DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

Mustafa Kökmen

Mustafa Kökmen

24 Mayıs 2022 Salı

    Karadeniz’de Rus Varlığı İskandinavya’da NATO Varlığına Dönüştü 

    Karadeniz’de Rus Varlığı İskandinavya’da NATO Varlığına Dönüştü 
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

     

    Tarih boyunca farklı medeniyetlerin kontrolü altında bulunan Karadeniz’in her dönemde jeostratejik ve jeopolitik önemi artmıştır. Karadeniz, Doğu Balkanlardan Güney Kafkasya’ya kadar uzanan, Avrupa ve Ortadoğu arasında iletişim hatlarının, ticaretin, refahın, güvenlik ve istikrarın sağlandığı kıymetli bir coğrafya olarak ön planda yer almaktadır.  Hem önemli bir kavşak hem de doğu-batı ve kuzey-güney koridorlarının kesiştiği bir nokta olması nedeniyle Karadeniz Bölgesi Avrupa için büyük önem taşımaktadır. Geçmişten bugüne Karadeniz’e hakim olan devlet, Balkanlar ve Orta Avrupa’dan Güney Kafkasya’ya nüfuz edebilen etkin bir aktör olmuştur. Nitekim şuanda tüm dünyanın yönünü döndüğü Rusya – Ukrayna meselesi de Karadeniz’in paylaşılamaması olarak değerlendirilmektedir. Türkiye açısından Karadeniz meselesi, Boğazlar, Montrö süreci ve münhasır haklar gibi sebeplerden dolayı önemliyken, Rusya’nın Karadeniz’deki hedefleri ise, Kırım’ın ilhakıyla birlikte başlayan sürecin sonunda Ukrayna ve hatta tüm Karadeniz’in hegemonya altına alınmasıdır.

    Son yıllarda bölgede ortaya çıkan sorunlar, bölgede bir kaos oluşturmuş ve bölgeyi istikrarsızlaştırmıştır. 2008’de Rusya’nın Güney Osetya’yı işgali Karadeniz’de var olan düzeni bozmuştur. Karadeniz’e komşu olan ülkelerden Gürcistan ile başlayan gerginlik 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ile devam etmiş, bugün ise Rusya’nın tekrar uluslararası hukuku ihlal ederek Ukrayna’yı işgal girişimiyle devam etmiştir. Rusya’nın eski Sovyet psikolojisi ile takındığı bu yayılmacı ve saldırgan tutum bilhassa küresel aktörler başta olmak üzere tüm dünyanın hoşnut olmadığı bir durumdur. Tarih boyunca Karadeniz’e ve dolayısıyla sıcak sulara inme hayali Rusya’nın çok istediği hedeflerinden biri olmuştur. Tarihte birçok kez Kırım’ın hakimiyeti el değiştirmiştir. Rus imparatorluğu, Sosyalist Ukrayna Devleti ve Osmanlı Devleti uzun yıllar Kırım’ı yönetmiştir. Bu doğrultuda; bu topraklarda eskiden hakimiyeti olan bu ülkeler de Rusya’nın yaptığı gibi Kırım üzerinde hukuk dışı taleplerde bulunabilir. Rusya gelenekselci bir bakış açısı ile Kırım’ı ilhak etmiştir. Kırım ile yetinmeyen Rusya çeşitli bahaneleri gerekçe göstererek Ukrayna’yı işgal etme girişiminde bulunmakta ve durumu meşrulaştırmak için doğru olmayan iddialar ileri sürmüştür. Bu hukuksuzluğun ve yayılmacılığın elbette çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Dünyanın değişiyor olması ve değişen konjonktürde aktörlerin de farklı yapısal değişimler içerisine girmesi bu durumun nedenlerinden olmuştur. 

