DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

270 okunma

Ezeli vatandan ebedi muhacirliğe

ABONE OL
04/04/2013 21:42
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Lübnan’daki Giritliler

 

Ezeli-vatan1Lübnan’ın kuzeyinde yer alan ve eskinin Trablusşam’ı olarak anılan günümüz Trablus’unda halen yaşayan Giritlilerin hikayesi 100 yılı aşkın süredir ihya edilmekte. Geçmişe dair gerçeklerin bilinmesi adına Lübnan’daki Giritliler mücadele vermeye devam ediyor.

 

 

Yunanistan’ın 1821 yılında bağımsızlığını kazanması ile birlikte Girit’teki Rumlar Osmanlı’ya karşı ayaklanmışlardı. Bunu fırsat bilen Yunanistan’da boş durmayarak adaya sistemli bir şekilde eşkıya sızdırmaya başlamıştı. Sızan eşkıyalar adanın Rumlara ait olduğunun propagandasını yapar ve Osmanlı’nın Girit’ten çıkması için ellerinden geleni ardlarına koymazlar. İsyanlar birbirini izler. Böylelikle, ada içerisindeki huzur ve sükûnet bozulmaya başlar. İşi bununla da bırakmayan Yunanistan, Giritlileri bağımsızlık hayaliyle kandırıp Yunanistan’ın bir parçası haline getirmeye dek işi sürdürür. Bu olaylar ve hadiseler zaman ilerledikçe şiddetini daha da arttırır. Adada yaşayan Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında ciddi vukuatlar cereyan eder. 1897 yılına kadar birçok ayaklanma olur ama hepsi Al-i Osmanlı tarafından yapılan müdahalelerle bastırılır. Derken 1897 yılında Girit yeniden hareketlenmiştir. Ve bunda, adanın iç meselelerine sürekli karışan ve provoke eden bölgedeki güçlerin etkisi çok fazla olmuştur. Osmanlı, adanın elden gideceğini anlayınca savaştan önce Girit adasından planlı bir göç hareketi de beraberinde başlatmıştır.

 

HAMİDİYE GEMİLERİ İLE TAŞINDILAR

 

Bu kapsamda, Müslüman Giritliler adadan Osmanlı sahillerine kafileler halinde taşınmıştır. Lübnan, Süriye, Libya, İzmir, Mersin ve daha birçok yere Hamidiye gemileri, Giritli vatan evlatlarını korumak için seferber olmuştur. Göçle ilgili hesaplar tamamlanınca da Osmanlı, Yunalılarla savaşa tutuşmuştur. Dömeke zaferi ile cephede savaşı kazanan Osmanlı, Atina’ya doğru ilerlemekte iken, aniden araya giren Avrupa Devletleri ve Rusya’nın zoru ile yapılan antlaşma sonucu, Girit, masada kaybedilmiştir. Dönemin basiretsiz, şuurunu yitirmiş siyasetçileri bunda en önemli rolü oynamıştır. Zira o dönemde Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya devletleri garantörlüğünde bir özerklik yönetimi ilan edilmiş. O yönetimin başına da Yunan Kralı’nın oğlu Georgios komiser olarak tayin edilmiştir. Artık 300 yıl süren adadaki Osmanlı varlığı yavaş yavaş adayı terk etmeye başlamıştır. Girit, artık 120 binden fazla Müslüman’ın yaşadığı eski Girit olmaktan çıkıp, tek bir camisinin açılması dahi yasak olan yeni Girit haline gelmiştir. Müslümanlara ait ne varsa özenle, hunharca tahrip edilmiş. Mezarlıkları dahi kazılarak mevtalar yeryüzüne saçılmıştır. Hiç bir değere, hiç bir şeye saygı gösterilmemiştir. Adadan dışarı doğru, gelecekte büyük bir diasporayı doğuracak kitlesel göç hareketleri söz konusu olmuştur. Tüm bu zulüm ve eziyetler, Müslüman bir topluma yapıldığı için, dünya, sağır, dilsiz ve kör üç maymunu oynamıştır. İşte Lübnan’da yaşayan günümüz Giritlileri, o yıllardan göç eden Evlad-ı Fatihanların torunlarıdırlar. Hikâyeleri 1897 yılından başlayarak günümüze değin sürüp gelmiştir.

