Kıbrıs Rum tarafı 1960 yılından beri 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve Kıbrıslı Türklerin garantörü olan Türkiye’yi bu garantörlüğünden çıkartmak için uğraş vermekte. Makarios bu nedenle 1 Ocak 1964 sabahı, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile İttifak ve Garantiler Anlaşmasını tek taraflı iptal ettiğini bile açıklamıştı ama bunu kimse yemedi ve Makarios’a da yedirmedi. İngiltere ve Türkiye Makarios’tan bu açıklamasını geri almazsa müdahale edeceklerini resmi olarak açıklayınca ister istemez geri adım atmak zorunda kalmıştı Makarios. 1 Mayıs 2004 günü Kıbrıs Rum Cumhuriyeti Avrupa Birliği’ne kabul edilince, ilk işi Türkiye’nin Garantörlüğüne artık gerek kalmadığını ve yerine bu garantörlüğün Avrupa Birliği tarafından yapılmasının daha doğru olacağını açıklamak oldu. Sonra da her fırsatta ve her platform da bu iddiasını öne sürmeye başladı. Hitlerin Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Goebbels’in etkin propaganda yapmak için sıkı sıkıya sarıldığı 10 tane kuralı vardı. Bunlardan bir tanesi “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır“, diğeri “Bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, halk o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser” bir başkası da “Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur” du.
GOEBBELS’İN ETKİN PROPAGANDA KURALLARI
Rumlar Goebbels’in bu kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalarak, 1963’de masum Türkleri öldürmek amaçlı yaptıkları silahlı saldırıları Goebbels’in yukarıdaki propaganda yöntemleri ile örtbas etmeye çalıştılar. Zaten 1 Mayıs 2004’den itibaren de Goebbels’in propaganda kurallarını Türkiye’nin garantörlüğünü ortadan kaldırmak ve Garantörlük mekanizmasını AB’ye kaydırmak için kullanmaktalar. Bu amaçla da Kıbrıs’ta, “mevcut garanti sisteminin Avrupa ilkelerine uygun olmadığı“nı savunarak, “Avrupa Birliği’nin (AB) Kıbrıs için en etkin garanti ve güvenlik olduğunu” iddia etmekteler. Tam Goebbels’lik yalanlar. Kıbrıs adasında Birleşmiş Milletler askerleri olmasına ve her yerleşim yerinde kampları ve askeri güçleri bulunmasına rağmen Rumların 21 Aralık 1963 günü başlattıkları ve 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı’na kadar sürdürdükleri Türkleri katletmelerine BM askerleri hiç bir şekilde müdahale etmediler. Yer yer bunun tersini bile yaptılar ve verilen sözlere inanarak Birleşmiş Milletler Askeri Gücüne silahlarını teslim eden Türklerin Rumların tarafından canice öldürülmesine göz yumdular. Resmi belgelere göre Baf’ta yaşanan katliamın sorumluluğu sadece ve sadece Birleşmiş Milletlere aittir ve onların ihmali ile Rumlara göz yummasından kaynaklanmakta. Aynı olay 1995 yılında Srebrenitsa’da yaşanmış ve Barış Gücü olarak görev yapan Hollanda Birliğine sığınan Boşnakları Hollanda Barış Gücü, Sırp general Ratko Mladiç‘in başında olduğu güçlere teslim etmiş ve hepsi de katledilmişti. Boşnaklar Müslüman, Sırplar ve Hollandalılar da Hristiyandı.
GAZZE’NİN GARANTÖRÜ YOK
Gazze’de yaşayan Filistinli kardeşlerimizin hiç bir garantörü yok, koruyanı yok, arkalarında duranı da yok. İsrail’in insan haklarına aykırı olarak sürdürdüğü katliamlara mertçe karşı çıkan ve Filistinlilerin arkasında durmaktan çekinmeyen sadece Türkiye oldu. Kıbrıs’ta Türkiye’nin garantisinin kalktığı, Türk askerinin adayı terk ettiği ve AB’nin sözde garantör ilan edildiği günde Rumların adanın tümünü ele geçirmek için aynen İsrail’in Filistinlilere yaptığı gibi bizlere saldırmaktan hiç çekinmeyeceği, AB’nin de güya garantör olarak müdahale etmeyeceği kesindir. Zaten bunun örnekler de ortadadır. Geçmişte Girit’te Avrupalı devletlerin nasıl benzeri bir oyunu tezgaha koydukları ve Girit için bir özel idarenin kurulmasını talep edip Osmanlıyı kandırarak, 3 ay içinde Girit’i Türklerden temizledikleri daha hafızalardan silinmemiştir. Türkiye’den başka hiç bir devlete veya da birliğe inanmamamız gerektiğini tarihimiz ve günümüzde yaşanan gelişmeler bize söylemektedir…
BALKAN YEMEKLERİ
15 saat önceHABERLER
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önceHABERLER
05 Kasım 2024