    Sovyetler sonrası dönemde sonu gelmeyen -çoğu kez “dondurulmuş” olarak anılır-çatışmaların hepsi Karadeniz Bölgesi’nde toplanmıştır. Bu çatışmalar, organize suçları, kaçakçılığı ve radikalleşmeyi körüklemiş bununla birlikte bunları körükleyecek potansiyele sahip “gri” bölgeler yaratmaktadır. Rusya, Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlığına kavuşmuş devletlere gözdağı vermek amacıyla bu unsurları kendi çıkarları için kullanmaktadır. NATO açısından bu durumun sorun oluşturduğu açıktır; çünkü tüm bu çatışmalar bütün bölgenin istikrarını hızla bozabilecek potansiyele sahiptir. Karadeniz Bölgesi’ndeki bitmek tükenmek bilmeyen bu çatışmalar, AB’nin 2016 yılında benimsenen Küresel Stratejisi’nde “Avrupa güvenliği için bir sorun” olarak tanımlanmaktadır.  Bölgedeki mevcut olan istikrarsızlığın ekonomik kalkınmayı ve bölgenin ekonomik açıdan potansiyeline ulaşmasını engellediği gayet açıktır; bu engellemeyi de ancak deniz ticareti ve ekonomik entegrasyon kaldırabilir. 

    NATO cephesi Karadeniz’de Rusya’ya karşı en başından beri Türkiye ile birlikte hareket etmektedir. NATO, Rusya’nın Kırım’ı yasa dışı olarak ilhak etmesini tanımamakta ısrarlıdır; bu tutumu Kuzey Atlantik Konseyi’nin Temmuz 2017’de Kiev’i ziyareti sırasında da yinelenmiştir.  NATO Ukrayna’ya verdiği politik desteğin yanı sıra askeri ve mühimmat desteğini de önemli ölçüde arttırmıştır.  Ukrayna’nın güvenlik ve savunma sektöründe yaptığı reformlarını desteklemekte ve aynı zamanda Varşova Zirvesi’nde kabul edilen “Kapsamlı Yardım Paketi” çerçevesinde yetenek ve kapasite geliştirme çalışmalarına yardım etmektedir.  Bu paketin bazı hedefleri doğrudan Karadeniz’in güvenliği ile ilgilidir. Örneğin bölgesel hava sahası projesi, Ukrayna’nın hava güvenliğinin dış tehditlerle başa çıkma yeteneğini geliştirecektir. Diğer projeler Ukrayna’nın güvenli komuta, kontrol ve durum bilinci gibi yeteneklerini güçlendirmeye yöneliktir. NATO ayrıca Rusya’nın Kırım’ı yasa dışı ilhakından sonra Odessa’ya taşınan Ukrayna Deniz Akademisi’nin geliştirilmesine de katkıda bulunmaktadır. Benzer bir durum Karadeniz’de Gürcistan için de geçerlidir.

    Sonuç olarak, bölgede bir hegemonya oluşturmak için 2008’den bu yana ciddi bir tehdit olarak öne çıkan Rusya, Karadeniz’de işgalci bir tutum sergilemektedir. Rusya’nın bölgede oluşturduğu kaos ortamı ise yalnızca kendisini beslemektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi 5 ülkeden biri olan Rusya’nın var olan düzenden memnuniyetsiz ve kontrolsüz olması tesadüf değildir. Dünya değişirken uluslararası sistemin temel aktörleri olan bireylerin, devletlerin ve uluslararası örgütlerin değişmemesi, revize edilmemesi mümkün değildir. Devletlerin yüzyıllar içerisinde büyümesi veya zayıflaması var olan dengeleri değiştirmekte, bu değişim ise devletlerin tutum ve davranışlarında radikal değişimlerin görülmesine neden olmaktadır. Güç dengesinin zaman içerisinde değişmesi ise var olan ittifakları ve devletler üstü oluşumları etkilemiştir. 21. Yy. İlk çeyreğinin son döneminde Rusya ile Ukrayna arasındaki mesele de aktörlerin, uluslararası örgütlerin ortaya çıkan çatışma ve sorunlar ile başa çıkabilme özelliğini sorgulamasını sağlamıştır.  Rusya’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Daimi Üyesi olmasına ve Ukrayna’yı işgal ederek uluslararası hukuk normlarını ihlal etmesine karşılık,  sorun çözücü, çatışma önleyici ve uzlaştırıcı kimliğe sahip Birleşmiş Milletler’in, pasif kalması sistem içerisindeki diğer aktörlerin kuruma olan güvenini yitirmesine ve güvensiz bir uluslararası ortamın oluşmasına neden olmuştur. Bu güven ortamının eskisi gibi olması çok güç bir durumdur. Aktörlerin uluslararası örgütlere olan eski inancını yitirmesi dolayısıyla (örneğin: BMGK), tehdit algılayan Finlandiya ve İsveç hızlı bir şekilde NATO’ya üyelik için mücadele etmektedir. Söz konusu Rus faaliyetleri bölgede devam ederse, tehdit algılayan diğer bölge aktörlerinin NATO gibi oluşumlara yönelmesi oldukça doğal bir gelişme olacaktır. Türkiye’nin NATO’ya üyelik sürecinde Finlandiya ve İsveç ülkelerini veto etmesi nokta atışı doğru bir karar olmuştur. Uluslararası sistem içerisinde devletler üstü oluşumlar arasında radikal bir güç geçişi olması sistemin dengesine zarar verecektir. Finlandiya ve İsveç ile daha da genişleyecek bir NATO, bölgede istikrarı sağlamak noktasında sorunlar yaşayacak ve  Rusya’yı ciddi bir şekilde karşısına almış olacaktır. Rusya’nın mevcut süreçten memnuniyetsizliği böylesi bir NATO sınırlarının  genişlemesi meselesiyle daha da kontrolsüz bir sürece evrilecektir. 

