Bu havada bir başka burası. Gittikçe kaptırıyorum kendimi büyüsüne bu şehrin sarıyor endamımı. Sarmaşığın ele geçirişi gibi her gün farklı bir mimari doluyor boynuma halatlarını. Buraya teslim oluyorum.
Mm süt ve kahvenin uyumu, machıato’larımızı yudumluyoruz Nesrinciğimle derin sohbetlerdeyiz. Pak Deresi’nin suları akıyor hemen yanı başımızda. Hava puslu serin yağmur havası. Bu havada bir başka burası. Gittikçe kaptırıyorum kendimi büyüsüne bu şehrin sarıyor endamımı. Sarmaşığın ele geçirişi gibi her gün farklı bir mimari doluyor boynuma halatlarını. Buraya teslim oluyorum. Keşki İzmir’imde eş ruhumu da yanımda taşısam buraya kuş olsa da kanadında buraya gelsek otursak. Bol oksijeni solusak ciğerlerimize… Bugün tatil günüm Prizren’i gezmek istiyorum dolu dolu ama yağmur izin vermiyor. Dokunsanız ben daha hızlı indireceğim damlaları yağmurdan. Kıskanacak vallahi. Nesrin bakıyor keyfim kaçtı e oda süslü bir kadın biliyor ne keyfimi getirir. Hay de diyor alışverişe. Şehrin büyük alışveriş merkezi var. Taksiye atladığımız gibi ordayız. Tabi büyük dediğime bakmayın İzmir’de semtlerdeki küçük alışveriş merkezleri kadar. Olsun hemen o reyon senin bu reyon benim dolanıyoruz. Onu dene bunu dene saatler kovalıyor sanki birbirini. Bir koşturmaca ki sormayın gitsin. Ben yeğenlerime hediye arayışındayım Nesrinse Sara’nın siparişi peşinde. Bir yandan da dükkân içinde fotoğraf peşindeyiz derken bir görevli geliyor. Mağazada fotoğraf çekmek yasak. Ben şaşırıyorum niye? Diye şirket prensibi imiş dekorasyonları çalınmasın diye imiş. Üzgünüm ama güldüm demesem yalan. Bir bizim alışveriş merkezleri geldi aklıma bir de dekorasyonları. Günde onlarca kişi koltukların tepesinde fotoğraf çektiriyor. Ama yinede çalışma prensibi çok hoşuma gitti personelin, mantıklı bir açıklama getiremese de körü körüne savundu şirketini.
KIZILCA KIYAMET KOPTU
Dışarıda kızılca kıyamet kopuyor bir yağmur bir yağmur sormayın gitsin. Bu bez ayakkabıları ne zaman geçirsem ayağıma gizli antlaşmamı imzaladı ne yağmurla. Yağmur ayrı bastırıyor o ayrı emiyor suları. Olan ayaklarımın buz kesme ritüeline kalıyor. Reveransa bile gerek yok, direk donuyorlar. Yok artık karar verdim bugün buralarda kalıp akşamda erkenden yatacağım. Gerçi bu akşam yine balkanlarda ünlü bir ressam olan Reşit İsmet Krüezi’nin restoran tın da yemek ve şiir dinletisi var. Şimdi aklıma geldi. Otele gidip giyinmek lazım ıslandım ıslandım. Arkadaşlarım ne yaptı diye merak içerisindeyim. Ben gidemedim ama onlar bildiğim kadarı ile festival bünyesinde Mamuşa (Mamuşa Kosova‘daki bir Türk kasabasıdır. Anadolu’daki bir kasabadan farksızdır. 19. yüzyılın başında Padişah II. Mahmud bu çevreye hanlar, saraylar, camiler inşa ettirmekteydi. Bu sırada Anadolu’nun orta kesiminden, bir fikre göre Tokat civarından getirilen Türk ahali ile kasaba meskûn hâle getirilmişti. 1998-1999 Kosova Savaşı sırasında 5 bin nüfuslu kasaba, 45 bin civarında Arnavut’u evlerinde misafir ederek Sırplardan korumuştur. Sırplar da Türkiye’nin bölgede tarihten gelen gücünden çekinerek bu Türk kasabasına saldıramamıştır. Bugün Mamuşa’da Türk Silahlı Kuvvetleri Barış Gücü’nün bir kısmı bulunmaktadır. Hemen hemen her evde Türk bayrağı bulunan kasabada herkes Türkçe konuşur, Türk televizyon kanallarını izler.) kasabasında Hasan Hüseyin Karabağ’ın Karagöz ve Hacivat gösterisini izlemeye gittiler. Hasan Hüseyin Karabağ beyefendi çok iyi bir tiyatrocu bunun yanı sıra az bulunan oldukça iyi bir Hayali‘dir. Karagöz’ü oynatan kişiye Hayali ya da Usta denmektedir. Saatime kaçamak bir kaçış yaptığımda bir süre sonra döneceklerini anlayıp Nesrinciğime şehre doğru gitsek mi diyorum. Giyinmem lazım akşam için ama size bir sır vereyim mi aklım Arasta’da, bayıldım ben oraya. Günde iki kere uğramasam kendimi eksik sayıyorum. Kahvemi o suların eşliğinde içmem, kafein kokusunu notaların üzerinde basamak basamak dolaştırmam gerekiyor gibi geliyor bana. İç kısmı da bahçesi de ayrı bir keyif. İçeride ahşap ve beyazın uyumu.
