DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

207 okunma

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)

ABONE OL
07/12/2009 20:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) veya Transgenik hakkında basında sayısızca haberler yapıldı. Konunun uzmanı olan veya olmayan pek çok kişide çeşitli yorumlar da bulundu. Neyi yiyecekleri ya da neyi yemeyecekleri konusunda fikir çıkmazında olan ve bu mevzuu da herhangi bir bilgi birikimi olmayan halkında kafası karıştı. Konu hakkında pek de bir malumatı olmayanların bu konuda bilmesi gereken şey “Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara GDO” denildiğidir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus GDO çalışmalarının türler arasında olduğu, çeşitler arasında gen değişiminin(Transgenik), bilinen klasik ıslah çalışmalarının, laboratuar koşullarındaki biyolojik uygulamalardan ibaret olduğudur.

Dünya da GDO hakkında ilk çalışmalar U.S.A. kökenli şirketler tarafından başlatıldı. 1985 yılında tarla denemelerine, 1996 yılında da GDO’ların ticari anlamda ekimine başlandı. Bugün dünya üzerinde Türkiye’nin yüz ölçümüne yakın bir alanda, Transgenik ekim yapılmakta ve ekim alanlarının % 99’u U.S.A., Arjantin, Kanada, Çin ve Brezilya’da bulunmaktadır. (Sındır .; 2007)

Yapılan tüm çalışmaların amacının gıda ve yem kaynakların kalitesini, dayanıklılığını, verimini, organizmada değerlendirilmesini artırmak, çevreye daha az zararlı, besleyici değeri daha yüksek, raf ömrü daha uzun ürünler elde etmek olduğu söylense de asıl amacının yeni bir sektör ve yeni bir piyasa oluşturmak olduğu inancındayım.

GDO’lu ürünler 1998 yılından bu yana ülkemize girmektedir. Bu sene Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının üzerinde ciddi anlamda durduğu Biyogüvenlik Kanunu ile gereken önlemler alınmak istenmiştir. 2009’un ikinci yarısına kadar GDO’lu ürünler herhangi bir denetime tabii tutulmamıştır. Örneğin, yalnızca 2003 yılında Türkiye’ye 1.8 milyon ton mısır, 800 bin ton soya ithal edilmiştir. Mısır’ın %81’i, soyanın ise %88’i U.S.A. ve Arjantin’den gelmiştir ve neredeyse tamamı GDO’ludur.(Sındır.; 2007).

Bugün itibari ile Türkiye de ciddi anlamda denetleme yapabilecek laboratuarların ve sadece bu konuda çalışmalar yapan bilim adamlarına ihtiyaç vardır. Laboratuar ve bilim adamı sayısının günümüzde eskiye nazaran daha çok olmalıdır. Daha sağlıklı nesiller için GDO hakkında doktora ve doçentlik çalışmaları yapılmalıdır. Üniversite laboratuarları insan ve hayvan sağlığını olumsuz yönde engel teşkil eden ürünlerin analiz edildiği referans laboratuarlarıdır. GDO konusunda her üniversite laboratuarları tam yetkiye sahip olmalı ve bu şekilde tasarlanmalıdır.

Tarım ve Köy işleri Bakanı Mehdi Eker Biyogüvenlik Kanunu ile GDO’lu ürünlerin canlı sağlığına ve çevreye olumsuz etkilerine karşı tedbir alacaklarını söylemiştir. Peki, nedir Biyogüvenlik? Biyogüvenlik, modern biyoteknolojinin kullanımından doğabilecek, insana, hayvana, çevreye ve biyolojik çeşitliliğe zararlı etkisi olabilecek hususların önceden belirlenerek gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Modern biyoteknolojinin güvenli kullanımı ve modern Biyoteknolojik yöntemlerle geliştirilen ürünlerden kaynaklanabilecek risklerin kontrol altında tutularak, bu teknolojiden en yüksek seviyede yarar sağlanması, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ile AB’ ye uyumun temini amacıyla Biyogüvenlik Kanunun hazırlanmasına ihtiyaç duyulmuştur.(Eker.; 2008)

GDO üzerinde halen daha pek çok bilim adamı araştırmalar yapıyor. Çevremde bu konuda yapılan araştırmaları inceleyen bilim adamları ile sohbetlerimiz sonunda kendilerinin de halen araştırma sonuçlarını beklediklerini ve son sözü söylemek için çok erken olduklarını ifade ettiler. GDO için çalışan araştırmacılar genelde insan sağlığına etkileri, çevreye etkileri ve hayvan sağlığına etkileri üzerinde araştırmaların sürdüğünü belirttiler. Bu konularda yapılan araştırmaları sizlerle paylaşmayı uygun buluyorum.

