DOLAR 32,1807 0.05%
EURO 35,0146 0.05%
ALTIN 2.505,910,13
BITCOIN 2256989-1.1634%
İzmir
33°

KAPALI

SABAHA KALAN SÜRE

Adım Adım Prizen

ABONE OL
10/02/2014 21:16
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bahar dallarında çiçeklerin

Öznesi yalnızlığında yüklü

Kalabalıkların ötesinde sevdiceğim

Sensizliğim dağlara düştü

İfil bir rüzgârın kanadında

Savrulduğum yollarda

Yeşille toprağın raksında bulduğum

Sevdamı gözyaşına emanet bıraktığım yar

Kapılardan dön geri

Saracağın özlemim olsun

Yaşamımsa senin yoluna heba olsun.

 

prizen1Dalmışım yeşillikler çiçekler, bu uçsuz bucaksız görünen ovalara bakarken. Nerde kalmıştık bir dakika neredeydim ben, mısralarda buluşmuştum sevdiceğimle, evimde erimin yanına ulaşmış onu özlediğimi fısıldamıştım kulağına. Derken hatırlıyorum şimdi, baktığım manzaradan yolun bir mola yerine sapması ile uyanıyorum. Tabi ya Prizren yolundaydım. Priştine’den çıkıp Prizren’e doğru birkaç arşın yol almışken mola veriyoruz. Biliyor artık herkes benim kahve saplantımı, sanırım acıdılar bana. Belki de öyle bir dalmıştım ki doğaya, sevdaya. Daha çok seyredeyim, ciğerlerime bin bir çiçek kokularını, küfeme yeşilin endamlı tonlarını doldurayım diye duraksadılar.

 

 

 

 

Bilemedim, ama sorarak büyüsünü de bozmak istemedim. Herkes indi ve yolunu tuttu mekânın. Ben yine her zamanki gibi geç, biraz savruk biraz telaşlı fırladım arabadan. Biraz evvel bu manzaraya bakarken sanki değişik bir his uyandırıyor bende diye geçirdiğim sezilerimin sarhoşluğundayım hala. Adım atmamla bir çığlık atmam bir oluyor. Hocam yanımda biraz ürkmüş biraz tedirgin ne oldu derken sadece işaret edebiliyorum. Restoranın girişinde muhteşem bir görsellik. Bir yavru geyik bağlı. Ben şaşkınlıkla mutluluğu aynı anda salıncağa bindirmiş sallıyorken, hocam sevebiliriz sanırım bir sorayım diyor. Dua ediyorum izin versinler diye. Yoksa sevincimden attığım çığlık boşa mı gidecek? Mekânın sahibi gülen gözlerle başını sallıyor görüyorum ilerden görmemle birlikte kimse gelmeden soluğu hayvancağızın yanında almam bir oluyor. Usul usul konuşarak kendime alıştırmaya çalışıyor ve yanaşıyorum yanına, küçük daha yavru, ürkek. Ot yiyor. Yediği otlardan koparıp elimle uzatıyorum acaba yer mi?

 

POZİTİF ENERJİYİ EKSENİMİZE DOLDURMAK

 

Biraz gözlerime dikiyor gözlerini hafif mahcup ama sıcak bir bakış yakalıyorum. Uzanıyor elimden alıyor otu. Ben hemen işi bağladım ya başlıyorum yüzsüzlüğe bir elimle sevip bir elimle yemliyorum. Hayvan sevgisi ne kadar özel bir şey, onları gözlemek, art niyetsiz ruhlarının sardığı bedenleri okşamak ve o pozitif enerjiyi doldurmak eksenimize. Bu kadar sevdirmezmiş kendini “sizi sevdi” diyorlar. Nasıl sevmesin ki önünde pervane oldum resmen. Böyle bir deneyim yaşamamıştım daha önce. Ve hiç aklıma gelmemişti bir gün geyik yavrusu sevebileceğim. Diyorum ya bu topraklar başka, başka bir aşk, başka bir büyü, başka bir doku var bu topraklarda. Yıllarca çocuğu olmamış türlü tedavilerden geçmiş bir arkadaşımın lafı geliyor kulağıma. Kosova’ya tayin olmaları üzerinden ilk çocuklarını almışlar kucaklarına yıllar sonra. Ve diyor ki ‘’Buraların havası yaradı bize. Yediklerimizden mi? içtiklerimizden mi? yoksa Takdir-i İlahi mi? bilemem ama burası bize kızımızı verdi. Gittiğinde sende bu farkı hissedeceksin’’. Geyiğim kucağıma soktu başını bu sıcaklık, bu teslimiyet duygusu dokunuyor şair yönüme. Gözlerim dolmakla dolmamak arası sızlarken. Aklımda mısralar tuvallerin eteklerine yapışıyor yine. Boyalarım nerde, tuvalim, şövalem nerde burada resim yapamazsam nerde yaparım ki başka…

