DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

Dr. Tayfun Atmaca

Dr. Tayfun Atmaca

23 Mayıs 2019 Perşembe

    Çilesi Bitmeyen Millet, Ahıska Türkleri!

    Çilesi Bitmeyen Millet, Ahıska Türkleri!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    ÇİLESİ BİTMEYEN MİLLET, AHISKA TÜRKLERİ…

    Türkiye’de dahi birçok insanın adından habersiz olduğu Ahıska Türkleri’nin bitmeyen çilelerine her gün bir yenisi ekleniyor. 1944’de başlayan “çileli yılların” biri bitmeden diğeri yaşanıyor. Dünya gözünü ve kulağını, IŞİD terörüne dikmiş, nefes dahi almadan bölgedeki gelişmeleri takip ederken, Ukrayna’nın doğu bölgelerinde yaşayan Ahıska Türkeri’nin insanlık dramı, görmemezlikten geliniyor. Eğer, her türlü vahşetin yaşandığı bu bölgede, batılı devletlerin iştahını kabartacak ölçüde yer altı ve yer üstü zenginliğin izleri olsaydı. Bugün her kes işini gücünü bırakıp, Ukrayna’da yaşananları konuşurdu. Diplomatlar ve haber alma örgütleri tam mesai çalışmalarını sürdürürdü.

    Osmanlı toprağı olan Ahıska’nın 1829 Edirne Antlaşması’yla sınırın diğer tarafında, Rusya’da kalmasıyla Ahıska Türklerinin bitmeyen çilesi başlamış. 1944 yılında sınırda tehdit oluşturdukları gerekçesiyle Orta Asya’ya sürgün edilen Ahıskalılar, 1989 yılına kadar Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da yaşamışlar. Fergana Vadisi’nde 1989 yılında çıkan olaylar yüzünden ikinci defa sürgüne mahkûm olan Ahıskalı Türkler yeniden Rusya ve Orta Asya’nın farklı ülkelerine dağılmışlar. Yaşadıkları ülkelerde, etnik ve dini çatışmaların arttığı dönemlerde vatansız insanlar olarak hep ezilmek ve arada kalmak zorunda kalmışlar. Bugün gelinen noktada, Ukrayna ve Rusya arasında çıkan çatışmalarda Ukrayna’nın köylerinde yaşayan 2 binden fazla Ahıskalı, çatışmanın ortasında kaldı. Slavyansk ve Donetsk bölgelerinde çatışmaların artmasıyla Ahıskalı Türklerin evleri de hasar gördü. 

    CAMİLERE SIĞINDILAR

    Bazıları camiye sığınırken, bazıları da kendi imkânlarıyla daha güvenli bölgelere geçmeye çalıştılar. Ne acıdır ki kriz bölgesinde yaşayan Ahıska Türkleri’nin çaresiz ve sahipsizliği, bir kez daha evlerinden ve geçici yurtlarından çıkmalarına sebep oldu. Geçici diyorum, dünyada vatanı olmadan yaşayan tek millet ne yazık ki Ahıska Türkleri’dir. Her zaman olduğu gibi bu defa da çıkmayan seslerini bir kez daha duyurmak için mücadele etseler de, bu feryatları hiçbir basın yayın organında tam karşılığını bulmadı. Olan yine oldu ve Ukrayna genelinde yaşayan yaklaşık 9 bin Ahıska’lının 1800 kadarı, olayların şiddetli yaşandığı bölgede mahsur kaldılar. Ukrayna’da dağınık olarak yaşanan ve savaşın sessizce devam etmesi nedeniyle, bölgede kalan Ahıska’lıların akıbetleri meçhul. Dünya genelinde yaklaşık 500 bin kişilik küçük bir aileyi oluşturan bu insanların dün olduğu gibi bugünde gözünü diktikleri tek ülke, Türkiye. Ne olursa olsun burada yaşamak, yaşlandıklarında bedenlerini bu güzel vatan toprağına emanet etmek istiyorlar. Son huzurun bu olduğuna inanıyorlar. Sıkıntılarını ve her türlü dertlerini Türkiye de ki yetkililere ulaştırmak için kurdukları yüzlerce sivil toplum kuruluşları da ihtiyaçlarına tam manasıyla çözüm bulamıyor. Yaşanan son olaylarda da çözümsüzlüğün kıskacında kalındı. Doğu Ukrayna’da ölüm-kalım mücadelesi veriyorlar. Ahıskalılar aylardır, hayatta kalma, soylarını devam ettirme mücadelesi veriyorlar. Daha fazla geç olmadan acil olarak Ukrayna’da sıcak çatışmaların ortasında bulunan aileleri, yılan hikâyesine dönen Gürcistan sınırları içerisinde bulunan Ahıska’ya yerleştirmek, daha da olmazsa Türkiye’ye almak için gerekli duyarlılığın gösterilmesini bekliyorlar. Umarım bu çağrılar karşılıksız kalmaz. Türkiye el atmaz ise bu mazlum ve çilekeş insanlarımıza kim sahip çıkacak?

