Şimdi mısralar kendilerini yakacaklar, Akif’in toprağının başucunda… Ayaklanıp, onun şiirine gönül vermiş okurların kalbini tutuşturacaklar… Akif bu, yokluğu devirecek kadar güçlü yazan vatan şairi… Elbet vatan, aşk, ölüm, doğum kadar vardı kendisi de… Bir kuytuda, İstiklal için kalbini yaktı; o böyle güzel yakmasaydı kalbini, bugün böyle güzel yaşar mıydı hiç?! Birileri onun adından yola çıktı, birileri onu yazarak kendine yol açtı, birileri vatan denilince dönüp ona baktı; en iyi onu gerçek şairler anladı, bir de kalbi hakkıyla yanan okurlar idrak etti şiirlerinin içinde yanan adamı… Mehmet Akif Ersoy’u anlamak onun gibi yanmaktan geçer. Toprağı rahmet, kabri cennet, ebedi âlemi Muhammed Mustafa’ya açılsın… Ve seni anlayamadık hakkıyla ey büyük Mütefekkir… Mehmet Akif Ersoy?
Vefatının 78. yılı kutlu olsun….
Müthiş Şair Mehmet Akif Ersoy
İddiam odur ki, Cumhuriyet’ten bu yana en yaygın kitap “Safahat”dır. Bu onun milletimizin şairi olduğunu gösterir. Bir sanatkârı halk iki sebepten benimser; biri anlaşılır bir lisanla yazması diğeri ise milletinin dertlerini özlemlerini dile getirmesidir. Yani sevilmesi ve etkisi yaşantısıyla doğru orantılıdır. Bir insanın büyük olmasının en önemli özelliği inançlarına sarsılmaz bir şekilde bağlanmasıdır. Lekesiz bir hayatı olan M. Akif’in fikirlerinde gelişme görmek mümkündür; fakat sapma kesinlikle söz konusu değildir. Zaten bunun için en büyük şiirinin hayatı olduğu söylenmiştir. Kuvvetlilerin tavrına göre hayatını belirlemez, toplumun dalkavukluğunu kesinlikle yapmaz, devirlere göre değişmez, ortama uymaz ortamı kendine uydurmaya çalışır, mücadele eder. Şu dizeler onun ahlakının derecesini göstermez mi?!:
” Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hatta boğarım!..
– Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…
İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?
KISACIK ANEKDOTLAR
Velhasıl M. Akif’ten çileli geçen şu kısacık anekdotları aktarırken aklıma bizlerinse teknolojinin geliştikçe, geçmişimize uzaklaşmanın, ilişkilerin, dostlukların, sevgilerin sığlaştığını görmenin ürkütücülüğü sardı beni. Bir dosta mektup yazmanın o müthiş hazzını, mailler neden vermez? Karşılıklı bilye(misket) oynamanın, çelik-çomak oynamanın, saklambaç oynamanın, birdirbir oynamanın tadını bir playstation oyunu veya bir bilgisayarda strateji oyunu sizce ne kadar veriyor? Ailece beraber güle oynaya bir sabah kahvaltısı veya bir akşam yemeğinin lezzetini fast food da bulabiliyor musunuz? Gittikçe bencilleşiyor muyuz ne? Tüm suç teknolojinin getirdiği kolaylıkta mı?, boş vermişliğimizde mi?, Yetiştirilişimizde mi? Yoksa Hepsi Hikaye Geç Bunları mı demek lazım? Bugünlerde bir hal oldu bizlere… Evet bugünlerde bir haller oldu bizlere… Tanıdıklar çoğaldı, dostlar eksildi. Çabalar arttı, mutluluklar azaldı. Bilgisayar ağları kuruyoruz, bilgi otoyolları inşa ediyoruz, kendi aramızda iletişimde zorlanıyoruz. “Dünya barışı” der, silahlanırız! Daha mutlu olmak için somurtarak çalışırız bugünlerde. Eve çift maaşın girdiği, çiftlerin boşandığı… Güzel evlerin yuva olamadığı… Kısa seyahatlerin, kağıt mendil gibi ilişkilerin. Yıka çık gönüllerin. Kilo dertlerinin ve her derde deva vitaminlerin… Vitrinlerin dolu gönüllerin boş olduğu günlerde yaşıyoruz bugünlerde. Şimdi yaşadığımız zamanla Mehmet Akif in hayatta gösterdiği hassasiyeti bizler neden gösteremiyoruz desem ne dersiniz değerli okuyucular?!
