DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

Batı dünyasına bağlanma yolu Balkanlar
268 okunma

Batı dünyasına bağlanma yolu Balkanlar

ABONE OL
17/05/2013 21:01
Batı dünyasına bağlanma yolu Balkanlar
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Osmanlı Devleti, tarihî işlevini yerine getirerek sona ermiş ve daralan topraklarında varis olarak yeni bir Türk Devleti ortaya çıkmış, bu Yeni Türk Devleti, Kafkaslar ve Ortadoğu’nun olduğu gibi Balkanların da jeopolitiğini göz önünde bulundurmuştur.

 

Türkiye’nin Batı dünyasına bağlanma yolu olan Balkanlar, başlıca huzursuzlukların da görüldüğü bir coğrafya olmuş, Türkiye başlangıçta ikili ilişkiler ile Balkanlara yönelik statükonun korunması esaslı barışçı bir siyaset izlemiştir. Balkanların, büyük devletlerin nüfuz sahası haricinde tutulması ve bir denge unsuru olarak kullanılmak istenmesi neticesi Türkiye, tarihî deneyimlerine de dayalı, genel barışa ve ülke menfaatine katkısı olacağı düşüncesiyle, Balkanlarda bir paktın kurulması istikametinde ısrarcı olmuştur. Balkan Paktı, 9 Şubat 1934 tarihinde Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanmıştır. İmzalanan bu anlaşmaya “Balkan İtilâfı Paktı” adı verilmiş, bu gelişmelerle Balkan ülkeleri için İtalya, İspanya, Portekiz yarım adalarında olduğu gibi belli ve tabii coğrafyaya dayanan sabit bir sınır gösterilmesi imkânının olmadığı görülmüş ve ;”Eskiden Balkanlar Balkanlılarındır denilirdi. Bu düsturu artık bütün Balkanlar bütün Balkanlılarındır şekline koyan tekâmül dostlarımızın da bahsettiği ideallere ayni sadakatle merbut oluşundan ileri geldi”  denilerek, Balkanların her türlü tecavüzden korunması arzu edilmiştir.

YÜKSELEN DAĞ KİTLESİ

 

Balkan kelimesi, Türk lehçelerinde “dağ” manasında olup, Hazar Denizi doğusunda yükselen bir dağ kitlesine Balhan (Balkan), XIX. asrın ilk yarısında da Fransız jeologu tarafından sözü edilen bu dağlara “Balkan Silsilesi” adı verilmişti. Balkan adı yalnız silsileye işaret olmakla kalmamış, Avrupa Kıtasının bu büyük yarımadasını da içine alır hâle gelmişti.  Balkan Yarımadası büyük göç yolları üzerinde bulunmakta olup, tabiatının dağlık olmasına rağmen dağların aşılmaz engeller oluşturmaması, tarihin her devrinde güney doğu, kuzey doğu ve kuzeyden gelen kavimlerin istilasına maruz kalmasına imkân hazırlamıştı. Ancak, geniş yollar ile Yarımada’ya giren yabancı kitleler, içlere girdikçe coğrafyanın dağ sıraları ile bölümlere ayrılması yüzünden onların dağılmalarına, birbirlerinden ayrılmalarına, ufalanmalarına ve daha eski kavimlere karışmalarına yol açıyordu. Kenar bölgeleri kendine bağlayacak merkezî coğrafî bir birlikten yoksun bulunması yarımadanın kuvvetli tek bir millet oluşumuna engel olmuş ve bu sebeple de tek bir devlet kurulamamıştır (Darkot 1986: 280-281). Balkanların batı tarafı (Adriyatik Kıyıları ve Mora) göçe ve kolay işgale kapalı olmakla birlikte, kuzey ve doğudan gelen istila ve göçlere açık bir alandır. Bu nedenle Balkanlar, tarih boyunca birçok kavim ve orduların istilalarına hedef olmuş, istilacılar genellikle Boğazlar ve Trakya, Güney Rusya ve Aşağı Tuna Vadisi, Avusturya ve Macaristan’dan Balkanlara girmişlerdir (Gürkan 1993: 261-262). Balkan Yarımadasına çeşitli yönlerden kolayca girilebilmesi, etnik yapının karışık olmasına yol açmış, yüzyıllar boyunca ifade edilen açık alanlardan Balkanlara giren insanlar, Güney ve Orta Avrupa’nın yanı sıra Asya ve Yakın Doğu’nun etnik ve kültürel özelliklerini de bölgeye taşımışlar ve yarımadanın temelindeki insanî yapıyı oluşturmuşlardır (Öksüz 1996: 3). Genel olarak doğal sınırları itibarıyla Balkan Yarımadası üç tarafı deniz ile kuşatıldığı gibi Kuzeyinde de Karadeniz’den Belgrat’a kadar Tuna Nehri ve buradan Batıya doğru da Sava Irmağı ile çevrilidir. Ancak, yarımadanın kuzey hududunu Tuna Nehrinden değil, Transilvanya dağları kavisinden geçirmek dahi mümkündür (Darkot 1986: 282 ; Karpat 1992: 25). Bu temelde; Balkan ülkeleri için İtalya, İspanya, Portekiz yarım adalarında olduğu gibi belli ve tabii coğrafyaya dayanan sabit bir sınır gösterilmesi imkânının olmadığı görülmüş, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında, Bulgaristan ve Arnavutluk’unda dâhil olmasına açık kapı bırakılarak 9 Şubat 1934’te Atina’da imzalanan anlaşmaya “Balkan İttifakı Paktı” adı verilmiştir (Darkot 1986: 282).