    Devamını Oku

    BALKANLARDA SAVAŞ ÇANLARI…

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Dr. Tayfun ATMACA

    (12.10.2016)

    Dünyanın her bölgesi sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Suriye, Irak, Yemen, Afrika’nın birçok bölgesi ve Ukrayna şiddetli bölgesel çatışmalara sahne olurken, başta Türkiye olmak üzere dünyanın birçok ülkesi de terör saldırılarına maruz kalıyor.

    Bu saldırılar nedensiz ve boş yere olmamaktadır. Kısacası hedefe konan ülke veya bir bölge ile uğraşılacaksa o bölgenin insanının psikolojik durumu, kültürü ve düşünce yapılarını ölçüp tartıp bu sonuca göre harekete geçiliyor ve plan uygulanıyor.

    Yeni bir oyunun daha Balkanlarda sahneye konması bekleniyor. Oyun kurucular uzun zamandan beri sessizliğini muhafaza eden Balkan ülkelerinin bu istikrarından rahatsızlık duyuyorlar. Özellikle bölgenin stratejik öneme sahip ülkesi konumundaki Bosna-Hersek, yeni gelişmelerin eşiğinde görünüyor.

    Bosna-Hersek 90’lı yıllarda herkesin bildiği gibi derin acılar yaşamış ülkelerden biri. Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra ortaya çıkan devletçikler üzerinden yıllarca oyunlar oynandı durdu. Yine önümüzdeki günler için de durum farklı görünmüyor. 20 Eylül 2016’da çıkan haberlere göre Bosna-Hersek’in AB üyeliğine başvuru talebi kabul edilmiş durumda. Bu sadece bir göz kırpma diyebiliriz. Daha uzun bir müzakere dönemi olacaktır. Buna da oyalama demek daha doğrudur.

    Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran en önemli gelişme, ‘Türk Akım’ projesinin imzalanarak hayata geçmesiydi. Türk Akımı Rusya ile Türkiye arasında son dönemde masada yer alan en önemli doğalgaz projelerinin başında geliyor. Avrupa’ya doğalgazını Ukrayna üzerinden satan Rusya, bu ülke ile yaşadığı sorunlar ardından doğalgazını alternatif bir yolla taşımak istiyor. Türk Akımı projesi bu nedenle gündeme geldi. Doğalgaz hattı, Rus gazını Karadeniz’in altından geçerek Türkiye topraklarına ve buradan da Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşımayı öngörüyor.

     

    Ayrıca, hattın Türkiye’ye ulaştırılması durumunda Yunanistan ve sonrasında Balkan ülkelerine dağıtımının yapılacağı yer eski Yugoslavya bölgesini içermektedir. Burada Bosna-Hersek ile Sırbistan’ın suyunun kaynatılması bu projenin önünü kesmektedir. Son zamanlarda bölgedeki gerilimin tırmandırılmak istenmesi tesadüf değildir. Bosna ile Sırbistan’ın savaşı bölgenin güvensiz bölge olmasından başka bir anlam içermeyecektir.

     

    Yani olası bir Bosna savaşında karşımıza çıkacak propagandaları şimdiden görebilmemiz mümkün. Örnek verecek olursak: “Türkiye din kardeşi olan Boşnak kardeşlerine sahip çıkmalıdır.” “Rus destekli Sırplar Müslüman Boşnaklara kıyım yapıyor.”. Kısacası bölgede savaş çıkarttıktan sonra yine Türkiye ile Rusya’nın arasındaki ‘Türk Akımı’ Projesini bozmak için bu propagandaları kullanmaları yüksek ihtimal. Önümüzdeki günler de Bosna-Hersek ve Balkan ülkelerindeki gelişmeler hakkında bol bol çarpıtılmış haberleri göreceğimiz kesin gibi gözüküyor. Çıkacak olan haberleri tersten okumanız en doğrusu olacaktır.