MİTHAT CEMAL’İN SÖZLERİ
Mithat Cemal, Mehmet Akif Ersoy’un dostlarına davranış ve hareketlerinden bahsederken “Dostunu, sevmek kelimesinin noksansız olarak seviyordu. Öldüğü zaman, düştüğü zaman, dünya aleyhine döndüğü zaman, yanında olmadığı vakit ve sevmeyenlerin yanında olsa bile” diyordu. Dost insan için bir gıdadır, gözlerine fer, dizlerine derman, dertlerine devadır. Mehmet Akif’in müskirattan (Yenilmesi ve içilmesiyle insana sarhoşluk veren şey) vazgeçemeyen Neyzen Tevfik’in üzerine titremesidir dostluk… Ferid Bey için evini Beylerbeyi’ne taşımasıdır … Dostlarına yakın olabilmek, sohbetleri için, lazım olduğunda yardımına koşması için oturmadığı semt kalmamasıdır dostluk… Zaman zaman binlerce kilometre uzaktaki İkbal ile beraber gözyaşı dökmesidir, aynı ızdırabı yüreğinde hissetmesidir dostluk… Bir veteriner hekim olmasından dolayı, memleketini ve yüzünü görmediği, cebinde fotoğrafını taşıdığı Pastör’e saygı duyması, o zamanlar yakın olmanın tehlikeli görüldüğü Namık Kemal’i her platformda övüp gıpta etmesidir Milli Şarimiz Mehmet Akif’in dostluğu… Bakın zihnimizi hizaya getiren, M. Akif’in dostluk ilişkilerine verdiği önemin inanılmaz boyutlarını Emin Erişirgil’in anlattığı bir hatırayı da paylaşmadan yapamayacağım:
NE CEVAP VERECEĞİM?
Bir gün canı oldukça sıkılmış bir şekilde gelen Mehmet Akif, herkeste bir endişe uyandırır. Israrlara rağmen konuşmamakta, sorulara cevap vermemekte, huzursuzluğu, sıkıntısı giderek artmaktadır. Çok sevdiği, kendisine “amca” dediği arkadaşının kızı Süheyla Hanım’ı kıramayacak ve şu ibretlik sözlerle insanlığa ışık tutacaktır;”Halide Edib Hanım beni görmek ve İstiklal Marşı’ndan dolayı tebrik eylemek istemiştir. Hâlbuki evvelki akşam tekke odasına gelen birtakım adamlar bu hanım aleyhine bir sürü laflar söylediler de onları susturmak vazifem iken yapamadım. Şimdi ben ahlakça o hanımın çok dununda bir mevkie düştüm. O bana gelip de ; “Ne güzel yazmışsınız!” deyince ne cevap vereceğim?”
SÖZÜNÜ TUTARDI
Dostu Mithat Cemal Kuntay anlatıyor:” Meşrutiyet’in ilk seneleri, bir Cuma günü, adam boyu kar yağdı. O gün araba, tramvay, şimendifer ve vapur çalışmıyordu… Çapa’daki bizim eve o gün sütçü, ekmekçi gibi adamlar bile gelmedi. Öğle yemeğinden sonra biz hala ekmekçiyi beklerken nihayet kapı çalındı, fakat… Akif Bey gelmişti! Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım. Nasıl geldiğini merak ettim. Beylerbeyi’nden nasılsa Beşiktaş’a vapur işlemişti. Beşiktaş’tan Çapa’ya bu havada bu karda, bu tipide yaya yürünülen mesafeye ben şaştıkça Akif’te benim hayretime şaşıyordu. “Gelmemem için kar, tipi kafi değil, vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.
HABERLER
2 gün önceHABERLER
2 gün önceKÖŞE YAZARLARI
6 gün önceKÖŞE YAZARLARI
11 gün önceKÖŞE YAZARLARI
17 gün önce