikal ekonomik reformlara gitmek için tam desteği sağlamış oldu. Sosyalist Parti liderlerinin rüşvet olaylarına karışması ile birlikte başlayan tutuklamalar, 48 yaşında Cumhurbaşkanı olan Sali Berisha’nın halk desteğinin yükselmesine neden oldu. Arnavutlara göre, eski komünist rejim, işçilerin partisi olarak hükümetin işçilerinden, Demokratik Parti ise eski siyasal mahkûmlardan oluşmaktaydı. Bu durum Demokratik Parti’nin halk tabanından oluşan bir parti olduğunun kanıtıydı.

Sosyalist Parti: Ülkenin ikinci siyasi gücü olan Sosyalist Parti, parlamentodaki 38 üyesi ile Demokratik Parti’den sonra en etkili siyasi partidir. Temmuz 1991’de yapılan 10. Arnavutluk İşçi Partisi Kongresi’nde Batı Avrupa tipi sosyal demokrasiye geçiş yaparak kendisini yeniledi. Bu parti, genellikle Enver Hoca’nın eski partisinin üyelerinden oluştu. Sosyalist Parti Demokratik Parti’nin iktidara gelmesi ile Enver Hoca ve komünist rejiminin yapmış olduğu suçlardan dolayı oldukça yıprandı. İlk başkanları Ramiz Alia’nın ve diğer politbüro üyelerinin isimleri rüşvete karışınca, Demokratik Parti’nin iktidardaki yetkisiyle tutuklanmaya başladılar. Daha sonra parti başkanı Fatos Nano 1991 yılındaki kısa başbakanlığı sırasında zimmetine para geçirmesinden dolayı tutuklandı. Başbakanlığı sırasında 8 milyon doları kendi hesabına aktaran Fatos Nano’nun tutuklanması partinin gücünü önemli ölçüde etkiledi. Bu olayla birlikte Sali Berisha, Sosyalistlerin üzerine komünist rejimin bütün hatalarını yükleyerek, ülkede etkisiz bir parti konumuna gelmesini sağladı. Yine de sosyalistler ülkedeki en etkili muhalif parti konumundadır. Partideki komünistlerin tutuklanması veya kendi istekleri ile partiden ayrılması Sosyalist Parti’yi uzun vadede yeni bir oluşum olarak ortaya çıkaracaktır. Demokratik Parti’den sonraki ülkedeki en etkili siyasi güç olan Sosyalist Parti, iktidara en yakın parti olarak muhalefetini sürdürmektedir.

Sosyal Demokrat Parti: Arnavutluk İşçi Partisi üyelerinin ilk kıdemlileri tarafından kuruldu. Parlamentoda sahip olduğu 7 üye ile ülkedeki üçüncü büyük siyasi güç durumundadır. 1992 seçiminden sonra Demokratik Parti iktidarını destekleyerek önemli bir konuma geldi. Temmuz 1993’de yeni anayasanın oluşturulmasındaki gecikme nedeniyle, Sosyalist Parti ile birlikte parlamentoyu boykot ettiler. Sosyalist Parti ile bu ittifakı halk arasında büyük tepki ile karşılandı. Ayrıca parlamento oturumlarını boykot etmeleri kendi parti tabanında karışıklıklara yol açtı. Eylül 1993’de ise boykottan iki partide vazgeçmek zorunda kaldı. Sosyalist Parti’nin lideri Fatos Nano’-nun tutuklanması ile birlikte, Sosyal Demokratlar eski konumlarına dönerek, Demokratik Parti’ye destek vermeye devam ettiler.

Cumhuriyetçi Parti: 1992 seçimlerinde geniş ölçüde Demokratik Parti’nin gölgesinde kaldı. Seçimde yüzde 3 civarında oy çıkararak parlamentoya ancak 1 üye gönderebildi. Partinin zayıf performansı, açık bir programın olmayışı ve liderlik problemi, seçimlerden güçsüz çıkmasına neden oldu. Ülke genelinde tam olarak teşkilatlanmaması ve halka kendilerini anlatma imkanı bulamadıklarından yetersiz ve güçsüz kaldılar.

