DOLAR 34,6280 0.19%
EURO 36,3243 0.05%
ALTIN 2.921,500,14
BITCOIN 3265400-3.45028%
İzmir

PARÇALI BULUTLU

12:56

ÖĞLEYE KALAN SÜRE

Timuçin Gündem

Timuçin Gündem

04 Temmuz 2014 Cuma

    Son Kale

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Yüzyılın başında sahibi olduklarımızın birçoğu artık bizim değil. Balkan coğrafyası da bunlardan biri. Yitirdiklerimizin belki de en önemlisi. Bir varmış, birde bakmışız ki yok olmuş. Kayıp gitmiş avuçlarımızdan o canım topraklar. Peşinde dağ gibi sorunlar bırakarak, kaderiyle baş başa kala kalmış. O günlerin bakiyesi mi? Sadece, üzerinde Cumhuriyetimizin kurulduğu anavatanımız. Fevkalade zorluklarla Cumhuriyetimizi “son kalemiz” ilan edebilmişiz. Cumhurun ispat-ı vücut edebildiği yeni bir rejim. Ülke gidişatına yön verebileceği ve kaynağı halkımız olan, varlığımız olan, demokratik bir sistem. Ancak onunla “varız” diyebileceğimiz bir tarz. Milletimize ait elde kalan “son kale”. Anayasal hak ve hürriyetlerimizi teminatı altına alan, demokrasi ve hukuk surları ile teçhiz edilmiş dev bir kale. Ama “son kale…” Cumhuriyet, böylesi bir fazilet. Hak ve hukuk rejimi. Hal böyle iken, geçmiş bazı uygulamaların bu yönde olmadığı da aşikârdır. Hukuk ihlalleri; siyasi, sosyal ve ekonomik yaşamımızı sık sık zora sokmuştur. Demokrasiyi durma noktasına getirmiş. Hatta zaman zaman da durdurmuştur. Yakın tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Gelin bunları biraz açalım.

    SEVGİ, SAYGI VE HOŞGÖRÜ

    Milletimizin hamuru, asırlar boyu sevgi ve hoşgörü ile yoğruldu. En zor zamanlarında bile barış ve kardeşlik dedi. Anlayış dedi. Tahammül ve karşılıklı tolerans istedi. Toplumsal diyalogun olmazsa olmazlarıydı dilenenler. Cumhuriyet dönemine kadar da bu böyleydi. Fakat bu dönemdeki hukuk dışılıklar, bu değerleri allak bullak etti. Doğrularla yanlışların yeri değiştirildi. Diyalogsuzluk adına ne varsa, bir bir sahnelendi. Figüran olarak, geniş halk kitleleri kullanıldı. Acımasızca, pervasızca, öldüresiye kullanıldı. Toplumsal barış, uzlaşı ve kardeşliğin yerini güvensizlik aldı. İnsanlar birbirine selam vermeye korkar oldular. Karanlık eller, yıllarca ülke yönetimine sözde “yön” verdiler. Halkın değerlerini hiçe sayma pahasına yapıldı bunlar. Dizi dizi ölüm ve katliam haberleri yıllarca manşetlerden inmedi. Ekseri “aydınlar” halktan bihaber, nifak tohumlarının serpilmesine göz yumdular. Sonuçta, toplumsal diyalogumuz bitirildi. Çoğu meselelerin çözümü şiddette arandı. Kan gövdeyi götürdü. Memlekette kıtlık zuhur etti. Ekmek karneye bağlandı. Temel ihtiyaç maddeleri ise artık karaborsadaydı. Toplumsal huzur ve refahımız kalmamıştı. Kin, nefret ve düşmanlık toplumun her katmanına hâkimdi. Ardından da olaylar sökün etti. 1930’da düzmece bir Menemen olayı senaryolandı. Şeyh Said İsyanı, Dersim İsyanı ve daha birçoğu milleti sarstı. Milli Şeflik döneminden itibaren kamplara bölündük. Komünist-antikomünist, Laik-anti laikler türetildi. İslam’a olmadık saldırılar düzenlendi. Birçok Cami, ya kapatıldı yâ da başka maksatlarla kullanıldı. 1960’da darbe yapıldı. Bir Başbakan ve bazı Bakanlar asıldı. Aslında, asılan Cumhur’un iradesiydi. Ardından 61 anayasası geldi. Bu kez de sağcı ve solcu dediler. Zemin hazırdı. 70’li yılların siyasi olayları için düğmeye basıldı. Evladın babasını, kardeşin kardeşi vurduğu olaylar. Malatya, Çorum, Maraş olayları ve diğerleri. Burada da Alevi ve Sünni diye ayrıştırıldık. Kimimiz yezit oldu. Kimimiz kâfir. Millet farklı cephelerden bakar oldu birbirine.

