DOLAR 32,2034 0%
EURO 35,0682 0.15%
ALTIN 2.523,700,94
BITCOIN 2141699-0.95403%
İzmir
26°

AZ BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Makedonya’da Balballar, İskitler-Türkler

ABONE OL
08/12/2011 22:00
0

BEĞENDİM

ABONE OL

makedonya1Balkanlardaki Müslümanlar için Hıristiyanların genel anlayışı “sizler Slav’sınız, ancak Türkler gelerek sizi Müslüman yaptı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Tekrar aslınıza dönmeniz gerekiyor” tezi üzerine kuruludur. Bu bağlamda Makedonya’da İslam ve Hıristiyanlık üzerinden yapılan kültürel bir mücadelenin yaşandığını neredeyse her alanda görmek mümkündür. Mesela Üsküp’te bir dağın en yüksek yerine altmış metre yüksekliğinde devasa bir haç yapılmış. Balkanlarda Türk izlerini araştırırken elbette İslam kültürü ve Osmanlı devleti önemlidir. Ancak Türklerin Osmanlı’dan önce Balkanlardaki varlığını ortaya koymak, ayrıca Hıristiyanların yukarıdaki iddialarına cevap verebilmek için İslam öncesi Türk izlerini araştırmak gerekiyor. Bu süreçte Balkanlar’daki Türk maddi kültür unsurları son derece önemlidir. Bundan dolayı bu makalede Üsküp ve Kumanova müzelerindeki Balballar’dan hareketle, Makedonya’da Türk varlığı hakkında farklı bir yaklaşımda bulanacağız. Üsküp merkezinde Türkçe neredeyse Müslümanların ortak dilidir. Ancak Türk ve Müslüman olupta Türkçe bilmeyen ya da çok az bilenler de var. Mesela Kumanova yolculuğumda benimle seyahat eden bir arkadaş “Ben Türküm ama Türkçe bilmiyorum” derken, Arnavut asıllı şoförle Türkçe sohbet etmek mümkün olmuştu. Aslında Makedonya’da siyasal kimliğin belirlenmesinde din birinci derecede önemli görülüyor. Çünkü mezarlar ve ibadet haneler ortak olduğu için cami ve mezar etrafında buluşan insanlar süreç içerisinde ortak bir kimlik meydana getirmiş. Bu bağlamda Müslüman mezarlarında Türk bayrağındaki ay yıldız arması ve Arnavutların milli sembolü çift başlı kartal işaretlerini bolca görmek mümkündür. Ancak Makedonya kültürünü anlamak için din faktörü tek başına yeterli olmuyor. Aslında sosyo-kültürel bir konuyu tek faktörle ya da tek bir bilimin bakış açısıyla açıklamak yetersiz ve eksik kalmaya mahkûmdur. Bu nedenle Makedonya gibi ülke ya da bölgelerde kültür tarihi, kültür sosyolojisi, tarih vb. araştırma yapanların yer adları, etnografya ve arkeoloji gibi alanların bulgularından faydalanmaları ve onları dikkate almaları gerekiyor.

 

KUMONOVA’NIN ADI

 

Konu hakkında aşağıdaki iki örnek ilgililere yardımcı olacak özelliktedir:

Kumanova şehrinin adının nereden geldiğini bazı insanlara sorduğumda ne Üsküp ne de Kumanova’da bir bilgiye ulaşamadım. Kumanova’da bana rehberlik yapan arkadaşlara Kumanlar hakkında bilgi verdikten ve şehir mezarlığında araştırma yaptıktan sonra araştırmalarımızı derinleştirmek üzere Kumanova Arkeoloji Müzesi’ne gittik. Kumanlar hakkında verdiğim bilgiden tatmin olmayan, veya daha fazla bilgi veya bilgimi doğrulamak için, Arnavut olduğunu ifade eden rehber arkadaş, müzedeki görevliye Kumanova adının nereden geldiğini sordu. Müze görevlisi, anlattıklarıma Peçenek, Avar ve Hunları da ekleyerek Kumanova ismi ve bölge hakkında detaylı bilgi verdi, bunu şaşkınlıkla dinleyen rehber arkadaş, mahcup bir ifade ile bana teşekkür edip, bilgilendiği için mutlu olduğunu ifade etti. Avrupa’da Türkler ve Balballar Türkiye’de yazılan ve çeviri yapılan bazı önemli eserlerde Türklerin ne zamandan beri ya da ilk defa ne zaman Avrupa’da görüldüklerine dair fikirler beyan edilirken, Balballar, dokuma örnekleri ve dokumalarda kullanılan damgalar, askeri araçgereçler, takılar, at kuşamları gibi maddi kültür unsurları tarihî belge olarak değerlendirilmemiştir. Oysa bu eserler tarih ve kültür