Bir ses diyor ki alnına dokun hemen tos yapar. Hakikaten dokunuyorum hemen başlıyor benimle toslaşmaya biraz da oyun oynuyoruz. Benim kahve hiç oldu gitme vakti geldi. Olsun feda olsun bu kahve diyorum. Tabi yol uzadıkça, ben kahve yoksunluğuna iyice girdikçe keşke severken içseydim diye düşünmeden edemiyorum ne yalan söyleyeyim. İşte en ölümsüz ve muhteşem hatıram, bu yola böylece adanmış oluyor.

 

NAİF RESSAM MI OLSAM NE?

 

prizen4Bana huzur veren okşayışlar şimdi satırlarıma neşe, tat veriyor. Yoldayız çok güzel çiçekler var yol üzerinde mor salkımlar, pembe pembe çiçeklenmiş ağaçlar. Naif ressam mı olsam ne? Figüratif soyutu bırakıp. Ama mümkün değil ne kadar bayılsam da, ne zaman kalemi fırçayı elime alsam soyut oluyor tablolarım. Soyutlaştırıyorum hemen. Hocam diyor ki senin beynin soyut düşünüyor hayal dünyan kurguların soyut ve romantik. Her alanda soyutsun diyor. Doğru da söylüyor aslında. Hatta bazen hayal ve kurgu ekseninde dolaşmıyor değilim. Sanırım biraz da sürrealistim. İşte geldik Nafron oteldeyiz. Dinlenmek iyi gelecek.

 

 

 

 

 

Hiç yabancı değilim Nafron otele çünkü iki arkadaşım tembihlediler beni. Birincisi Hülya abla (ressam Hülya Sezgin) bir sene evvel gelmiş çok sevmiş burayı, otelin sahiplerini kardeş bellemiş. Hatta köşesinde anlatmış oteli, onlarda asmışlar duvara hülya ablamın makalesini. Hemen fotoğraflıyorum ve mail atıyorum kendisine çok mutlu oluyor. Buraların en güzel ve nezih otellerinden biri burası. Diğer arkadaşımın da akrabalarıymış otel sahipleri ama sadece isimlerini biliyor kendini tanıt numaramı ver lütfen diyor. Bende elçilik görevimi yerine getiriyorum sanırım başarı ile. Şu bavulumu hafifletmeyi ne zaman öğreneceğim ben. Yine gülle halt etmiş yanında. Fıtık oldum bu sayede resmen. Bavulu çekiştirirken etrafımdan geçen iri yarı ressam arkadaşlarıma mahzun gözler ile bakıyorum. Biri kıyamadı en sonunda. Erkeklerin bu centilmenliğini çok seviyorum işte. Geçenlerde bir seyahatim esnasında yolda çekiştirirken bavulumu, kaldırıma geldiğimde çıkmak için zorlanırken, orasından burasından kaldırmaya çalışırken. Sokakları temizlemekte olan belediye görevlisinin hemen gelerek  “Abla bir saniye yardım edeyim” sözüne karşı duyduğum minnettarlığı anlatamam. Allah razı olsun gerçekten. Hangi ırktan, hangi mezhepten hangi düşünceden olursa olsun erkeklerin zorda kalan tanımadığı birine yardım etme centilmenliği gerçekten takdire şayan. Biraz dinlenip yerleşeceğiz sonrasında da tablolarımızı asmak, sergi hazırlığı yapmak için hamama doğru yol alacağız. Odamdayım en sonunda. Derin bir oh çekiyorum, çok güzel burası hemen ısınmak için sobayı yakıyorum. Ve bavulumdan hava şartlarına uygun kıyafetlerimi ayıklamaya başlıyorum. İzmir kızlığına son şimdi özüme dönüp Balkan kızı olma zamanı…

 