    ÖNCE KAOS SONRA YENİ DÜZEN

    Sırada, 12 Eylül 1980 darbesi vardı. O da oldu. Önce kaos oluşturuldu. Sonra, “yeni düzen” kurduruldu. 650 bin kişi gözaltına alındı.517 kişi için idam istendi. 50’si idam edildi. 1.6 milyondan fazla insan fişlendi. On binlercesi hak mahrumiyetine uğratıldı. Vesayet anayasası olan 82 anayasası huzurlarımızdaydı. Aynı süreçte, Ermeni terör örgütü peyda oldu. Değişik ülkelerde, 50’nin üzerinde elçimizi öldürdü. Asala, yerini PKK’ ya devretti. Yedi düvelin omuz verdiği PKK maskeliler sahnedeydi artık. Marksist-Leninist ideoloji sahipleri, Müslüman Kürt kardeşlerimizin sözde ”hak arayıcıları” oldu. Kanlı eylemlerine, önce onların bebelerini öldürerek başladı. 50 binin üzerinde insan yitirildi. Ocaklar söndü. Göçler yaşandı. Onlarca gazeteci, yazar, düşünür ve din adamı öldürüldü. Laiklik mi? O, her zaman devredeydi. Dinsizlikle bir tutuldu. Her kesim için iki ucu keskin kılıç gibiydi. En çok da inananlara zarar verdi. Kız öğrenciler, başörtüleri ile okuyamaz oldular. Onlar için ikna odaları kuruldu. Ordu’dan binlerce kişi atıldı. Derken, 1993’de Madımak senaryosunu izlemeye başladık. Şimdi de Ergenekon zuhur etti. Özel yetkili mahkemeler kuruldu. Bugünlerde kaldırılıp yerine terör mahkemeleri kuruldu kurulacak. Çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü ve demokratik sivil anayasamız hala raftaki yerini muhafaza etmekte. Binlerce faili meçhul mü? Onların ekserisi hala meçhul. Ve daha niceleri… Velhasıl; Balkanların yitirildiği o günlerden, Son Kalemiz Cumhuriyet’e kolay gelmedik. Son kaleye sahip çıkmak adına, Muhterem bir zat’ın da dediği gibi, “sinelerimizi ummanlar gibi açabildiğimiz kadar açalım, birbirimize saygı, sevgi ve hoşgörü sunalım. El uzatmadığımız mahzun bir gönül, çalınmadık bir kapı bırakmayalım.” Zira “son kale” Cumhuriyetimizdir, Şu an üzerinde yaşadığımız ülkemizdir. Ona gözümüz gibi bakmak her Türk vatandaşının asli vazifesidir. Afiyetle kalın. 

     