incelemelerinde tarihi bilgileri değiştirecek kadar önemlidir. Üstelik bu belgelerin yapıcıları ve taşıyıcıları, geleneksel kültürün temsilcisi olan insanlar olduğundan, sosyal etkileşimden en az etkilenen ve içe dönük bir savunma anlayışıyla korunan tarihin altın sayfalarını ifade ederler. Yazılı bir eserde Türklerin Tuna’yı geçişleri 378, Trakya’ya ve Balkanlar’a girişleri 3952, olarak ifade edilmiştir. Bir başka eserde ise Türklerin Avrupa’da ilk defa görülmeleri hakkında özetle şöyle yazılmıştır: 370 yılında ilk defa Avrupa önlerinde görülen Hunlar, 395’de donan Tuna’yı geçerler ve 422’de de Makedonya ve Trakya’yı istila ederler. Bir sempozyumda sunulan “Türklerin Rumeli’ye İlk Geçişleri ve İskan Faaliyetleri” adlı bildirideyse sadece Osmanlılar’dan bahsedilmiştir. Oysa bu isimli bir bildiride Osmanlı’dan en son bahsedilmesi gerekirdi. Çeviri bir başka eserde ise Hun’ların 360-370’lerde gruplar halinde Gü ney Kafkasya’ya akın yaptıklarına dair bilgilere yer verildikten sonra, Attila’dan (D.395-Ö. 453; tahta çıkış tarihi 434) önceki Avrupa’daki Türk varlığı hakkındaki kaynaklarımız yeterli değildir ifadesi kullanılmıştır. Yukarıdaki görüşlerin aksine Macar Türkolog Rasonyi, “Romalılar’ın Hunlardan çok eskiden beri, yardımcı taburlar sağlamak istemelerini, tabii görmek gerekir. Hunlar 380 sıralarında Pannonia’dadırlar.**

 

HUNLARIN SİLAHLARI

 

Viyana civarında mesela Simmering ve Carnuntum harabeleri arasında yapılan kazılarda, Hunlar’a ait olması gereken kafatasları ve silahlar ile Doğu Asya yay tipleri bulunmuştur”4 der. Ra sonyi, Macar arkeolog Abdras Alföldi’ye de atıf yaparak, “Batı Roma İmparatorluğu’nun tekmil sev kulceyş*** kavrayışı 400’den sonra daha çok Hun yardımcı taburları esasına göre kurulmuştur” 5 ifadesini kullanır. Kumanova müzesinde insan şeklinde yapılmış bir, Üsküp müzesinde ise üç mezar taşı bulunmaktadır. Kumanova Müzesi’ndekinin tarihi belirtilmemiş. Üsküp Müzesi’ndekiler ise Vardar Bölgesi’nden getirilmiş olup tanıtım yazılarında “insan biçiminde mezar taşı” (Yani çok bilinen adıyla Balbal ya da stel-stela yazılmamıştır) ve M.S. 3. yy. yazıyor. Bunlardan ikisi Prilep şehrinin Dunje ve Kalen köyünde diğeri ise Tikveş Gölü’nün kuzeyindeki Kavadarci şehrinin Gorna Boshava köyünde bulunmuş.**** Mezar taşlarını tanıtan yazıda, mezar taşlarının hangi halka ait olduğu belirtilmemiş. Ancak konu hakkında araştırma yapan uzmanlara göre bu tip mezar taşlarının M. Ö. IV. bin yıldan beri bilindiği, coğrafi kaynağının Altaylar ile Kuzey Moğolistan olduğu ve ilk örneklerinden günümüze kadar Türk kültür coğrafyasında görüldüğü bilinmekte ve yazılmaktadır. Dolayısıyla Üsküp ve Kumanova’daki Balbal tarzı mezar taşları Türklerin İslam öncesinden hatta Hunlardan önce Avrupa’da olduklarının habercisidirler. Çünkü tarih araştırmaları Hunlar’dan önce İskitleri belirttiği ayrıca her iki halkın da aynı kültürün taşıyıcıları ve meydana getiricileri olduğu için Üsküp Müzesi’ndeki Balballar’ın İskitler’den kalma olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ayrıca yapılan araştırmalarda Hunlar ile İskitler arasında başka bir halkın varlığı ifade edilemediğinden hareketle, söz konusu balbalların, Balbal kültürünü de dikkate alarak İskitler’e ait olduğunu söylemek gerekir. Yani Balballar’ın Orta Asya kaynaklı olduğu, Hunlar’ında 380’li yıllarda Balkanlar’da göründüğü için Üsküp Müzesi’ndeki MS 3. yüzyıla ait Balballar’ın Hunlar’dan daha önce Avrupa’ya gelmiş olan atlı bozkırlı halklara aittir. Bu halk ise tarihi kaynakların ifade ettiği İskitler’dir.