KOSOVA’NIN İKİNCİ BÜYÜK ŞEHRİ

 

Yolu düşünüyorum gelirken gördüğümüz bazı zihnimde merak uyandıran tümceleri yokluyorum. O araba mezarlarını, araba parçalarından hurdalarından kaç tane daha araba yapılır acaba? Yol kenarında bulunan tel çitleri. Ve yol üzerinde ilerledikçe kenarda belli mesafeler arasında duran küçük anıtçık heykelleri ve çiçekleri, dikkatimi çekmişti, sordum hemen. Yol üzerinde o kadar çok vardı ki bunlardan. Meğerse seyahat esnasında kaza geçirip orada ölenlerin anısına yapılırmış tam öldüğü yere… Ne kadar büyük olgunluk ve saygı. İşte gelişmişlik güngörmüşlük buna denir sanırım. Telefonun sesi ile ürperiyorum. Resepsiyondan bir ses tabi ki Türkçe ‘sizi bekliyorlar’ diyor. Hemen fırlıyorum çantamı pardösümü aldığım gibi işimin başına koyulmaya. Prizren’deyim Kosova’nın ikinci büyük şehri. Gerçi Türkiye’de gibiyim, herkes Türkçe konuşuyor çünkü. Türk olmayanlarda öğrenmişler dili, anlaşabilmek için. E kolay mı bu dili salkıyabilmek koruyabilmek için neler yapmışlar. Analar yastık altında saklamış, çocuklar mum ışığında tekrarlamış ezberlerini. Gece yarıları sessiz ve ürkek konuşulmuş duvarlar arkasında yıllarca. Radyolarda piyesler dinlenmiş yüreklice. Sorgulanmışlar, hırpalanmışlar ama yılmamışlar. Çünkü kanlarında var Türk ve dirayetli onlar. Birçoğu göç etse de yürekleri ağlamaklı ayrılsalar da buralardan. Büyük bir çoğunluk ta direnmiş ve bu direniş ile azınlık değil çoğunluk olmuşlar. Sanatla beslenmişler, hiç yılmadan çalışmışlar. Bombaların altında yazmışlar şiirlerinin mısralarını. Tuvallerine boyaları mum ışığında sürmüşler Belki de ışıkta sürselerdi o boyaları, bu kadar ışıkla oynayamazlardı, bu kadar ışıl ışıl olmazdı tabloları. Yüzyıllar onlar için hep toprak kavgası hep bir çarpışma olsa da, onlar hayallerini, bizleri, anavatana özlemlerinin eteğini hiç bırakmadılar ki. Lisan biraz Karadeniz şivesine benzese de hiç yabancı değilim ki ben nasıl olsa Rize’nin suyundan içmişliğim orada büyümüşlüğüm var. Şivenin farklı olması onlara güzel espriler hikâyeler de bırakmış zamanın akışında radyoları dinlerken. Bana da bırakmadı değil ne yalan söyleyeyim. Benim de cümle devriklerim arttı. Ben bazen hocam ile konuşurken “Biz öyle demeyiz böyle deriz” diye düzeltmeler yaparken ki çok güzel Türkçe konuşur. Şimdi o bana gülümsüyor usulca. Biraz da muzırca. E nasıl benimsemeyeyim ki genlerim yatkın ilk öğrenilmiş edinimim genlerimde Balkan Türkçesi, Osmanlı Türkçesi. Prizren bizden bir kasaba sanki, evime gitmişim gibi.

 

BÜYÜK BÜYÜK DEDEM GAZİ EVRONOS BEY

 