         BALKAN YARIMADASININ TÜRKİYE İLE OLAN İLGİSİ

Balkan-Savaşında-Yunan-Birlikleri-1912Osmanlı Devleti’de bu anlamda bir imparatorluktur. İmparatorluklar, egemen oldukları milletlere kendi kültürlerini zorla kabul ettirmeye çalışmışlardır. Tarihte kabul edilen üç büyük; Roma, Osmanlı ve İngiliz imparatorluklarından Roma’da durum bu şekildedir. İngiliz İmparatorluğunda kültür egemenliği daha yüksek bir düzeyde uygulanmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda ise durum böyle olmamış, egemen oldukları bölgelerde bütün milletlere kültürel açıdan geniş özgürlükler tanımış, bu milletler mevcudiyetlerini Osmanlı İmparatorluğunun uyguladığı, insancıl ve kültürel manada sınırlama getirmeyen politika ve icraatlarına borçlu olmuşlardır (Ercan : 39-40). Osmanlıların, egemen oldukları bölgelerde, uyguladıkları siyasal ve toplumsal idare tarzı ile bu gün kendilerine özgü “Osmanlı Düzeni” kavramı ortaya çıkmış, ancak bunun neticesi olarak da imparatorluk yıkılınca geriye sadece Türkiye toprakları kalmıştır. XIX. yüzyıl siyasî, iktisadî, toplumsal gelişmelerin yaşandığı bir çağ olup, bu yüzyıl köklü değişiklileri beraberinde getirecek olan milliyetçilik ve sanayi devrimine yol açmıştır (Sander 1984: 38-70,145-152; Armaoğlu 1984: 3; İlgürel 1988: 342). Batılı devletlerde ortaya çıkan sanayi inkılâbı, emperyalizme hız kazandırmıştır (Yalçın ve diğer 2003: 5,6; Özüçetin 2001: 59). Fransız İhtilali ve Napolyon’un istila girişimleri neticesi gelen hürriyet, eşitlik, cumhuriyet ve lâiklik gibi kavramlar Avrupa’nın tamamına yayılmıştır. Nihayetinde XIX. yüzyılda millî devlet ve millî ideolojiler etkili olmaya başlamışlardır. İngiltere, Fransa ve İspanya’dan sonra İtalya ve Almanya gibi yeni güç merkezleri olarak millî devletler doğarken, bünyesinde farklı unsurları barındıran imparatorlukları, tehdit eden bir gelişme olmuştur (Sarınay 1994: 15,16; Armaoğlu 1984: 42; Yalçın ve diğer 2003: 5, 6; Ercan: 39-40)[1].  Osmanlı İmparatorluğu zamanla parçalanmaya elverişli bir durum almış, 1816 yılında Sırbistan imtiyazlı bir prenslik haline gelmiş, Yugoslavya denilen toprakların büyük bir kısmı elden çıkmıştı. Yunanlılar da Sırpların izlediği yolu takip etmişlerdir. Rusya ile birlikte İngiltere’nin de Yunan ayaklanmasına karışması, daha sonra Fransa’nın da bunlara katılması ve neticede bu üç devletin hazırladıkları bir protokol ile Türkiye’den Yunanistan’ın bağımsızlığını tanıması istenmişti.   Rusların Edirne’yi, Kars ve Erzurum civarını ele geçirmeleri sonucu Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kalmış, 14 Eylül 1829’da yapılan Edirne Antlaşmasıyla Yunanistan’a bağımsızlığın tanındığı gibi, Romanya, Yugoslavya’ya da yeni hak ve ayrıcalıklar tanınmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu durumunu fırsat bilen Fransızlar, 1830 da Cezayir’i işgal etmişler, Romenler Paris Kongresi sonrası millî birliklerini tamamlayarak Avrupa’nın büyük devletlerinin de yardımıyla “Romanya” adı altında egemen bir devlet kurmayı başarmışlardı. Ruslar, Balkanlardaki Ortodoksları, Osmanlı İmparatorluğuna karşı ayaklanmaları tahrik etmekte, Avusturya asîleri korumakta, Bulgarlar da boş durmamakta idiler. Fener Patrikhanesi’nin Bulgarları sömürmeye ve onları Rumlaştırmaya çalışması neticesi Bulgarlar Ortodoks Rum Patrikhanesinden ayrılıp, bağımsız bir kilise kurmuşlar, 1867 ve 1876 da Bulgar ayaklanmaları çıkmıştı. Osmanlı İmparatorluğu, Bulgarlara bir takım ayrıcalıklar tanımıştı. Daha sonra ise Osmanlı hâkimiyetinde olmak üzere bir Bulgar prensliği kurulmuştu. Böylece İmparatorluk yavaş yavaş dağılmakta idi. 