    Devamını Oku

    Çanakkale Savaşları’nda Kadın Eli

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kasım 1914’te başlayan Çanakkale Muharebeleri, 9 Ocak 1916’ya kadar aralıklarla yaklaşık 14 ay devam etmiştir. 18 Mart 1915’teki deniz harekâtının ardından, Nisan, Haziran ve Ağustos aylarında çok kanlı muharebeler cereyan etmiş, dönemin en güçlü silahlarına sahip olan İtilaf Devletleri ordusu, 9 Ocak 1916’da Çanakkale’yi tamamen terk etmek zorunda kalmıştır. Çanakkale Muharebeleri, deniz harekâtı başta olmak üzere onu izleyen kara taarruzlarıyla sıradan askeri bir harekât olarak değerlendirilemez. Çanakkale Boğazı stratejik açıdan Osmanlı Devleti’nin payitahtının anahtarı, kalbi ve iki kıtayı birbirine bağlayan önemli geçitlerden biridir. Birinci Dünya Savaşı’nda birçok cephede mücadele etmiş olan Osmanlı Devleti ve Türk toplumu açısından Çanakkale Cephesi muharebeleri, zaferle sonuçlanan tek cephe olması ve Millî Mücadele’nin en önemli güç kaynağı olan millî şuurun, ilk defa büyük bir güç olarak kendini göstermesi bakımından çok önemlidir. Çanakkale savaşları, olağanüstü şartların ve olağanüstü mücadelelerin savaşı olmasının yanı sıra; Türk ordusunun ve Türk milletinin dirilişinin başlangıcı, emperyalizmin gururunun kırıldığı yerdir. Çanakkale Savaşı’nda bir ölüm-kalım mücadelesi veren Türk milleti, ordusuyla, basınıyla, istihbarat örgütleriyle, yardım cemiyetleriyle ve tüm unsurlarıyla (kadın-erkek-çocuk-yaşlı) büyük başarı kazanmıştır.

     

    GÖNÜLLÜ AKINI

    Çanakkale Cephesi için Anadolu’nun ve Osmanlı sahasının her yerinden birçok insan, gönüllü olarak savaşa katılmıştır. Hemen her haneden bir kişi cepheye gitmiş, köyler boşalmış ve geride kalanlar; anneler, cephedeki evlatları için seferber olmuşlardır. Geride kalanların yaşadıklarını hiçbir zaman unutmadıkları bu muharebeler sırasında pek çok şehit verilerek Çanakkale Destanı yazılmıştır. Türk kadını, Çanakkale Savaşı sırasında gerek cephede, gerekse cephe gerisinde tüm gücü ile hizmet vermiş; cephede erkeklerle omuz omuza düşmana karşı savaşırken cephe gerisinde de çeşitli faaliyetleri ile savaşa destek vermiştir. Özellikle Balkan Muharebeleri sırasında tecrübe kazanan Türk kadını, savaş sürecinde açtıkları dernekler ile büyük bir fedakârlıkla ve gayretle çalışarak; asker evlatlarını cephede kaderine terk etmemiştir. Çanakkale Savaşı sürecinde Türk kadını, daha ziyade cephe gerisinde aktif bir rol üstlenmiştir. Sağlık hizmetlerinin sağlanmasında, askerler için kılık-kıyafet ihtiyacının hazırlanmasında, cemiyetler vasıtasıyla yardım toplanmasında ve kamuoyu oluşumunda Türk kadını önemli hizmetlerde bulunmuştur. Türk kadınının Çanakkale Savaşı sürecinde askerî, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda göstermiş olduğu faaliyetler; Milli Mücadele döneminde Türk kadının daha aktif rol üstlenmesine zemin hazırlamış ve Yeni Türk Devleti’nin yapılandırılması sürecinde de kadının, toplumun tamamlayıcı, birleştirici, dinamik ve modern unsuru olmasında etkili olmuştur.