    Devamını Oku

    Mânâ ve Muhteviyat Bakımından “ANNE”

    Mânâ ve Muhteviyat Bakımından “ANNE”
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü kutlanan Anneler Günü, hem anneler hem de büyütüp yetiştirdikleri evlatları için büyük önem taşımaktadır. Evrensel bir gün olan 8 Mayıs Dünya Anneler günü tüm dünya anneleri için kutlanılan kıymetli ve anlamlı bir gün olma özelliğindedir. Tüm dünya anneleri için önemli olan böylesi bir günde farklı coğrafyalarda bazı anneler sevinirken bazı anneler ise zalimlerin zulümleri yüzünden gözyaşları ile anneler gününü kutlayacaklar.

    Doğu Türkistan’da, Ukrayna’da, Filistin’de ve dünyanın dört bir yanında çocuklarını yitiren anneler çocuklarına hasret durumdadır. Terörün evlatlarını kendilerinden koparıp aldığı anneler, bu Anneler Günü’ne de buruk girmektedir. Şehit anneleri, vatana feda ettikleri evlatlarının hayaliyle yaşarken, çocuklarını terör örgütünün kaçırdığı anneler ise bunun evlatsız geçen son Anneler Günü olmasını arzu etmektedirler. Dünya’da kan, kavga ve savaş ile barışın bir arada olmasının mümkün olmadığı aşikardır. O kadar zulme maruz kalıp yılda bir gün her şeyin unutulacağını sanmak ne yazık ki gaflet içerisinde bir düşüncedir.

    Anneler Günü bir gün ile sınırlı olmamalı, yaşam boyunca her an anneye kıymet verilmeli, hürmette bulunulmalı ve duası alınmalıdır. Cennetin ayaklarının altında olduğu böylesi güzel bir makam her şeyin üstündedir. Anneler tüm statülerin, tüm makamların ve insanoğlunun önemli gördüğü dünyevi her şeyin ötesinde bir değere sahiptir. İslam dininde “Anne” ve “Kadın” kavramlarının muhteviyatı, mana ve kıymeti Sünnet ve Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Bebeklikten yetişkinliğe adımını atana kadar çocuğunun her türlü sıkıntısında yanında olan, onu besleyen, uyutan, hasta olduğunda başucunda sabahlayan ve bir insan yetiştiren annelerin evlat üzerindeki hakkı ödenemez niteliktedir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Cihat sadece İslam uğruna savaşmak değildir. Anneye babaya bakmak ve onlarla ilgilenmek de bir cihattır.” ifadesiyle İslam dininin cihat anlayışının manasını ve kıymetini belirtmiştir.

    Hadis-i Şerif’e göre Anne ve babaya hürmet, cihat ediyormuş ve İslam dinini yayıyormuş değerindedir. Ayrıca Lokman Suresi 14. Ayette Allah (c.c.) “Biz insana annesine ve babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu nice zorluklara katlanarak onu taşıdı. O halde bana, anne ve babana şükret! Dönüşünüz banadır.” Buyurmuştur.