 

İLK GÖÇ EDENLER

 

Göç nedeniyle adadan ayrılan Giritliler daha çok iç hadiselerde önde gelen aileler ve yüksek rütbeli görevlilerden oluşmuştur. Rahmetli babam İbrahim Ali Bekraki’den duyduğum asıl sebebe gelince de babam o sebebi şöyle anlatırdı: “Adada çıkarılan isyanlarda rahmetli dedemiz Abdülhamid Bekraki, İngiliz konsolosunu sorumlu tutuyordu. Ve bu adamın desteği sebebiyle Girit’teki hadiseler artıyordu ki, deden onu bıçaklayıp öldürmüş. Sonra Sultan Abdülhamit Han Hazretleri bizleri burada vaziyet duruluncaya kadar saklamak istemiş. Aslında dedeni istediği yere götürme şansı vermiş. Rahmetli deden Arapça’yı ve dini daha güzelce öğrenelim diye Arap diyarına gidelim demiş.” Babamın hikâyesinde bahsettiği gibi o yıllarda adada büyük kargaşaların çıktığı, adadaki Müslümanların kendilerine reva görülen insanlık dışı muamelelerden ötürü İngiliz konsolosluğuna yürüdüğü ve ölümlerin olduğu hadise, tarihi kaynak ve vesikalarda da vurgulanmıştır.  Sonucunda çok sayıda Müslüman, haklı oldukları davada tıpkı Selanik olayında olduğu gibi İngilizlerce haksız ilan edilmiş, isyan çıkarmakla suçlanmışlar. Birçoğu da buna sebep olarak ölüme mahkûm edilmiştir. Dilerseniz tarihi ayrıntıları tarih kitaplarına bırakalım ve Trablusşam’daki Giritlilerin göç hikâyesine dönelim…

 

GÖÇ BAŞLIYOR

 

ezeli-vatan2Trablusşam vilayetine göçle gelen Giritli muhacirler, Sultan Abdülhamit Han’ın emriyle Trablus Valisi ve vilayetin önde gelen eşrafı tarafından resmi bir törenle karşılanır. İsimleri teker teker tespit edilerek her birine Sultan’ın emriyle bir miktar para verilir. Dedem bunu kabul etmese de dönemin valisinin, kendisine; “Sultan’ın bana kızmasını mı istersin?” diyerek zorla verdiğini anlatır. Amcam Prof. Dr. Abdullatif Bekraki olayları “İşte o parayla Kobbe bölgesinin en güzel tepesinde dedemiz deniz manzaralı üç katlı bir ev alır. Böylece o bölgede çok sayıda muhacir oturmuş olur ve bölgenin ismi muhacirin caddesi olarak tanınır hale gelmiştir” diyerek anlatmıştı. Şimdilerde bu cadde her defasında Tabbane ve Cebel Muhsin arasında cereyan eden çatışmaların tam ortasında bulunan bir caddedir. Lübnan savaşı yüzünden artık oralarda Giritli’ye rastlamak neredeyse imkânsızlaşmıştır. Aslında, Lübnan ve Suriye içinde yaşayan Giritli muhacirler, Trablusşam vilayetine gelen grubun da ta kendisi olup Osmanlı toprakları parçalanınca göç ettikleri yetmemiş gibi birde iki ayrı ülkenin vatandaşı olmuşlardır. Bir kısmı artık Trablusşam’da yaşadığı için Lübnanlı, diğer bir kısmı da Hamidiye köyünde yaşadıkları için Suriyeli Giritliler olmuştur. Haliyle kökleri Osmanlı’ya dayanan kardeşler bile bu yüzden farklı diyarların insanları oluvermişler. Öz ninem ve kız kardeşi gibi. Ninem Halide Ralaki Lübnanlı olurken kız kardeşi Suriyeli olmuştur. İşte bu ve benzer örnekleri çoğaltmak hiç de zor değildir bu topraklarda. İşte, törenle, davul- zurna ile “hoş geldiniz” nidaları arasında coşkun kalabalıklarca karşılanan Giritli muhacirler, ilk aylarını Lübnan’da geçirse de, bir kısmı bu şehri beğenmemiş. Sultan Abdülhamid’e talepname yollamış ve başka bir yere gitmeleri için talepte bulunmuşlardı. Sonrasını gelin amcamdan dinleyelim isterseniz: “Annem tarafından olanı rahmetli dedem Mustafa Ağa Ralaki Trablus şehrini hiç beğenmemiş. Atı üzerine binmiş ve sahili takip ederek devam etmiş. Suriye Lübnan doğal sınırı olarak bilinen Kuzey Lübnan nehrine vardığında karşı tarafa gitmiş ve gene hep sahili takip etmiş. Tabi o zamanlar Suriye-Lübnan sınırı diye bir şey yoktu. Hepsi Osmanlı’nın topraklarıdır. Dedemiz nehri geçtikten kısa bir süre sonra öyle bir yere varmış ki tavşanlar yerden yere koşuyor, kuşların sesleri bölgeyi neşelendiriyor. Dedemiz atından iner ve: İşte burda yaşamak istiyorum der. Dedemizin ve yanındakilerin bu isteği, gene Vali tarafından Sultana bildirilir ve Sultan Abdülhamit Han oraya Hamidiye adıyla bir köyün inşa edilmesini emreder.”

 

TOPRAKLARDAN FAYDALANMA HAKKI YOK

 

İşte Hamidiye’nin kısaca inşa öyküsü de böyledir. O zamanlar tüm Giritliler bir arada olabilmek için köye yakın evleri ya da arsaları satın almış ya da Sultan’dan hibe almışlardır. Acı bir gerçeğin daha altını çizmeden geçmek istemiyorum ki, ülkeler ayrıldığında şu an Girit’teki topraklarımız ve emlaklarımız olduğu gibi, tapuları elimizde olmasına rağmen maalesef – en azından şimdilik- faydalanma hakkımız yoktur. Tüm bu olanlar “Toprağı kim ekiyorsa onundur “ denen saçma bir Suriye kanunu yüzünden başımıza gelmiştir…. Dahası Mübadele Antlaşması’ndan önce ve herhangi bir antlaşma olmaksızın Girit’ten göç edildiği için Lübnan ve Suriyeli Giritliler, Girit’te bulunan mal ve mülklerinde halen hak sahibidirler ve bu konuda hukuki açıdan Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğine ihtiyaçları vardır. Lübnan ve Suriye Giritlileri mübadillerden farklı olarak Girit’te bulunan mülklerinde halen hak sahibi durumundadırlar ve Yunanistan’ın bu arazi ve mülklerde bir tür işgali söz konusudur. Şu an Lübnan’da yaşayan Giritli Türkler; Trablus’a göçle gelenler ve önce Suriye’de Hamidiye köyüne yerleştirilip daha sonra ekonomik nedenlerle Lübnan’a geçen Giritli Türkler’den oluşmaktadır. Yapılan tespitlere göre, Trablus’a 10 bin Giritli gelmiştir ve günümüzdeki nüfusları da en az bir hesapla, bunun 7 katı kadar olmalıdır. Ancak daha sonra değişik sebeplerle değişik coğrafyalara dağılmışlardır. Buna rağmen Trablusşam’daki Giritli muhacirlerin sayıları kesin olmamakla birlikte 60 ailede yer alan yaklaşık 8 bin kişi civarında olduğu tahmin ediliyor. Pek tabii ki göç ve yerel halk içerisinde erimenin de bunda etkisi büyüktür. Buna eşdeğer bir rakam da Hamidiye köyünde bulunmaktadır. Bu muhacirler, Türkiye’deki Giritliler gibi yaşamak ve var olabilmenin mücadelesini vermektedir. Çoğu yüzde 100 bir şekilde ben Türk asıllıyım veya Rum asıllıyım diyemiyor. Tek anlaştıkları gerçek, Müslüman Giritli olduklardır. En önemli sıkıntıları da hem Türkiye ve hem de Yunanistan tarafından unutulmuş olmalarıdır. Komik olansa Trablusşam’da bir asırdan fazla yaşıyor olmamıza rağmen halk arasında halen “muhacir” sıfatıyla anılmamızdır. Bu da ağabeylerimizden Muhammed Kasabaki’nin dediği gibi “Bu galiba bizimle kıyamete kadar böyle gidecektir. Peygamberin hicretini hatırlattırdığı için sevinçle bu sıfatı kabul ediyoruz” şeklinde ifade ve tasvir bulmuş olan gerçeğimizdir. Günümüzde Lübnan’daki Giritli muhacirler hepsi olmasa da önemli bir kısmı soyadlarından anlaşılmaktadır. Soyadları “aki” eki ile bitmektedir ve “aki” Rumcada “oğlu” anlamına gelmektedir. Soyadındaki “aki” eki çıkarıldığında Türkçe kök ortaya çıkmaktadır. Örneğin Bekraki soyadı “Bekir” ve “aki”den oluşmaktadır ve Bekiroğlu anlamına gelmektedir. Diğer soyadlara örnek olarak Basalaki, Sızmazaki, Paşazaki, Memiş, Subjaki, Kabalaki, Sakalaki, Malisorgaki, Sulaki, Demiraki…vs gibidir. Bazılarının soyadından bilinmemesi ise ailelerin yaşadıkları zorluklardan dolayı soyadlarının Arapçalaştırılmasından kaynaklanıyor. Buna da örnek olarak: Muradaki Murat olmuş, kasabakilerin bir kısmı Kasap olarak değiştirmiş, bir kısmı kolayca olsun diye sadece Muhacir soyadı taşımış veya Giritli olarak soyad seçmiş veya dedesinin ismi olan Halasaki soyadından Mustafa soyadına geçen aile gibi…