İSKİTLER, KUMANLAR, FARSLAR VE TÜRKLER

“Macaristan’da ilk defa tanınan atlı halk İskitler’dir. Milattan önce VII. asırdan itibaren Karadeniz sahillerinde ve ondan sonra Macar Ovası’nda da görülür”. Bilindiği gibi İskitler atlı göçebe halkaların önemli temsilcileridir. Ayrıca bazı eserlerde İskitler İranî yani Fars kavimlerinden kabul edilmektedir. Oysa İskit maddi kültürü, yaşadıkları coğrafya ile gelenek ve görenekleri Farslarla örtüşmemektedir. Mesela İskitler Türkler gibi kımız içerken Farslar içmez. Farslar maddi eserlerinde asimetrik, İskitler ise Türkler gibi simetrik şekiller kullanırlar. Rasonyi’ye göre “Atlı göçebe halklar malzemesinin en çok bulunduğu yerler, Karpat Havzası, Karadeniz’in kuzey ve kuzeydoğu sahil yönü ve komşu çevresi, bilhassa Kırım yarım adası, Kuban’ın aşağı merası, kuzeye uzanmış Perm çevresi, Minusinsk Havzası, ayrıca Kuzey Moğolistan’dır”. Bu görüşün doğruluğunu test edebilmek için saha araştırmaları yaparak hazırladığım ve çok sayıda görsel malzeme olan internet  adresinde araştırma yaparak, İskit, Fars ve Türk maddi kültür unsurlarını karşılaştırmanın mümkün olduğunu belirtmek isterim. Aşağıda görüşlerine yer verdiğimiz Grankov’un eserinden aldığım ve yanda görülen Balbal tarzındaki mezar taşını Balkanlar’dan Sibirya’ya kadar olan Türk kültür coğrafyasında görmek mümkün. Oysa İran yani Fars kültür dairesinde hatta daha genel ifade edersek Hint-Avrupa dil grubuna mensup kadim halklarda ise görmek mümkün değildir. Dolayısıyla kültür tarihinde son derece önemli olan, ölüm, doğum ve evlilik geleneğinin kültürlerde belirleyici özelliği olduğunu dikkate alarak,İskit-Türk geleneği olan Balbal mezar taşlarının kültür tarihindeki belirleyici özelliğini görmezden gelmek mümkün değildir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bazı araştırmacılar “İskit-Saka, yani İranî halklarla ilişkilendirilir. Sakalar Orta Asya bozkırlarıyla sınırlı değillerdi. Henüz tam kestirilemeyen bir tarihte, belki M.Ö ilk yüzyıllarda İran’a girdiler ve Eski Farsça’da Zranka denilen bölgeye yerleştiler… Bunlar Karadeniz bozkır bölgesinden Altaylar’a ve Doğu Türkistan’a kadar yayılmışlardır… İranî, yani İskit-Saka bozkır göçebe toplumunda Türk göçerlerinkine çok benzeyen yapısal kalıplar görmemize rağmen farklarında olduğu akıldan çıkarılmamalıdır”.