Çok sevdim burayı çok, nasıl sevmem ki? Kaç kuşak önce bilmem ama büyük büyük büyük dedem Gazi Evrenos Bey almamış mı bu toprakları, onun oğulları burada çoğalmamışlar mı? Ve yıllar sonra ben şimdi onların açtığı topraklarda kendi dilimle, kendi dinimle merhaba diyip sıcak bir hoş geldiniz ile karşılanmıyor muyum?  Sokaklardan yol aldıkça kendimi bir ortaçağ kasabasında hissediyorum. Öz işte bu sanırım, hala eski, hala güzel, hala Osmanlı kokuyor. İşte bütün heybeti ile yıkık ama direngen Gazi Mehmet Paşa hamamı. Heyecan içindeyim bu mistik hava içinde mi yer alacak tablolarım. Yine içimden hocama şükran duyuyorum. İyi ki tanışmışız iyi ki buralara çağırmış bizleri. İyi ki Sanatla Uyanmak Festivali var. Gönüllü elçilik yapıyorlar, tanıtım yapıyorlar. Bu güzel kasabaya Mayıs- Haziran ayı arasında bir dolu sanatçı, aydın, bürokrat topluyorlar, çaba emek veriyorlar. Sadece tanıtım için, sadece Türkleri anavatandan oraya götürüp, yavrularına bakın bizim için buraya geldiler diyebilmek için. Yaşlansalar da, bazen mola vermek isteseler de, boncuk boncuk terlese de alınları, gençler baston oluyor onlara, onların enerjisine bulanıp gözlerindeki pırıltıya yaslanıp her sene daha bir coşku katıyorlar festivallerine, kimler gelmemiş ki dokuz senede nice ünlüler geçmiş bu kervandan ve daha doksan sene kimler gelmeyecek ki. Ünlü ünsüz kalemini coşturan, mısrasını ballandıran, romanlarında karakterlerle nice aşklar yaşayan, nağmeleri ezgileri gece yastığa koyduğunuzda bulutlardan kulaklarınıza taşıyan nice sanatçılar geçmiş bu yollardan. Bu coşku sürse uzun yıllarca hep temennimiz bu. Ömür yetse de keşki her sene gelebilsem. Ama olmaz bir kişi bir kişidir. Ben benim yerime başka bir sanatçıyı yollamakla görevliyim artık. Bu festivale katılan her bir sanatçı bu oluşum için çalışan birer miğfer haline dönüştü. Hep aynı kişiler giderse ne anlamı kalır ki? Önemli olan suyun iki yakasını buluşturmak değil mi. Biz büyüklerimize onlarda yavrularına kavuşsun diye güdülmüyor mu bu amaç. Göç sebebi ile balkan özlemi ile bu toprakların sancısı ile yaşayan, rüyalarında hala bu dağlarda koşan, yeşil çimenlerde yatan insanlarımızda gitmeli aslında. Gittikçe büyümeli bu festival. Gittikçe artmalı gelenler. Bu haftaya özel ucuz seferler oluşturulmalı, hamam eski ihtişamına kavuşmalı ışıl ışıl. Akın akın bu festivale akmalı anayurttan herkes, sanatçılar sanatını icra ederken göç mağdurları kendi topraklarında dinlemeli en sevdiği şarkıları. Prizren halkı kenar kasabalar bu coşkuya katılıyorlar her yerden. Büyükelçilikten çok büyük destek var. Yunus Emre Vakfı, Enka ve daha birçok adını sayamadığım kuruluş destek oluyor. Bizde destek olalım. Onların bu desteğe, bizim ise şar dağının yüreğine, bu sudan içmiş bütün insanların enerjisine ihtiyacımız var. Ben bu sene görevimi icra edip yolluyorum bir arkadaşımı benim yerime. Ki zaten ben zaten biliyorum orada olmasam da bağlıyım artık. Şadırvandan su içmişliğim, pak deresine özlemlerimi yüzdürmüşlüğüm var. Muhteşem bir ressam kendisi, Kamer’cim çok mutlu olacak biliyorum. Aileme gönderiyorum onu çünkü o sıcak dostluklara gönderiyorum. Bir an arkadaşlarım ile göz göze geldiğimizde onların da beyninde aynı cümlelerin geçtiğini gözlemliyorum. Diğer arkadaşlarım kendi işlerini yapmaya koyuldular bile. Of çok lafı uzattım yine, çalışma vakti, hadi hatun hadi kalk tabloların paketleri açılacak, asılacak daha. Ben tam nasıl yapacağım derken 50 ye yakın tabloyu nasıl asacağım bir saatte diye hayıflanırken. İçeriye pire gibi çalışkan delikanlılar akın ediyor. Birde güzeller güzeli bir kız Suada. İsmi de kendi gibi, su gibi güzel ve duru. Çok yardımcı oluyor bana sergiye hazırlanırken beraber makyaj bile yapıyoruz. O kadar candan ki hep Elvin Abla bir şey lazım mı diye soruyor. Bende diyorum sen! Senin sıcak gülüşün. Canım umarım hayatında hep böyle güzel gülersin diyorum. Kim bu gençler? diye sorduğumda Kosova Genç İzciler Derneği üyeleri diye cevap veriyor hocam Onat Baymak‘ta başlarında hocamın oğlu aynı babası. Karakter, görsel o kadar benziyor ki, gerçi ben yüzünü anneye de benzetiyorum. Hocam gururla sahiplenerek hayır bana benziyor diyor. Bir babanın gözünde bu gururu görmek ne kadar güzel. Ne kadar güzel babasına bu onuru yaşatacak kadar güzel evlat olabilmek. Oda çok iyi bir ressam ertesi gün sergide anlıyorum. Çok güzel tabloları var. Ve acaba boynuz kulağı geçecek mi? Gerçi onun içi kıpır kıpır organizasyon işini çok seviyor. Gördüğüm kadarı ile de çok başarılı. Yaşı henüz küçük ama sanki kırk yaşlarında bir adamın oturmuşluğunda organizasyonu idare ediyor. Şimdi anlıyorum babasının haklı gururunu. İşte bu anda biraz buruluyorum çocuğum olsaydı bende bu kadar güvenle yaslayabilir miydim sırtımı?