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilânı ile birlikte Bulgaristan bağımsızlığını kazanmış, Bosna-Hersek Avusturya tarafından istila edilmiş, bu durumdan istifade etmek isteyen İtalya ise Libya ile On iki Adayı işgal etmişti (Ünal 1958: 197-213). İmparatorluk, Trablus ve Bingazi savaşlarıyla uğraşırken Arnavutluk’ta da durum içler acısıydı. Balkan devletlerinin Osmanlı İmparatorluğuna karşı başlattığı savaş ile Türkiye’nin yalnız Balkanlardaki toprakları talan edilmiyor aynı zamanda Afrika’da kalan son toprak parçaları da Avrupa devletleri tarafından istila edilerek sömürge haline getiriliyordu (Armaoğlu 1984: 346-347; Uçarol 1985: 370; Ülman 1985: 291). Bulgarlar tarafından Edirne’nin işgali ve Türklerin Midye-Enez hattının doğusuna çekilmeleri neticesi Balkan devletleri istila ettikleri toprakları paylaşamıyorlar ve birbirlerine karşı ittifaklar yapıyorlardı. Sonunda arlarında savaşın başlamasından faydalanan Osmanlı İmparatorluğu, 20 Temmuz 1913 tarihinde Edirne’yi geri aldı. Yeni bir anlaşma ile sınır Meriç Irmağının 30 kilometre batısına geçti (Kocaoğlu 1995: 39-40). Balkan savaşları sona erdiği zaman, Osmanlı İmparatorluğu da âdeta bitmiş bir durumdaydı. Meriç ve Edirne doğusunda kalan bütün Balkanlar elden çıkmış, bütün Kuzey Afrika istila edilmiş, Batı Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da Ruslar yerleşmişler, Osmanlı İmparatorluğunun elinde hemen hemen Türkiye ile Suriye ve Irak bulunuyordu (Özüçetin 2012). İsyanlar, çete faaliyetleri ve Balkan Savaşı ile bölge kan gölü haline gelmiş, halk büyük sıkıntılar yaşamış, bu durumun özellikle Türkler için bir faciaya dönüşmesi geride kalan Osmanlı topraklarına göçü beraberinde getirmiş, göç yolunda pek çok insan hayatını kaybetmişti. Bahsi geçen bu savaşlar, Balkanların yapısını yansıtır bir vaziyette, göç ve azınlık meselelerine önemli bir boyut kazandırmıştır. Osmanlı Devletinin Balkanları terki, diğer Balkan devletlerini meydana getiren sınırlar içerisinde önemli miktarda Türk nüfusun kalmasının sebebi olmuş, Balkanların siyasî, iktisadî, sosyal ve kültürel dengesini etkilemiş, bugün yaşanmakta olan bunalımların temelinde yer almıştır (Çetiner 1994: 339). Balkanlar, “Panislavizm” ile “Pancermenizm” in çatışma sahası olarak Birinci Dünya Savaşından en fazla etkilenen bölgelerin başında gelmiş, imparatorluklar döneminin kapanmaya ve Osmanlı İmparatorluğunun dağılmaya yüz tutuğu bir dönemde “Balkanlaşma” süreci hız kazanmıştır. Bölgeye doğrudan egemen olmuş ya da bölge devletleri üzerine dolaylı etkide bulunmuş olan Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Rusya parçalanmış ve onların toprakları üzerinde daha küçük Romanya, Yugoslavya, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye gibi millî devletler ortaya çıkmış, Batılı devletler tarafından kurulması arzu edilen düzen, yarımadanın siyasî haritasını bütünüyle değiştirmiştir. Türk İstiklal Mücadelesinin nihaî ve önemli bir safhasını