 

KİMLİKLERİNİ KORUYAMAMIŞLAR

 

Trablusşam’daki Giritli muhacirler, Hamidiye köyünde yaşıyan Giritlilerin aksine kimliklerini koruyamamıştır. Bunun da en büyük sebebi Araplarla iç içe yaşamış olmalarıdır. Ayrıca Müslüman olmaları nedeniyle yerel halk tarafından hızlıca kabul görmüşlerdir. Baskılara veya zulme maruz kalmamışlardır. İlk ve ikinci nesiller kendi içlerinden evliliği benimsese de daha sonraki nesiller Araplardan kız almaya başlamış, kızlarını da vermeye başlamıştır. Artık Giritliler Lübnanlı olduklarını resmen kabullenmiş ve bununla yaşamaya başlamıştır. Trablusşam’daki Giritliler, kimlikleri koruyamadıkları gerçeği bir yana, Hamidiye Köyü’nde yaşıyanlara nazaran biraz daha şanslı olmuştur. Büyük bir şehirde yaşamanın avantajını hem de Lübnan gibi Arapların arasında demokrasi ile tanışmış bir ülkede yaşadıkları için eğitim açısından daha yüksek seviyede olmuşlardır. İçlerinde yüksek eğitim gören mensupların da rahatça görülebilir. Savaş dönemleri olmasaydı bu elbette çok daha bariz bir hal alacaktı ve halen Trabluşsam içinde yüksek sayıda Giritli mahallelere rastlanabilirdi. Ama savaş hepsini birer birer yok etmiştir. Sözü de açılmışken, Lübnan’daki Giritli muhacirler hiç bir zaman Lübnan iç savaşına karışmamış hep iyi kalpli insanlar olarak, savaştan ve savaşanlardan nefret eden, ama asla ve asla korkak olmayan insanlar olarak tanınmıştır. Savaş zamanından bir hatıram olarak şunu zikretmek isterim. Babam, savaş esnasında, iki milis grubu arasında çatışma başladıktan sonra bizi bırakıp iki tarafı ikna ederek o gün çıkan çatışmayı durdurmuştu. Belki bu gibi olaylar ve eğitim camiasına yaptığı hizmetlerden dolayı veya bölgedeki halk tarafından oldukça sevilen bir insan olduğu için olsa gerek, Giritli muhacirler arasından çıkıp vefatıyla ismini sokağa yazdıran insan babam İbrahim Bekraki sokağını bugün halen Trablusşam’ın Kobbe bölgesinde bulabilirsiniz. Eski dönemlerde iletişimin zor olması nedeniyle Suriye ve Lübnan’a yerleşen Giritli muhacirlerin Anadolu’ya yerleşen akrabaları ile bağları ise zamanla kopmuştur. Türkiye’de soyadı kanunun çıkması ile Lübnan ve Anadolu’daki Giritliler arasındaki tek bağ da ortadan kalkmıştır. Bu insanlar ise günümüzde İzmir ve Ayvalık’ta çok sayıda akrabaları olduğunu tahmin etmekle beraber hiç bir net bilgiye sahip değillerdir. Lübnan’da yaşayan Giritli muhacirlerin Türkiye’dekilere göre tek farkı, yerleştirildikleri yerin Türkiye’nin hâkimiyetinden çıkması ve Arap nüfusun arasında kalmalarıdır. Ve bu yüzden hakkıyla aslında Giritli Türkler şeklinde hitap olunması gerekir. Zira Türk, sadece bir ırkın adı değil, uzun bir tarih boyunca beraber yaşamış, beraber ölmüş ve aynı din ve kültür safında omuz omuza el bağlayarak ortak kültür oluşturmuş milletlerin aziz hafızasından süzülmüş ortak ve değişmez kimliktir.

Dr. Wassim Bekraki

 

    En az 10 karakter gerekli
    Tüm Yorumlar (1)
    • Mustafa Oral

      İzmir de basalaki ailesini tanıyorum. Merak eden ve tanışmak isteyenlere yardımcı olabilirim
      E posta adresim yukarıdadır
      Lübnan vd suriyeli giritlilere sevgi ve selamlarımı yolluyorum….

      Yanıtla
      +0
      -0


    HIZLI YORUM YAP