Demokratik Parti’nin iktidara gelmesi ile birlikte ülkede önemli değişiklikler başladı. Bu değişikliklerin en önemlisi de dış politikanın yeniden belirlenmesi oldu. Arnavutluk, Sali Berisha’nın izlediği dış politika ile yalnızlık yıllarına son verip, uluslararası platforma tekrar döndü. Özellikle dış yardımlar, mevcut dış politikayı belirleyen ilk unsur oldu. Demokratik Parti iktidarı ülkedeki reformların dış yardımlara bağlı olduğunu etkin bir şekilde anlatmayı başardı. Avrupa ile bütünleşmek istediklerini açıkça belirttiler. Ayrıca Yugoslavya’daki iç savaş sonucunda ortaya çıkan Kosova sorununun çözülmesi gerektiğini ve bu sorunun dış politikanın temelini oluşturduğunu batılı ülkelere anlatıldı. Dış politikadaki bu etkinlik Arnavutluk’un Batı ile arasındaki ilişkileri geliştirdi. Sali Berisha, dış politikanın tek belirleyicisi olarak ülkesine yol göstermeye çalıştı. Berisha’nın izlediği bu politika genelde başarılı oldu ve Arnavutluk komşuları ve Batılı devletlerle yeni ilişkiler kurdu. Sosyalist Parti, Berisha’nın dış politikasını Amerikan yanlısı olarak değerlendirdi ve ağır bir şekilde eleştirdi. Sosyalistler Amerikan karşıtı bir politikanın izlenmesinden yana tavır koydular. Berisha’nın Avrupa ile ilişkileri geri planda tuttuğunu, buna karşılık Amerika ile ilişkilerini arttırdığı suçlamasında bulundular. Demokratik Parti’nin dış siyaset çizgisi ile partiler arasında bir bölünmüşlük ortaya çıktı. Dünyaya açılma konusunda ortak bir anlaşma olmasına rağmen, dış politika tercihleri şiddetli bir şekilde tartışmalara yol açtı. Yalnızlık politikasından sıyrılan Arnavutluk dış politikasında, muhalefet partilerinin eleştirisine rağmen, çeşitlilik söz konusudur. Bir yandan Amerika ile askeri ve siyasi alanda üst düzeye çıkanları ilişkiler, diğer yandan Avrupa’nın dış yardımının devam etmesi bunu kanıtlanmaktadır. Bununla birlikte AGİK’e üyelik, KEİB’e aktif katılım ve İKÖ’ye gözlemci statüsünde katılım, dış politikadaki tercihleri arttırmaktadır. Arnavutluk, farklı dış politika tercihlerini, öncelikle ekonomik yardım ve Arnavutluk sınırlarının dışında yaşayan Arnavutların haklarının korunması konusunu ön plana çıkarak, belirleyecektir. Ekonomideki geri kalmışlık ülkede demokrasinin yerleşmesini geciktiren önemli bir faktör oldu. Özellikle 1990 yılında Ramiz Alia’nın ekonomik reformları uygulamaya koymaması bozuk olan ekonomik durumu daha da kötüye götürdü. Avrupalı ekonomistlerin Arnavutluk Hükümeti için hazırladığı raporda, ülkenin endüstriyel tesislerinin çoğunun kapanmakla yüzyüze geldiği ve acı tedbirler alınması gerektiği belirtildi. Ekonomik reformları gerçekleştiremeyen komünist yönetim, kendi siyasal sonunu da hazırlamış oldu. 1991 yılında seçim sonrası koalisyon hükümetinin kurulması ile birlikte, Avrupa’dan ülkeye yardım gelmeye başladı. 22 Temmuz 1991’de ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı ve Demokratik Parti Üyesi Gramoz Pashko’nun davetlisi olarak Arnavutluk’a gelen AT Dış İlişkiler Komiseri, Arnavutluk’un Avrupa’nın en fakir ülkesi olduğunu açıkladı. Acil tıbbi malzeme ve gıda yardımı için 500, 000 Euro’luk yardım yapıldı. Ayrıca AT’nun Doğu Avrupa için ayırdığı 1 milyar Euro’nun yaklaşık 25 milyonluk kısmının Arnavutluk’a verileceğini açıkladı. Demokrasiye doğru adım atan Arnavutluk’ta kişi başına düşen milli gelir 1991 yılında 350 dolardı. Bu rakam Arnavutluk’un Sri Lanka ve Endonezya ile aynı düzeyde olduğunu gösteriyordu. İşsizlik 1991 yılı içinde bir anda yüzde 35’ten yüzde 80’e çıktı. Enflasyon yüzde 600 civarında iken, tarımsal üretimde yüzde 50 azalma oldu. Bütün bu olumsuz şartlara bölgenin istikrarsızlığı eklenince, batılı yatırımcılar için Arnavutluk cazip bir ülke olarak görünmedi. Bu durum dış yatırımların ülkeye gelmesini engelledi. Batılı yatırımcılar iki önemli nedenden dolayı Arnavutluk’a yardım yapmıyorlardı:

a- Balkanların çatışma bölgesi olma özelliğinin devam etmesi,

b- Muhtemel bir Arnavut-Sırp savaşının çıkması.

 

İhraç edilen ürünlerde üretimin düşmesi zaten kötü olan ekonomiyi daha da zora soktu. 1991’de petrol üretimi yüzde45, krom yüzde 60, bakır yüzde 70, kömür yüzde 50 oranında bir düşüş gösterdi. Demokratik Parti iktidarı devraldığında Arnavutluk ekonomisi iflas etmiş durumdaydı. Dış yardım ile ayakta durmaya çalışan ekonomide, yüzde 500 enflasyon ve yüzde 45-80 oranında işsizlik vardı. Sali Berisha ancak 15 yıl sonra, Arnavutluk’un batılı ülkeler düzeyine geleceğini açıkladı. Halktan tam destek alan Berisha yönetimindeki hükümet, radikal ekonomik kararlar almaya başladı. Öncellikle milli paranın değeri düşürüldü ve dış ticaret engellerinin tamamı ortadan kaldırıldı. Hükümet bu kararları süratli bir şekilde alınca fiyatlar en yüksek noktaya ulaştı. Ekonomik ve siyasal problemlerle karşı karşıya gelen hükümet gıda maddelerinin fiyatlarını düşürmek zorunda kaldı. Hükümet diğer yandan özel sektörü destekleyici kararlar aldı. Toprakların yüzde 90’lık kısmına yakın bir bölümü özel çiftçilere dağıtıldı. Devlet çiftliklerinin çoğu özelleştirildi. Tarım, özelleştirme ve fiyat reformları ile desteklendi. Böylece 1991’de büyük bir düşüş gösteren tarımsal üretimde, 1993 yılında yüzde15 oranında bir artış elde edildi. Yaklaşık 100 bin kişiye özel teşebbüslerde iş imkânı sağlandı. Tarım sektöründe sağlanan bu gelişme, endüstriyel sektörde sağlanamadı. İç sermayenin yetersizliği, yeniden yapılanma için yeni kaynaklara ihtiyaç duyulması bu sektörün gelişmesini engelledi. Endüstriyel alanda çok geri tekniğin kullanılması, dış yardımın zorunluluğunu gündeme getirdi ve gelişme hızlı bir şekilde sağlanamadı.

 

DIŞ BORÇ SARMALI

 

1993 yılının sonunda sağlanan bu gelişmelere rağmen ekonomide büyük sorunlar halen devam etmekteydi. 625 milyon dış borcun yanı sıra ülkede 450 bin kişinin işsiz olması ve bu kişilerden 350 bin kişiye hükümetin yardım etmesi önemli sorunları teşkil etmekteydi. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen ekonomide önemli bir iyileşme görüldü. Arnavutluk zengin mineralleri ve petrolü ile birlikte diğer ülkelerden aldığı dış yardımlar, ekonominin rahatlamasını sağladı. Ekonomideki bu rahatlamanın devam etmesi için üç önemli koşulun Arnavutluk’ta devam etmesi gerekmektedir. Bunlar:

a- Dış yatırımların devam etmesi,

b- Ekonomik reformların devam etmesi,

c- Politik istikrarın devam etmesi.