    Anne “olmak” ile “olabilmek”  aynı ifadeleri karşılamamaktadır. Her anne çocuk sahibi olabilir ancak herkes anne olamaz. Zira annelerin büyük sorumlulukları vardır. Anadolu’da bütün ev işlerini anneler yaparken bütün bu dünyevi meşgaleler ile uğraşmanın yanı sıra bir evlat yetiştirirler, eğitirler, küçücük yürekleri nakış gibi işlerler. O annelerin yetiştirdikleri evlatlar yarınları inşa edecek kutlu nesillerdirler. Dolayısıyla kıymeti bilinmesi, hürmet edilmesi gereken “Cennet” kokulu Annelerin ve Koca bir “Çınar” olan Babaların hayır duasını almayı aksatmamak, unutmamak, ertelememek gerekmektedir. Son olarak Şehit annelerinin başta olmak üzere, çocuklarını savaşa, teröre kurban veren annelerin ve Memleketin dört bir yanındaki annelerin günü kutlu olsun. Ve Kıymetli annem Şenay Kökmen’in ellerinden öpüyor ve anneler gününü kutluyorum. 

    Devamını Oku

    Kazakistan’da Neler Oluyor? Orta Asya’da Rusya’nın Jeopolitik Etkisi

    Kazakistan’da Neler Oluyor?  Orta Asya’da Rusya’nın Jeopolitik Etkisi
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Mustafa Kökmen

    Kazakistan’da akaryakıt fiyatlarına yapılan zamlar sonrası başlayan gösterilerde çıkan çatışmalarda 12 güvenlik görevlisinin öldüğünü, 353 görevlinin de yaralandığını duyurmuştu. Elbette Sağlık Bakanlığı da gösterilerde 1000’den fazla kişinin yaralandığını; bu kişilerin 400’ünün hastanelerde olduğunu; 62 kişinin de yoğun bakım ünitesinde tedavi gördüğünü açıklamış ve olayın ciddiyetini gözler önüne sermiştir. Arap Baharı sürecinde Ortadoğu’da ki halk hareketleri gibi bir ciddi meselenin Orta Asya’da Kazakistan gibi bir Türk ülkesinde yaşanması bizleri üzmüştür.

    Akabinde ise, Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, protestolarda “yabancı güçler tarafından eğitilen teröristlerin rol oynadığını” iddia etti ve Rusya ve beş eski Sovyet ülkesinin üye olduğu NATO benzeri bir örgüt olan Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün (CSTO) devlet başkanlarına, “terör tehdidine karşı ülkesine yardım etmeleri” çağrısı yaptı. Öncelikle bu çağrının son derece yanlış olduğunu belirtmekte fayda var. ABD bu çağrı sonrasında Rusların evinize girmesinin ne kadar büyük bir sorun olacağını ve tekrar evinizden Rusları çıkartmanın çok zor olduğunu belirtmesi de bilhassa durumun Küresel sistemde karşılığını göstermektedir. ABD ekseninde NATO da olayı yakından takip etmekte ve gelişmelere tepki vermektedir. Kazakistan’ın çağrısı üzerine CTSO, Tokayev’in talebi sonrası Kazakistan’a barış gücü göndermiştir. Barış gücünde Rusya, Belarus, Ermenistan, Tacikistan ve Kırgızistan’dan askeri birlikler görev yapmaktadır. Rus medyasının yayımladığı bazı görüntülerde de Rus askerlerinin askeri uçakla Kazakistan’a gönderildiği görülmekte.

    Bu askerlerin de CTSO barış gücü kapsamında görev alacağı; devlet kurumlarını ve askeri kurumları koruyacakları belirtilmiş olsa da Kazakistan’ın dış etkenleri ve özellikle Rusya’yı kendi iç işlerine karışmak üzere davet etmesi son derece yanlış bir politika olmuştur. Kazakistan’ın tarihten de edindiği tecrübe ve Sovyetler Birliği geçmişi bugün Rusya’dan yardım istenilmemesi gerektiğini göstermektedir. Kazakistan bir çıkmazda değildir. Türk Devletleri Teşkilatı olarak bilinen Türk Konseyi ise müdahale etmekte ve olaya ilişkin girişimlerinde pasif kalmıştır. Bu noktada sorunu çözen ve Kazakistan’da yer alması gereken Rusya, Ermenistan veya CTSO değil, Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı olması gerekmektedir. Kazakistan ve özellikle de Nazarbayev, Türk dünyası ve Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) için büyük önem ifade etmekte. Nazarbayev, pek çok Türk ve Azerbaycanlı siyasetçi tarafından “Türk dünyasının ‘Aksakallı’sı” olarak anılıyor. Fakat 4 Ocak’tan beri yaşanan gelişmelerde Türkiye ve diğer Türk devletlerinin tavır almakta kararsız kaldığı gözlenmiştir. Bu durum ise bir uluslararası örgüt olarak Türk Devletleri Teşkilatı için zayıf bir imaj ortaya koymaktadır.