 

BENİM TABLOLAR ASILIYOR

 

Gelen genç arkadaşlar bir orda bir burada, bunu nereye asalım, şunu nereye koyalım derken hop bir saat içinde benim tablolar asılıyor. Gülümsüyorum imece (elden ele ) bu işte. Ben gözümde büyütürken, gece yarısını bulacağım hay Allah derken bitti işte. Hadi yemek vakti dediklerinde sevinçten havaya mı uçsam, bir solukta şar dağının tepesine mi çıksam bilemedim. Hamamdan çıkıp Bistiça (Pak) deresine doğru yol alırken biraz Prizren’i dinlemek istiyorum başlıyorlar anlatmaya. Prizren şehri dağların çevirerek bir örümcek ağı misali sakladığı Kosova’nın ikinci büyük şehri, Şar dağının eteklerinde kurulmuş,  Prizren’e hangi taraftan yaklaşırsanız yaklaşın uzaktan ilk gördüğünüz kalesidir. Kale 590 metre yükseklikteki bir tepeden Prizren şehrini devamlı gözlemekte, bir sıkıntısı var mı diye beklemekte, sanki Şar Dağı’nın haber görevlisi gibi dikilmektedir. Şehri kaplayan ince ve zarif minareler gözlerinize oya gibi işlenerek farklı bir şekilde kazınmaktadır belleklerinize. Yürürken üzerinde hayranlıkla durakladığım ve fotoğraf makinemin gizli ortaklığına başvurduğum şehrin ortasından akan Bistiça Deresi ise şehri ikiye bölmektedir. Sol tarafta, kale, Sinan Paşa Cami ve bayırının eteklerinde yerleşen göz alabildiğince ev, eğimli bir arazi, yukarıda gözlemlediğim boş bir Kilise. Sağ tarafta ise, hamamın bulunduğu taraf oluyor düzlük üzerinde konumlanmış bir yerleşim içeriyor. Prizren şehrini Fatih Sultan Mehmet 21 Haziran 1455’te fethetmiş. Rivayete göre Cuma namazı Ortodoks kilisesinde Fatih Sultan Mehmet tarafından kıldırılmış. Serhat şehri şeklini alan şehir Akıncıların istikamet yeri olmuş. Camiye dönüştürülen kilisenin bitişiğinde Evrenosoğlu Ahmet Bey bir hamam, Evrenosoğlu Ali Bey tarafından da dere üzerinde taştan bir köprü yaptırılmış. İşte şu an, o taş köprü üzerinde derenin sesine kaptırdığım gözlerimin dalgınlığını. Karnım uyarı verse de açsın diye ayrılmak zor. Arkadaşlarım kolumdan çekiştiriyor. Eeee açlık bu. Diyorlar açılıştan sonra sokakları tek tek dolaşacağız nasılsa. Haydi, şu meşhur köftelerin tadına bakalım. Besimi restorana doğru yol alıyoruz. Bir hafta burada yemeklerimizi yiyeceğiz. Hocama ben nasıl tarif edeceğim yemeğimi isimlerini söyler misin dediğimde attığı kahkaha hala kulaklarımda çınlıyor. Daha içeriye yönelmem ile birlikte hoş geldiniz, nasılsınız sözcükleri arasında sıcakkanlı garsonların yanından geçiyorum. Restoran sahibi ile tanışıyoruz.