Demokratik Parti’nin zaferi ile sonuçlanan seçimlerden sonra halk, ülkenin yeni lideri Sali Berisha’ya umut bağladı. Yeni liderde umutlarını bir kargaşa içinde olan ülke ekonomisini kurtarmaya bağladı. Bunu da dış yardım desteği ile yapabileceğini, “Avrupa ve ABD yardımı olmadan biz bir Etiyopya oluruz.” sözleri ile açıkladı. Başbakan Aleksander Meksi ise Arnavutluk’un dış yardım olmadan yaşayamayacağını belirterek Berisha’-nın görüşlerini paylaştı. Batılı ülkelerce 1991 yılından 1993 yılına kadar 1,2 milyar dolarlık yardımın yanısıra, IMF Temmuz-1992’de yaşamsal önemde gereksinimler için Arnavutluk’un kullanabileceği 40 milyon dolarlık kredi açtı. Demokrasiye geçişin hızlı ve sağlıklı olması batının yapacağı dış yardımlara bağlandı. Bununla birlikte dış yardımdan daha önemlisi batının uzun vadeli yatırımlar yaparak Arnavutluk ekonomisini kurtarması görüşü ağırlık kazandı. Parlamento dış yatırım ile ilgili hukuksal reformları uygulamaya koydu. Buna rağmen ülkenin çok fakir ve istikrarsız olması ayrıca da bölgede belirsizliğin devam etmesi dış yatırımların ülkeye gelmesini engelledi. Arnavutluk hükümeti bölgedeki istikrarsızlığın sona ermesi ile birlikte yatırımların artacağı görüşünü savundu. Bu nedenle 1993 yılı içerisinde yeni reform programları uygulamaya başladı. Bu reform programlarının başlıca hedefi pazar ekonomisine geçişi sağlayacak yapısal değişiklikleri ve özel sektöre doğru hızlı bir gelişmeyi içeren politikaları başlatmaktı. Böylece yapılan yapısal ve idari değişikliklerle serbest pazar ekonomisine geçiş sağlandı. Özelleştirme stratejik bir hedef olarak ele alındı. Bu gelişmeye paralel olarak, yabancı yatırımcılara ve kurumlara, dış yatırımın teşviki için yeni kanunlar çıkarıldı. Bu kanunlarla dış yatırımcılara kolaylık sağlandı. Dış yatırımcılara teşvik amacıyla vergilerde ayrıcalık tanındı. Arnavutluk’a yatırım için sağlanan bu kolaylıklar neticesinde dış yatırımlar arttı. 1993 yılının sonunda 130 müşterek şirket kuruldu. Yatırım doğrudan yabancı şirketler kendi kanalları ile yapabildiği gibi, devletin sahip olduğu bir girişime ortaklık veya özel bir kuruluşa yabancı yatırımcıların ortak olması ile de yapabiliyorlardı. Ayrıca yabancı girişimciler ile Arnavutluk özel kuruluşları müşterek bir şirket kurup yatırımı ortaklaşa yapabiliyorlardı. Coğrafi pozisyonu itibarı ile Arnavutluk’un endüstrileşmiş batılı ülkelere yakınlığı ve geniş doğal kaynaklarının olması, ekonomik yatırımların kârlılığı için Arnavutluk’u avantajlı bir duruma getirdi. Bununla birlikte ülkenin demokratik ve çok partili bir sisteme geçmesi, işçi ücretlerinin Avrupa ve diğer ülkelerle mukayese edildiğinde çok düşük olması yatırımı hızlandıran diğer faktörler oldu.

 

ZENGİN KAYNAKLARI BULUNAN ÜLKE

 

Arnavutluk zengin kaynakları olan bir ülke, bu kaynaklar, uygun kullanılabilirse ülke daha çabuk kalkınacaktır. Arnavutlar özellikle petrollerine oldukça büyük limit bağlamış durumdalar. Petrollerini Adriyatik Denizi’nden diğer ülkelere ulaştırmak istiyorlar. Arnavutluk petrollerine özellikle Amerikalılar, İtalyanlar ve Avusturyalılar oldukça ilgi gösteriyorlar. Arnavutluk petrol üretiminin günlük 60 bin varil olması bu ilginin ileriki yıllarda daha da artacağını göstermektedir. Arnavutların birçoğu, ülkelerinin ikinci bir Kuveyt olacağına inanıyorlar. Petrol üretim teknolojisi yenilenip, kuyuların tam kapasite ile çalışması, ekonominin bir an önce düzelmesini ve ülkenin refahının artmasını sağlayacaktır. Arnavutluk’ta yatırım yapılacak önemli bir sektör de turizmdir. İhmal edilmiş bu sektör için, yatırımcılara daha fazla kolaylık sağlandı. Sahil kenarlarının temiz ve işlenmemiş olması, ileriki yıllarda bu sektörün gelişeceğini göstermektedir. Arnavutluk, IMF ve Dünya Bankası’na üye olduktan sonra, bu sektör için önemli yatırımlar için teşvikler aldı. Mart 94 ayının ilk haftasında Türkiye’yi ziyaret eden Sali Berisha, katıldığı toplantılarda yaptığı konuşmada, Arnavutluk’taki son ekonomik düzenlemelerin yabancı yatırımcılar için bu ülkeyi cazip hale getirdiğini belirterek Türk iş adamlarını çekinmeden ülkelerine yatırım yapmaya çağırdı. İki yıl önce yüzde 400’lerde olan enflasyonu yüzde 10’a çektiklerini söyleyen Berisha daha sonra, “Dostlar arasında olduğum için açık konuşuyorum. Yabancı yatırımcılar arasında henüz Türkler yok gibi. Şu anda yatırımlarda İtalya ilk sırada, Yunanistan ikinci sırada yer alıyor. Ülkemiz Doğu Avrupa’nın en istikrarlı ülkelerinden biri. Geçen yıl kalkınma hızımız yüzde 11 ile Avrupa’da ilk sırayı aldı. Özelleştirmeye büyük önem veriyoruz. Yabancı sermayenin önündeki bütün engelleri kaldırdık. Türk iş adamlarını Arnavutluk’a bekliyorum” şeklinde açıklamalarda bulundu.