    Devamını Oku

    Dayağın aklı olsaydı cennetten çıkmazdı

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Manşetlere göz atarken vicdanım yine paramparça oldu. Yüreğim sızladı. Boy boy, kadına şiddet kareleri ile doluydu manşetler her zaman ki gibi. Bir kez daha ” neler oluyor bize” demekten kendimi alamadım. 3. sayfa haberlerinin neredeyse tamamı kadına şiddette vardığımız noktayı gösterir vahamette. İnsanlık namına, hepsi birbirinden utanç vericiydi. Bir köşede yüzü gözü kezzapla tanınmayacak hale getirilmiş bir hanım. Diğer köşede, vücudunun bilmem kaç yerinden bıçak darbesi almış, kan revan içinde can çekişen başka bir hanım. Öte tarafta umutla döndüğü, “baba ocağım” dediği baba evinde töre gereği kurşunlanarak öldürülen kızlarımız. Bir diğer tarafta ise öldüresiye sevdiğini ifade ettiği eşini sokak ortasında “sevgisinden” sille tokat döven zavallı bir “erkek”. Cehaletten öte hiç bir mesnedi olmayan töre cinayetleri ile milletçe yatar kalkar olduk. Tıpkı cahiliye devrindeki cahillerin çoğunlukta olduğu aşiret ya da kabile toplumlarındaki gibi. Sanki şiddeti kanıksadık. Sesimizi yeterince duyuramadık. Bunlar son derece vahim ve üzerinde ivedilikle durulması gereken ciddi psikolojik ve sosyolojik rahatsızlıklardır. Aynı zamanda da  yüzde 99’ u Müslüman olan ve bununla haklı olarak iftihar eden bir millete yakışmayan manzaralardır. Modern İslam toplumuyla böylesi pespaye manzaralar yan yana dahi gelmemeli. Buna vesile olunmamalı. Toplum olarak, erkekler olarak, karşı cinse yapılanlardan hicap duymalıyız. Utanmalıyız. Elmanın yarısı çürürse unutmayın ki, öteki yarısı da çürür. Çünkü bu sonda hepimizin, öyle ya da böyle katkısı var. Bu vahşet, adam sendecilik sınırlarını çoktan devşirmiş durumda. Kadın ve kızlarımız, insan olma haddini aşanların elinde heba oluyor. Tedbir alınmazsa, alınan tedbirler gözden geçirilmezse olmaya da devam edecekler. Tıpkı asırlardır olduğu gibi… Çevremiz, sokak ortasında can verenler ve vücudu dağlanan karşı cinslerimizle dolu. Yaşamlarının ilk anından son anına kadar ki tüm safhalarında şiddetin soluğunu ensesinde hisseden kadın ve kızlarımızın çilesine ülkemizde çare bulunamadı. Bu “kadın kırım” ne adına onlara reva görülüyor? O da apayrı bir muamma.

    ŞİDDETİN RAKAMLAR CEPHESİ

     

    Gelin, şiddete birde rakamlar cephesinden bakalım. Bunun içinde öncelikle, ülkemizin fevkalade yetersiz olan konu ile ilgili bir kaç istatistikî verisini irdeleyelim. Toplumsal cinnetimizin vardığı boyutu âlemin gözleri önüne bir bir serelim. Bakalım rakamlar kadına şiddetin boyutuna dair neler söylüyor? Kulak verelim; ülkemizdeki kadın ve kızlarımızın yüzde 36’sı aile içi şiddete maruz kalmakta. Yani her üç kadın ve kızımızdan biri şiddet melanetinin muhatabı durumunda. Eşlerinden boşanan hanımlarda bu oran yüzde 76’ nın üzerinde. Kadın ve kızlarımıza yönelik cinayetlerde son on yılda ” yüzde bin dört yüzlük ” bir artış var. Bu veri, ülkemizde her gün 4-5 kadın ya da kızımızın öldürüldüğünün en önemli delilidir. Bu değer, yıllık kadın cinayeti sayısının binlerle ifade edildiği anlamı taşımaktadır. Saydıklarım ülkemizin “ortalama” değerleridir. İç Anadolu ve ötesinde verilerin misli ile arttığı rahatlıkla görülecektir. Birde hamile bayanlara dair bir veriyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Maalesef hamile bayanlarında yüzde 21’i aile içi şiddetten payına düşeni fazlası ile almakta. İnanılır gibi değil ama bu da ülke ortalamamız. Bu kadar mı, şefkatimizi, insafımızı yitirdik? Bu sorunun cevabı için de eldeki verilerimiz koccamannn bir “evet” diyor. “Yitirdiniz, insafsızsınız” diyor. Sonuçta, tüm veriler üst üste konduğunda ülkemizin “kadına şiddet uygulayan ülkeler” sıralamasında “ Dünya İkincisi ” olduğu gerçeğini görüyoruz. Yani Gana’dan, Gambia’ dan, Trinidad Tobago, Gine Bissau ve Papua Yeni Gine’den bile çok gerilerdeyiz. Bu sahada onlar kadar bile medeni değiliz. Şimdi kim yamyam onlar mı? Yoksa bizdeki zavallı şiddet sahipleri mi? Varın kararı siz verin. Böylelikle rakamların dilinin de, “dayağın aklı olsaydı cennetten çıkmazdı” dediğini duyar gibiyiz sanırım.

