Göç ve coğrafya

7 Mayıs 2024 - 09:13

1977'de İstanbul'da doğdum. İstanbul Üniversitesi Coğrafya Bölümünde Lisans ve Yüksek Lisans yaptıktan sonra bir süre çeşitli eğitim kurumlarında Coğrafya Öğretmeni olarak mesleğimi icra ettim. Ancak Coğrafya tutkusunun getirdiği gezme aşkı ile yeryüzünde başta Avrupa'nın hemen her şehri olmak üzere, Kuzey Afrika'da Tunus'tan Ön Asya'da İsrail'den Güney Asya'da Singapur'a dek yaklaşık 70 kadar ülkede ve kabaca 400 kadar şehirde bulundum. Bu gezilerin kimisi bir kaç günlük, kimisi ise bir aya yakın sürelerde olduğundan yaptığım çeşitli işler ve çok çeşitli sebeplerden ve kimi zaman da bazı yardım derneklerinin gönüllü seyahatlerinden dolayı gittiğim bu ülkelerdeki çalışmaların ve gezilen bölgelerdeki edinimlerin hakkı, esas manada Akademik hayat içerisinde bilime aktarılması gereken gözlemler ve araştırmalar olmalıydı. Bu sebepten İstanbul Üniversitesinde Doktoramı tamamlarken aynı zamanda Akademik hayata bu kez bir üniversite bünyesinde yeniden başlamak gerekti ve Fırat Üniversitesinde akademisyen olarak hizmete başladım. Bu bağlamda Bölgesel Coğrafya Anabilim dalında Doktoramı tamamladım ve Fırat Üniversitesi Coğrafya Bölümüne tayinim dolayısı ile 1,5 yıldır Elazığ'da ikamet etmekteyim. İlki 1990'larda yılında henüz üniversite öğrencisiyken olmak üzere 2013 yılına dek Balkan yarımadasına yönelik ziyaretlerimde 3000'e yakın köy, kasaba ve şehirsel yerleşmede geziler ve araştırmalarda bulundum. Fotoğraflanan bu çalışmalarda söz konusu coğrafyanın etnik yapısı, kültürel çeşitliliği, kriz bölgeleri ve sebepleri üzerine çalışmalarda bulundum. Kimi ulusal ve uluslar arası dergilerde ve sempozyumlarda bu çalışmaların bir kısmı yayınlanmış iken halen yayınlanmaya hazır halde 80 kadar makale üzerinde daha çalışmaktayım. Balkanlarla tanışıklık ise babamın da köyü olan Sivas'ın Zara ilçesinin Dereköy köyündeki Sancak'lı nüfusla olan ilişki yanında eşimin de memleketi olan Arnavutluk ve Arnavut halkı ile olmak üzere iki koldan söz konusudur. Bu sebeplerin tetiklemesi sonucunda ilgi alanımı tamamen Balkan Yarımadası ve Coğrafyası yanında bilhassa Balkan Jeopolitiği ve bunun en önemli öznesi olan Etnik topluluklar üzerine yoğunlaştırdığım bu günlerde halen çok çeşitli ziyaretler ile bölge ile olan bağımı canlı tutmaya çalışırken halkımızın da her geçen gün bu coğrafya ile olan ilişkisini geliştirmeyi amaçlamaktayım. Bu sebepten bir çok gezide gönüllü olarak bölgeyi gezmek isteyen akademisyen ve öğrencilere rehberlik ettiğim de olmuştur. Akıcı derecede İngilizce, Arnavutça, Sırp-Hırvatça ile temel düzeyde Fransızca ve İsveç dili ve az da olsa Arapça bilmekle birlikte Kiril alfabesi ile olan eserlere ve söz konusu dillere yatkınlıktan dolayı bölge haberlerini sıklıkla ve düzenli olarak takip etmekte ve bunlardan ve bölgedeki gözlemlerimden çıkardığım sonuçları sizlerle paylaşmaktayım. Günümün çoğunu sırası ile, akademik etno-kültürel ve etno-coğrafi çalışmalar yanında çok sevdiğim eşim ve oğlum ile geçirmekteyim. Kaybedilene yabancılaştıkça yitirdiğimiz şey o nispette bir başkasına ait haline gelir. Kayıp coğrafya'ya ve insanlarına, insanımızı yaklaştırmak, geçmişteki her acının ve her türlü kaybın telafisi için ilk kapıdır.