oluşturan Büyük Taarruzla askerî safha sona ermiş, diplomasi savaşının yaşanacağı Lozan Barış Konferansının yolu açılmış, Türk davası için Barış Konferansında diplomatik müzakerelerle maceralara atılmamak tercih edilen yol olmuştur (Bıyıklıoğlu 1987: 472-473). Müzakerelerde yarımada ile ilgili askerî, siyasî ve ekonomik hususlarda Yunanistan, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı ve Romanya ortak hareket etmişler, Balkanlarda ortaya çıkan devletler, Osmanlı İmparatorluğunun varisi şeklinde beliren, yeni Türk Devleti’nin bölgede etkili olmasını istememişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren barış antlaşmaları neticesi Balkanlarda; Transilvanya Romanya-Macaristan, Baserabya Romanya-SSCB, Makedonya Bulgaristan-Yunanistan-Yugoslavya, Kosova Aarnavutluk-Yugoslavya, Güney Arnavutluk Arnavutluk-Yunanistan, Dobruca Romanya-Bulgaristan ve Banat Romanya-Yugoslavya arasında temel toprak ve buna bağlı azınlık sorunları ile ortaya çıkmıştı (Akşin-M. Fırat 1993: 99). İki savaş arası dönemde Romanya başta olmak üzere bütün Balkan devletlerinin birbirlerinden karşılıklı olarak azınlıklara dayalı toprak talepleri olmakta ve bu talepler, etnik çatışmalara sebebiyet vermekte (Yerasimos 1995: 97) iken Türk Devleti, Avrupa’nın güçlü bütün devletleri; Sovyetler Birliği, İngiltere (Irak mandası ve Kıbrıs ), Fransa (Suriye mandası ), İtalya (12 Ada ve Meis Adası) ile ortak sınırlara sahip olmuştu. Dolayısıyla Türkiye’nin stratejik önemi artmış, Batılı ve Balkan devletleriyle Lozan’da çözüme kavuşturulamayan meselelerin çözüme kavuşturulması yolunda barışçı bir politika takip etmişti (Gönlübol-C. Sar 1990: 54; Gürel 1983: 522; Armaoğlu 1989: 187).Balkan-Pakt1 Yeni Türk Devleti, Misak-ı Millî ile tespit edilen topraklara tam manasıyla sahip olmadığı halde, Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan ya da savaşın neticelerinden tatmin olmayan devletler gibi revizyonist blokta yer almamış (Armaoğlu 1989: 165; Gürel 1983: 522), Balkanlarda komşularıyla yaptığı ikili antlaşmalarla azınlık meselesini önemli ölçüde çözümlemişti. Türkiye’nin kurulmasında ve başarılı olmasında öncü rolü oynadığı Balkan Antantı (Düstur 3. Tertip, Cilt 15, 185) [2] Atina’da 9 Şubat 1934’te Yunanistan, Yugoslavya, Türkiye ve Romanya dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştı. Balkan Antantı, tarafların Balkanlardaki sınırlarını bölgedeki revizyonist devletlere karşı korumak için alınmış bir tedbir olduğu gibi, Balkanlarda barışın kuvvetlendirilmesi için de yardım öngörülmüştü. Antant, sınırlarını karşılıklı olarak garanti ve tarafların birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle beraber siyasî harekette bulunmamayı veya siyasî antlaşma yapmamayı şarta bağlamıştı (Gönlübol-Sar 1990: 108). Pakt, Avrupa’nın merkezinde ve güney doğusunda önemli ve ciddi bir anlaşma olarak görülmüş, Balkan devletlerinin barışın kuvvetli savunucuları oldukları ve Türk dışişleri bakanının projesinin bunu açıkça ortaya koyduğu, bu projenin “gürbüz bir çocuk” / “anfan figüre” gibi kuvvetli olduğu dile getirilmiş (BCA, 490. 01. 24. 120. 2. s.1),  anlaşmaların silahsızlanma konferansının amacı çerçevesinde olması dikkati çeken bir durum olarak nitelendirilmiştir (BCA, 490. 01. 24. 120. 2. s. 2).