     

    ŞEHİT OLMAYI BİLMİŞLER

     

    Öte yandan, tarihin hiçbir döneminde esaret altında yaşamamış olan Türk toplumunun kadınları da erkekleri gibi gerektiğinde ölmeyi bilmişlerdir. Kadının ülkesi ve milletine sahip çıkma özelliğinin Türk toplumlarında çok ileri seviyelere kadar çıktığının en son kanıtı Millî Mücadele’dir. Bu savaş, Türk insanının kadın-erkek omuz omuza verdiği bir mücadelenin sonucunda kazanılmıştır. Şüphesiz bu mücadele, sadece toplumun yarısını oluşturan erkeklerle verilmemiştir. Yakın tarihimize göz attığımızda kadınlarımızın çeşitli kademelerde almış oldukları sorumlulukları, büyük başarılara dönüştürmedeki azimleri dikkat çekmektedir. Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecine girdiği 19. yüzyılda topluma kurtarıcı olarak yön veren kadın kahramanlar görülmüştür. Hemen hepsinin ortak bir yanı, kendilerine “Kara Fatma” deniliyor olmasıdır. Kurtuluş Savaşımızda bile Kara Fatma şöhretiyle bilinen kadın kahramanlarımız ortaya çıkmıştır. Keza Anadolu genelinde de Kara Fatma şöhretiyle bilinen kahramanlar topluma öncülük etmiş ve vatan savunmasında düşmana karşı direnişin sembolü olmuşlardır. Türk kadını, elinin değdiği her şeyi güzelleştirdiğini ilk olarak Balkan Savaşı’ndaki, fedakârlıklarıyla göstermiş, Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı ve Milli Mücadeledeki duruşuyla da dünyaya ders vermesini bilmiştir. Çanakkale Savaşları’nın 100. Yılı münasebetiyle, tüm kadınlarımızı şükranla anıyorum.

     

     

    Devamını Oku

    Yalan dörtnala gider, gerçek adım adım yürür !

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bundan 23 yıl önce, Karabağ’da insanlar, kadın, çocuk demeden, kafa derileri yüzülerek, hamile kadınların karınları deşilerek, çocuklar çivilerle duvarlara asılarak öldürüldü. Bundan neredeyse yüz yıl önce, üstelik savaş sırasında gerçekleşmiş olayları deştikçe deşen Batı, daha 1992 yılında burnunun dibinde gerçekleşen olaya nasıl da gözlerini kapatıyor! Neden? Bosna’da, Srebrenitza’da olanların üzeri neden örtüldüyse, Kıbrıs’ta, Türklere yapılanlar nasıl unutulup, Türkiye adada işgalci konumuna getirildiyse, Hocalı’da olanlara da o sebepten gözler kapatılmaktadır. Vicdanları tarafından mahkûm edilen, o katliamı yaşamış kişilerin anlattıkları, çektikleri görüntüler Hocalı’nın acısını, vahşetini biraz olsun anlamamıza yardımcı oluyor. Katliamı, Ermeni bir gazeteci olan, Hocalı’dan sonra Beyrut’a yerleşen Daud Kheyriyan’dan dinleyelim; “Ölü vücutları yakmak ile görevli olan ve gaflan denilen grup, 2 Mart günü Hocalı’nın bir kilometre batısında Azerbaycan Türklerinden oluşan 100 cesedi topladı ve yaktı. Son kamyonda başından ve ellerinden yaralanmış 10 yaşında bir kız gördüm. Kızın yüzü mosmordu. Fakat açlığa, soğuğa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Zorlukla nefes alıyordu. Küçük kızın gözlerindeki ölüm korkusunu unutamıyorum. Aniden Tigranyan isimli bir asker kızı tuttu ve cesetlerin üzerine attı sonra cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan cesetlerin arasından bir ağlama, çığlık duydum gibi geldi. Tüm bu olanlara daha fazla dayanamadım.”