45 yıllık komünist iktidar döneminin yıkılmasının ardından, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Arnavut ekonomisine en büyük destek, 1990-1993 yılları arasında yurtdışına kaçan vatandaşlarından geldi. Eski rejiminin yumuşamaya başlaması ile birlikte yaklaşık 300 bin Arnavut vatandaşı gemilere doluşarak ya da dağ yollarından yürüyerek İtalya ve Yunanistan’a kaçtı. Halen bu ülkelerde illegal olarak çalışan ve kötü şartlarda yaşayan insanların ülkelerine yolladıkları döviz miktarı, Arnavutluk’un toplam ihracatının üç misline ulaştı. Yurtdışındaki Arnavutlukların ülkelerine yolladıkları döviz 1991’de -0- iken, 1992’de 150 milyon dolar, 1993’de 335 milyon doları buldu. Bu son rakam Arnavutluk ihracatının üç katı olduğu gibi, 1993 yılında ülkeye yapılan 303 milyon dolar dış yardımdan yüzde 10 daha fazla bir rakamı göstermektedir. Ülkenin bir milyar dolarlık bütçesinin yüzde 25’ini, İtalya ve Yunanistan’da çalışan Arnavutların gönderdiği döviz oluşturmaktadır. Nüfusun yüzde 10’u ülke dışında çalışıyor ve kazandığı dövizleri ülkesindeki yakınlarına gönderiyor. Bu işçiler Yunanistan ve İtalya’da, yerli halkın yapmak istemediği işleri yapıyorlar. Ağır işçilik gerektiren işler, zengin ailelerde hizmetçilik, çöpçülük gibi, gelir seviyesi belirli bir düzeye ulaşmış toplumlarda kimsenin yapmak istemediği işlerde çalışıyorlar. Bu işler Arnavutlar tarafından yüksek gelirli 15 olarak nitelendiriyor ve bu işleri yapmaktan çekiniyorlar. Yurtdışında çalışan ve nüfusun yüzde 10’unu oluşturan isçilerin gönderdiği dövizlerle birlikte, ülkeye giren dış yardımlar ekonomiyi oldukça rahatlatmış durumdadır. Arnavutluk ekonomisini rahatlatan dış yardımlar ve işçi dövizleri, bir yandan da Arnavutluk’u siyasi ve iktisadi yönden ABD, İtalya ve Yunanistan’a aşırı bağımlı duruma getirmektedir. Arnavutluk 22 Mart 1992 seçimleri ile birlikte demokrasiye ilk adımını attı. Diğer Doğu Avrupa ülkeleri gibi Arnavutluk’ta da halk demokrasinin sorunları çok kısa bir zamanda çözeceğine inandı. Bu durum, halkın coşkusu ve hükümet dışındaki kuruluşların gayretlerinin olmasına rağmen demokrasinin yerleştirilmesini hızlandırmadı. Aksine mevcut sorunlar halkta tepki yaratmaya başladı. Hükümetin demokrasiyi yerleştirmede oldukça zayıf kalmasının nedeni öncelikle komünizm rejiminin ağır siyasi yükü ve ülkenin ekonomik bir duraklamada olmasıydı. Kötü bir siyasi ve ekonomik miras devralan Demokratik Parti demokrasinin yaşamasını öncelikle kendilerinin iktidarda kalmalarına, kendilerinin iktidarda kalmalarının da dış yardıma bağlı olduğunu açıkladılar. Böylece Arnavutluk’ta demokrasinin yerleşmesi dış yardıma endekslenmiş oldu. Bu durumu protesto eden bir grup Demokratik Parti üyesi partilerinden ayrılarak, parlamento dışında yeni bir demokratik ittifak kurdular. Bu grubun birçoğunu eski siyasal suçlular oluşturmaktaydı. Komünizm rejiminin siyasal suçluları, Arnavutluk’un gidişinden memnun değildiler ve Sali Berisha’nın daha demokratik kararlar alması gerektiğini savundular. Eski siyasal suçluların kurduğu ittifak demokrasinin yerleşmesi için birçok önemli projeleri gündeme getirdi. Ayrıca kadınların kendi aralarında kurduğu teşkilatlar da demokrasinin yerleşmesinde etkili olmaya başladı. Buna karşın, Demokratik Parti televizyon yönetimini eski dönemde olduğu gibi kendi tekeline alınca halkın ilk tepkisini çekmiş oldu.

 

NÜFUS ARTIŞ HIZI

 