 

BALKAN YARIMADASI’NIN TÜRKİYE AÇISINDAN YERİ

Balkanlar iklim, tarım ve yer altı zenginliği ile insanlar açısından cazip olmuş,  yarımada da fetih, göç, ticaret ve misyonerlik faaliyetleri neticesi etnik çeşitlilik ortaya çıkmış, insan mozaiği dinî ve mezhepsel olduğu gibi dil olarak da karışık bir durum arz etmiştir (Castellan 1993: 19-24). Balkanlar, Avrupa ve Asya arasında bir köprü ya da bir kavşak, bir karışım potası olup ekonomik, siyasal ve kültürel etkileri ile Tuna’nın kuzeyine ve Ege adalarına kadar uzanmaktadır (Koloğlu 1993: 41). Tuna-Sava ve Kupa ırmaklarından başlayıp doğuda Karadeniz ve Ege, batıda Adriyatik, güneyde Akdeniz ile çevrilen 550 yıl boyunca Osmanlı Devletinin hâkim olduğu bu yarımada zaman içerisinde ve kısmî olarak İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya ve Almanya’nın çıkarlarının çakıştığı, Birinci Dünya Savaşının çıktığı ve İkinci Dünya Savaşında önemli rollerin üstlenildiği kritik ve stratejik bir saha olmuştur (Gürkan 1993: 259). Osmanlı İmparatorluğunun daralması ve Birinci Dünya Savaşı neticesi Balkanların yeniden yapılanması temelinde tarih, jeopolitik, millî menfaat ve insan faktörü gibi başlıca unsurlar Balkanları Türkiye açısından önemli kılmıştır. Zira Balkan milliyetçiliği Roma, Bizans, Osmanlı imparatorlukları içerisinde Balkanların ayırt edici ve bölücü özelliğinin tabii neticesi olarak etnik oluşumun tarihî bilincine sahip olmuş (Ortaylı  1995: 5; Gürkan 1993: 262; Soysal 1993: 191), XX. yüzyılın başlarında Balkanlarda ekonomisi ile güçlü bir devletin bulunmaması, siyasî bir otorite boşluğunun varlığı tarihî kökene dayalı her hangi bir hadisenin yayılması ve genişlemesini mümkün kılabilir bir hâle getirmişti. Balkanlar, Müslüman ve Hıristiyan dünyalarının birleştiği bir yer olup, Türkiye açısından Trakya ile birlikte Balkan Yarımadasının tamamı kritik ve bir ileri savunma bölgesi durumundadır. Zira Boğazlarla biri (Balkanlar) diğerine (Anadolu) bağlanmakta ve biri diğerinden ayrılmaktadır (Gürkan 1993: 260)[3].