    ACIMIZI İÇİMİZDE HİSSETSEK TE

    Hocalı’nın acısını içimizde hissetsek de, Hocalı katliamının etnik bir temizlik hareketi olduğunu dünya kamuoyuna anlatmak, işkenceler ile öldürülen insanların haricinde vatanlarından sürülen binlerce insan olduğunu hatırlatmak, bunların hesabını sormak için daha fazla gayret etmemiz gerekiyor. Bugün bile ateşkese uymayan Ermenistan, birçok Azerbaycanlı askeri sınır bölgelerinde şehit ediyor, bunu dünyada kaç kişi biliyor? Her gün şehit cenazeleri kaldıran ülkeler olmak bizim kaderimiz mi, tesadüf mü? Bu zamana kadar, Hocalı Katliamı ile ilgili Uluslararası alanda birçok tepki verildi. Dünyanın bu vahşete nasıl? Tepkiler gösterdiğini merak ettim. Bu nedenle, Araştırmamı, bu meseleye yoğunlaştırdım. İçimizde kalan bu acıya, kimler sahip çıktı. Kısaca bunlara değinmek istiyorum. İnsan Hakları İzleme Örgütü “Hocalı Katliamını”, Dağlık Karabağ Savaşı içerisinde yapılan en büyük katliam olarak nitelemiştir. Azerbaycan Parlamentosu 1994’te Hocalı da yaşanan katliamı “soykırım” olduğunu ilan etti. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 30 üyesi tarafından imzalanan, “Ermenistan tüm Hocalıları öldürdüler ve tüm şehri harap ettiler ifadesinin de yer aldığı ve 19. yüzyılın başlarından beri Ermenistan tarafından Azerbaycan milletine karşı işlenen soykırımı tanınmaya adım atılması gerektiğini bütün parlamento üyelerine açıklanan 324 nolu bildiri” yayınlandı. Ayrıca, 2009’un Şubat ayında Kaliforniya Eyalet Alt Senatosu’nun üyesi Felipe Fuentes, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’e yazdığı mektup da Hocalı olaylarını Azerbaycanlıların katliamı şeklinde nitelendirerek, kurbanların ailelerine başsağlığı sunmuştur. Ayrıca, Meksika Senatosu, 2011’de Hocalı olaylarını soykırım olarak tanımıştır.

    ANIT YÜKSELİYOR

    Üzülerek belirteyim ki yürekli bazı Avrupalı devlet yetkililerinin istekleri doğrultusunda Hollanda’nın başkenti Lahey’de ve Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de birer “Hocalı Katliamı Anıtı” yükselmekte olduğu halde, ülkemde ne İstanbul ne de Ankara’da böyle bir anıt bulunmamaktadır. Bunun yanında, uluslararası siyasi anlamda hiçbir etkinliği olmayan Keçiören’de 2005, Beypazarı’nda 2009, Isparta ile Kızılcahamam’da 2011 yıllarında inşa edilen anıtlardan başka bir anıt yoktur. Öte yandan, söz konusu insanlık kıyımını Azerbaycan, Pakistan ve Meksika devletleri dışında, insan haklarından dem vuran hiçbir ülke tam manasıyla kınamamıştır. Bunların dışında, 2012 yılında, Endonezya parlamentosu Hocalı’da yapılan katliamı soykırım olarak kabul etti. 2013 yılında, Dağlık Karabağ bölgesinde yaşanan Hocalı Katliamı Amerika’da protesto edildi. 2012 yılında, TBMM’de Hocalı katliamında yaşananları unutmamak adına Karabağ-Hocalı sergisi açıldı. 2013 yılında, Hocalı katliamını, Akdeniz Üniversitesi’nde okuyan Azerbaycanlı öğrenciler protesto etti. 2012 yılında, Hocalı katliamında yaşanan üzücü olayların resimleri Taksim’de sergilendi. 2013 yılında, Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (TURSAM), “Hocalı Katliamı”nın yıldönümü dolayısıyla, K.K.T.C ‘yi Meclisi kütüphanesinde, anma etkinliği düzenledi. Hocalı Katliamı’nın hatta Soykırımı’nın üzerinden 23 yıl geçti. Bu tarih artık bir milat olsun. Hocalı’yı anma törenleri ile beraber, mücadelemizi artırarak sürdürelim. Orada olanları unutmadık, unutmayacağız, bu insanlık suçunun cezasız kalmaması için elimizden geleni yapacağız. Ve biliyoruz ki, Hocalı’da, henüz annesinin karnında ölen o bebek, annesine sarılarak kurşuna dizilen 3 yaşındaki kız çocuğu, bir gün adalete kavuşacak!
    “Yalan dörtnala gider, gerçek adım adım yürür. Fakat gene de vaktinde yetişir.”

     

     

     