 

HER YER KÖFTE ET

 

Önünde bir tezgâh var her yer köfte et, gözümüz dönüyor hangisini yesek, nasıl yenir bu kadar şey, mis gibi kokuyor pleskovitsalar. Hemen oturuyoruz servis açılıyor hepsinin olduğu karma bir tabak geliyor da ne tabak tepeleme dolu. Ben içimden benim görüntüm yine aldattı herkesi diyorum. Görüntüme ters bir yemek anlayışım var oysaki, günde bir öğün oda az bir şey yememe rağmen heyhullah gibi olmam kandırdı yine diye bilincimde söyleniyorum kendime. Diğer tabaklarda konuyor masaya hepsi aynı. Ne kadar çok hepsini mi yiyeceğiz. Evet diyor garsonlar normal tabak bu herkes böyle yer burada. Ben başlıyorum hepsinden tatmaya bir zevk şöleninde damağım, bir dans gecesinde sanki köftenin biri valsını tamamlayıp reverans verirken damağıma, diğer köfte bale yapmaya başlıyor, bir diğeri buz pateni, bir diğeri ise salıncakta sallanıyor. İnanılmaz ve tarifsiz lezzetler derken bir hamur parçası var tabakta onu tatmam ile başımın üzerinde viyolonseller çalmaya başlıyor. Aşkın sesini duyuyorum. O anda Fulya ve benim aşkım başlıyor. Oraya özgü kat kat hamurdan yapılmış bir ekmek çeşidi. Bir hafta sadece fulya ve ben üç öğün yiyorum doyamadım gitti. Hatta evime de alıyorum gözüm doymuyor, çuvalla götüreceğim neredeyse. Dayanmaz diyorlar. Ah bir dayansa biliyorum ben yapacağımı. En kısa zamanda öğrenmeliyim tarifini. Ha viyolonsel dedim de masamda festival için tam karşımda bir bayan oturuyor. Kıvır kıvır saçları, yumuşak bir tebessüm ile aydınlanmış yüzü çekiyor beni. Karakteristik bir yüzü var. Tanışıyoruz adı Mersiha Teskeredzic keman virtüözü kendisi, Bosna’da Sarayevo Üniversitesi’nde keman bölümünde asistan hocalık görevini sürdürürken aynı zamanda Belçika’da Mons Kraliyet Konservatuarı’nda mastır eğitimine devam etmekteymiş. Çok sıcakkanlı, ayrıca sergi esnasında solo konser verecek. Hem de benim tablolarımın önünde. Hava, atmosfer muhteşem, tarihi bir hamam, benim kum tablolarım ve çok yetenekli bir virtüözün nağmeleri. Daha sonra çok seyrettim Mersiha’yı hatta İzmir’de konuk bile ettik. Keman ile sevişiyor resmen bir aşk ile bağlı, iki arkadaşın buluşup sohbet ettiğini sanırken, bir an birden bire kavgaya başlıyor sonra birbirlerine özlemle sarılıp romantik ezgilerde koklaşıyorlar. Ben kemanı bu kadar güzel kavrayan bir kadın görmedim daha önce… Yemekler bitiyor çatlamak üzereyim. Yarın yoğun bir gün olacak program çok, diğer misafirler karşılanacak. TC . Dışişleri Bakanlığı Türk Halk Müziği Korosu festival kapsamında konser vermek için geliyorlar. Biz bir gün önce geldik ya ev sahibi sayılırız artık. Karşılama komitesinde bizde varız.

Odamdayım, ayaklarımı uzatıyorum, yorgun muyum ne ? Ama o ne dürtüyor beni şair yanım başlıyor bir bir dökülmeye mısralarım

 

Bir ses bir doku

Özlemlerle sarmalanır

Balkan ezgilerinde yaşanır

Yarım sevdalar

 

Sen benim deli sevdam

Tatlı rüyam

Özlemimdin gecelerde

Buram buram Rumeli kokan

 

Kendine buyruk başkaldırışımdın

Sevdamı göç yollarında

Bıraktığım hüznümün kırığıydın,

Gözlerde aradığım ışığımdın

 