İnsan Sağlığına Etkileri

Belirli gıdalara karşı alerjisi olan bireyler, herhangi bir ürün satın aldıklarında bunun içeriğini inceleyerek herhangi bir alerjik reaksiyona sebep olan maddelerin bulunup bulunmadığını kontrol ederler. Alerjik reaksiyonları olmayan bireylerde bile GDO’lu bitkilerdeki yeni proteinler nedeniyle alerjik reaksiyonlar gözlenebilmektedir. Dünyada yaygın olarak ticari üretime geçmiş GDO’lu bitkiler; Mısır, Pamuk, Soya ve Kanoladır. Bu bitkilere Bacillus thuringiensis bakterisinden izole edilen Bt endotoksin geni ve Streptomyceses hygroscopicus bakterisinden izole edilen Bar geni transfer edilmiştir. Bt geni bitkilere aktarıldığı zaman bazı böceklere toksik olan bir protein üreterek bitkileri böceklere karşı dayanıklılık sağlamaktadır. Bar geni ise aktarıldığı bitkiye bazı ot öldürücülere (herbisitlere) karşı dayanıklılık sağlamaktadır.

Şu ana kadar yalnız iki GDO’lu bitkinin üretimi insan sağlığına olumsuz etkisi olduğu için yasaklanmıştır. Bunlar Soya Fasulyesi ve Starlink Mısırdır. Pioneer firması tarafından soya bitkisine Brezilya Nut’ından alınan bir gen aktarılmıştır. Buradaki amaç, Brezilya Nut’ında bol olan ve soya fasulyesinde az bulunan methionin amino asidin oranını fazlalaştırarak, soya fasulyesinin besinsel kalitesinin artırılmasıdır. Ancak Brezilya Nut’ına alerjenlik oldukça yaygın olduğundan, bu alerjenlik etkisi GDO’lu soyada da gözlenmiştir. (Nordlee ve ark.; 1996) Soya fasulyesine aktarılan genin aynı zamanda alerjenik reaksiyonları da tetiklediği anlaşılmaktadır. Firma bu soya fasulyesini hayvan yemi olarak pazarlamayı düşünse de daha sonraları bunun hasat, taşıma ve depolanması esnasında denetlenmesinin zor olduğu anlaşıldığından, bu GDO’lu soya fasulyesi ticari üretim için onay almayarak, piyasaya sürülmemiştir.

GDO’lu bitkilerin geliştirilmesinde bazı antibiyotik dayanıklılık markırlarının kullanılması nedeniyle, Transgenik gıdaların antibiyotik tedavisi gören kişilerde herhangi bir etkisinin olması endişesini doğurmuştur. Çünkü doktorların önerdiği antibiyotiklerin yanlış kullanılması sonucunda etkinliklerinin kaybolduğuna dair raporlar bulunmasından dolayı, kamuoyu bu tehlikenin GDO’lu gıdalarla ortaya çıkabileceği endişesini taşımaktadır. GDO’lu bitkilerin geliştirilmesi sırasında belirli antibiyotiklere dayanıklılığı kodlayan DNA parçaları seleksiyon amacıyla kullanılmaktadır. Bu DNA parçalarının laboratuar aşaması dışında başka bir amacı olmamasına karşın, GDO’lu bitkilerde sürekli olarak bulunmaktadır.(Tosun.; 2009)

New Castle Üniversitesinde yapılan bir araştırmada, GDO’lu soya yiyen kişilerin bağırsaklarında, antibiyotik dayanıklılık geninin bağırsaklardaki mikroorganizmalara geçtiği rapor edilmiştir. Ancak bu çalışma diğer bilim adamları tarafından incelenmiş ve bağırsak sisteminde herhangi bir hasar bulunmayan kişilerin dışkılarında Transgenik DNA saptanmamıştır. Fakat bağırsak operasyonu geçiren ve bağırsakları kısaltılmış olan kişilerde Transgenik DNA’ya rastlanmış ve mikroorganizmaların çok az bir kısmında Transgenik DNA’ya da rastlanmıştır. Bu durum Transgenik DNA’nın yatay geçişinin bazı özel koşullarda insan bağırsaklarında da rastlanabileceğini göstermektedir.