Demokratikleşme öncesi, mevcut geçiş sürecindeki önemli problemlerden birisi de nüfus artış hızının fazla olmasıydı. Komünist rejim, güç politikası olarak kullanmak için nüfus artışını hızlandırmaya çalıştı. Avrupa’da nüfus artışı ortalama olarak yüzde 1,5 iken Arnavutluk’ta bu oran yüzde 2,5-3 düzeyine ulaştı. Yüksek nüfus artışı, ülkede genç bir kuşağı ortaya çıkardı. 1985 yılında 30 yaşın altındaki nüfus oranı yüzde 65 dolaylarındaydı. Bu genç insanların çoğu, rejimin yumuşaması ile birlikte ülkeden kaçmaya başladı. Genç bir Arnavut’un ülkede kalmak istememesi, batı anlamında bir kalkınma isteyen Arnavutluk için önemli bir sorunu da ortaya çıkardı. Ülkeden kaçan iyi eğitimli genç insanlara ülkenin ihtiyacı vardı ve Arnavutluk bu genç nüfusu ile demokrasiye geçiş dönemini daha çabuk atlatabilirdi. Arnavut insanı demokrasiye geçilmesine rağmen, halen Batı ülkelerine, ABD’ne ve Kanada’ya gitmek istemektedir. Yeni hükümet ise bu genç insanları ülkede tutmaya çalışarak demokrasiyi bir an önce yerleştirmek isteğindedir. Bu zor koşullarda Demokratik Parti, ekonomik yönden olmasa da siyasi yönden oldukça önemli radikal kararlar aldı. Öncelikle parlamenter Demokratik bir sistemle yönetilmeye başlayan Arnavutluk bir hukuk devleti haline geldi. Kapalı bir ülke konumundan çıkıp yaşanabilir bir ülke konumuna geldi. Parlamenter sistemle yönetilen bir Cumhuriyet haline gelen Arnavutluk’ta devlet yönetiminin ilk prensibi yasama, yürütme ve yargı gücünün ayrılması oldu. Yasama gücü Arnavutluk Cumhuriyeti’nin 140 üyeli Halk Meclisi’ne verildi. Devlet içindeki en yüksek yasama organı olan Halk meclisine üyeler 4 yıllık süre ile halk tarafından özgür seçimlerle seçilmesi kararlaştırıldı. Yürütmenin en yüksek organı ise Bakanlar Kurulu oldu. Bakanlar Kurulu’nun başkanlığını Başbakan üstlendi. Yargı gücü ise 3 ayrı güçte toplandı:

a- Bölge Mahkemeleri,

b- İtiraz Mahkemeleri,

c- Anayasa Mahkemesi.

Güçler ayrılığı prensibi Arnavutluk tarihinde ilk kez Demokratik Parti ile birlikte gerçekleşmiş oldu. Demokratik Parti, demokratikleşme sürecini hızlandırırken, önündeki en önemli muhalefeti de yok etmeye çalıştı. Bu amaçla Sosyalist Parti üyeleri ile birlikte tutuklanan eski başbakan Fatos Nano’ya Mart-1994 ayında 12 yıl hapis cezası verildi. “Devlet malını zimmetine geçirmek ve resmi belgelerde tahrifat yapmak” suçlarından 12 yıl hapis cezasına çarptırılan Fatos Nano, Şubat-Haziran 1991 aylarındaki başbakanlığı sırasında, İtalya’nın ülkesine gönderdiği yardımlardan 725 bin 320 dolarlık kısmını zimmetine geçirmek ile suçlandı. Diğer üst düzey yöneticilere 3’er yıl hapis cezası verildi. Ağustos 1994 ayının sonlarında ise Tiran meydanında toplanan 5 bine yakın Arnavut hükümet karşın sloganlar atmaya başladı. Güvenlik Kuvvetleri olayları sakin olarak izlediler. Fakat kalabalık dağılınca polis, komünist rejimdeki kadar olmasa da sertlik göstermeye başladı ve 3 muhalif gazeteci tutuklandı. Böylece Arnavutluk’ta yeni demokrasinin daha tam olarak yerleşmediği açıkça görülmüş oldu. Arnavutluk’taki değişim kolay olmaktadır. Ekonomik sıkıntıları gideremeyen ve halkın beklentilerine mevcut şartlar içinde cevap veremeyen Demokratik Parti, halk desteğini yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Arnavutluk Cumhurbaşkanı ise ülkeyi 2,5 yıldır yönetmeye devam ediyor ve daha şimdiden değişimin lideri olmayı hedef seçmiş durumdadır. Demokratik Parti 22 Mart 1992 yılında yapılan ikinci demokratik seçimleri kazanmasından sonra ülkenin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu açıklamıştı. Bu amaçla sürdürülen çalışmalar 1994 yılının sonunda tamamlandı. Hazırlanan yeni anayasanın 6 Kasım 1994’de halk oylamasına sunularak, yürürlüğe girmesi kararlaştırıldı. Yapılacak halk oylaması, yeni anayasa taslağının hazırlanmasında büyük gayretleri olan Sali Berisha için de bir sınav olarak değerlendiriyordu. Sali Berisha, yeni anayasa ile 1976 yılından beri yürürlükte bulunan Komünist anayasasının tasfiye ederek, Demokratik bir anayasanın uygulamaya konulmasını hedefledi. Ayrıca yeni anayasa Arnavutluk’un Avrupa Konseyi’ne girmesini de öngörüyordu. Sosyalist Parti ve İnsan Hakları Partisi’nin de içinde bulunduğu muhalefet ise anayasanın cumhurbaşkanına çok fazla yetki tanıdığını savunarak halktan “hayır” oyu kullanmasını istediler. 6 Kasım 1994 tarihinde yapılan halk oylamasında, ülkenin kuzeybatısında yer alan İşkodra şehrinin Vig kasabasında kanlı bir olay yaşandı. Muhalefetteki Sosyalist Parti üyesi iki kişi, Demokratik Partili bir üyeyi bıçaklayarak öldürdüler. Oy kullanma sırasında meydana gelen bu olay bir anda ülkede siyasi gerginlik yarattı. Demokratik Parti Sözcüsü olayı siyasi bir cinayet olarak nitelendirdi. Halk oylamasının sonunda, Demokratik Parti umduğu sonucu bulamadı. Halkın yüzde 61’i yeni anayasa için “hayır” oyu kullandı. Sosyalist Parti’nin çetin muhalefeti ile kabul edilmeyen yeni anayasa, Arnavutluk’ta gelişme sürecini hızlı bir şekilde sürdüren demokratikleşme için olumsuz bir adım oldu. Halkın sevgi ve saygısını kaybetmiş olmasına rağmen 26 Mayıs 1996 tarihinde yapılan parlamento seçimlerini Demokrat Partisi PD kazandı. Yapılan seçimlerden çok kısa bir süre sonra halkı yollara dökecek olan banker krizi patlak verdi. Arnavut halkının büyük bir kısmı parasını son zamanlarda mantar gibi ortaya çıkan değişik firmalarda kaybetti. Kaybedecek başka bir şeyi kalmayan halk yollara dökülerek ve mevcut hükümeti istifa etmeye davet etmekle çözüm bulmaya çalıştı. Ülkede faaliyet gösteren firmaların sahipleri iflas ettim diyerek halkın parasını yabancı ülkelerde bulunan bankalara yatırdı. Masum halk ne yapacağını bilmediğinden ülkeyi erken parlamento seçimlere doğru götürdü. Hükümette yer alan bakanların büyük bir kısmı halkının parasını kaçırmakla suçlandı. Böyle bir dönemde Başbakan Meksi istifa etti. Onun yerinde Bashkim Fino seçildi. Seçilen başbakan görevde ancak 3 ay kalabildi çünkü Haziran 1997’de yapılan erken parlamento seçimleri Sosyalist partisi PS tarafından kazanıldı. Kurulan hükümetin başına Fatos Nano geçti. Seçimlerin PS tarafından kazanılmasından 1 ay sonra Sali Berisha Cumhurbaşkanlık görevinden istifa etti. Yerine Rexhep Mejdani geçti.