Telefon edemem ki bu saatte uyumuştur. Erken yatar hele ki evde ben yoksam… Özlem, birde Rumeli birleşince Balkan topraklarında, işte satırlara dönüşüyor duygular. Birde Prizren’in şair dokunuşu. Sabah erkene kuruyorum saatimi rüyalarım yoldaşlığına doğru yumuşacık mis kokulu yastığa yumuyorum gözlerimi. Ne kadar temiz yastık sabun kokuyor. Evimde gibiyim Nafron Motel’de olduğumu unutuyorum koku burnumdan usulca yayılırken ciğerlerime göz kapaklarımda bin bir renkler dönüyor sanki. uykum var, uykum var uyk…….

prizen3Sabah erken, kuş cıvıltıları telefonumun cırlayışı ile tavana yapışmaktan kurtarıyor beni, mutlu açıyorum gözlerimi, dinliyorum nağmeleri derken cırrrrrrr saat başlıyor. Hemen kapatıp seslere dalayım diyorum ama aklıma geliyor fırlıyorum yarım saat sonra alacaklar beni bugün çok yoğun. Misafirler karşılanacak, son hazırlıklar ve açılış. Hemen giyiniyor aşağı inip kahvaltımı bekliyorum. Arabada Suada da var birde belediye görevlisi kibar bir bey yola koyuluyoruz. Büyük bir grup geliyor tanışma faslı, karşılama faslı derken otellerine yerleştirip hamama geçiyoruz. Diyorum  ki bizi otele bırakın giyineyim. Sergiye az kaldı. Sanırım biraz süslüyüm, e boyamayı seviyorum işte tuval bulamazsam kendimi, bir saat makyaj yapıyorum ayna karşısında ağır ağır tablomu boyar gibi. Neyle gideceğiz derken Nafron otelin sahibi bizi atıveriyor Gazi Mehmet Paşa Hamamı’nın önüne Suada ile heyecanlıyım kalbim pır pır.

 

 

 

 

 

 

Ah biz sanatçılar, yine doğum sancılarım tutuyor. Midem buruluyor. Beynim zonk zonk, hemen heyecan hapımı içmeliyim yoksa kalp atışımdan kendi sesimi bile duyamıyorum. Suada bana bir şişe su buluyor. Ah iyi ki var. Tam bu sırada nazlı bir ses Elvin Hanım diyor. Arkamı dönüyorum sapsarı saçları masmavi gözleri ile çok güzel bir hanımefendi. Buyurun diyorum benim adım Nesrin Kiseri İzmir’den arkadaşlarım sizin geleceğinizi söyledi. Sizinle tanışmamı ve ilgilenmemi istediler diyerek bana öyle bir sarılıyor ki kardeşim sarılsa anca bu kadar sarılırdı diyorum. Bir güven ve sıcaklık sarıyor bizi. Sohbetlerimiz artıyor bir anda. O an tuttuğu elimi bir hafta bırakmıyor. Birlikte geziyor birlikte yiyoruz. Bana anlatıyor buraları kendini, evine davet ediyor. Anneciği benimde annem oluyor. Bana bir börekler hazırlamış inanamazsınız. İki tepsi ben nasıl yiyeceğim bunları dediğimde yersin yersin diyorlar. Birde kızı var ki dünya güzeli, bir yeğenim daha oluyor. İleride İzmir’de okursa evi var onun, söylüyorum ona. Çok akıllı, yetenekli ve olgun resime müziğe merakı var. Okuldan gelince bizim yanımıza oturuyor Sara’cık . Ben yaşı küçük diye cık eki ekledim ama bir oturuşu var ki sormayın. Ve sohbeti. Ben daha küçükmüşüm yaşça ondan şimdi anlıyorum. Ne kadar kibar bir kız çocuğu maşallah. Çok güzel yerlerde olacak biliyorum. Allah ondan babacığını almış, ama o bunu kendine o kadar artı olarak katmış ki. Babası ta oralardan kızı ile onurlanıyordur, eğer görüyorsa mutlaka gülümsüyordur tüm sıcaklığı ile . Allah bağışlasın bütün yavruları, şanslarını bol edip, hep iyi insanlar ile karşılaştırsın hayatta. Yine duygusallığa kapıldım sanırım. Nerede kalmıştık. Hah tamam açılış için içeriye doğru yöneliyoruz Nesrinciğimle. Açılış konuşmaları başlamış Uluslararası Sanatla Uyanmak Festival Tertipleme Kurulu Başkanı sayın hocam Ethem Baymak başlıyor söze, arkasından Prizren Belediye Başkanı Prof. Dr. Ramazan Muja, Dr Adnan Tekşen Yunus Emre Enstitüsü Bşk Yardımcısı, Kosova Cumhuriyeti Meclis Başkan Vekili Enis Kervan, Kosova Cumhuriyeti Kamu yönetim bakanı Mahir Yağcılar, Kosova Cumhuriyeti Kültür ve Spor Gençlik bakanı Memli Krasniçi ve adı söylendiğinde içimi gülümseten kadın T.C Priştine Büyükelçisi Songül Ozan. Zevkle ve ilgi ile konuşmaları dinledikten sonra Galeri A da bulunan Balkan Ressamlar Karma Sergisi açılıyor. Mustafa Hatipler Ethem Baymak’ın Merhaba Canlar dizelerini coşturuyor sesi ile. Ressam, müzisyen (Burada herkes çok yönlü sanatçı ) Reşit İsmet Krüezi şefliğinde Zübeyde Hanım Kadınlar Derneği Korosu Doğruyol Türk Sanat Müziği Orkestrası ile keyifleniyoruz. Ve işte o an için, benim kişisel sergimin ve Rasim Cebrailoğlu kişisel Yontu sergisinin açılışı için B galerisine geçiyoruz.