Antibiyotik dayanıklılık genlerinin bazıları antibiyotiği inaktif hale getiren veya parçalayan bir enzim oluşturarak işlevini yerine getirmektedir. Böyle bir dayanıklılık geninin fonksiyonu devam edecek olursa, yenen Transgenik bitkilerde bu dayanıklılık enziminin çok az miktarı da bulunabilecektir. Ancak ısıl işlemler sonucunda enzimler inaktif hale gelmektedir. Fakat taze olarak yenen veya ısıl işleme tabii tutulmayan GDO’lu gıdalarla beraber az miktarda enzimde almış oluyoruz. (Tosun.; 2009)

Yapılan araştırmalardan biri de soya fasulyesinin içinde izoflovan maddesi üzerinedir. Soyadaki bazı izoflovanların kireçlenme, karaciğer kanseri ve kalp hastalıklarını önlemede yardımcı olduğuna inanılmaktadır. İzoflovanlar insan vücudunda fitoestrojenlere çevrilerek etkili olmaktadır. Bu amaçla soya sosu besinlerdeki izoflovan içeriğinin artırılması amacıyla birçok gıdaya ilave edilmektedir. Sağlıklı beslenmek için soya ürünlerini tüketen kişiler acaba GDO’lu soyayı yediklerinde aynı miktardaki izoflovanları alıp alamayacakları sorusu akla gelmektedir. Lappe ve ark. (1999) herbisit tolerant (Roundup Ready) soya çalışmalarında, bunların Transgenik olmayanlardan %12-14 oranında daha az izoflovan içerdiğini rapor etmiştir. Bu sonuç gerçekse, GDO’lu soyanın GDO’lu olmayan soyadan daha az sağlıklı olduğu çıkacaktır. Bu çalışmanın sonuçlarına karşın, Monsanto firmasının araştırıcıları tarafından yayınlanan raporlarda GDO’lu soyanın GDO’lu olmayan soyalarla aynı miktarda izoflovan içerdiğini açıklamıştır.( Padgette ve ark.; 1996, Taylor ve ark.; 1999). Denemelerin gerçekleştirildiği çevre koşulları, lokasyondan lokasyona ve yıldan yıla değiştiğinden dolayı soyanın farklı izoflovan içeriklerine sahip olması doğaldır. Monsanto şirketi tarafından 1992-1993 yıllarında yapılan iki denemenin sonuçlarının karşılaştırıldığında, izoflovan içeriklerinde yıllar arasında önemli farklılıkların bulunduğu gözlenmiştir. Lappe ve ark. (1999) tarafından yapılan çalışmalarda GDO’lu soya ve GDO’lu olmayan soyanın izoflovan içerikleri incelenmiş fakat bu bitkiler yan yana aynı tarlalarda yetiştirilmemiştir. Tohumlar farklı çiftçiler tarafından yetiştirilmiş olup, lokasyon ve agronomik işlemler bakımından bir homojenlik söz konusu olmamıştır.

Çevreye Etkileri

GDO’lu bitkilerin çevreye önemli etkilerinin olabileceği aşikârdır. Tohum halinden ürün haline gelene kadar geçen zaman da çevreyle birebir etkileşim içindedir. Bu konuda araştırma yapan Losey ve ark. (1999)’ nın raporunda Kral Kelebekleri larvalarının Bt mısır polenleri ile beslendiklerinde öldüklerini belirtmiştir ve GDO’lu ürünlerin çevreye zararlı olabileceklerini ortaya koymuştur. Kelebeklerin larvaları genellikle yabani bitkilerin sütlü yaprakları ile beslenirler. Mısır bitkisinin Kelebek larvalarının besin zincirinde olmamalarına karşı Kelebeklerin Lepidoptera familyasından olmasından dolayı, böceklere etkisi olan Bt GDO’lu mısırındaki Cry genlerinin oluşturdukları toksinlere karşı hassastır.

Losey ve ark. (1999) Nature dergisinde laboratuar koşullarında GDO’lu mısırın polenlerini yiyen larvaların çoğunun öldüğünü ve GDO’lu olmayan mısırın polenlerini yiyenlerin hiç ölmediklerini gösteren bulgularını yayınlamıştır. Bu rapor ile GDO karşıtları için GDO’ların büyük bir çevre felaketine yol açacağı endişesini ortaya koymalarına neden olmuştur. Ancak bazı araştırıcılar bulguların hatalı olduğunu belirtmişlerdir.