 

BAŞBAKAN FATOS NANO

 

Başbakan olarak seçilen Nano’ya 1991 yılında Cumhurbaşkanı olan Ramiz Alia tarafından başbakan olması için teklif edilmişti. Kendisi çok zeki olduğundan ve halkının isyana varacak dereceye yollara döküleceğini tahmin ettiğinden dolayı bu görevi kabul etmemişti. 1993 yılında DP’nin iktidarda olduğu dönemde adı yolsuzluğa karışmış diye hapse atıldı. 1997 yılında kendi partisi iktidara geldiğinde genel bir afla hapisten çıkmıştı. 1997 yılında yapılan erken seçimler PS tarafından kazanıldığında cumhurbaşkanı olan Mejdani hükümetin başına Nano’yu getirdi.

1998 yılında muhalefet partisi konumunda olan Demokrat Partisi yöneticiler ve kurucularından biri olan Azem Hajdari Tiran’da meclis binasının önünde öldürüldü. Azem Hajdari’nin öldürülüşü bahane eden halk yollara döküldü ve hükümeti istifa etmeye zorladı. Yapılan bu eylemlerin sonucunda Nano Ekim 1998’de görevinden istifa etti. Yerine Pandeli Majko geçti. Pandeli Majko’nun başbakan olduğu dönemlerde Kosova savaşı yaşandı. 1 milyona yakın Kosovalı Arnavutluk’a sığındı. Ekim 1999 yılında Majko istifa etti ve yerine İlir Meta geçti. Bu görevde Eylül 2001 yılına kadar devam etti. 2001 yılı haziran ayında yapılan parlamento seçimleri Sosyalist partisi tarafından kazandı. Kurulan hükümetin başına Meta geçti. Meta bu görevi Eylül 2001- Şubat 2002’e kadar sürdürdü. Bu dönem makro- ekonomik istikrarın en iyi olduğu dönem olarak bilinmektedir. Ekonomi sektöründe yer alan bazı stratejik kurumların özelleştirilmesi başarıyla tamamlandı, altyapı sisteminde çok büyük iyileştirmeler yaşandı, yasa ve kanunlar işlemeye başladı. Arnavutluk tarihinde yaşanılan en refah ve istikrarlı dönem de denilebilir. Nano ile Meta’nın arasında daha önceden olan anlaşmazlık ve dargınlık Sosyalist Parti Yönetim Genel Komitesi toplantısı sırasında patlak verdi. Bu anlaşmazlıklar Arnavutluk’un AB ile İstikrar – Birleşme müzakeresini de etkilediler. Amerika ve Avrupa Birliği komünist rejiminden yeni çıkan bu ülkenin tekrar erken seçimlere gidebileceğinden korkuyordu. Bu dönemde Balkanların durumu baya karışıktı. Bir taraftan Yugoslavya, bir taraftan Makedonya sorunu ve diğer taraftan Yunanistan’da ve Balkan ülkelerinde yaşayan Arnavut halkının sorunları. Avrupa birliği tüm bu unsurları göze alarak Balkanlarda istikrarın yaşanması için Mart 2002 yılında Arnavutluk’la istikrar- birleşme müzakeresine başlayacaktı. 29 Kasım 2001 yılında Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi Arnavutluk’a resmi ziyarette bulundu. 29 Kasım töreni sırasında Prodi üç kere “istikrar, istikrar, istikrar” ifadesini kullandı. Bu ifade sosyalist kampı içinde yaşanılan kavganın ülke dışına taşıdığını göstermektedir. İlir Meta tarafından yönetilen hükümetin çalışmaları hep takdirle karşılanmıştır. Böylece akıllıca davranmak isteyen Meta Ocak 2002 yılında istifa etti. Ülke bir hafta boyunca başbakansız kaldı. 1 hafta süre ile başbakansız kalındığı tek dönemdir. Bir hafta sonra başbakan olarak Majko seçildi. Pandeli Majko başbakan olarak seçildikten sonra hükümeti açıkladı. Hükümette yer alan bakanların büyük bir kısmı Nano tarafından yönetilen ve o güne kadar hiç bir siyasi görevde yer almayan insanlardı. Geçici bir hükümetin kurulduğu anlaşılmaktaydı. Zaten başbakan olarak seçilen Majko Nano’dan çok Meta’nın tarafını tutuyordu. Temmuz 2002 yılında Majko istifa etti. Temmuz 2002 yılında yapılan cumhurbaşkanlık seçimlerini Alfred Moisiu kazandı. Başbakan olarak Nano atadı. Nano’nun liderliğinde kurulan hükümet 2 Temmuz 2005 tarihine kadar iktidara kaldı. 3 Temmuz 2005 tarihinde yapılan parlamento seçimlerini Demokrat partisi kazandı. Hükümetin başına Sali Berisha geçerken Fatos Nano Sosyalist partisi genel başkanlığından istifa etti. Yerine Ekim 2003 tarihinde yapılan yerel seçimleri kazanarak Tiran Belediye Başkanı seçilen Edi Rama, Fatos Nano’nun istifasından sonra, Sosyalist Parti Genel Başkanlığına getirildi.