    Devamını Oku

    Rusya’nın Yeni Güç Arayışı

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Rusya, Kazakistan ve Belarus arasında, ‘eski Sovyet ülkelerinin arasındaki ekonomik bağları güçlendirmek’ hedefiyle “Avrasya Ekonomik Birliği” bilindiği üzere, 2014’ün son aylarında kuruldu. Bu yılda birliğin, çalışma prensiplerini masaya yatırması bekleniyor. Avrasya Ekonomik Birliği’nin başkenti Astana olacak. Rusya’nın eski Sovyet ülkeleriyle işbirliğini resmileştirecek olan birlikle ilgili ilk fikir, 1994 yılında Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’den geldi. Birlik üyeleri arasında imzalanan anlaşmada toprak bütünlüğü ve eşit egemenlik prensibiyle, üye ülkelerin kendine has politik sistemlerine riayet edilmesi öngörülüyor. Bu büyük organizasyonun üç ülkenin sahip olduğu 170 milyonluk nüfus, devasa üretim, bilimsel ve teknolojik potansiyel ve muazzam doğal kaynaklarıyla dünya ekonomisinin anında ve doğrudan ilgisini çekmesi bekleniyor. Birliğin merkezinde, üye ülkelerin başbakan yardımcılarından ve temsilcilerinden oluşan Avrasya Ekonomik Komisyonu yer alacak. Birlik ile 2025’e kadar petrol ve petrol ürünleri üretiminde mevzuat sınırlamaları olmaksızın ortak pazara geçilmesi planlanıyor. 2019’da, üye ülkelerin ulusal elektrik pazarlarında entegrasyon sağlamak, öncelikli hedefler arasında yer alıyor.

    EŞİT POZİSYONLAR

    Yeni ekonomik modelin Avrupa Birliği’nin karşılaştığı sorunlarla karşılaşmayacağı ve tüm üye ülkelerin eşit ekonomik pozisyonlarının olması beklentiler arasında bulunuyor. Birliğin bir komisyonu olacak ve bu yapı, Avrasya Ekonomik Birliği’ni, devletler üstü bir yapıya dönüştürecek. Böylelikle, Avrasya Ekonomik Birliği’nin, Avrasya coğrafyasındaki ülkelerin pek çoğunu kapsayacak şekilde, Avrupa Birliği’ne benzer uluslar üstü bir birlik olması hedefleniyor. Birlik üyeleri arasında mal, hizmet, sermaye ve işgücü dolaşımının serbest hale gelmesi planlanıyor. Komisyon, gelecek yıl temmuz ayında Moskova’da açılacak ve bu komisyonun başkanlığını dört yıl boyunca Rusya Sanayi Bakanı Viktor Hristenko yürütücek. Ayrıca, Kırgızistan ve Ermenistan’ında 2015 yılında birliğe katılmaları bekleniyor. Ermenistan, 2014 yılında Avrupa Birliği ile ortaklık ve serbest ticaret anlaşması imzalamayı hedefliyordu. Ancak geçtiğimiz yılın sonlarına doğru, Avrasya Ekonomik Birliği’ne katılmayı savunanların etkilerini artırmasının sonucunda Ermenistan, 2014’ün Kasım ayında Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen AB Doğu Ortaklığı Zirvesi’nde ortaklık anlaşmasını imzalamaktan son anda vazgeçti. Ukrayna’nın da aynı zirvede ortaklık anlaşmasını imzalamaktan vazgeçmesi, Ukrayna’da dönemin cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in devrilmesine yol açan protestoların başlamasına neden olmuştu. Ancak Ermenistan’da, Rusya ile ekonomik entegrasyonu savunanların oranı, Avrupa entegrasyonunu savunanların oranından çok daha yüksek.

    DAĞLIK KARABAĞ SORUNU

    Ermenistan’ın Avrasya Ekonomik Birliği’ne dahil olması çerçevesinde ülke içinde en fazla tartışılan husus, Ermeni işgali altında bulunan Dağlık Karabağ bölgesi ile Ermenistan arasına gümrük engellerinin girip girmeyeceği idi. Fakat Avrasya Birliği’nde bu konudaki hükümler ve genel anlayış, Ermenistan’ın lehine. Anlaşma metninde, sadece uluslararası alanda tanınan devletlerarasında gümrük duvarlarının olacağı hükmünün yer alması nedeniyle, Dağlık Karabağ’daki yönetimin uluslararası alanda tanınmaması ve böylelikle de Ermenistan’la bu bölge arasında gümrük sınırlarının olmayacağı anlamına geliyor. Bu durumun birliğe ileride katılması beklenen Azerbaycan tarafını nasıl etkileyeceği merak konusu. Sonuç olarak, Avrasya Ekonomik Birliği’nin hayata geçirilmesi yönünde en çok çaba sarf eden ülke Rusya, Sovyetler Birliği’nin Ağabeyi konumundaki Rusya’nın Ukrayna ile başlayan nüfuz kaybı ve devamında yaşanan ekonomik kriz, tüm hesapları alt üst etmiş durumda görünüyor. Rusya’nın yeni güç arayışı olarak kabul edilen projenin, ne kadar başarılı olacağını şimdiden söylemek hayal olur. Bekleyip göreceğiz…

     

    Devamını Oku