    Kazakistan’da yaşanan protestoların hızla şiddetli bir hale dönmesi Kazakistan’da ve bölgedeki insanları şaşkınlığa uğratmış ve meselenin sadece yakıt fiyatlarından ibaret olmadığını göstermiştir. Otoriter bir devlet yapısına sahip Kazakistan, istikrarlı bir Orta Asya ülkesi olarak öne çıkmaktaydı. Hatta 2019’a kadar Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in iktidarda olduğu ülkede bir lider kültürü ve lider odaklı yönetim oluşmuş, ülke genelinde heykelleri dikilmiş, başkent Astana’nın adı da Nur-Sultan olarak değiştirilmiştir. Fakat hükümet karşıtı protestoların düzenlendiği bir dönemde bunları dindirmek için görevi bırakmış ve yerine de kendisine yakın bir ismi yerleştirdiği görülmektedir. Diğer yandan etkili bir muhalefetin olmadığı Kazakistan’daki çoğu seçim iktidar partisi tarafından yüzde 100’e yakın oyla kazanılmaktadır. Tüm bu siyasi başarılar ve etkili liderlikle bugünlere kadar gelinen Kazakistan’da, Arap Baharı sürecinde Saddam Hüseyin’in heykelinin indirilmesi gibi Nur Sultan Nazarbayev’in heykelinin indirilmesi çok büyük bir etki yaratmıştır.

    Peki tüm bu siyasi istikrar ve başarılı yönetim ne oldu da birden bire bu şekilde bir hale büründü? Rusya ve Çin’in bu olaylara etkisi nedir? Kazakistan, Rus etkisinden çıkmakta neden sorun yaşamaktadır?

    Tüm bu sorular aslında cevapları da içlerinde bulunmakta. Kazakistan, bir şekilde Rus etkisi ve yörüngesi altından çıkmakta sorun yaşıyor. Bu durum 30 yılı aşkın Sovyet sonrası süreçte çok net karşımıza çıkmaktadır.

    Yaşanan herhangi bir sokak hareketliliğinde halk iradesini, yerel etmenleri yok saymak, önemsiz görmek vahim bir hatadır. Fakat bu eylemlerin büyüyüp iktidarı tehdit eder hâle gelmesindeki ve eylemlerin yarattığı siyasî boşluğu dolduracak jeopolitik faktörleri göz ardı etmek de son derece yanlıştır. Kazakistan içinde hangi aktörün ne kadar etkili olduğu da çok kritik bir mevzudur. Kazakistan’da ABD’li, Alman ve Britanyalı şirketlerin önemli yatırımları bulunmakta. Rusya ülkenin en önemli askerî ve siyasî müttefiki konumunda yer alıyor. Çin ise ülkede ekonomi alanında gücünü artırmaktadır. Unutulmaması gereken nokta ise Kazakistan’ın, dünyanın yüzölçümü bakımından en geniş dokuzuncu ülkesi olarak Avrasya’nın kalbinde yer aldığı Çin’in “Tek Kuşak, Tek Yol” projesinin de Asya’yı Avrupa’ya bağlayan enerji yollarının da en önemli transit ülkesi lokasyonunda olmasıdır. Ülkenin beklenmedik biçimde kırılganlaştığının ortaya çıkması jeopolitik açıdan önemli uyarılar da taşımaktadır.

    Son olarak ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna krizine dair görüşmesine az bir vakit kala Rusya’nın arka bahçesinde büyük ve sürpriz bir krizin daha patlak vermesi, olayın zamanlamasını daha ilginç kılmış ve analizleri şekillendirmiştir. Tokayev’in KGAÖ’den (Barış Koruma Gücü) yardım talep etmesi,

    Rusya’nın elini kısa vadede güçlendirecek bir duruma yol açsa da şayet olayların büyümesi ve Kazakistan’da kaosun artması jeopolitik meseleler nedeniyle Rusya’nın da işine yaramayacaktır. Kazakistan’ın 30 yıllık bağımsızlık sürecinde inşa ettiği tarafsız, Doğu ile Batı arasında dengeci ve istikrarlı imajı özellikle KGAÖ müdahalesiyle beraber yara almıştır. 2016’dan bu yana Batı’ya ve dünyaya açılış politikası izleyen Özbekistan, bundan böyle Orta Asya’da daha çok sözü dinlenir bir konuma sahip olacağı görülmektedir.