      

Doç. Dr. Yaşar Özüçetin

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

ozucetiny@gmail.com

 

             

Kaynakça

AKŞİN Sina-Melek FIRAT, (1993) “İki Savaş Arası Dönemde Balkanlar (1919-1939)”, Balkanlar, OBİV Yayınları, İstanbul (97-125).

ARMAOĞLU Fahir, (1989) “Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri”, Atatürk’ün Ölümünün 50. Yıl Sempozyumu (31 Ekim -1 Kasım 1988), Ankara, (163-187).

———————— (1984) 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. B., Ankara.

BCA, 490. 01. 24. 120. 2. (s.1).

BCA, 490. 01. 24. 120. 2. (s.2).

BIYKLIOĞLU Tevfik, (1987) Trakya’da Milli Mücadele, Cilt 1-2, TTK Yayınları, Ankara.

CASTELLAN Georges, (1993) Balkanların Tarihi, Çev. Ayşegül Yaraman Başbuğu, Milliyet Yayınları, İstanbul.

ÇETİNER Yılmaz, (1994) Şu Bizim Rumeli, Milliyet Yayınları, İstanbul.

DARKOT Besim, (1986) “Balkan”, İslâm Ansiklopedisi, 2. Cilt, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, (280-283).

            Düstur, 3. Tertip, Cilt 15.

ERCAN Yavuz, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Dağılma Dönemi ve Yıkılışın Nedenleri”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı 307, (39-40).

GÖNLÜBOL Mehmet-Cem SAR, (1982) Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), (Kollektif Eser), Cilt I, 5. Baskı AÜSBF Yayını, Ankara.

———————— (1990) Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919-1938), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,  Ankara.

GÜRKAN İhsan, (1993), “Jeopolitik ve Stratejik Yönleri İle Balkanlar ve Türkiye- Geçmişin Işığında Geleceğe Bakış”, Balkanlar, OBİV Yayınları, İstanbul.

GÜREL Şükrü Sina, (1983) “Türk Dış Politikası (1919-1945)”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul, (520- 536).

İLGÜREL Mücteba, (1988) “Türkler (Osmanlılar)”(XVIII. Asır), Kültür ve Turizm Bakanlığı, İslâm Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi, 12/2 Cilt, İstanbul, (321-342).

KARPAT H. Kemal, (1992) “Balkanlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 5, İstanbul, (25-32).

KOCAOĞLU A. Mehmet, (1995) Uluslararası İlişkiler Işığında Orta Doğu; Parçalanmak İstenen Topraklar ve İstismar Edilen İnsanlar, Genel Kurmay Basımevi, Ankara.

KODAMAN Bayram, (1983), Şark Meselesi Işığı Altında II. Abdulhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul.

KOLOĞLU Orhan, (1993), “Osmanlı Döneminde Balkanlar”, Balkanlar, OBİV Yayınları, İstanbul.

ÖKSÜZ Hikmet, (1996) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Atatürk Dönemindeki Balkan Politikası (1923-1938), (Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, İstanbul.

ÖZÜÇETİN Yaşar, (2001), “Lozan Antlaşmasının Anlam ve Önemi”, Türk Dünyası Araştırmaları, 134, 59-74.

————————, (2012) “Farklı Bir Muharebe Olan Çanakkale Muharebesi ve Bu Muharebeye Yeni Bir Çehre Veren Mustafa Kemal”, III. Uluslar arası Gelibolu Sempozyumu, Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi/Üsküdar/İstanbul, 20-21 Nisan.