Şüphesiz her kültürde bir takım ortak özellikler ve farklılıkların olması doğaldır. Ancak bu farklılıklar ve ortaklıklar kültürün belirleyici yapısında varsa, kültür tarihi çalışmalarında bunların değerlendirilmesi gerekir. Çünkü hiçbir sosyal yapı tesadüflere ya da sık sık değişen sosyokültürel yapıya göre tarih sahnesindeuzun süre var olamazlar. Özellikle iletişim imkânlarının son derece kasıtlı olduğu kadim haklar için bu durumun şartları çok daha ağırdır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Fars kültürü ile İskit kültürü arasında çok belirgin temel farklar vardır. Mesela Balbal ve koçbaşlı mezar taşları Farsların kültür coğrafyasında yokken Türklerin ve İskitlerin kültür coğrafyalarında vardır. Ay rıca neden İskit sanat üslubu ile Fars sanat üslubu arasında çok belirgin farklar var? Bu farklılıklar nasıl izah edilir? Bu ve benzeri soruları İskitleri, Farslarla ilişkilendirenlerin öncelikle cevaplandırması gerekir. İskitleri Farslarla ilişkilendiren Grakov’da “İskitya, ta başından itibaren, coğrafi yerleşim alanı olarak, Ukrayna’nın Tuna ile Don arasındaki bozkır şeridine yerleştirilmektedir.

İskitlerin göçebe kolları M.Ö. IX-VIII. yüzyılında Kuzey Karadeniz bozkırlarında yaşıyorlardı… İskitler’in dilinde onların İran kökenli olduğunu gösteren birçok iz göze çarpmaktadır… Dilciler İskitçeyi İranî bir dil olarak inceledikleri için, İranî dil grubu adı bu şekilde ortaya çıktı. Bu köke mensup tüm diller, göründüğü kadarıyla, Orta Asya’dan ve özellikle Horazim’den yani bu günkü Harezm’den neşet etmiştir. İskitler, Darius’un istilasına kadar Traklar’la, özellikle de onların Tunaboyu civarında yaşayan kabileleriyle çatışmalara girmişlerdi” der. Görüldüğü gibi, Grakov’da Golden gibi aynı tarihi hatalar içindedir. Çünkü günümüz, özellikle de kadim halkları din ya da dile göre tasnif etmek mümkün değildir. Bu konuda seyyahların gözlem ve notlarına bakıldığında aynı klana bağlı insanların farklı dine mensup olduğunu ya da farklı dili kullandığını görmek mümkündür. Yakın bir tarihte Makedonya’ya yaptığımız ve bu makaleyi yazmamıza vesile olan kısa bir gezide de bu tür örnekleri hiçbir araştırma yapmadan sokaklar da gezerek görme imkânımız oldu.