 

SALİ BERİSHA DÖNEMİ 2005-2013-

3 Temmuz 2005 tarihinde, Demokrat Parti Genel Başkanı Sali Berisha, parlamento seçimlerini kazanarak, 5 önemli partiden oluşan bir koalisyon hükümeti kurarak, meclise girmeyi başardı. Meclisteki 140 sandalyenin 74’ünü kazanarak, önemli bir başarıya imza attı. 8 Eylül 2005 tarihinde de Arnavutluğun Başbakanı olarak görevine başladı. Berisha, göreve geldiği günlerde büyük bir atılım yaparak, Arnavutluk’un ulaşım yollarının iyileştirilmesi yönünde büyük çaba harcadı. Amacı, yurt dışından ülkeye yapılacak ticari hareketliliği kara yolları üzerinden gerçekleştirerek, ülke ekonomisine katkıda bulunmaktı. Görevde kaldığı süre içerisinde bu hedefini hayata geçirerek, Arnavutluk kara yollarının iyileştirilmesinde tarihi bir adım attı. Berisha’nın diğer bir projesi de, AB’ye üye olmak ve vatandaşlarının vizesi gezmesini sağlamaktı. Arnavutluk vatandaşlarının vizesiz AB ülkelerine geçmeleri hayata geçerken, ülkede ikinci büyük parti olan Sosyalist Parti’nin Sali Berisha hükümetini protesto ederek parlamentodaki oturumlarını boykot etmesi, AB yolunda büyük bir engel teşkil etti ve 2010 yılında Arnavutluk aday statüsünden yararlanamadı. 10 Haziran 2007 tarihinde, Sali Berisha, Tiran’da ABD Başkanı George W. Bush ile bir araya geldi. Bush, Arnavutluğu ziyaret eden ilk ABD Başkanı oldu ve Kosova’ya olan desteğini şu sözlerle dile getirdi, “Er ya da geç, bir noktadan sonra artık yeter demek lazım. Kosova bağımsızdır”.
15 Mart 2008 tarihinde, Berisha hükümeti, ülke gündemine bomba gibi düşen bir olayla karşı karşıya kaldı. Başkent Tiran’a yaklaşık yirmi kilometre mesafede bulunan Gerdes adındaki yerleşim yerinde bulunan cephanede büyük bir patlama meydana geldi. Patlamada 26 kişi hayatını kaybetti 100’den fazla kişide ağır yaralandı. Dönemin Savunma Bakan, Fatmir Mediu istifa etti. Arnavutluk basını yaptığı haberlerle, cephaneliğin büyük bir ihmal sonucunda havaya uçtuğunu belgeledi.

KOALİSYON DÖNEMİ

2009 yılına gelindiğinde, aynı yıl gerçekleştirilen parlamento seçimlerinde, Demokratlar, seçimleri az bir farkla kazandıklarını açıkladılar. Hükümet kurmak için yeterli sandalye sayısına ulaşamadıkları için LSI partisiyle koalisyon yaparak, ülkeyi 4 yıl daha yönetmeye talip oldular. Yapılan mecburi koalisyon nedeni ile LSI Genel Başkanı Ilir Meta’ya Dışişleri Bakanlığı görevini vermek zorunda kaldılar. Daha sonra, Ilir Meta 4 yıl süren koalisyon süresince, Ekonomi, Ticaret ve Enerji Bakanı oldu. Arnavutluk siyasal hayatı içinde, 1991’den itibaren ilk kez bir iktidar partisi parlamentoda yeterince sandalye kazanmadığı halde, bir siyasi parti ile koalisyon kurarak iktidar oldu. 2009 seçimlerinin sonuçları, Sosyalist Parti tarafından kabul edilmedi ve oyların tekrar sayılması istendi. Arnavutluk Anayasasına göre böyle bir prosedürün mümkün olamayacağı ileri sürülerek Sosyalist Parti’nin bu talebi hayata geçirilmedi. Bu durumu lehine çeviren Demokrat Parti, bu eksikliğin giderilmesi için Sosyalist Partiyi Anayasanın ilgili hükümlerini değiştirmek için meclise çağırdı. Bu çağrıya olumsuz karşılık veren Sosyalist Parti, parlamentoyu boykot etti. Bu boykot da Arnavutluğun Avrupa Birliğine girmesine büyük bir engel oldu. 21 Ocak 2011 tarihinde Sosyalist Parti tarafından organize edilen ve Başbakanlık önünde gerçekleştirilen protestolar büyük bir faciaya neden oldu. Arnavutluk özel kuvvetler tarafından kalabalığa ateş açılarak, 4 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Ülkede büyük bir kaos yaşandı. Halk tarafından iktidara olan güven sarsıldı. Ülkeye temsilci gönderen AB, her iki tarafı sakin olmaya ve şiddetten uzak durmaya çağırdı. Sali Berisha ise bu protestoları devlete karşı yapılan bir hakaret olarak nitelendirdi ve olaylara sebebiyet verenlerin bu hareketini kendisini iktidardan zorla düşürme girişimi olarak değerlendirdi.