    Tüm bu gelişmelerin yaşanmaya devam ettiği bugünlerde endişe ile süreci takip ediyoruz. Türkiye olarak Kazakistan halkının ve devletinin her daim yanındayız. Türk kardeşlerimizi ne Ruslara ne de bir başka aktöre karşı yalnız elbette bırakmayız. Duygusal olarak bu süreçte Türk Dünyası Konseyi’nin daha ciddi adımlar atması ve olaya doğrudan müdahale etmesi gerektiğini belirtsek de Bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin KGAÖ üyesi Kazakistan’a asker göndermesi özellikle Rusya ile ilişkilerde bir başka boyutun açılmasına sebep olabilir. Ayrıca Rusya’nın askerî varlığı ile TDT’nin siyasî-kültürel niteliği, en azından şu an için, birbiriyle çakışmıyor durumda. Nur-Sultan’ın tercihi aslında ülkesinin siyasî, sosyal ve jeopolitik gerçeklerini yansıtmaktadır. Her ne olursa olsun Kazakistan devletine Ruslardan dost olmayacağını net bir şekilde ifade ediyor, kendi iç işlerini ve sorunlarını güçlü ve istikrarlı devletleri ile çözebileceğine inanıyoruz.

    Devamını Oku

    Ortadoğu’da Yeni Yapılanma ve Pinpon Esad 

    Ortadoğu’da Yeni Yapılanma ve Pinpon Esad 
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Ortadoğu’da ilginç mevzular yaşanmaya devam ediyor. Suriye Halk Meclisi tarafından, Türkiye’nin Hatay’da ki varlığının bir işgal olduğunu ve bir gün Hatay’da Türk varlığının sonlandırılacağına ilişkin açıklaması ilginç ve komik bir Ortadoğu fıkrası olarak karşımıza çıkmıştı. Zaman zaman Hatay’ı Suriye haritası içinde kullanan belgeler ve haritalar yayınlayan Şam rejimi bu hadsiz eylemlerini hadsiz söylemler ile de desteklemektedir. Aşırı ırkçı Baas Arap rejimi propagandasını sürdürmekteyken, Türk Dış Politika Uzmanları ise Suriye ile nasıl ilişkileri iyileştirebiliriz fikri ile uğraşmakta. Beşar Esad ile uzun süredir barışılması ve anlaşılması üzerine yazılmış olan tüm tezler böylelikle gerçekliğini ve anlamını yitirmiştir. Öncelikle Esad ile anlaşılabilmesi için Esad’ın Suriye’yi kendi  yönetebilmesi gerekmektedir.

    Suriye’nin Hatay mevzusunda ki bu tutumu kesinlikle kendi başına alabilecekleri bir karar da söylem de değildir. Putin ve Hamaney arasında pinpon topuna dönen Esad, klasik bir diktatör olarak son çırpınışlarını yaşamakta. Rusya’ya sık sık giden Suriyeli yetkililer gerekli talimatları alarak geri döndüler. Türkiye’nin, Ukrayna’ya sattığı TB-2 Bayraktar sonrası Rusya ile bir kriz yaşanmıştı. Rusya’nın karşısında Kırım’da Ukrayna’nın yanında yer alınması Rusya ile karşı karşıya gelmemize neden olmuştur. Bu durum, elbette Suriye meselesine yansımıştır. Suriye içinde ki ABD destekli  PKK yapılanması bir yana Rusya’nın, Esad’ı kışkırtarak Türkiye’nin üzerine göndermesi çok net her şeyi açıklamaktadır. 

     Suriye, Hatay’da ki Türk varlığını sorgulayacağına İsrail’e verdiği Golan’ı  sorgulamalıdır. Osmanlı Devletine ait Şam ve Suriye bölgelerinin kime ait olduğunu, Suriyeli yetkililere bildirmekte ayrıca fayda var. Bir kukla yönetimi haline bürünen Esad, Rusya ve İran etkisiyle anlamsız söylemler ve tutarsız politikalar içine hapsolmuştur. Yaklaşık 10 yılı aşkın bir siyasal kriz içinde olan Suriye’nin eski haline geri dönmesi için Türkiye yoğun mesai harcamıştır. Türkiye’nin, Suriye için askeri, ekonomik ve insani olarak mücadelesine karşılık Suriye’nin Hatay açıklaması bir hüsrandır. Bu sürecin Esad gitmeden düzelemeyeceği netleşmiştir. 

