İnsanlık Ne Yana Düşer Be Usta?!

3 Mayıs 2024 - 00:15

İnsanlık Ne Yana Düşer Be Usta?!

İnsanlık Ne Yana Düşer Be Usta?!
Son Güncelleme :

11 Ocak 2016 - 2:16

352 okuma
(Last Updated On: 02/09/2020)

Soğuk bir Aralık ayıydı hatırladığım kadarıyla… Hava ayaz mı ayaz.  Sabahın erken vakitleri. Bir çocuk çöpten kağıt topluyor. Sanırım yaşı 14-15. Tam bir Anadolu çocuğu yanakları al al. Yanına yaklaşarak 20 lirayı vermek için uzattım. Bana;

-“Abi ben dilenci değilim. “ dedi.

-“Neden?.. Kağıt toplamıyor musun? Bu da KAĞIT değil mi? dedim. Tebessüm etti aldı.

Şu zamanda, özellikle bu duygulara, bu duruşlara ve davranışlara ne kadar ihtiyacımız var. Ciddi bir çözülme yaşıyoruz. Maalesef İnsan olmanın uzağındayız. Vefa, sevgi, iyilik, merhamet, adalet… Bu duygular İnsanda bir başka güzel duruyor. Bu hafta Balkan Günlüğü okuyucuları ile kısa, hikâye tadında insan olmakla ilgili bir dem vuralım. Dem bu dem… Zaman geçtikçe bazı değerleri yitirdiğimiz kesin. Bakın geçmişte baba ile oğlun nefis, merhamet kokan, vefa kokan konuşmasına göz gezdirelim;

-Yolu neden uzattık baba?

-Kasap İrfan var ya! Şimdi onun dükkânın önünden geçmek olmaz. Borç aldı benden. Epey de oldu, belli ki darda. Şimdi kendimizi gösterir gibi yakışık almaz!!!

 

BÖYLE İNSANLARI ÖZLEDİK

 

Böyle insanları özledik… Komşusu açken tok yatamayan… Yetimi, öksüzü koruyan gözeten…Teri kurumadan hakkını veren.. Kırmayan, incitirim korkusunu hep içinde taşıyan… Küçüklerini sevip büyüklerini sayan… Evet böyle insanları özledik… Bu arada kendimize olan güvenimizi de kaybettik. Çünkü çocuğumuzu biz güvensiz yetiştiriyoruz. Nasıl mı? Şöyle ki; çocuğumuzu her sabah 07.30 da servise bindiriyoruz.. Servis imkân olsa yataklarından alacak. Okula gittiğinde beslenme çantası da hazırdır. Daha ilk teneffüste çocuğumuzu arayıp, “Zeynep, sandviçini yedin mi?”Evet yanıtını alınca, “İyi dışarıda çok dolaşma, arkadaşlarınla çok içli dışlı olma!!! Biliyorsun grip salgını var!” Çocuğumuz böyle giderse bize benzeyecek ve bizim gibi olacak.  Kendisine hiç güveni olmayacak. Biz olmadan susasa su bile içemez. Yarın bir gün servis olmadan “Ben nasıl işe giderim. İnşallah işyerinin servisi vardır. Ya da önemli değil servisi olan bir iş buluruz.” O zaman nasıl olacak acaba, yine arayacak mıyız? “Çayını içtin mi?, Öğlen yemeğini yedin mi? El sıkışma mikrop bulaşır!” diye… Yok yok abartıyorum böyle olmaz.  Acaba nasıl konuşur toplantıda? Kolayı var. Beni arar sorar nasılsa. Yok yok böyle de olmaz! Ya da okuldaki öğretmenine mi sorsa! İş yerinde öğretmen olmaz ama müdür vardır elbet, tıpkı okuldaki müdür gibi.. Evet en iyisi müdürüne sorsun. Acaba her istediğini verirler mi işyerinde? Oyun bahçesi olan büyük bir oda. Şaşırmayın, oyun bahçesi kendisi için değil, çocuğu olacak ya. İşyerine ziyarete geldiğinde sıkılmasın diye. Çocuğum ziyaret ettiğinde çok sıkılıyordu da. Çocuğumun penceresinden devam edeyim; Babam ne istesem alıyor, müdür niye almasın ki? Acaba o da her istediğinde para verir mi? “Öğretmenim çalışmadan para kazanılmaz” diyor ama bal gibi oluyor işte.
Acaba bütün çocuklar benim gibi mi yetişiyor? Öyle  olmalı, annem babam bana örnek oluyor. Ben de kendi çocuklarıma örnek olacağım. Evde babam kral gibi. Abim de… Annem etraflarında pır pır… Ne isterlerse anında veriyor….
Geçen gün öğretmenim sınıfta bir yazı okuttu. Hatırladığım kadarıyla şöyle diyordu. Artık yeni bir çağdaymışız. Değişmemiz gerekiyormuş. Kendimize güvenmemiz araştırma yapmamız, başkalarına saygı duymamız gerekiyormuş. Bizim evdekilerin bu durumla ilgisi yok tabii. Bizim evde kimse bana güvenmiyor. Baksanıza sandviçimi bile yiyip yemediğimi telefonla kontrol ediyorlar. Öğretmenim sınavda başımda, kopya çeker miyim diye… Gel de kendine güven.
Araştırma yapmak soru sormak imkânsız. Annem, babam, öğretmenim ne derse doğru odur. Bana bazen söyledikleri doğru gelmiyor. “Acaba öyle mi?” diye araştıracak olsam susturup yerime oturtuyorlar. Öğretmenim beni saymıyor, babam annemi saymıyor, annem beni saymıyor, abim annemi ve beni saymıyor. Aslında babamı da saymıyor da öyle görünüyor korkusundan… En çok annemin beni saymamasına içerliyorum. Bazen onu kader arkadaşım görüyorum. Hiç olmazsa o beni saysa ya… Yazıda diyordu ki, sorumluluk duymak gelecekte ihtiyaç duyulacak yeni yetenekler kazanmak, neydi empati kurmak(çevremizdekilerin yerine kendimizi koymak) bildiklerimizi sorgulamak gerekir. Kendimizi ve hayattaki rolümüzü yeniden tarif etmeliymişiz. Değişim insanın kendisinden başlarmış. En zoru da başkasını suçlamak yerine şimdiki halimizden, mevcut kendimizden vazgeçmekmiş. Herkes daha önce küçük olduğuna göre bütün iş annelere düşüyormuş. Çünkü çocuğun gelişiminde anneler en etkiliymiş. Bir yanda çocuğumun düşünceleri diğer yanda benim düşüncem… Biraz da işin felsefe yanını keyif aldığım bir hikâyeyle pekiştireyim istiyorum.