SAMİ AHMET’İN TABLOLARI
Duvarlarında geçen sene kaybettiğimiz üstat Prizren’in önemli ressamlarından biri Sami Ahmet’inin tabloları. Bahçede renk ahenk mis gibi kokular. Müthiş bir manzara. Bir ressam başka ne ister ki bu doyumdan bu enerji boşaltımından başka. Hele birde benim gibi enerjisini sudan alıyorsa. Su besliyorsa ruhunu işte tam yeri. Biz oraya vardığımızda oranın güler yüzlü ve tek Türkçe bilen personeli hemen karşılıyor bizi ve biz daha demeden siparişler masada. Özledim ben galiba oraları burnum mu sızladı ne az evvel. Birinci gidişimde Şadırvan’dan su içtiğimde üç ay sonra geri döndüm ama. İkinci içişimden beri tam bir sene oldu. Ne bir gidiş ne de plan yok. Sanırım iyi içememişim bu sefer. Şadırvan ne bu hikâye gitmek gelmek oda ne diyeceksiniz. Şadırvan, Kosova’nın Prizren şehrindeki merkezî meydan ve çarşı bölgesi aslında.
Şadırvan ismi bugün, çarşının meydanında yer alan çeşme ve bu meydana bağlanan sokak kollarını belirtiyor. Prizrenliler için kültürel ve sosyal açıdan oldukça önemli olan bu muhit, şehrin her döneminde ayrı öneme sahip olmuştur. Tarihte ise; Osmanlı Devletinin Avrupa bölümünde en büyük zanaat merkezi olan Prizren’de XIX. asırda birkaç önemli çarşı varmış. En büyük çarşıları: Arasta ve Şadırvan çarşılarıymış. Arasta Çarşısı zanaatlar türüne göre: saraçlar, bıçakçılar, kazancılar vb. gibi çarşılara da ayrılıyormuş. Özellikle Kapalı Çarşısı çok ilginçmiş ve zenginmiş. Bu çarşı kent merkezindeki Arasta Köprüsünden Arasta Camiine kadar uzanıyormuş. Şadırvan Çarşısında genelde şu ince zanaatlar yer alıyormuş: kuyumcular tüfekçiler ve ahşap süslemelerini yapan zanaatçılar (marangozlar). Bundan başka bu çarşıda tellâl dükkânları, eskiciler ve aşçılar da bulunuyormuş. E. Dukaçin’e göre o zamanda Prizren’de 124 farklı zanaat türü ve çarşıya bağlı olan daha 8 meslek türü mevcutmuş. Aynıca o dönemde Prizren silah yapımı ile de çok ünlü bir merkez olarak tanınmıştır. Şimdi ise ırmağın her iki yanında kafeler… Kafelerin bulunduğu meydanın adı da Şadırvan. Akşamları Şadırvan Meydanı cıvıl cıvıl. Kafeler tıklım tıklım. Özellikle genç kız ve erkekler giyinip, kuşanmış Şadırvan Meydanındaki kafelere doluşmuşlardı. Prizren’de halkın genellikle yoksul olduğu, ortalama ücretin 200 Euro civarında olduğu düşünülürse, kafelerin bu kadar kalabalık olması enteresan. İzmir gibi varsa da yaşa yoksa da yaşa mantığı. Keyif almalı hayattan sonuna kadar. E diyorum ya biz İzmirliler bu geni tam anlamı ile taşıyoruz diye. Gerçi yalnızca şehir merkezlerinde değil, Kosova’da yol üstünde gördüğümüz dağ köylerinde dahi, akşam karanlığında yol kenarları köy meydanlarının kalabalık lığı dikkatimi