    Geçtiğimiz günlerde Birleşik Arap Emirlikleri ile on yıl aradan sonra bir iyileşme ve anlaşmalar girişimi yaşanmıştı. İlişkilerin oldukça kötü olduğu BAE yönetimi ile bu iyileşme oldukça fazla abartıldı. Her zaman belirttiğimiz üzere, Uluslararası İlişkilerde devletlerin daimi dostlukları ve daimi düşmanlıkları yoktur, devletlerin yalnızca çıkarları vardır. Nitekim bu söylem bir kez daha haklı çıkarak, on yıl aradan sonra tekrar ilişkilerde iyileşme süreci yaşandı. Bu süreç zaman zaman iyi bir düzlemde ilerlerken, kriz anları ve sorunların da yaşandığı süreçler yaşanacaktır. Türkiye ziyareti sonrası Birleşik Arap Emirlikleri Tahran’ı  da ziyaret etmiştir. Sembolik olarak öne çıkan bu anlaşma ve ziyaretlerin asıl amaçlarına bakılmalıdır. Ortadoğu’da son dönemde yeni bir hikaye yazılmakta ve yeni bir süreç başlamaktadır. 

    Bölgede, BAE ile olduğu gibi İsrail ile de Mısır ile de ilişkilerin geliştirilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz ki, BAE gibi Türkiye aleyhine onlarca yıldır politikalar sürdüren bir aktör ile iyileşme sağlanabiliyor ise İsrail ve Mısır ile de sağlanabilir. Diplomasinin ruhuna uygun davranılması gerekmektedir. İsrail, yeni düzende Arap bölgesine tamamen entegre olmuş durumdadır. Tüm Arap anlaşma ve işbirliklerine dahildir. İsrail için ekonomik ve bölgesel bir entegrasyon sağlanmıştır. Doğu Akdeniz meselesi başta olmak üzere birçok bölgesel krizde İsrail ve Mısır ile olası bir işbirliği Türkiye için çok kıymetli olacaktır. 

    Son dönemde Burkina Faso, Nijer, Etiyopya, Cezayir ve Sudan’da yaşananlar ve bu bölgelerde oluşan Fransız Nefreti göstermektedir ki, Türkiye’nin Afrika politikası başarılı olma yolunda ilerlemektedir. Uzun süredir Türkiye, Afrika’ya  hem maddi hem manevi yatırımlar yaptı. Bu yatırımların karşılığını yakın süreçte alacaktır. Bölgede oluşan Fransız nefretine karşılık inşa edilen Türk sevgisi ve Türk yakınlığı gözle görülür bir gelişmedir. Bu bağlamda, sıcak gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Türkiye’nin 2023’e giden süreçte çok dikkatli iç ve dış politikalar yapması gerekmektedir. Türkiye, yakın gelecekte birçok bölgede jeopolitik kavgalar içerisinde yer aldı ve almaya devam ediyor. Tamda Cumhuriyetimizin 100. Yılına doğru giderken bölgesel bir güç olan Türkiye, fırsatları iyi değerlendiren, bölgede öne çıkan aktör olmaya devam edecektir. 

    Devamını Oku

    Balkanlar’da Boşnak Kardeşlerimize Zulüm

    Balkanlar’da Boşnak Kardeşlerimize Zulüm
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Geçtiğimiz günlerde Sırbistan’da, Boşnak kardeşlerimize sürekli yapılmakta olan çirkinlik ve ırkçı saldırılar tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Tanju Bilgiç, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da Kızıl Yıldız ve Yeni Pazar spor kulüpleri arasında yapılan hentbol maçında Kızıl Yıldız taraftarlarınca ırkçı sloganlar atılmasına ve savaş suçlularının posterlerinin açılmasına ilişkin, “Atılan sloganların Boşnak kardeşlerimizin yanı sıra, bölgeyle ortak tarihimizin anılarını da tahkir eder nitelikte olması üzüntü vericidir.” İfadesini kullandı.
    Bosnalı Müslüman kardeşlerimiz ile olan tarihi bağlarımız ve yakınlığımız göz ardı edilerek şuursuzca yapılan bu saldırıları Sırpların bir an önce durdurması gerekmektedir. Srebrenitsa soykırımının acı hatıralarını Boşnak kardeşlerimize sürekli olarak yaşatmak ve hatırlatmak üzerine bu çirkin algı, ırkçılık ve kara propaganda ülkece bizleri de kızdırmıştır. Türkiye, her dönemde olduğu gibi bugün de Boşnak kardeşlerinin yanındadır.