BALKANLAR’IN EN ÖNEMLİ SANAT ELEŞTİRMENLERİNDEN

 

prizen2Balkanların en önemli sanat eleştirmenlerinden biri olan Dr. Abaz Dizdaraviç sergi açılışını yapıyor. Ve benim için söylediği değerli, övgü dolu sözleri beni çok onurlandırıyor. Bizim sahneden ayrılmamız ile kemanını dillendirmek için Mersiha Teskeredziç çıkıyor. İşte herkesin görsel ve müziksel bir ziyafet ile buluştuğu an. Işıklar, yıllanmış bir atmosfer, benim taş duvarlar ile bütünleşen kum tablolarım ve Rasim Cebrailoğlu’nun muhteşem heykelleri, Mevlana figürleri.

 

 

 

 

 

Çok iyi bir heykeltıraş Rasim Bey, Konya’da yaşıyor. Bildiğim kadarı ile Azerbaycan kökenli. Ben bu Mevlana figürlerinin onun elinde şekillenmiş halini çok sevdim. Sergiyi gezmeye başlıyorlar. Sohbet ediyorum herkes ile tanışıyoruz sıcak bir dostluk sarıyor bizi. Tablolarım hakkında malumat veriyorum Songül hanıma, Mahir beye ve değerli eşine, bir ara Balkan ressamı Daut Hamolar beyefendi yanaşıyor yanıma sanatın sohbetini yapıyoruz ayaküstü. Çok değerli bir ressam kendisi, hatta tam bu zamanlarda Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sergisi var görmeli herkes. Ben oralarda olsam hiç kaçırmazdım. İleride bir beyefendi gözüme çok tanıdık geliyor. Rüstem Avcı bu yıllarca TRT ‘de Balkan Türkülerini onun güzel sesinden ezberledik hepimiz. Tanışıyoruz ben ona o bana iltifatlardan sonra festival kapanışında mini bir konseri olduğunu öğreniyorum sevinçle, hem de yine benim tablolarım önünde… Böyle sohbetler sürerken akşam oluyor hava kararıyor karınlar zil çalıyor. Tabi herkes nerede alıyor soluğu Besimi Restoran’ın köftelerinde, ben ise Fulya ile gizli buluşmama koşuyor koca bir tabağı mideme indiriyorum. Yarını iple çekiyorum çünkü bu diyarı sokak sokak dolaşacağız, camileri, namazgâhı, atalarımın bıraktığı Osmanlı mimarisini göreceğim, hocamın tabloları dışında. İlk kez ve hepsi ile tanışıp tarihini öğrenip anlatacağım her satırda tek tek unutulmasın diye, birlikte diğer haftalarda sizlerle dolaşacağız sokaklarda, kâh balık yiyeceğiz şar dağında, kâh Arasta‘da pak deresine karşı mola vereceğiz Machiato’larımızın damak tadında…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

    En az 10 karakter gerekli

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.