çekmişti. Gençler, kızlı-erkekli yol kenarında volta atıyorlardı. Hemen her köyde hiç olmazsa 1 tane içki de içilebilir bir kafe bulunuyordu. Gençler ya kafede, ya kafenin önünde,. Ya da 3-4 dükkânın yer aldığı küçücük köy meydanında toplaşıp laflıyorlardı. Nesrinim beni çekiştire çekiştire gel hadi şadırvan çeşmesinden su iç diyor. Önce anlam veremiyorum sonra anlıyorum ki Prizren’li Türkler, bu kentin kendine özgü bir ruhu olduğunu ve bu ruhun dışarıdan gelenleri ele geçirme şansının yüksek olduğunu söyleyerek, Prizren Şadırvanı’ndan su içenin, bir daha buradan ayrılamayacağını ifade ediyorlar aslında. Ve doğru da diyorlar yürek bağlanıyor gönül o toprakları çekiyor umarsızca. Şar dağının kokusunu bekliyor özlemle. Şiirimin dizeleri dolanıyor beynimde şu an.
Denizin kokusundayım
Üç beş molasındayım ömrümün
Bir yanım sen
Bir yanım senden öte
Karınca adımları atar
Sensizlikler bağrımda
Arp sesleri azalır inceden inceye
Duyulmaz olur
Elim gamzeme gider.
İnce bir sızı da gülümserim
Bahara gün var mı dostlar
Dağ kokuları beklemeli miyim?
Bu şehir neden yazdırıyor bana bu kadar çok dize. Ben biliyorum aslında çünkü Osmanlıların “Şairler Yuvası” olarak bildirdikleri Prizren’de bugün bile adları anılan tanınmış şair ve kişiler yaşamış, burada doğmuş ya da burada ölmüştür. Örneğin: Suzi Çelebiden başka, kardeşi Nehari, Sucudi, Âşık Çelebi, Sa’yi, Şem-i, Behari, daha geçlerde Mehmet Tahir, Hacı Ömer Lütfü vb işte tarihin en büyük şairleri hep bu topraklarda mesela Âşık Çelebi var daha ötesi var mı? Âşık Çelebi (1520–1572 ) Prizren doğumlu Şair –Yazar. Asıl adı Pir Mehmet. İlim ve Şiir ile uğraşan bir ailede büyüdü. Sururi, Ebus-Suud Efendi gibi devrin ileri gelen Âlimlerinden ders alan bir zat. Mahkeme kâtipliği ve Çeşitli Şehirler için Arapça Dini ve Tarihi tercümeleri bulunmaktadır. Adını ebedileştiren ise Şairlerin hayat hikâyesi ve eserleri hakkında yazdığı Âşık Mahlasını kullanarak yazdığı tezkiresidir. Birçok şiir kitabı da cabası. Bir eseri 1971 de Londra’da basılmıştır. Yarın gündüz saatlerini iple çekiyorum aslında desem hiç yalan olmaz. Çünkü festival bünyesinde Âşık Çelebi Paneli var. Türkiye’den çok değerli hocalarımızın katılımı ile gerçekleşecek bu panelde onu tam olarak dinleyebileceğim. Kimler yok ki bu grupta Prof.Dr Filiz Kılıç( Nevşehir Ünv.Rektörü) , Prof.Dr Ali Fuat Bilkan (Yunus Emre Enstitüsü Başkanı ) , Prof. Dr . Yekta Saraç (YÖK Başkan Vekili ) ,Prof Dr Muhsin Macit, (Nevşehir Ünv.) ,Doç Dr Erdoğan Çiçek (Nevşehir Ünv) Yrd. Doç. Dr Fatih Başbuğ (Nevşehir Ünv) , Dr. Tuncay Bülbül ( Dumlupınar ünv.),Dr Mehmet Kılıç, Prof Dr.İrfan Morina ( Priştine Ünv.) , Prof. Dr. Sevim Pliçkova (Makedonya).
BU PANEL KAÇMAZ
Bu panel kaçmaz. Prizren Belediyesi Meclis Salonundayız diyorum Nesrin’e kahvelerimizin son yudumlarını tamamlayıp hesabı isterken. Üstümü değiştiriyorum yine keyfe kurban verildi zaman ben yine geç kaldım. Of akıllanamıyorum koştura koştura giyinmekten, acele ile makyaj yapmaktan bitap düştüm yine aman Allahçım tarağım nerde. Ay ayakkabımın tekini bulamadım. Aşağıdan telefon geliyor oda telefonu isyanda açsan bir dert açmasan bir dert. Koş Elvin hadi aç telefonu, sonra banyo saçı bir topla merette uzun bele kadar. Ama şimdi çok rahatım kısacık kestirdim en azından o yükümü hafiflettim. Apar topar merdivenlerden iniyorum düşe kalka. Hocadan azar yemek farz. Hiç şaşırtmadı beni adam gergin, ben savruk okkalı bir azar yedik beş dakika gecikme ile Yaramaz çocuk edasında eşinin eteğine sığınıyor bütün gece yanında oturuyorum. Oh koruma altındayım güven sardı valla Drita hanımın yanında. Ressam, müzisyen Reşit İsmet Krüezi’nin restoran tındayız yaklaşık elli kişi. Bu topraklarda sanatın tek dalı ile uğraşan yok mu diye hayretle bakıyorum. Ama hayretim şuradan ben suyun öte yakasında sanatın her dalı ile uğraşan azınlıktan biriyim. Farklıyım bizde hem resim hem şiir hem roman hem makale. Çok az bizde aynı anda hepsi ile uğraşan. Burada ise normalim çünkü burada herkes sanatçı ve herkes çok yönlü sanatçı. Bu geni onları tanıdıkça daha çok hissediyorum. Büyük büyük dedem Gazi Evranos’u, yine büyük dedem Şeyh Hüseyin’i ve yine büyük dedem Köstendilli Necip Ağa’yı. Onları arar onları sorar oldum yollarında. Köklerimi bulmak ister oldum. Her Dergâhta dedem bu dergâhı da ziyaret etimi acaba diye geçirdim içimden. Kendi Ölümü malum olan çok ulu bir zatmış kendisi. Muhtemel etmiştir. Şimdi ne mutlu bana o adımların izinde yürüyorum sabah akşam. Belki de onun oturduğu yerlerde oturuyorum. Biz yemeğimize dönelim şimdi. Mustafa Hatiplerin sesi yükseliyor kulaklarımda yine sessizlik sarıyor bedenleri. Mikrofonsuz mikrofonik ses. Dinleyin duyun der gibi her bir kelimesi. Başlıyor Ethem Baymak şiirlerini döktürmeye Işıklar sönük usul bir sessizlik ve şiir. Sonrasında T.C. Dış İşleri Bakanlığı Türk Halk Müziği Korosunun ezgilerinde canlanıyor bütün masa. Yarın konserleri var biz erken konserdeyiz. Türküler onlarla güzel olmuş. Çok profesyonelce yapıyorlar bu işi. Aslında hepsi bakanlıkta görevli personel. Hobileri öne geçmiş o kadar seviyorlar ki yaptıklarını akın akın konserler veriyorlar. Necati Bey yanımda koroda solist anlatıyor kendilerini nerede neler yaptıklarını hayret ile bakıyorum gruba. Aynı paydada buluşan yetenekli insanlar iyi ki varsınız kulaklarımızın pası silindi valla. Yemek kısa saat on gibi dağılıyoruz. Sabah erken düşülecek yola gezi günü tarih canlanacak işte tablolardan sonra mimari de canlı canlı karşımda. Sabah erken ama sıcak bu gün, güneş koluma girdi yanıyorum vallahi. Hamdi Bey yine bütün gülümsemesi ile eşlik ediyor bize herkesi aldığı gibi haydi bakalım ilk yol Namazgâh. Osmanlıların fethettikleri her önemli yörede dini ve ticari yaşam için en gerekli koşuları hemen yaratma girişiminde bulunma geleneğine saygı göstererek, Prizren’de bir kaç dükkân yanı sıra, çatışmaların yürütüldüğü yerde bugünkü Sağlık evinin ardında bir Namazgâh inşa etmiş. Prizren halkı tarafından Kırık Cami olarak adlandırılan bu Namazgâh’ın uzun yıllar bakımsız yüzünden sadece kaidesi ve kalıntıları mevcutmuş. O dönemde Prizren’de inşa edilen Namazgâh bu yörelerde ilk mimari eserini oluşturuyordu. Prizren’in fethinden hemen sonra, Osmanlılar bütün askeri güçlerini Prizren kalesine yerleştirip, askerlerin dini ihtiyaçlarını gidermek amacıyla kalede de bir cami inşa etmiştir. Fetih sonrası bir süre Kosova’da kalan Fatih Sultan Mehmet Han, bir seferinde Prizren’i de ziyaret etmiştir. Ziyaret esnasında Prizren’de en büyük kiliseyi oluşturan Sveta Bogoroditsa Levişka Kilisesinde cuma namazı kıldıktan sonra camiye tahvil ettiği bilinmektedir Öyle ki, Prizren’in fethinden kısa bir zaman sonra Prizren’de ilk Osmanlı mimari eserleri olarak Namazgâh, Cuma-Atik ve Kale Camii inşa edilmiş ve 12 Ekim 2001 senesinde Nisan ayında Kosova Türk Tabur Görev Kuvvetleri komutanlığı personeli ve T.C Diyanet İşleri Başkanlığının maddi Kosova halkının manevi desteği ile aslına uygun olarak restore edilmiş. Hayran olmamak ne kelime…
HER YER TARİH
Biraz daha ilerliyoruz da duraklama molalarını çok vermek zorundayız her yer tarih her yer sanat. Namazgâh’ı bırakıp Prizren’in içerlerine ilerlediğimizde gözümüz hemen kentin arkasındaki Şar dağına takılıyor. Tüm görüntüyü kaplamış, adeta duvar gibi. Dağın hemen ardından su sesini fark ediyoruz, ama hangi yöne bakacağımız konusu karışık. O kadar şırıl şırıl bir kent ki, hem ortasından Bistriça Deresi (Duru Dere) geçiyor, hem de dört bir yanındaki çeşme veya şadırvanlardan sular akıyor. Hatta eskiden hemen her evinin önünde “potok” denilen, küçük kanallar da olurmuş. Yeraltından gelen soğuk sularla dolan bu potokları buzdolabı gibi kullanırlar, içinde meyve, et, süt saklarlarmış. Derken birden gözümüze bir minare çarpıyor. Kubbesi yok, sade kendi kalmış. Soruyoruz; Arasta Cami’iymiş bir zamanlar. Diğer adı Evrenos Bey Camii. Evrenos’u duyunca aklıma önce dedem olduğu gelip şöyle bir gurur tufanı yaşamıyorum desem yalan söylemiş olurum daha sonrada aklıma bir diğer isim ABD’nin ünlü Osmanlı tarihçilerinden Prof. Dr. Heath Lowry geliyor. Ve dediği bir cümle… Osmanlıyı anlamak için en kilit yerin Balkanlar, Balkanlar’ı anlamak için de en kilit ismin Evrenosoğulları olduğunu söylemiş. Ki ne doğru ne akıllı bir politika süren bir komutan olduğundan bahsetmiştir. Uzun bilgilerce. Ayrılmak istemesem de adımlarım zorluyor beni yola doğru. O kadar çok gezilecek yer var ki anlat anlat satırlara sığamıyorum. Haftalarca Prizren’i anlatacağım anlaşıldı. Şimdi ise saat kulesindeyiz. Nefes nefese çıktım dar ve ince merdivenlerinden. Merdivenler mi beni çıktı bilmiyorum ama muhteşem bir manzaradayım. . Uzun ve derinlikli tarihi geçmişinden Prizren’in bugününe çok sayıda kültürel ve tarihî miras kalmış. Onlardan en önemlileri: Şadırvan, Prizren Kalesi, Prizren Kale altı, Maraş, Cuma Cami, Aziz Spas Kilisesi, Bayraklı Camisi, Sinan Paşa Camisi, Gazi Mehmet Paşa Hamamı, Taşköprü, Prizren Saat Kulesi, Şemseddin Ahmed Bey Hamamı, Maraş Camisi, Emin Paşa Camisi, Suzi Çelebi Camisi ve bunlar gibi eserlerle çok sayıda folklorik binalar, evler… Tek tek anlatmaya kalksam ne satırlar ne gazete sayfaları yeter siz en iyisi mi hay de koyulun yola…
KOSOVA’DAKİ TEKKELER
Tasavvufun güçlü olduğu Balkanlar’da, özellikle Kosova’da tekke çok; Halveti, Rufai, Bektaşi, Mevlevi, Şazeli ve dahası… Uğramamak her bir tekkeden hayır duası almamak mümkün mü? Besleniyorum ben burada içim huzur doluyor. Bir sokak bir sokak daha gezmek isteğim var. Yalnız Sinan Paşa Cami’ni anlatmadan geçmek imkânsız pak deresinin tam önünde bütün şehre bakarak heybetlice yükseliyor.
Çok şanslıyım ki yenileme anında buraydım ve çok şanssızım ki o açılış törenini kaçırdım. TİKA tarafından yenileme çalışmaları tamamlanan tarihi Sinan Paşa Camii, Sayın Başbakan Yardımcımız Bekir Boz dağ’ın katıldığı törenle açılmış. Ve Kosova’nın Prizren şehri, tarihi günlerinden birini yaşamış oldu. İbadete de açılan cami umarım her daim huzur sunar bu şehre. Yavaş yavaş ayrılık vakti gelip çatıyor. Yarın son konser ve katılım belgelerimizi aldıktan sonra bir sonra tekrar gelmek dileği ile yola revan olacağız. Öğleden sonra oldu hava daha da sıcak olsun iliğim kemiğim biraz daha ısındı. Yorgun ama keyifliyim. Şar Dağı’nın dört mevsimi yaşatan dağına doğru yol alıyoruz. İlerledikçe soğumaya başladı hava yağmur başladı hıh şimdide kar. Çünkü çok yüksek rakım burada ve çok ünlü bir kayak merkezi var. Vakit olsa kayılırdı ne güzel. Aşağıda bahar biz burada kayak zevkinde… İnişte pak deresinin alabalıklarının ağzımda yayılan enfes tadında moladayız. Tam derenin üstünde asma bir köprüde masamız. Yedikçe bu lezzete doyamıyorum. Balık hastası ve çok özleyen bir insana bu yapılır mı? Gelsin kilolar… Ve gün de yorgun bende ,gün salkımları kapatıyor kendini aheste aheste .Benim gözler arıyor otelimi daha bavul yeğenimin tabiri ile babul toplanacak hay de bakalım çok iş var. Hamamdayız yorgunluğumu kulağımın pasını silen Rüstem Avcı’nın namelerinde dinlendiriyorum. Rumeli ezgileri kıpırdandırıyor omuzlarımı istemsiz. Burada evli kadınlar pek oynamazmış. Ben İzmir kızı oluyorum hemen işime gelince biz kapı gıcırtısında bile duramayız çünkü yerimizde hele bide Ramizem çalıyorsa. Tut Elvin omuzları sallama aman Allah yandan. Ne zor bir çelişki bu iç kıpır kıpır. Vücut kaskatı. İzmir’e dönünce ilk işim bu olacak şıkır şıkır oynamam lazım. Nevzat Sundo’da eşlik ediyor şimdi. Müziğin eşsiz ritmindeyim beynim renklerde uçuşuyor. Tablolar, mısralar sonsuz harekete geçti mutluyum çok mutlu. Bakan Mahir Yağcılar beyefendi sahnede tek tek belgelerimizi alırken bir hüzün kaplıyor beni. Hoşça kal kelimesi düğümleniyor boğazımda. Hoşça kal dağ kokum, hoşça kal. Herkese tek tek allahaısmarladık derken. Hamamın beni sarmaladığını ve hep mistizimini sanat yaşamım boyunca hissedeceğimi biliyorum. En güzel ve en değerli hediyelerini verdi bu şehir bana. Ve hep özlemim olacak yüreğimde ama şimdi gidiyorum. Bir sanatçının mağrur ama yorgun hüznü ile. Beni bu yola çıkaranların ve çağıranların elleri dert görmesin diyerek Adnan Menderes havaalanına iniş yaptık anonsunda ayılıyorum. Bir saat uçakla ama şimdi çok uzakta bu şehir bana. Lakin gezmeye boyamaya, mısraların aşkında buluşmaya devam, nice balkan şehirlerinde nice varoluşlar, nice yok oluşlar yaşayacak bu yürek şimdi Osmanlıların ulaşmayı gözlediği Sultan Süleyman’ın hedefi Macaristan yollarına düşmek lazım. Gününüz hoş vakitleriniz aydın, huzurunuz bol ola…
HABERLER
3 gün önceHABERLER
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
6 gün önceKÖŞE YAZARLARI
11 gün önceKÖŞE YAZARLARI
17 gün önce