     

    ONLARI DA ALLAH YARATTI

     

    Velhasıl; şiddete maruz kalan kadın ve kızlarımızda insandır. Bizlerle eşit haklara sahiptir. Onları da Allah (c.c.) yaratmıştır. Ama siz öldüresiniz, işkence edesiniz, dövüp sövesiniz diye değil! Bir ömür boyu sakat bırakasınız diye de değil!! Yere batası, saçma sapan, lanet törelerinizin kurbanı olsunlar diyeyse hiç değil!!! Toplum olarak bu illetin önüne bir an önce geçmeliyiz. Geldiğimiz nokta itibariyle mevcut yasal düzenlemelerin engelleyebildiği son raddedeyiz. Ailenin Korunmasına dair caydırıcı yeni yasal düzenlemelere acilen ihtiyaç olduğu kaçınılmaz. Sonrasında eğitime çok daha fazla önem verilmeli. Gençlerimizi şiddetten uzaklaştırmanın yolları yasal düzenlemelerin yanı sıra özellikle ve öncelikle ilim ve bilimde aranmalı. Kadınların can ve mal güvenliği sağlanmalı. Sosyo-ekonomik sıkıntılar ve geleceğe dair güvensizlik ve işsizliğin bir an önce çareleri bulunmalı. Uluslar arası sözleşme ve antlaşmalarla garanti altına alınan kadın hakları göz ardı edilmemeli. Konunun halli için taraflar ortak gayret, sevgi ve hoşgörü içerisinde olmalılar. Unutmayınız ki, hoşgörü ve sevginin olduğu yere şiddetin gölgesi bile düşemez. Mutlu yarınlara.

     

     

     

    Devamını Oku

    Belediyelerin Bir kez daha Dikkatine

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İzmirliler ve özellikle küçük yaştaki savunmasız çocuklarımız, geliyorum diye haykıran bir tehlike ile karşı karşıya. Geçtiğimiz günlerde bir parka yolum düştü. Banklara oturdum ve etrafı seyre daldım. Gözüme ilk takılanlar şen şakrak çocuklarımız oldu. Dünyanın çiçekleri yaşamanın zevkindeydi. Oda ne, hemen yanı başlarında üç dört köpekle beraber aynı parkı paylaştıklarını dehşetle müşahede ettim. Çocuklardan ekserinin köpeklerden korktukları yanlarından kaçarak uzaklaşmalarından belliydi. Köpek sahipleri parkın bir kenarından ipini çözdükleri köpeklerine talimatlar yağdırıyordu. Bir yanda çocuklar diğer yanda sahibini pekte takmayan, birbiriyle hırlaşan, oradan oraya koşup, sağı solu pisleyen iri yarı köpekler. Ekser sorumsuz ve bilinçsiz köpek sahiplerinin “Vurdumduymaz, kör ayvaz” tavırlarının insan hayatını ne denli tehlikeye soktuğunun resmiydi bu manzara. İnanılmaz bir manzara. Onlar eliyle onarılması sonradan belki de imkânsız olacak vakalar yanı başımızda yerini almış durumda. Bu yüzden de, tehlike çanlarının sesi kulağımıza hiç bu kadar yakın gelmemişti diyorum. Tehlike hiç bu kadar yavrularımızın, bizlerin hemen bitişiğinde, burnumuzun dibinde olmamıştı diyorum. Apartmanlarımızın içerisine kadar girmemişti diyorum. “

     

    ÇEVREYE SAÇILAN TEHLİKE VE PİSLİK

     