Yüksel HOŞ

Göç ve coğrafya

Göç ve coğrafya
Son Güncelleme :

28 Mayıs 2013 - 9:40

450 okuma
(Last Updated On: 28/05/2013)

Göç, insanları, insanların yaşadıkları mekanı, mekan üzerinde değiştirici etkilerini, yerleşme dokularını ve her türlü yaşamsal faaliyetlerini doğrudan etkileyen bir gerçektir. Göç sonrasında milletler mekan değiştirirlerken siyasi coğrafya şekillenir ve çoğu zaman da ısınır. Bazen ise göç, başlı başına sınırların değişmesini tetikleyen güçlü bir sebeptir.

 

 

Coğrafya bir mekan bilimidir. Ve bu mekan içerisindeki bir çok bilimle eş güdüm içerisinde olduğu da vakidir. Esas olarak ise Coğrafya, diğer bir çok bilimin yardımı ile mekansal farklılıkları inceler ve grafize eder. İşte konumuz da bir parça coğrafidir. Bu konunun içerisinde tarihten de, sosyolojiden de parçaları bulmak mümkündür. Çünkü konumuz İnsan üzerinedir. Ve insanların değiştirdikleri coğrafyaların, onların hayatlarına ve yerleştikleri alanlara etkisi söz konusudur. Bu bakımdan Beşeri coğrafya, tarihi süreçten kopuk incelenmemelidir. Bu ise tarihi süreçteki dengeleri, dinamikleri ve coğrafyayı şekillendiren beşeri faktörleri ve siyasi coğrafyaya etki eden dengeleri görmek adına bir gerekliliktir. Göç, insanları, insanların yaşadıkları mekanı, mekan üzerinde değiştirici etkilerini, yerleşme dokularını ve her türlü yaşamsal faaliyetlerini doğrudan etkileyen bir gerçektir. Göç sonrasında milletler mekan değiştirirlerken siyasi coğrafya şekillenir ve çoğu zaman da ısınır. Bazen ise göç, başlı başına sınırların değişmesini tetikleyen güçlü bir sebeptir. Kontrolünü yitiren toplumların kaybettikleri sahalardaki kalıntıları, göçe maruz kalan ana kitleler olurlarken bazen de milletler, herhangi bir sahadaki siyasi değişim olmaksızın doğal koşullara bağlı problemler sebebi ile göç etmektedirler. Ancak Türkler için son bin yıldır coğrafi faktörler beşeri faktörler kadar göçlerde etkili olmamıştır. Bu göçlerin analizi için tarihi sürece kısaca bakıp tarihi coğrafya ve yerleşim coğrafyası perspektifinden göç olgusunun etkisini görmek faydalı olacaktır.

 

YIL 1878

 

Yıl 1878 yılıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda muhacir kelimesinin ilk kez kitlesel manada kullanıldığı yıldır 1878. Rusya ile yaptığımız ve felaketle sonuçlanan Osmanlı-Rus savaşı sonrasında Sırbistan’a verilen Bağımsızlık ile birlikte, daha evvelce büyük oranda çekildikleri Tuna boyları yetmezmiş gibi bu kez de, Morava nehri kıyılarından çekilir Osmanlılar. Niş şehri ve çevresinden, Kurşunlu’dan, Toplitsa’dan, Vranye’den ve Pirot’tan çekilme başlar. İşte bu şehirler, başlarında Rus generallerce idare edilen Sırp devletine adeta hediye edilirler. Ve o ana dek görülmeyen bir katliama da kapı açılır. Bunun emarelerini hissedenler çoktan yola çıkarlar. İşte bu yola çıkan ilk 500 kadar aile, Niş şehrinden güneye daha güvenli Osmanlı topraklarından olan Kosova civarına doğru yola çıkarlar. Ve onlar için ilk kez Muhacir kelimesi kullanılır. Rus general, Mikayil Çernayev, savaşmayı bilmeyen ve o ana dek vur kaç taktikleri ile karstik oyuklarla, mağara ve vadilerle dolu bir sahada Osmanlı devletine karşı savaşan Sırp askerlerinin başında örgütlü ve toplu harekatlar ile Osmanlı ordusuna saldırılar düzenlemektedir. Niş şehrinde Bali Bey Camii günümüzde bu yıkımı ve bahçesine ve minaresine düşen top mermilerinin izlerini halen taşımaktadır. Minaresinin uçtuğu, mezar taşlarının ise çimento fabrikasına götürüldüğü Niş şehri vakıf yapıları, bu yıkımın en ciddi tanıklarıdır. Kimi şehirlerde tanık bile bırakılmayacak yıkımlar olduğu da vakidir. Zaten koskoca Niş şehrinde, kala kala bir tek Bali Bey Camii’nin kalmış olması, yüzlerce vakıf eserin günümüze nasıl pervasız bir yıkım sonucu gelemediğinin de kanıtıdır.

 

TUNA GÜNEY HATTI

 

göç1Yıkım bilhassa tüm Tuna güneyi hattında devam eder. Karadeniz sahiline yakın yerdeki Silistre, Razgrad, Şumnu ve Rusçuk şehirleri ile kıyıdaki Varna ve Burgas şehirleri adeta boşalırcasına göç göndermeye başlar. 1878 Berlin Antlaşması ile hem ciddi bir toprak kaybına hem de nüfus kaybına uğrar Osmanlı Coğrafyası. Artık kolu kesilmiş olan bu devi yok etmek için son darbe olan 1912 Balkan Savaşları gerekecektir ve bu da olduktan sonra geriye çok da bir şey kalmaz Türk ve Akraba milletler adına. Tuna hattı ise özellikle çok önemli bir Türk nüfusu kaybeder. Ancak yine de bizden birileri oradaki tarihi coğrafyamızın günümüzdeki abidevi nüveleri halinde kültürlerini yaşatmaya devam etmektedirler. 1877-78 savaşının bitimi işte bu ilk büyük çaplı muhaceret döneminin miladıdır. Bunu takip eden dönem ise 1912 yılında gerçekleşen 1.Balkan Savaşları sonrasında Anadolu ve Trakya’nın geri kalanına yönelen göçlerdir. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından hemen sonraki ilk büyük göç ise Ahali Mübadelesi sonucu Yunanistan’dan gelen göçlerdir. Bu tarihten sonraki göç ise bu çalışmada örneklerine yer verilecek olan 1934 yılında başlayan Romanya kaynaklı Türk göçleridir. Bunu 1950’lerde Yugoslavya’dan başlayan göçler ile 1980’lerin sonuna doğru Bulgaristan göçleri takip edecektir. Bu göçler ile birlikte Tuna boylarında Müslüman nüfus neredeyse yok denecek kadar azalır. Ancak buna rağmen ve işte tam bu kısımda, yani Tuna güney hattındaki Plevne ve Silistre şehirlerinde halen yaşayan Müslümanlar bulunmaktadırlar. Bunlar söz konusu bölgelerde yüzde 10’u geçmeyen birer azınlık halindedirler. Sadece Razgrad ve Şumnu çevresinde nüfusun yarısını oluşturacak bir nüfus gücüne sahip olmaları dışında Tuna güneyi ovalarda Müslüman nüfus neredeyse var yok arası bir durumdadır. Ya göç, ya katliam ya da boyunduruk altında kapınızın ne zaman çalınacağı belirsiz bir günü korku ile beklemek arasında olmaktır kaderdeki üç seçenek. 1876 yılında Bulgaristan Devleti kurulmadan önce işlenen tarım topraklarının yaklaşık üçte ikisi Türklerin elinde bulunmaktaydı. Yine bu yılda Bulgaristan topraklarında, toplam nüfus 3.414.000 kişiydi ve bunun 1.801.000’ini Türkler oluşturmaktaydı. Göçü hazırlayan şartlar ilk olarak toprak işgalleri başlar. Türkler Osmanlı döneminden bu yana geniş şahsi mülkleri ve bir o kadar da geniş vakıf arazileri ile zaten Hıristiyan komşularına göre oldukça geniş bir mülkün üzerinde oturmaktadırlar. El değiştiren otorite ile birlikte toprakların da el değiştirmesi kaçınılmaz hale gelmiş olur. İşte bu durumda Türklerin mal varlıklarını topluca ve en kelepir şekliyle ellerinden çıkarmaları yahut mallarına el konulması sağlanacak ve bu durum bi hakkın uygulanacaktır.

 

GÖÇÜN GÖÇMENLER AÇIBINDAN SEBEBLERİ

 

Göçün esas sebebi, kaynak ve hedef ülkelerin kendi ulusal politikalarıdır. Balkan ülkeleri daha homojen bir nüfus ve daha fazla ulusal bir ülke için Müslüman ve Türk nüfusu göç ettirirlerken Türkiye Cumhuriyeti ise kültürel açıdan daha eğitimli ve gelişkin bir nüfusu ülke çevresindeki önemli tarım alanlarına yerleştirmek ve tarımın gelişmesini sağlama eğiliminde olmuştur. Tabii ki Türk devletinin de ulusal bir kaygısı bunda söz konusu olabilir. Ancak gelen göçmenlerin tamamının Türk soylu olmaması, bazılarının ise Boşnakça ve Arnavutça veyahut Girit Rumcasından başka bir bilmemeleri ise niyetin bütünüyle ulusal olmadığını göstermektedir. Bu konuda yapılan incelemelerden ilki Turhan Çetin’in 1989 göçü sonrasında Bulgaristan’dan gelen Türk göçmenler ile yaptığı görüşmelerden elde edilen aşağıdaki verileri dikkat çekicidir.

 

Yaş

Grupları

 Bulgaristan’dan Göç Etme Nedenleri (Turhan Çetin’den)
Baskı ve zulümEkonomik sıkıntıEğitim şartlarıAile ve akrabaDini faaliyet yasağıİş imkanının fazla olmasıÖzgürlükDiğerToplam
           
%57,76,71,713,86,31,710,51,7100,0

 

Bulgaristan göçmenleri üzerinde yapılan bu çalışma, şüphesiz 1934–39 arası göçlerin sebebini araştırmaya yönelik değildir. Zira 1934 göçleri Romanya ile yapılan bir antlaşmadan kaynaklanmaktadır. Ancak 1934 yılındaki göç sebepleri ile 1989 yılındaki göç sebepleri arasında büyük oranda paralellik mevcuttur. Tek fark ise 1934 göçlerinde komünist bir yönetimin olmaması, 1934 yılında Türklerin yaşadıkları bölgelerin Romanya hükümeti idaresinde olması ve buna bağlı olarak araziye yönelik geniş çaplı devlet işgalleri ile toprak bağı yok edilen insanların Türkiye’ye hayatta kalmak için göç etmeleridir. Türklerin Romanya’dan göçlerine ilişkin Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Romanya’daki vazifesi olan Türkiye Cumhuriyeti Bükreş Büyükelçisi olarak tuttuğu 26/05/1932 tarih ve 216/66 sayılı raporunda bölgedeki Türklerin zor şartlar altında Türkiye’ye doğru bir göç eğilimi ve arzusu içerisinde olmasından bahsetmektedir. Buna göre Türkler sıkça maruz kaldıkları şiddet ve tedhiş eylemlerinden mustariplerdir ve kendilerinin maruz kaldığı bu gibi eylemlerin faili olan Romen göçmenler Türklerin şikâyetlerine rağmen mahkemelerce salıverilmektedir. Buna Türk köylülerinin bila bedel sınır karakollarında ve bu karakolların işlerinde çalıştırılmakta ve şikâyet etmeleri halinde ayrıca Romen makamları tarafından işkenceye uğramaktadırlar. Bölgedeki Türk halkının yaşama tahammüllerinin kalmadığı da Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından ifade edilir ve bizzat Hamdullah Suphi Tanrıöver’e kadar gelen bir köylünün ifadesine de yer verilir. “Ne olursa olsun, Türkiye’ye gideceğiz, gerekirse bizi orada bir meraya atınız, dileneceğiz, sürüneceğiz fakat burada kalmayacağız” şeklindeki yakınmayı aktaran Hamdullah Suphi Bey, bu durumda kendisine yetki verilmesi halinde Romen makamları ile iletişime geçerek bir çözüm bulabileceğini belirtmektedir. Yugoslavya’dan Türkiye’ye yönelik göçlerde ise 1912 yılında gerçekleşen Balkan Savaşı’nın yansıması olan sebepler geçerlidir. Buna göre Osmanlı Devleti’nin bölgedeki bakiyesini oluşturan Müslüman azınlık ve ellerindeki verimli ve stratejik açıdan önemli alanlar ve geçitler ile ana yol ve bağlantı noktalarına verilen önem açığa çıkmaktadır. Bu durumda Müslüman nüfusun, gelecekte Türklerin olası bir gelişlerinde lojistik destek noktaları olmaması için Müslüman nüfustan arındırılmış sahalar haline getirme politikaları da ana sebep içerisinde yatan etkenlerdendir.

 

Yaş

Grupları

 Yugoslavya’dan Göç Etme Nedenleri (Yüksel HOŞ)
Baskı ve zulümEkonomik sıkıntıEğitim şartlarıAile ve akrabaDini faaliyet yasağıİş imkanının fazla olmasıÖzgürlükDiğerToplam
           
%74,613,61,12,22,10,44,31,7100,0

 

zorunlu-goc-resimleri-(20)Nitekim daha sonraları, Tito dönemi Yugoslavya’sı döneminde de Alexander Rankoviç tarafından uygulanan benzer bazı tedbirler ile gündelik yaşamları zorlaştırılan Yugoslavya Müslümanları, Türkiye ile imzalanan 1953 tarihli Serbest Göç Antlaşması ile daha da önemli bir mekândan atılmışlardır. İşte bu kısım da, Makedonya’nın Vardar vadisidir ve bu vadi, Sancak ve Kosova bölgelerini Türkiye’ye bağlayan bir yol ve yerleşik nüfusun doğal yayılış hattıdır. Nitekim bu noktalardan kimi göçlere 1934-35’li yıllarda da rastlanmaktadır. Elazığ’da Şahinkaya köyünde bile Manastır göçmeni birkaç aileye rastlanmıştır ve göç ettirilmelerindeki ana sebep olarak bu durumun olması kuvvetle muhtemeldir. Aileler, göç sebepleri için “Dedelerinin rahat bırakılmadıkları” şeklinde bir ifadede bulunmuşlardır. Bu durumda söz konusu göç sebebi yine alışıldık baskılar olmalıdır. Ülkemizin her yanına, hatta doğusunda, Elazığ ve çevresine dek gerçekleşen göçlerde göçmen nüfus, yerli halk tarafından “Muhacir” veya “Macir” şeklinde ayırt edilmiş, buradaki yerleşik dokuda ciddi bir farklılık meydana getirmişlerdir. Bahçeli ve avlulu evleri, 1.70’lik kerpiçten mamur “mahremiyet duvarı” ile fark edilir evler içerisinde yaşayan bu muhacir nüfus, kimi zaman yerleştikleri sahalarda yerel nüfus ile kaynaşamama sorunları ve kimi zaman ise yerel halk ile aralarında geçen bir takım evlilik sorunları sebebi ile toplu halde Bursa ve İstanbul gibi batıdaki büyük şehirlere göç etmişlerdir. Günümüzde Elazığ ve çevresinde kabaca 120 ila 140 hane kadar bir göçmen nüfusun olduğu ve toplam sayının ise 1000’in altında olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Oysa bu sahaya yerleştirilen nüfus ve bunun günümüze gelebilen nüveleri arasındaki fark devasa boyutlardadır. Nitekim Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri, 1935 yılı sonunda, Elazığ’daki Çemişkezek, Palu, Keban, Pertek ve Harput ilçeleri ve bunlara bağlı köylere yerleştirilen 5 bin 600 kadar bir nüfustan bahsetmektedir. Ancak günümüzde bunların bazısında göçmen nüfustan nüvelere dahi rastlamak neredeyse olanaksızdır. Örneği Harput, günümüzde değil göçmenler, yerleşik nüfusunun dahi büyük çoğunluğunca terk edilmiş bir mekan halinde Elazığ şehrinin yarı metruk bir üst mahallesini oluşturmaktadır.

 

PERTEK VE ÇEVRESİ

 

Pertek gibi kimi sahalara yerleştirilen göçmenler ise ya birkaç kişi ya da hiç kalmayacak kadar toplu şekilde yerleştirildikleri sahalardan ayrılmışlardır. Yöre halkınca “Tirkê Macir” şeklinde bilinen ve mezhep farklılığından dolayı bulundukları sahadaki diğer köyler ile karışmamaya özen gösteren bu nüve de gerek dil, gerek kültür ve hatta mezhepsel bazda dini farklılığın da tesiri ile Pertek ve çevresi, göçmenler için cazibesini kaybetmiştir. Bölgede 1930’ların sonlarına doğru başlayan isyan neticesinde başlatılan birinci, ikinci ve üçüncü Tunceli Harekâtları ile birlikte ise saha zaten sınırlı sayıdaki göçmenlerce tamamen boşaltılmıştır. Göçmenlerin büyük çoğunluğu mutfak kültürlerine ve konut tipine dek Elazığ ile birleşik bir kültür haline gelmiş olup, eski geleneklerinden farklılaşmış ve bütünleşme göstermişlerdir. Çoğu eğitimli ve fark edilir derecede zanaatkar olan göçmen nüfus, Elazığ’dan bir sonraki kuşağın eğitim ve mali durumlarının yükselmesi sonucunda sosyolojik bir çekimin de etkisi ile göçmenlerce sıkça meskûn olan Bursa ve İstanbul şehirleri ile biraz da İzmir şehrine göç etmişlerdir. Göçmenlerin ülkeye gelişlerinden itibaren kendilerine tarım arazileri, bahçeler, zirai tohum, araç-gereç, hayvan ve sınırlı da olsa bir sermaye yardımı yapılmıştır. Ancak göçmenlere bu yardım yapılırken bir kısmı tarım nüfusu kökenli olmayan ve geldikleri yerin eşraf ve esnaf kitlelerinden oluşan gruplar da mevcuttur. Böylece tarım ve hayvancılığa nispeten yabancı olan bu nüfus, göçün gerçekleştiği yıl içerisinde bulundukları sahadaki varlıklarını satarak batıya göç etmişlerdir. Göçmenlerin daha önceki kaynak ülkelerindeki iklim ve coğrafi şartlara benzer arazilere yerleştirilmesi gibi onların coğrafi değişimden en az etkilenmelerini sağlayacak uyumsal tedbirler düşünülmemiş veyahut önemsenmemiştir. Boş ve devlete ait tarımsal arazilerin bol olduğu ve yerleşmeye müsait alanlar ile kurutulması kolay bataklık alanlar ve çeşitli taban seviyesi ovaları (Sivrice’deki gibi) göçmenlere nüfusları nispetinde verilmiş ve burada kalacaklarına inanılmıştır. Bu yörelerdeki halkın yerel kültürü ile uyumu noktasındaki zorluklar yanında göçmenler henüz gelmeden önce yapılan çeşitli aleyhte propagandaların da etkisi ile kimi uygunsuz ve münferit durumlar da yaşanmış ve bunlar da söz konusu göçmen nüfusun erimesinde etken teşkil etmiştir. Şehirsel sahalara veyahut kasabalara yerleştirilen göçmenlerin büyük bir kısmı göç ederken nispeten izole sahalardaki köylerde yaşamaya başlayan göçmen nüfus günümüze azalarak da olsa bir şekilde gelebilmiştir. Öyle ki 4 bini aşan nüfusu ile Sivrice ilçe merkezinde fazla bir göçmen yaşamamaktadır. Oysa bu şehre 21 bir rivayete göre ise 24 hanelik bir göçmen nüfus, henüz 1935 yılında yerleştirildiğinde yaklaşık 100 kişilik nüfusu ile bu yeni yerleşim, Sivrice ilçesinin de temellerinin atıldığı tarih ile ortaya çıkmıştır. Günümüzde bu alanda sadece kiremit fabrikasına yakın noktada 3 göçmen evi kalmışken Sivrice’ye bağlı 50 kadar köyün 10 kadarında nüveler halinde yaşayan göçmenlerin sayısı bundan daha fazladır. İlçe, bir şekilde kendi dokusu içerisindeki hâkim hale gelen bir başka yaşam ve kültürün artması ile birlikte eski sakinlerine yabancı bir ortam meydana getirmiştir. Nitekim 1949 yılında Sivrice ilçesinin Belediye Başkanı olan Ahmet Aydın’ın ardından, göçmen kökenli bir başka belediye başkanı daha çıkmamış olması da durumun bir başka ifadesidir.

 

TOPRAĞA BAĞLI YAŞAM

 

Böylece durumları gelişen göçmenler şehri terk ederken köylerde nispeten durumları daha zor olan göçmenler ise toprağa bağlı bir şekilde yaşamlarına devam etmek durumunda kalmışlardır. Görüşülen köylerden edinilen bilgiler ışığında söylemek gerekir ise, toprak, bölgedeki iklim şartları, toprak tipi, ulaşım, sulama problemleri ve çok çeşitli ürün ve bedel zorlukları sebebi ile sahiplerine altyapısı iyi şekilde hazırlanmış bir göç imkânı bırakmamakta, ancak açlık sınırının da altına düşürmeyerek onları istikrarlı bir şekilde oldukları yerde statünün devamını sağlamaya itmektedir.

 

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.