    Bir kaç ay öncesinde Bosna Hersek’te barış anlaşmasının uygulanmasını izleyen uluslararası yetkili olan Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Valentin Inzko, Srebrenica soykırımını inkârı suç sayan bir yasa çıkardı. Bu durum ise Bosna’da yaşayan Sırpları ve Sırbistan devletini oldukça rahatsız etti. Akabinde hem Bosna Hersek içerisinde hem Sırbistan tarafında Boşnak kardeşlerimize yönelik kirli, ırkçı, saldırgan kampanyalar yürütülmeye başlanıldı. Bugün Sırplar spor faaliyetleri içerisinde dahi her fırsatta bu çirkinliği sürdürmektedir. Hatta Sırplar bu ihanet çalışmaları için Yunanistan ve Rusya tarafından sık sık desteklenmektedir. Hala daha yapılan çalışma ve araştırmalarda Sırpların Srebrenitsa katliamını yaparken karşılarında muhatap olarak Osmanlı Devletini gördükleri anlaşılmaktadır.

    Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyinin Sırp üyesi Milorad Dodik, 10 yıldır belli aralıklarla yaptığı ayrılıkçı açıklamalarına bir yenisini daha ekledi. Sırp liderin, Dayton Anlaşması’nın özüne dönülmezse ordu, yargı ve vergilendirme sistemlerinde radikal adımlar atacağını söylemesi, zaten “barut fıçısı” Bosna Hersek’te gerilimin yeniden artmasına neden oldu. 2011 yılından beri çoğunluğu seçim arifeleri olmak üzere defalarca “Sırp entitesinin bağımsızlığını ilan edeceğini” söyleyen eski “sosyal demokrat”, yeni “aşırı sağcı” Sırp lider, “Dayton’un özüne dönülmesi” bahanesinin ardına sığınarak alenen darbe yapacağının mesajını veriyor. Zira mevcut Anayasa’ya göre ülke içindeki hiçbir entitenin tek taraflı bağımsızlık ilan etme hakkı bulunmuyor.
    Hassas dengelere ve karmaşık bir siyasi sisteme sahip Bosna Hersek’te “yeni Radovan Karadzic” olmaya soyunan Dodik’in yaptığı bu savaş çığırtkanlığı ile ülkenin ve hatta bölgenin sinir uçlarıyla oynadığı aşikardır. Bölgede oluşturulan İslamafobi kavramı her geçen gün daha da tehlikeli bir boyuta ulaşmaktadır.

    Türkiye olarak jeopolitik meselelerdeki rolümüzün ne olduğunu bilmemiz icap etmekte. Bu anlamda Balkanlar’da 600 yıllık aziz bir hatıramız, tarihimiz bulunmaktadır. Türkiye, Gönül coğrafyalarında beklenen devlettir. Şuan gereken Türkiye’nin Bosna’da ki varlığını arttırmasıdır. Bölgede bir Türk askeri üssü oluşturulabilir. Türkiye’nin Bosna Hersek içerisinde reel anlamdaki varlığını arttırması bölgedeki Müslüman kardeşlerimize güven verecektir. Bosna bu konuda pasif ve zayıf kalmaktadır. Geçmişte yaşadığı acı tecrübeleri unutmamalı ve savunma ve güvenlik konularında adımlar atmalıdır. Bilge Lider Aliya İzzetbegoviç Bosna’yı Türkiye’ye emanet etmiştir. Bosna Hersek bizim için ayrı ve özel bir yere sahiptir. Sorunu kendi haline bırakamayız. Türkiye sorunu benimsemeli ve Balkanlar’daki rolünün gereğini yapmalıdır. Balkanlar’da olacak olan bir krizin Türkiye’yi etkilememe ihtimali zaten söz konusu değildir.

    Devamını Oku