Birçok bitkide kimyasal bileşikleri kökleri aracılığı ile toprağa verir. GDO’lu bitkilerin kökleri aracılığı ile GDO’lu olmayan bitkilerden farklı kimyasalları toprağa bırakabilme risklerinin bulunduğu endişesi ortaya çıkmıştır. Bu kimyasalların topraktaki mikroorganizmaları etkileye bileyeceği ya da etkilemeyeceğine dair kafaları karıştırmıştır. Bu konunun çok iyi bir şekilde araştırılması gerekmektedir. Bu konuda Kanada’ da yürütülen bir çalışmada 4 GDO’lu kanola ve 4 GDO’suz kanola çeşidinin kök civarındaki topraklar incelenmiştir.(Dunfield ve Germida, 2001). Belirli tip toprak mikroorganizmalarının GDO’lu kanolaların kök civarında fazla olduğu gözlenmesine karşın, mikroorganizmaların çoğunluğu bakımından önemli bir farklılık gözlenmemiştir.

Yapılan bir başka araştırmada GDO’lu mısırın kökleri vasıtasıyla Bt toksinin toprağa bıraktığı ve bunun 200 günden fazla toprakta kaldığı ve bozulmadan korunduğu ve böcek larvalarını öldürme özelliğini devam ettirdiği ve belirli toprak komponentlerine bağlandığı gözlenmiştir.(Saxena ve ark., 1999). Bu özellik toprakta yaşayan böcekler hedef alınıyorsa bir avantaj teşkil etmektedir. Ancak uzun dönemli GDO’lu mısırın ekimi sonucunda Bt toksinin toprakta birikip birikmeyeceği hakkında yeterli bilgi yoktur.

Hayvan Sağlığına Etkileri

Hayvan sağlığını etkileyebilecek GDO’lu hayvan yemi olarak en önemli çalışmalar mısır, soya, kanola, buğday, pamuk tohumu ve şeker pancarında yapılmıştır. Böylelikle insektlere dirençli ve herbisitlere teloranslı bitkiler elde edilmiştir. Bugün GDO’lu yeni çeşitlerin gerek tahıl, küspe, silaj, kuru ot olarak gerekse endüstri yan ürünü(küspe) ve yem katkı maddeleri(probiyotik, enzim) hayvan beslenmesinde kullanımı oldukça yaygınlaşmıştır.

GDO’lu ürünlerde yapılan kimyasal analiz sonuçlarına göre, ham protein, ham yağ, ham selüloz, azotsuz öz maddeler ve kül, enerji içerikleri ve besin maddelerinin sindirim dereceleri bakımından mevcut yemlere göre herhangi bir değişime uğramadığı saptanmıştır.

GDO’lu ürünlerin hayvan sağlığına etkileri araştırılırken geviş getiren hayvanların beslenmesinde GDO içeren yemlerin kullanımı sonucunda süt veriminde, besi performansında ve karkas kalitesinde etkilerine dikkat edilmiştir. Araştırma sonuçlarında ise GDO’lu yemlerle beslenen danaların besi performansında ve karkas randımanında bir farklılık gözlenmemiştir. Süt İneklerinde etkilerine bakıldığında da GDO’lu mısır, soya, kanola, pamuk tohumu ve GDO kaynaklı mısırdan yapılan silaj kullanımının süt verimin, artırmadığı, sütün kimyasal bileşimini etkilemediği ve Rumen asetik, propiyonik ve butrik asit konsantrasyonları üzerine de herhangi bir etkisinin olmadığı gözlenmiştir.

Kanatlı hayvanların beslenmesinde GDO’lu ürünlerin etkileri üzerinde de araştırmalar yapılmıştır. Ve araştırmaların büyük bir çoğunluğu etlik piliçlerde yürütülmüştür. Bu çalışmalarda normal yemlerle karşılaştırılarak herbisite dayanıklı soyanın etlik piliçlerde yem tüketimi, canlı ağırlık artışı ve yemden yararlanmayı etkilemediği veya karkas randımanı, iç organ ağırlığı iyileştirmedikleri ortaya konmuştur. Ancak, GDO’lu mısır ile broilerlerde yürütülen bazı çalışmalarda yem tüketimi ve canlı ağırlığında herhangi bir değişme gözlenmez iken, yemden yararlanmanın önemli derecede iyileştiği saptanmıştır. Yumurta tavuklarında fazla bir literatür bildirişi olmasa da az sayıda yapılan araştırmalarda yumurtacı yemlerine Bt-mısır ve soya ilavesinin yumurta veriminde artı bir iyileşme sağlamadığı ortaya konmuştur. (Alçiçek, 2007)