    Çok kısa bir süre önceki köşe yazımda ev, apartman ve sokaklarda ikamet ettirilen köpeklerin çevreye saçtığı tehlike ve pisliğe böyle işaret etmiştim. Hiç olmazsa, park ve meydanlara asacağınız levhalarla, sorumsuz köpek sahiplerini ikaz edebilirsiniz demiştim. “Belediye Başkanlarının dikkatine” diye kalın kalın vurgu yapmıştım. Tedbir alınmazsa “çocuklarımızın hayatı tehlikededir” demiştim. Bu yazımdan sonra başta parklar olmak üzere insanların yoğun olarak bulunduğu cadde ve alışveriş merkezlerinde gözüm bu türden ikaz levhalarını aradı durdu. Her defasında etrafı daha bir dikkatle süzdüm.  Gezip dolaştığım yerlerde bugüne değin alınmış hiçbir tedbir emaresini nafile, göremedim. Gördüğüm tek şey, sahip olmakta zorlandıkları köpek azmanı köpekleri ile ulu orta dolaşmaya devam eden sahipleri oldu. Hoş,” böylesi ikaz levhalarına ne gerek var” diyebilirsiniz? Yerden göğe kadar da haklısınız. Böylesi levhalara gerek olmadan köpek sahipleri köpeklerini böylesi mahallerden uzak tutmalılar. Ancak onlar bunu yapmıyorlarsa, Belediye ve diğer ilgili kurumlar devreye girerek, toplumun güvenliğini tehdit eden bu maganda ötesi maganda tehlikeyi bertaraf etmeliler. Bir tarafta insanlara ne zaman saldıracakları belli olmayan hayvan irisi köpekler, bir tarafta bazı maganda tipli köpek bakıcıları ve diğer tarafta da masum insanlar ve yetkililer. Hepsi aynı dar döngü içerisinde, günde belki yüz defa yüz yüze gelmekteler. Buda vurdumduymazlığın en önemli delili ve ispatıdır. Tüm bunların neticesinde, geçmişte olanlar bir kez daha cereyan etti. “Olmasın” dediklerimiz bir kez daha oldu. Olmaması kaçınılmazdı. Ve bir çocuğumuzun daha hayatını köpek yüzünden kaybetti. Yazıp, söylemiştik,” bakın yenileri olacak, yavrularımızın canı yanacak, belki de hayatları tehlikeye girecek” demiştik. Kulak asan olmadı. Alınan tedbirler yeterli caydırıcılığa hala sahip değil. Hala tedbirler noktasında diz boyu eksikler var. Basında yer alan haberlere şöyle bir göz atıldığında; “sevmek için aldığı köpek tarafından kolu koparıldı”, “hırsızdan korunmak istedi köpeği tarafından yüzü parçalandı”, “evinde baktığı köpek çocuğunun ölümüne sebep oldu” ve daha niceleri.  Bunlar, sadece İzmir’de gerçekleşen biri iki yaralanmalı hadise manşetleri. Köpeklerin saldırılarında hayatını kaybeden onlarca çocuk, kadın ve yaşlı insanımız var. Köpek bakıcıları hem kendi hayatlarını, hem ev ve apartman sakinlerinin hayatını ve hem de civarda yaşayan masum yaşlı, kadın ve özelliklede çocukların sağlığını ve hayatını tehlikeye atmakta. Bir kez daha söylemekte yarar var; altını kalın kalın bir kez daha çizmekte yarar var; onlar hayvan, onlar içgüdüleri ile hareket ederler, ne zaman ne yapacaklarını kestiremezsiniz. Bunu kestirebilmek için hem cins olmak gerekir. Aksi takdirde hayati tehlikeye davetiye çıkartılır. Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur. Böylesi insan canına kast eden hayvanları köleleştiren, meta haline getiren “hayvan sevgisine bir kez daha hayır” diyorum. İnsanların hayatlarını ve can güvenliklerini hiçe sayanları ve Belediyeleri bir kez daha uyarıyorum. Kalın sağlıcakla

     

    Devamını Oku

    Bosna’yı Sel Aldı

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Soma faciasının derin izlerini milletçe yüreğimizde taşıdığımız şu günlerde, bir acı haberde kardeş Bosna’dan geldi. Acımız ikiye, üçe, beşe, ona katlandı. Son yüz yirmi yılının en büyük sel afatı ile karşı karşıya Bosnalılar. Ecdat yadigârı, kiminin ata toprakları sular altında kalmış vaziyette. Afata sebep Bosna’da on binlerce kardeşimiz mahsur ve mahzun. On binlerce ev kullanılamaz halde. Manzara vahim. Dünya genelinde işin özüne bakacak olduğumuzda karşılaştığımız tablo aslında hiçte iç açıcı cinsten değil. Alem-i beşerde gün geçmiyor ki bir afat, bir dert, bir savaş yada soykırım ve katliam olmasın. Geneli itibariyle yaşlı dünyamız felaketlerle her geçen gün daha fazla haşır-neşir. Belki farkındayız, belki değiliz. Literatüre göz attığımızda bunun böyle olduğu kolayca anlaşılmakta. Kimileri bu felaketlerden gerekli dersi, hisseyi alırken, tedbire yöneliyor. Kimileri de yaşanan bunca felaketi yeterince idrak bile edemiyor. Görmezden gelip, idrakin gerisinde duruyor. Hisse çıkaramıyor. Tedbire hak ettiği önemi atfedemiyor. Değişmesi gerekenler istenen kıvamda değişmiyor. Âlem de değişmeyen tek unsur insan, değişmesi gereken tek unsur da yine insandır. Külliyen, ekser anlamda insan ve insan topluluklarından oluşan devletler. Devletleri yönetenler ile toplulukların kaderine hükmetmek isteyen gruplardır.