Bir gün toprak ile ayna dertleşir ve aynaya şöyle der;

 

– Ey ayna! İmreniyorum sana. Çünkü kim sana baksa, kendini görür; bana bakanlar ise, sadece beni görür. Ayna toprağa şöyle cevap verir:

 

– Ey kara toprak, ne beyhude bir dert ile dertlenmişsin. Bilmiyor musun ben, bana bakanların bugününü gösteririm. Oysa sen, sana bakanların yarınından haber verirsin.

 

Bu cevap, toprağın beğenisine gitse de, tekrar sorar:

 

– Belli ki içimi rahatlatmak içindir sözlerin. Söyler misin bana, sana bakanlar, hiç dönüp bakar mı bana?

 

Ve ayna toprağa acı bir gülümseyişle şunları söyler:

 

– Merak etme. Bana bakacak yüzü kalmayanların gözü, hep sana döner…

 

Müthiş bir hikayedir. Ders alınası bir hikayedir.. Bunun yanında hoşgörülü olmak birbirimizi sevmek. Bu duygular da insanda bir başka güzel durur. Bakın yaşamda milat olabilecek bir hikaye daha paylaşmak isterim. Bir adam kötü yoldan para kazanıp, bununla kendisine bir inek satın alır. Ancak bir süre sonra, yaptıklarından pişman olur. Günaha girdiğini düşünür ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için, ineği Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar aynı zamanda, fakirin fukaranın karnını doyuran, aşevi olarak hizmet veriyordu. Artık iyi bir insan olmak isteyen adam, içinde bulunduğu durumu, vicdan azabı ile Hacı Bektaş Veli’ye anlatır ve ineği bağışlamak istediğini söyler.

Hacı Bektaş Veli,

Kirli işlerden kazanılmış parayla alınan bu inek helal değil” diyerek bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana’ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. İki farklı tavır karşısında şaşıran adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli’ye de anlattığını ama onun ineği kabul etmediğini söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar.

Hz. Mevlana şöyle konuşur:

Biz bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz, ama o kabul etmeyebilir

Adam bu yanıta çok şaşırır. Kalkar Hacı Bektaş-ı Veli dergâhına tekrar gider. Hacı Bektaş-ı Veli’ye durumu anlatır. Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip, bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli’ye sorar.

Hacı Bektaş-ı Veli de şöyle cevap verir:

”Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir, ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir”

Bir özlü sözle, bir hikâyeyle, bir şiirle, hatta bir resimle çok insanın değiştiğine tanık oldum. Derdim güzellikleri paylaşmak olacak.

Ha sahi İNSANLIK NE YANA DÜŞER BE USTA?!!

 

 

 

 

 

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.