EDİ RAMA DÖNEMİ (2013-…)-

Sosyalist Parti Genel Başkanı Edi Rama, 2000-2011 yılları arasında Tiran’ın Belediye Başkanı görevinde bulundu. Bu süre içerisinde Tiran’ın değişiminde büyük rolü oldu. 2008’den itibaren Edi Rama, Sosyalist Partinin başına geçti ve Sosyalist Partinin Genel Başkanı olarak ilk kez katıldığı genel seçimlerde yenilgi ile çıktı. Seçimleri ezeli siyasi rakibi Demokratlar kazandı. 2011 tarihinde ülkede yapılan Belediye Başkanlığı seçimlerinde Sosyalist Parti, büyük bir başarı kazandı. Ülke geneline yayılan bu başarı, 2013 yılında yapılan genel seçimlerin olumlu sinyalleri olarak algılandı. Demokratlar ile Sosyalist Parti’nin programları arasında ağırlıklı yeri AB’ye üye olunması yolundaki çalışmalar aldı. Sosyalist parti (PS) seçim kampanyasında daha çok halkla bir araya gelerek hayata geçirilmesi planlanan projelerin halka yüz yüze anlatılması yolunu seçti. Demokratlar, mitingler düzenleyerek halkla bir araya geldi. Sosyalist Parti, gerçekleştirdiği seçim çalışmalarında, ülkenin en büyük problemi olarak belirlenen işsizliğin giderilmesi ve 200 bin kişiye yeni iş imkânlarının sağlanması projelerini halka doğrudan anlattı. 23 Haziran 2013 tarihinde, ülkede yapılan genel seçimlerde Sosyalist Parti (PS), LSI ile kurduğu koalisyon ile seçimlerden galip çıktı. Oyların yüzde 57.7’sini alarak, parlamentoda bulunan 140 sandalyenin 86 tanesine sahip oldu. Seçimlerde Demokrat parti, 56 sandalye de kaldı. Seçim sonuçları Sali Berisha tarafından kabul edilirken, Eylül 2013 tarihinde Sosyalist Parti Genel Başkanı Edi Rama, ilk kez Başbakan koltuğuna oturdu. Bölgenin anahtar ülkesi konumunda bulunan Arnavutluk’un istikrarı başta komşuları olmak üzere, patlamaya her an hazır barut fıçısı gibi olan Balkanlar içinde büyük önem taşımaktadır. İstikrarlı bir Arnavutluk’un statüsü bakımından belirsizliğini koruyan bağımsız Kosova içinde ayrıca önem taşımaktadır. Halkının büyük bir kısmı Arnavutlardan oluşan Kosova’nın da gelecekte istikrar içerisinde olmasının temeli aynı şekilde siyasi ve ekonomik istikrarı yakalamış bir Arnavutluk’tan geçmektedir. Bu nedenle Arnavutluk, geçmişte olduğu gibi günümüzde de dikkatleri üzerinde toplayan bir ülke olma konumunu sürdürmektedir.

 

KAYNAKÇA

-Albania Investing in Tourism, Tirana, 1993.

-Arnavutluk Ülke Raporu, Ankara 1995

-Arnavutluk Mevzuatı, Ankara 1995

-Aydın, İsmail, Arnavutluk’ta Neler Oldu?, İstanbul, 1991.

-Biberaj, Elez, Albania in Transition: The Rocky Road to Democracy, Westwiev Pres, US, 1999.

-Castellan, Georges, Balkanların Tarihi, İstanbul, 1992.

-Çetiner, Yılmaz, Şu Bizim Rumeli, İstanbul, 1994.

-Demirtaş-Coşkun, Birgül, “Arnavutluk’un Dış Politikası ve Balkanlarda Arnavut Sorunu”, Balkan Diplomasisi, yay. Ö. E. Lütem – B. Demirtaş-Coşkun, Ankara, 2001, s.67-102.

-Karatay, Osman, Kosova Kanlı Ova, İstanbul, 1998.

-Republic of Albania Informative Quide, Tirana, 1993.

-Republic of Albania Profile Projects, Tirana, 1993.

-Simon, Jeffry, Political Evolution in the Balkans, Washington, 1991.

-Todorova, Maria, “The Ottoman Legacy in the Balkans”, The Balkans: A Mirror of the New International Order (ed. G. G. Özdoğan, K. Saşbaşlı) Eren, İstanbul, 1995.

-Türbedar, Erhan, “Ekonomik Sorunlar ve Siyasi İstikrarsızlık Kıskacından Kurtulamayan Ülke: Arnavutluk”, Stratejik Analiz, Sayı 23 (Mart 2002).

– “Selânik Zirvesinin Ardından: Batı Balkanlar Gölgeden Çıkıyor”, Stratejik Analiz, Sayı 40 (Ağustos 2003).

– “Türkiye Arnavutluk İçin Beklemede”, Stratejik Analiz, Sayı 65 (Eylül 2005).

-Ünal, Hasan, “Balkanlarda Arnavut Meselesi ve Türkiye”, Avrasya Dosyası, Cilt 4 Sayı 1 (Yunanistan – Kosova Özel), İlkbahar-Yaz 1998.

-Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar, İstanbul, 1994.

AlbaniaSite – Nje bote plot me informacione. Takimi me intelektualët, Berisha ishte kundër pluralizmit
“Bush Is Greeted Warmly in Albania”. The New York Times. 10 June 2007.
“Albania PM re-election confirmed”. BBC. 27 July 2009.
– Jovanovska, Svetlana. (8 May 2012) / Albania is refused EU candidate status. Euobserver. Retrieved on 13 May 2012.

Breaking News: Protesters killed in Tirana rally. SETimes (21 January 2011)

– Vickers, Miranda; Pettifer, James (1997). Albania: From Anarchy to a Balkan Identity. New York, NY: New York University Press. p. 107. Retrieved 19 January 2013.

– Nonneman, Gerd; Niblock, Tim; Szajkowski, Bogdan (1997). Muslim Communities in the New Europe
– Will Edi Rama win this time? / The Economist (June 12,2013)
– City Majors
http://www.oecd.org/speaker/0,3438,en_21571361_31938349_38759801_1_1_1_1,00.html
http://www.time.com/time/europe/hero2005/rama.html
You’ve got to tear this old building down: Tirana’s mayor: an artistic politician. International Special Reports
http://www.alsat.tv/kulture/promovohet-libri-i-edi-rames.html
(Albanian) Sali Berisha,Keshilli i Ministrave. Keshilliministrave.al. Retrieved on 13 May 2012.

Pop, Valentina. (8 May 2012) Albania killings cast shadow over country’s EU aspirations. Euobserver. Retrieved on 13 May 2012.

 

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.