ORTAYLI İlber, (1995), “Balkan Milliyetçiliği”, Türkiye Günlüğü, Sayı 36, Eylül-Ekim, 5-10.

SANDER Oral, (1984)  Siyasî Tarih, Ankara.

SARINAY Yusuf, (1994), Türk Milliyetçiliğinin Tarihî Gelişimi ve Türk Ocakları 1912-1931, İstanbul.

SOYSAL İsmail, (1993) “ Günümüzde Balkanlar ve Türkiye’nin Tutumu”, Balkanlar, OBİV Yayını, İstanbul,179-240.

            TBMM Zabıt Ceridesi, Devre V, Cilt 26, , İçtima 3, Yetmiş ikinci İnikad, 1.VI.1938.

UÇAROL Rifat, (1985) Siyasî Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul.

ÜLMAN Haluk, (1985) “Tanzimat’tan Cumhuriyete Dış Politika ve Doğu Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul, 272-292.

ÜNAL Tahsin, (1958) Türk Siyasî Tarihi, Ankara.

YALÇIN E. Semih ve diğer, (2003) Türk İnkılâp Tarihi ve Atatürk İlkeleri, Siyasal Kitabevi, Ankara.

YERASİMOS Stefanos, (1995) Milliyetler ve Sınırlar, Çev. Şirin Tekeli, İletişim Yayınları, İstanbul



[1] Batılı devletlerin, Osmanlı Devletini parçalama ve paylaşmaya yönelik niyetleri 1815’de toplanan Viyana Kongresinde “Şark Meselesi” tabiriyle açığa çıkmıştı. Başlangıçta Osmanlı Devletinde Müslüman olmayan unsurların himâyesi için kullanılan bu tabir daha sonra geniş bir anlam kazanmıştır. Şark Meselesi, Avrupa büyük devletlerinin Osmanlı Devletini iktisadî siyasî nüfuz ve hükmü altına almak veya sebepler ihdâs ederek parçalamak ve Osmanlı idaresinde yaşayan muhtelif milletlerin istiklâllerini temin etmek istemelerinden doğan tarihî meselelerin tümüne denilmektedir (Kodaman 1983: 162).

[2] Sıra No 69 Türkiye Cumhuriyeti İle Yunanistan Cumhuriyeti ve Romanya ve Yugoslavya Krallıkları Arasında Akdedilen Balkan Anlaşma Misakının Tasdikına Dair I/887 Numaralı Kanun Lâyihası ve Hariciye Encümeni Mazbatası.

[3]Türk-Yunan Dostluk, Bitaraflık, Uzlaşma ve Hakem Muahedenamesi İle Samimî Anlaşma Misakına Munzam Muahedenamenin Tasdiki Hakkında Kanun Lâyihası ve Hariciye ve Millî Müdafaa Encümenleri Mazbataları münasebetiyle Hariciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü Aras (İzmir) Bey tarafından daha evvel yapılan ve geçerli bulunan muahedelerin bir ilavesi ve iki komşu memlekette sürekli bilinç ve istekle gelişen beraberlik eğilimlerinin tescili ve tabii bir neticesi olarak değerlendirilip; “…Artık Balkanlarda hava değişmiş ve asırlar ve asırlarca devam eden bin bir türlü tecrübelerin ve çekilen ızdırapların husule getirdiği bir anlayışla Balkan menfaat birliği ve kardeşlik duyguları belirmeğe başlamıştır. Yunan milletinin bir teşebbüsü ile ve bütün Balkanların iştiraki ile vakit vakit ve yer yer toplanmakta olan hususî Balkan konferansları bu yeni doğan temiz ve gürbüz duygulara revaç verdi” denilerek, Balkan Yarımadasında milletler arasında devamı arzu edilen münasebetlerin timsali ve Balkan müttefikleri arasında yaşayan bağlılığın tabii gelişiminin bir örneği olarak görülmüştür (TBMM ZC, D. V, C. 26, 1.VI.1938, Birinci Celse, 5).

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP