“Bilinmelidir ki Rum halkına karşı gösterilecek müsamaha, onları susturacak değil, aksine olarak hükümetin bir aczi olarak daha da şımartacaktır. Bahusus biz Türk halkını – Kıbrıs Türklüğünü – onların ayakları altında çiğneterek, iki halkı birbirinin boğazına saldırtmak demek olacak ki bunun vebali ve günahı buna sebep olanların boynunda ebediyen asılı olarak kalacaktır”. 1956
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Mendil büyüklüğündeki ülkenin önde gidenleri uluslararası toplumun kesin bir duruş gösterememesi ve dağınıklığından yararlanarak sahneye koyduğu oyunlarını oynamayı sürdürüyorlar. Sahnenin arkasındaki daneli akıllılar da kışkırtıcı tavır ve yaklaşımlarını piyasaya sürüyorlar. Bu davranışı sergileyen daneli akıllıların, bölgeden çıkarılacak olan doğalgaz ve petrolü bu ülkeye bırakmak niyetinde olmadıklarına da vurgu yapmak istiyoruz. Şimdilerde piyonlarla oynayıp yollarına devam ediyorlar. Birleşik Amerika Devletleri’nin bölgedeki gücünün tartışıldığı dönemde oyunların sahneleniyor olması ise ilginç ötesi bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. AB’nin önde giden ülkelerinin de kendiliklerinden olaya karışmış olmaları, Akdeniz’in serin sularını fazlası ile ısıtmaktadır. Rumların fiili durum yaratan son girişimlerinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı arasında Kıta Sahanlığı Anlaşmasını imzalamaları, yeni bir tartışmayı da beraberinde getirmiştir. İmzalanan anlaşmanın her iki ülkenin yasama meclislerince onaylandıktan sonra yürürlüğe gireceği biliniyor. 06 Mart 1995 gününde imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması sonrasında da benzer sıkıntılar yaşanmıştı. Adı geçen anlaşma dönemin Dışişleri Bakanı tarafından imzalandığını da anımsatmak istiyoruz. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları, adı geçen anlaşmaya ilişkin çekincelerini içeren ortak metni imzalayıp yayınlamışlardı. Sonrasında ilgili yerlere bu metin belge olarak gönderilmiştir.
GÜMRÜK BİRLİĞİ ANLAŞMASI
Türkiye’nin 06 Mart 1995 gününde imzaladığı Gümrük Birliği Anlaşması’ndan 10 gün önce AB Konsey Başkanlığı, “Biz Rumları Kıbrıs Cumhuriyeti olarak bünyemize almak üzere derhal görüşmelere başlıyoruz” açıklamasını yapıyorlardı. Bu karara karşın Türkiye’nin garantörlükten doğan haklarını zamanında kullanarak itiraz etmediği biliniyor. Yılın son günlerinde ise iki Cumhurbaşkanının imzaladıkları metinde garantörlükten doğan kazanımlara özellikle dikkat çekiliyordu. Yapılmış olan itirazların AB ülkelerince dikkate alınmadığını da kaydetmek istiyoruz. AB tarafından belirli dönemlerde = yılda en az iki kez = İlerleme Raporu diyerek hazırlanan belgelerle Türkiye’ye dayatmalarda bulunuyorlar. 2009 yılında hazırladıkları raporun 36. sayfasında Türk Deniz Kuvvetleri’nin çalışmaları hakkında duyulan rahatsızlık ortalık yerlere konuyordu. Kendi iç politik sürtüşmelerimiz nedeniyle gereken yanıtın verilmediğini düşünüyoruz. Veya verilen yanıtların dikkate alınmadığını paylaşmak istiyoruz. 2009 yılındaki raporda, “Türk donanması, rapor döneminde birçok kez Güney Kıbrıs Rum Yönetimi için petrol arayan sivil petrol gemilerini engellemiştir” deniliyor. Bu veya benzeri raporlardan cesaret alan mendil büyüklüğündeki ülke uluslararası hukuku açıktan gasp etmeye de hız vermiştir. 2008 yılından başlayıp 2009 yılında bu konunun raporlara yansıtılmış olması ilginç ötesi bir durumun göstergesidir. Kıbrıs Türklerinin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları olmasına karşın, bu konuda yeterli çalışmanın yapılmadığına vurgu yapmak istiyoruz. Karşı tarafın bu haklarını kullanarak kazanım elde ettiği noktada yukarıda belirttiğimiz kuşkularımız artmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yöneticilerinin adanın güneyindeki 12. parsel diye tanımlanan bölgede bulunacak olan doğalgaz veya petrolden elde edilecek gelirden pay almak istedikleri basına yansıdı. Aksine bir açıklama yapılmadığı için doğru kabul etmek durumundayız. Buradan elde edilecek gelirden pay istemek doğru bir yaklaşım değildir. Hukuksuzluk giderilmeden bu isteğin öne çıkarılıyor olması hukuksuzluğa prim vermektir. Bu istek doğrultusunda bir süre pay verilebilir. Sonrasında da verilen para kesilir. Bu konuda Musul petrolleri için Türkiye’ye ödenen paranın kısa süre sonra kesildiğinin unutulmaması gerekiyor. Bunun ötesinde 1959 – 60 Anlaşmalarından doğan bütün haklarımızın nasıl gasp edildiğini bir kez daha kaydetmek istiyoruz. Yaşanmakta olan hukuksuzluğun temelinde Rumların uluslararası toplum tarafından kollanıp korunuyor olması yatmaktadır. Uluslararası hukukta zaman aşımı, anlaşmaların yürürlükte olduğu durumlarda söz konusu değildir. Bu nedenle yaşanmakta olan hukuksuzluğu aşmanın yolunun da uluslararası hukukun kurallarını çalıştırmaktan geçiyor mu ne…
Sevgi ile kalınız…
BALKAN YEMEKLERİ
21 saat önceHABERLER
10 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önceHABERLER
05 Kasım 2024