Bütün bu yazıklarımla sizlerin “GDO hakkında yapılan çalışmalar hakkında bilgi vererek basında yer alan haberlerde anlatılmak istenilenleri daha iyi anlamanızı” istiyorum. İnsan bilmediğinden korkar. Halkın gözünde acaba bu gıda GDO’lumu değimli telaşı var. Eğer bu konuda halk bilgilendirilmezse, konu siyasetçilerin ekran karşısında söylediklerinde ibaret olursa halktaki panik ilerleyen zamanlarda daha da artacaktır. GDO bir sağlık işidir. İnsan, hayvan ve çevre sağlığını etkiler. Ekran karşısında parti başkanlarının siyaset malzemesi değildir. Aksine bilim adamlarından sonra bu konuda konuşması gereken en son insanlar siyasilerdir. Zaman zaman çevremizde bu konuda çevremdekilerle sohbet ederim. Bir vatandaşımız GDO hakkında fikrini belirtiyor. Diyor ki “ efendim ben bu konuda elbette uzman değilim ama televizyonlarda duyuyoruz, GDO zararlıymış.” Peki diyorum, “Bu konuda daha çok kimlerin sözlerini dikkatle dinliyorsunuz” diye soruyorum aldığım cevap karşısında şaşkına dönüyorum. Diyor ki “ Ya bizim siyasi partinin genel başkanı veya da parti grup başkanvekilini dinliyorum. Bu adamlar herkes den daha iyi bilecekler elbette” diyor. Sebep sonuç ilişkisi bakımından düşününce bu tür davranışlarda bulunmak bizlerin her konuda artık okuyan bir millet olmaktan çok dinleyen bir millet olma yolunda emin adımlarla ilerlediğimizi gösteriyor. Genel de araştırmaktan, okumaktan uzak dinleyen, anlatılanları sorgusuz sualsiz kabullenen ( ben bunun el pençe divan duran, önemli konularda araştırmak yerine söyleneni emri vaki olmuş gibi kabul eden bir anlayıştan ibaret olduğumuzun inancındayım) bir millet olma yolunda gidiyoruz.

Sağlıklı ve güzel günler diliyorum …

KAYNAKLAR

Prof. Dr. Sındır, Kamil Okyay.; 2007. GDO’lu Ürünler Toplumu, Çevreyi ve İnsan Sağlığını Tehdit Ediyor, Mayıs-Haziran Tarım Türk Dergisi, 5. sayı,

Eker, Mehdi, 2008.; Tarım ve Köy İşleri Bakanı, GDO Güvenliği İçin Biyogüvenlik Kanunu, Mart-Nisan Tarım Türk Dergisi, 10. sayı

Nordlee, J.A., S.L. Taylor, J.A.Townsend, L.A.Thomas, ve R.K.Bush, 1996.; Identification of a Brazil-nut allergen in transgenic soybeans. New England Journal of Medicine. 334: 688 – 692

Prof. Dr. Tosun, Muzaffer.; 2009. Transgenik Bitkilerdeki Riskler ve Endişeler

Lappe,M.A., E.B.Bailey, C.Childress, ve K.D.R.Setchell, 1999.; Alterations in clinically

important Phytoestrogens in genetically modified herbicide tolerant soybeans. Journal of Medicinal Food, Vol. No. 4

Padgette, S.R., N.B. Toylar, D.L. Nida, M.R. Bailey, J.MacDonald, L.R. Holden, ve R.L. Fuchs, 1996.; The composition of glyphosate-tolerant soybean seeds is equivalent to that of conventional soybeans. Journal of Nutrition, 126. 702-716

Taylor, N.B., R.L. Fuchs, J.MacDonald, A.R. Shariff, ve S.R. Padgette, 1999.; Compositional analysis of glyphosate-tolerant soybeans treated with glyphosate. Agricultural and Food Chemistry, 47: 4469-4473.

Losey, J.E., L.S. Rayor, ve M.E. Carter, 1999.; Transgenic pollen harms monarch larvae, Nature 335:214

Prof. Dr. Alçiçek, A., Bozkurt, M., Çabuk, M. (2005).; Hayvan Beslenmede Genetik Olarak Değiştirilmiş Bitkilerin (GMO) Kullanımı. II. Ruminantların beslenmesinde GMO kullanımı ve etkileri. III. Ulusal Hayvan Beslenme Kongresi, 7-10 Eylül Adana: 162-168

Çabuk, M., Alçiçek, A., Bozkurt, M. (2005).; Hayvan Beslenmede Genetik Olarak Değiştirilmiş Bitkilerin (GMO) Kullanımı. III: Kanatlıların Beslenmesinde GMO kullanımı ve Etkileri, III. Ulusal Hayvan Kongresi, 7-10 Eylül Adana: 369-374

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP