DOLAR 32,1970 0.03%
EURO 34,9705 -0.07%
ALTIN 2.505,30-0,19
BITCOIN 22526083.29684%
İzmir
30°

AÇIK

20:28

AKŞAMA KALAN SÜRE

Bir Ressamın Gözüyle: Adım Adım Hırvatistan

ABONE OL
10/02/2014 21:12
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Zagreb büyüledi beni âşık olsum desem yalan olmaz. Nasıl gittim nasıl Zagreb’e yol aldım şimdi bile gülüyorum düşününce…

 

 

elvinHırvatistan hiç aklıma gelmezdi aslında da ne bir davetim ne de bir işim yoktu Zagrep’te. Lakin beni çağırmış şimdi anladım. Benim yolum Macaristan’a Balaton gölüne doğru gidiyordu oysaki. Bahara orada karşılayacak Tuna Nehri’ne salacaktım özlemlerimi… Ama kader sizi nereye sürüklerse önce orada soluklanıyor. Suyundan içip, o şehrin baharında âşık oluyorsunuz. Zagreb büyüledi beni âşık olsum desem yalan olmaz. Nasıl gittim nasıl Zagreb’e yol aldım şimdi bile gülüyorum düşününce… Macaristan Balaton gölünde Vonyarcvashegy ‘de yaşayan ressam arkadaşım Julianna Illes Major ‘un davetlisi idim. Tabi ki koloni için. Biraz dinlencem demiştim oysaki oturacağım evimde ama böyle bir davet duyunca nasıl durayım. Kurtlarım başladı dansa. Ben dökmeye çalıştım nafile bir baktım ki uçak bileti bakma sevdasındayım. Bir yandan da Juliana bize nereden gelmemiz bilgisini veriyor. Daha bir ay var ama Budapeşte uçuşu ne pahalı imiş. Oradan bak buradan bak derken. Haritada bir şey keşfettim. Ve sevinç galeyanı içinde başladım araştırmaya. Budapeşte’den Vonyarcvashegy, iki saat e Zagreb’ ten de iki saat. Neden olmasın arada bir tek sınır var onu da tren ile geçeceğim. Çılgın olma damarlarım ayakta alkış tutup galeyana getiriyorlar beni. Zagreb nerden bilirdim ki yoluna düşeceğimi sırf görmek için işim olmadan hem de… Karar verdim işte evet hem keseme hem gezginliğime hem sanatıma bu yakışır önce Zagreb. Sonra Macaristan. Bir şehir bir renk bir doku. Bir de bu şehrin yani Zagreb’in sanat yönünü öğrendikçe iştahım artıyor biran evvel gitmek için. Bir gece konaklayabileceğim bir program yapıyorum. Biraz gezeyim ve işte en sevdiğim şey o lezzetlerin farkına varabileyim. Çok severim yurtdışına çıktığımda yemeği. Farklı lezzetleri damağımda buluşturmayı. Sanki burada farklı mı diyeceksiniz, ha yok değil fotoğraflarıma bakınca olmadığı anlaşılıyor zaten. Allahın bildiğini kuldan ne saklıyım yemeği seviyorum ben. Farklı tatları seviyorum. Hele başka bir şehirde yemeyeceğim de diyet mi yapacağım. Çok zor. Eh günler günleri kovaladı geldi çattı yolculuk. Juli şaşırmış durumda ne işin var orada direk buraya gelseydin diyor. Anlatamıyorum beni çağırdığını Zagreb’in. Beni arzuladığını o pembe çiçeklerin anlatamıyorum.

 

KISA BİR ŞEHİR TURU

 

Havaalanından iner inmez Havaş tarzı bir otobüse biniyorum şehir meydanına giden. Kısa bir şehir turu yapıyorum yola hayran. Cadde üçe bölünmüş sadece gidiş yani. Araba, tramvay ve bisiklet yolu. Bu nasıl bir şehircilik planı içlerde bozulur diyorum demesine de pişman oluyorum erken lakırdı ettiğime. Hiçbir sokakta caddede düzen bozulmuyor inci gibi sıralanmış tek tek her yer. Vize almadan gidebileceğimiz nadide Avrupa ülkelerindendir Hırvatistan. Sadece bir kere, o da bir günlüğüne gitmiş olmama rağmen, beni etkileyen şehirlerden birisidir küçük, güzel Zagreb. Ve o şehirden aklımda en canlı olarak şunlar kalıyor hala yastığa başımı koyduğumda; düzen, sanat, heykeller, tramvay…

Hırvatistan 1991 yılında Yugoslavya’nın dağılmasından sonra ortaya çıkan bağımsız bir devlet. Yaklaşık 5 milyon nüfusundan sadece 1 milyonu Zagreb’te yaşıyor. Zagreb tıpkı Konya gibi düz bir araziye alabildiğine yayılmış bir şehir. Fakat açıkça söyleyelim ki, ne Konya ne de başka bir Türk şehri, Zagreb’in şehirciliği ile asla boy ölçüşemez bunu görerek öyle bir hayıflanıyorum ki…  Kilometrelerce uzayan caddeler ve oldukça güzel işleyen bir trafik düzeni var. Şehir düzenden ibaret gibi sokakların tenhalığı bile bunu anlatıyor. Ortaçağa gelmiş gibiyim. Şehrin ana ulaşımı tramvaylar ile sağlanıyor. Tramvay haritasını inceleyince gördüm ki, tam 17 istikamete giden gidiş-geliş tramvay hattı şehrin toplu ulaşım ihtiyacını karşılıyor. Dolmuş zaten hiçbir Avrupa ülkesinde yoktur. Otobüs ise yalnızca tramvayın ulaşmadığı hatlarda çalışıyor.

 

GOTİK BİNALAR

 

hirvatistan2Şehrin meydanındayım. Tren garında iniyorum. Gotik binaların etrafını sardığı devasa bir park var ortada ve pembe çiçekler ağaçlarda kocaman pembe çiçekler. Herkes oturuyor ağaçların altında bende bir sandviç alıp pembe çiçeklerin döşek olduğu bir ağacın altına sokuluyorum. Hayatımın sürprizi var orada oturduğum ağacın kovuğunda avucum kadar bir taş üzerine melek motifi çizilmiş renklerle bir ressam yapmış belli, bu kadar ağacın içinden beni çekmiş elime alıp bakıyorum. Birisi o senin kısmetin giderken almayı unutma diyor. Ağacın yan tarafındaki banktan. Ve şimdi evimin en nadide köşesinde melek bana ben ona bakıyoruz uzunca bir zamandır. Şehre ait olan Jarun Gölü ve Maksimir Parkı gerçekten muhteşem. 70 kilometre uzaklıktaki Sisak bambaşka bir coğrafya. Ormanlar içinden gidiliyor, 16. yüzyıldan kalma bir Osmanlı kale yıkıntısı var. Sava ırmağının suladığı yemyeşil bir arazi, hiç değişmiyor, kaybolmuyor. Kalk Elvin kalk pembe çiçeklere akşam randevusunu verdikten sonra kendime bir otel ayarlamak için kalkıyorum. Nereden seyrettim şu hostel korku filmini burada bütün otellerde hostel yazıyor. Brrr ürkünç. Öyle böyle derken bir yer buluyorum kendimi sığıştıracak. Bavulu odaya tıktığım gibi sokaklara fotoğraf makinem ve ben tabi en yakın ressam arkadaşım. Oda geldi yetişti ben otelden çıkmadan. Bir saat sonra indi şehre. Üzüldüm desem yalan sonra meleğim nasıl benim olurdu ki? Başlıyoruz arşınlamaya sokakları. Tek tek özenle. Şehir oldukça küçük ama son derece temiz ve düzenli… Neredeyse dakikada bir tramvay geçiyor. Ama ona bile binmeye gerek yok aslında, tamamen yürüyerek önemli her yeri görmek mümkün… Gel gör ki, içinden tramvay geçmeyen bir fotoğraf çekebilmek oldukça zor 😉 Şehrin merkezi Ban Jelacic (Yelaçiç diye okunuyor) meydanı. Ve meydana adını veren Vali Jelacic’in at üzerinde, kılıcı havada bir de heykeli var. Zagreb’i Macarlardan kurtaran bir halk kahramanıymış Jelacic. Bu meydandaki sokaklardan birinden çok güzel bir çiçek pazarına giriliyor. Taze ve kuru çiçekler. Allahım bir çiçek harmonisi. Sanki naif bir tablonun içinde dolanıyoruz, hayranlıktan böyle ağız açık kalırmış artık anladım… Ve bu sokağın sonundaki taş merdivenlerden Dolac Pazarı’na çıkılıyor. Burası benim dışarıdan katlı otoparka benzettiğim içerde her türlü meyve, sebze, et, peynir, şarap, hediyelik eşya vs. bulunabilecek dükkânların ve tezgâhların bulunduğu güzel bir pazaryeri. Meydan gibi burası da canlı ve cıvıl cıvıl. Öğle yemeği ya da kahve molası vermek için güzel kafeler de var, öyle sıradan sebze pazarları gibi değil yani… Zagreb, yukarı ve aşağı şehir (gornji grad – donji grad) olarak ikiye ayrılmış ve eğer yürümek istemezseniz yukarıdan aşağıya bir çeşit raylı asansör diyebileceğimiz finüküler ile çıkabiliyorsunuz. Şimdi İstanbul’da da var bundan, Taksim-Kabataş arasında… Yukarı şehirdeki Kaptol bölgesinde birçok tarihi eser var. Zagreb Katedrali bunlardan biri ve boyları 100 metreyi aşan iki kulesi şehrin her yerinden görünüyor. Katedralin tam önünde altın renkli Dört Melek ve Meryem Ana sütunu var. Yukarı şehrin orijinal girişi ise Kamenita Vrata’dan (Taş Geçit). Bu geçidin içinde duvarında Meryem Ana ve bebek İsa’nın resminin olduğu küçük bir şapel var… Anlatılana göre, bu resim tahta çerçevesinin tamamen yandığı bir yangından hiç hasar görmeden kurtulmuş. O nedenle mucizevî olduğuna inanılan bu resmin önünde ve geçidin diğer uygun yerlerinde, mumlar ve çiçeklerin arasında diz çöküp dua ediyor birçok insan. Şehir o kadar mistik ve eski yapı o kadar korunmuş ki her duvarda gotik mimarının heykelleri büyülüyor sizi. Olur da nerede olduğunuzu unutursanız yolu şaşırırsanız önünüzde, Saint Mark Kilisesi varsa yolu size hemen hatırlatabilir. 13. yüzyıldan kalma bu kilisenin çatısı Hırvat bayrağını andıran bir şekilde seramiklerle kaplı ve başka bir benzeri yokmuş. Kırmızı, beyaz ve mavi damalı zemin üzerinde iki adet hanedanlık arması var. Bunlardan sağdaki Zagreb’i soldaki ise Hırvatistan, Slovenya (ki Osmanlı’dan alınmış) ve Dalmaçya Üçlü Krallığı’nı temsil ediyormuş. İşin içine Almanlar ve Avusturyalılar da karışmış, çünkü o zaman Hırvatistan Krallığı aslında Avusturya Krallığı’na bağlı bir alt krallıkmış… Eee sonra o da Avusturya- Macaristan İmparatorluğu olmuştu zaten. Yani karışık işler bunlar, ama özetle çatı ilginç ve güzel 🙂

 

MÜZELERİN İÇİNDE OLMAK

 

hirvatistan1Ee ressam olup ta bu müzelerin içinde olmak olmaz mı? Zagreb’te naif eserler müzesini (dünyada bir eşi daha yok) gezerken arkadaşım naif ressam Hülya Sezgin’in kulaklarını bol bol çınlatıyoruz. Hırvatistan naif eserler konusunda oldukça önde gitmekte ve haklıda bir üne sahip bulunmaktadır. Sadece naif resimlere ithaf edilmiş, büyük usta Ivan Generaliç, Ivan Rabuzin, Ivan Vecenaj Ivan Vecenaj ,Ivan Lackovic-Croata Ivan Lackovic-Croata ,Mijo Kovacic Mijo Kovaciç ,Josip Generalic Josip Generaliç eserlerini gözlemleyebildiğiniz müzeleri, farklı teknikler ile üretilen cam altı naifleri ile capcanlı bir dünya burası, her bir tabloda hayallerin bulutlarında yüzdüren bir dünya. Herhangi bir mesleki eğitim görmemiş ressamlarca üretilen ve çocuksu bir betimleme anlayışını yansıtan resim sanatı ürünleri bunlar. Kuralsız ve çocuksu anlatımı olan naif ressamlarca geliştirilen teknik ve üsluplar, hemen daima kişisel niteliklerde olmakta. Bunlarda çoğu kez büyük bir ayrıntı zenginliği gözlemlenmekte. Sanatsal değerleri ise dış gerçekliği akademikleşmiş yanılsama teknikleriyle değil de, adeta masum bir gözle algılayıp betimlemeleri ile oluşuyor.1950’li yıllardan sonra sanat çevrelerinde bazen bir ekol, bazen kişisel bir üslup bazen de sanat olup olmadığı tartışılmaya başlayan naif resim, şöyle ya da böyle, hem dünya sanatı tarihi hem de Türk sanatı tarihinde kendine bir yer bulabilmiş. Hayali, gerçek, duygusal, vahşi, çocuksu, coşkulu, fantastik, acemi, bağımsız, içgüdüsel kavramlarının iç içe girdiği imgesel bir bütünlükte ve pek çok zıtlığı içinde barındıran naif resim, bir dönemin önemli bir ilgi kaynağı olmuştur. Müzeden çıkmamızla bir galerinin kucağındayız şimdi tabloların renklerinde mola veriyoruz. Naif eserlerin duvarlarda canlanışına inanamıyorum. Arkadaşım çekiştiriyor beni gitme vaktidir yolcu bir günümüz var diyor. Tam bir gün onunda yarısı sizlere ömür. Haydi, Abbas yola düşme vakti diyerek click seslerinin eşliğinde, o kadar çok çekiyoruz ki fotoğraf sadece bu ses var etrafta. click click dışlara doğru ilerliyoruz ortalardan

 

 

 

 

 

 

 

 

ZAGREP CAMİSİ’Nİ ZİYARET

 

Zagreb’in biraz dış mahallelerine yakın bir yerde ve Zagreb’in her tarafında olduğu gibi yine yeşillikler içinde güzel bir cami var. Mimarisi bizim camilere benzemiyor. Dairesel tabanlı bir plan şeması var. İçten bakıldığında silindir bir mekân dıştan bakıldığında ise köşegenli yüzeylerden oluşuyor. Minberde yeşil zeminli bir Türk Bayrağı asılı duruyor. Bu bayrak Balkan Müslümanlığı’nı temsil ediyormuş. Ziyaretimiz namaz vakti olmadığı için imamı ile tanışamadık. Sadece bazı görevliler vardı. Zagreb camisinin görevlileri çoğunlukla Boşnak Müslümanlar. Cami ile bitişik salon, lokanta vb. tesisler de var. Zagreb’te yaşayan Müslümanların düğün, nişan, sünnet, vb toplantıları da buralarda yapılıyormuş. Zagrep’te yaşayan Müslüman Hırvat yurttaşları ile de tanıştıklarımız oldu. Yabancı dil bilmiyorlar ve onlarla zorlukla konuşabildik. Öğrendiklerimiz içinde dikkatimizi çeken husus şu oldu: Zagreb halkının belki de en fakirleri Müslümanlar. Çok az olan işportacılar, cadde kenarları ve parklarda basit portatif arabalarla mısır, dondurma vs. satan üstleri başları düzensiz ve özensiz insanlar. Hepsi de Boşnak asıllı. Hemen hemen Avrupa kalkınmışlık standartını yakalamış olan Zagreb şehrinde Boşnak asıllı kardeşlerimin bu durumu beni çok üzdü gerçekten. Biraz sanattan bahsedelim, üzgünlüğümüzün acısını dağıtarak, Zagreb’te yer alan tiyatroların her biri kendine özel repertuara sahipmiş ve bu tiyatrolarda bale, opera, müzikal, komedi, kukla şov ve çağdaş oyunlar sahnelenmekteymiş. Ah bir gece az ben biliyordum. Dünya Çizgi Film Festivali (animafest), Müzik Bienali, Hırvatistan Pop Müzik Festivali(zagrebfest) ve 16 Kasım’da kutlanan Zagreb Kent Günü kentin en önemli kültürel etkinliğiymiş. Mola zamanı. Karnım bir türkü tutturmuş gidiyor. Açım da açım açım da açım. Susturmak lazım sesinin pek güzel olduğunu söyleyemeyeceğim bu türkü dinlenmiyor maalesef. Sokaklarda o kadar çok kafe var ki seçemiyoruz hangine oturacağımızı en sonunda bulduk bir tane. Şimdi sızılar başladı ayaklarda ne çok yürümüşüz atalarımızın, Osmanlı’nın bu topraklardan çekilmesinden tam 400 küsur sene sonra. Gerçi Zagreb’e 50 kilometre uzaklıktaki Sisak kalesini ele geçiren atalarımız asıl hedefi olan Zagreb’i ele geçirememişti ama bugün kentteki 25 bine yakın Müslüman yine de kendini Osmanlı olarak görüyormuş. Yani kale olmasa bile gönülleri fethetmiş Osmanlı bu şehirde. Bölgeye kısa süreli hâkimiyetine rağmen tam 40 bin Katolik’in Müslüman olmasını sağlamış ve 17. yüzyılda da bu sayı 150 binlere kadar çıkmış külliye ile birlikte 190 kusur cami yapımı o döneme denk gelmiş. Bölgede Osmanlı’nın çekilmesinden sonra Hıristiyanlaştırmaya başlanan halk buralarda yapamayacağını anlayıp zorunlu olarak Bosna –Hersek’e göç etmiş. Göç göç göç, kansız bir kıyım. Ruhları ölüyor her göç yolundakinin ne öteye ne geriye ait olabiliyorlar iki benlikte sıkışıp kalıyorlar acımasız yollarda işte bir şiirimin mısraları dökülüyor aklıma

hirvatistan4

 

Rumeli’den bir ezgi

Göç yollarından salınır.

Anayurtla kucaklaşır.

Dağlarında baharlaşır.

Korku değil anadilim gururum olur

Bayrağımın kırmızısı

Ölüm değil Onurum olur.

Köküm Rumeli gittiğim toprak yurdum olur

Dostlarım yandaş olur

Bıraktıklarımın sesi olur

Bağımın düğümü olur

Sesimin çağrısı

Bugünümün yoldaşı olur.

Türkiye’m sığınağım

Rumeli’m hıçkırığım olur.

 

Şimdi ben bir göçebe ama zevkten ve avare gece saat geç hava karardı bilinmeyen bir şehirde arşınlıyorum sokakları yarın yola koyulacağız trene binip esas olmamız gereken yollarda olacağız Macaristan’da, Tuna boyunda, tuna nehrinin akmam diye diye çağladığı yerlerde. Balaton Gölü’nde… Gidelim burnuma yağlıboya kokusu mu geldi ne… Beni çağırıyor tablolarım renklerim ve Balaton ve Vonyarcvashegy’li canım arkadaşım Juli…

 

Tuna nehri akmam diyor

Kenarımı yıkmam diyor

Ünü büyük Osman Paşa

Plevne’den çıkmam diyor

 

Düşman Tuna’yı atladı

Karakolları yokladı

Osman Paşa’nın kolundan

Beş bin top birden patladı

 

Kılıcımı vurdum taşa

Taş yarıldı baştanbaşa

Ünü büyük Osman Paşa

Askerinle binler yaşa

 

 

 

 

 

 

 

    En az 10 karakter gerekli

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.