     

    DEĞİŞİMİN YÖNÜNÜ TAYİN

     

    Değişimden ziyade öncelikle değişimin yönünün iyi tayinidir kaderde etkili olan. Asırlardır farklılıklardan yola çıkan ve sonucunda kan ve gözyaşı deryasında boğulan beşeriyetin gerçek anlamda huzur anları neredeyse yok denecek kadar azdır. Başka bir deyişle onca felaket, kan, gözyaşı ve savaştan sonra, bu huzur dilimleri toz duman arasında kalmıştır. Bugünlerde ise hiç görünmemektedirler. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda diyebilirim ki; değişimin yönü sevgiden, saygıdan, hoşgörüden, kardeşlikten, paylaşmaktan, berberce yaşayabilmekten ve barıştan yana, yani manadan yana olmalıdır. Gerek devletlerarası gerekse toplumlar ve kişiler arası ilişkilerde madde çok gerilerde kalmalı. Esamisi anılmamalıdır. İlişkiler karşılıklı menfaat ilkesine göre tasarlanmamalı, kurgulanmamalıdır. Bu ahlaki kurallara uygun bir davranış biçimi değildir. Komşun için kardeşin için gerektiğinde zararı göze alabilmeli, aç kalabilmeli insan. Makam, mevki, şan, şöhret, mal, mülk için âlemi nizamın ilahi kuralları unutulup bir köşeye atılmamalıdır. Buna değmez. Hiç birisi, mutlu ve mutmain edilen bir gönlün yerini alamaz. Böylesi bir iltifata mazhar olamazlar. Bu yüzden, gönüller yapılmalı. Bu yüzden gönüller hoş edilmeli. İnsan yaratanından ötürü sevilmeli. Eşref olması hasebiyle, bu hassaya uygun tavırlar sergileyebilecek erdeme sahip olana dek gayretler devam etmeli. Birbirine yakın durabilmeli, lafta değil özde samimi olabilmeli insanlar ve tabi ki devletler ve tabi ki onu yönetenler. Hayra teşvik etmeli herkes herkesi. Şerden uzak tutmalı herkes herkesi. Hemhal olunmalı. Derdiyle dertlenebilmeli. Huzur buradadır. Barış ve kardeşlik buradadır. Zannedildiği kadar imkânsız, zor ve uzak değildirler bize. Bilakis çok kolaydır. İnsanı düzeltmeye bakar her şey.

     

    ÖRNEK TAVIR SERGİLEYENLER

     

    Hazır aklıma gelmişken, yüreğimizi yıkan Soma faciasında bu anlamda birçok örnek tavır sergileyenler olmuştur. Onları köşemden anmadan edemeyeceğim. Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ve Hıristiyan cemaatlerin acımıza ortak olmaları fevkalade manidardır. Vesile olanlar âlemi insanlığa en büyük hizmeti sunmuşlardır. Anlayan anlamıştır. Âcizane, teşekkürlerimi sunuyorum. İnsanlığın selameti bu ve benzer tavırlarda ve sayılarının artmasında gizlidir. Her halimizde tablo esasen bu olmalı. Hiç kimse bir diğerine üstün değildir. Üstünlük takvadadır. “Tebessüm eden yüze hiç kimse tokat atmaz.” Bu cümlelerden olmak kaydıyla, Bosna’ da yaşanan sel felaketine el birliği ile destek verme zamanıdır. Bosnalı kardeşlerimizin yaralarına merhem olma zamanıdır. Zaman; yardımlaşma, kucaklaşma ve paylaşma zamanıdır. Unutulmamalıdır ki, acılar paylaşıldıkça azalır, sevgilerse çoğalır. Afetten etkilenen herkesin acılarını yüreğimde paylaşıyor, sel felaketinde hayatını yitirenlere Allahtan rahmet ve mağfiret dilerken, geride bıraktığı acılı ailelerine, eş-dost, akraba ve yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Sağlıcakla kalınız….

     

    Devamını Oku

    Ateş Soma’ya Düştü

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Milletimiz çok maden kazası ve bu kazalarda hayatını yitiren çok vatan evladı gördü. Ama hiç birisi Soma gibi olmamıştı. Soma hiç böyle bir acı yaşamamıştı. Öncesinde de böylesi üzücü kazalar olmuştu. Maden kazalarındaki vahim tablo ilk kez böylesine dehşetengiz oldu. Oda geldi, geldi Soma’yı, Somalıları acılara gark etti. Kim geri getirecek hayatını kaybedenleri? Yüzlerce aile nasıl ve neyle teselli bulacaklar? Devletin vereceği üç- beş bin lira tazminat mı tüm acıları sonlandıracak. Gözyaşını dindirecek. İşin böyle olmadığı, olamayacağı herkesçe malum. Ben benden gittikten sonra ne kıymeti harbiyesi var allasen.

    Hakikaten milletçe çok derinden yara aldık. Çok üzüldük. Çözüm olmadığını bile bile öfkemize yenik düşüp kızdık. Çok fena kızdık. İş işten geçti ahali. Olan oldu. Bir lokma ekmek için yüzlerce can yine ve yeniden, göz göre göre toprak oldu. Yazık çok yazık. Yalnız Soma’da değil ülkenin dört bir yanındaki maden ocaklarına her gün binlerce insan ocağının söneceğini bile bile girmeye devam ediyor. Buna mecburlar. Nafakalarını ölümün soğuk nefesinde aramak zorundalar. Burası Türkiye. Burası Soma. Ekmeğin, aslanın artık neresinde olduğu belli olmayan iller buralar. Ellerinden başkaca bir iş gelmiyorsa bu kaçınılmaz oluyor onlar için. Aslında buldukları madenler çok da umurlarında değil. Onun kaymağı nasılsa onlara düşmüyor. Esasen onlar toprağın metrelerce altında rızıklarını arıyorlar. Umurlarında olan bir topan, alın teri ile yoğrulmuş, helal bir parça lokmayı ailelerinin kursağı ile buluşturulmaktır. Üç-beş kuruşa hayatlarını, zor olan ailelerinin geçimi için hiçe sayıyorlar. Anlayan-anlamayan, Gören- görmeyen, işiten- işitmeyen herkese insanlık ve dürüstlük dersi veriyorlar. Bu uğurda canlarını bile verebiliyorlar. İşte, bunlara sebep yüzlerce vatan evladı toprak altından gün ışığına bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha….çıkamadılar. Yazık çok yazık. Binlerce kez çok yazık. Soma ne ilk, böyle giderse inanın ne de son olacak! Maden ocaklarına sahip diğer illerimizde böylesi feci kazalarla her an burun buruna gelebileceği akıllardan muhal tutulmasın. Tedbir elden bırakılmasın. Daha fazla canlar yanmasın. Ocaklar sönmesin. Yetkililere, ilgililere, bilgililere diğer kazalar ders olmadıysa hiç olmazsa dünya literatürüne giren bu elim ve vahim kaza Allah aşkına ders olsun. Kulaklara inşallah küpe olsun. Soma’nın ve Somalı’nın acısını yürekten paylaşıyorum. Velhasıl burası Soma. Burası Türkiye. Bir lokma ekmek için canını dişine takıp, hayatını hiçe saymak zorunda kalanların, toprağın metrelerce altına çıkamayacağını bile bile giren fedakârların, vefakârların ve cengâverlerin diyarı. Allah yardımcınız olsun. Allah yardımcımız olsun. Allahtan dileğim, böylesine elim olayların bir daha ne ülkemizde ve nede diğer ülkelerde yaşanmaması istikametinde olacak. Milletimizi yasa boğan elim maden kazasında hayatını yitiren madenci kardeşlerime Allahtan rahmet ve mağfiret diliyor, geride bıraktığı acılı ailelerine, eş-dost, akraba ve yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum.

     

    Devamını Oku