Mesela Arnavut olduğunu söyleyenlerden bazıları Türkçe bildikleri halde, Türk olduğunu söyleyenlerden bazılarının Türkçe bilmediğini, Arnavut yada Makedon olup da Hıristiyan veya Müslüman olduğunu söyleyenlere şahit olduk. Dolayısıyla özellikle kadim hakları araştırırken tek bir faktör üzerinden giderek isimlendirmek, sınıflandırmak ve yorumlamak son derece sakıncalı ve maksatlıdır. İskitlerin önemi Herodot’un eserinde M.Ö. Anadolu’da var olmalarından ve tarihi kayıtlara göre Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya geçen ilk Asyalı kavimlerden olmaları ile bıraktıkları çok zengin kültürel mirastan kaynaklanmaktadır. Bugün Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, genelde yurtdışındaki bilim dünyasında Türklerin “medeniyet”in çok gerisinde olduğu düşünülmekte ve yazılmaktadır. Dolayısıyla İskit kültürel birikimine, Türkler sahip olamazlar! Olsa olsa İskitler İranî yani Farisi’dir. Başka bir tabirle Batılı ve Rus araştırmacılardan bazılarının İskitleri Türk değil de İranî yani Fars halklarından kabul etmeleri “Hint-Avrupa dil” ve “Aryan” yani “Hint-Avrupa Kavimleri” teorilerinin bir sonucudur. Sonuç olarak, her ne kadar bazı araştırmacılar İskitleri, Farisi gösterselerde aslında İskitlerin Farslar’dan çok Türklere yakın olduklarını, hatta doğrudan Türk olduklarını yada atlı-bozkırlı olduklarını gösteren çok sayıda açık deliller vardır. Zaten Batı kayıtlarında İskitler’den sonra doğudan batıya gelen atlı-bozkırlılar için İskit ifadesi kullanılmıştır. Hatta Hunlar için bile İskit denilmiştir. Yani Batı literatüründeki İskit ifadesi, atlı-bozkırlı, konar-göçer halkın karşılığıdır. Makedonya’daki Kumalar konusu ise kısaca şöyledir. Macar Türkolog, Nemeth’e göre “Kuman” kavramı sarımtırak anlamına gelen “ku” ve “kuba” sözlerinden meydana gelmiştir. 1050’den itibaren Kumanlar Doğu Avrupa için tehlike olmaya başladı ve 30 yıl içinde Mançurya’dan Kief’e kadar geniş bir alanda görüldüler. Rasonyi’ye göre de Slav ve La tin kaynaklarında XV. yüzyılda Kuman halk adı olarak, şahıs adı olarak da Balkanlarda yaygın olarak kullanılmakta, Macaristan’da ise yer adları olarak vardır. Ayrıca Kumanlar Macaristan, Bulgaristan, Gürcistan, Roman ya ve Rusya devletinde önemli roller oynamışlardır. Zamanla Kuman kavramı çok defa Kıpçak kavramıyla ifade edilmiş ya da Kuman-Kıpçak tabiri kullanılmıştır. Aslında Kıpçak tabiri, boy adı olmayıp, güney Türkleri’nin genel olarak Oğuz adıyla isimlendirilmesi gibi kuzey Türkleri’nin de belirli bir dönemde Kıpçak adıyla isimlendirilmesi sonucu oluşmuş bir kavramlaştırmadır.

Dipnotlar

*Sosyolog, Marmara Üni. Atatürk Eğitim Fak.

1- Mustafa Aksoy, “Tarihi Kaynak Olarak Et –

nografya Eserleri”, Türkiye Günlüğü Dergisi, Sayı

106, 2011.

2- İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İs –

tanbul, 1983, s. 70.

3- Ali Ahmetbeyoğlu, “Hun Akınları Çağında

Bal kanlar”, Balkanlar El Kitabı (Der. O. Ka ratay; B.

A. Gökdağ), Cilt I, Çorum-Ankara, 2006, s. 69, 71,

73.

– Sezai Sevim, “Türklerin Rumeli’ye İlk Ge çişleri

ve İskan Faaliyetleri”, Balkanlardaki Türk Kültürünün

Dünü Bugünü-Yarını (Uluslar arası Sempozyum 26-28

Ekim 2001), Bursa, 2002, s. 41-49.

– Peter B. Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş

(Çev. O. Karatay), Ankara, 2002, 71-72.

** Günümüzde Macaristan, Avusturya, Hır va tis –

tan, Sırbistan, Slovenya ve Bosna-Hersek sınırları

içe risinde olan bir bölge.

4- Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük (Çev: H. Z.

Koşay), Ankara, 1996, s. 69.

*** Silahlı kuvvetlerin harekâtını düzenleme sa –

natı; strateji (Y. Çağbayır, Ötüken Türkçe Söz lük,

Cilt IV, s. 4176).

5- Laszlo Rasonyi, a.g.e., s. 69.

**** Bu makalede kullanılan Grakov’ın fo toğ –

rafları hariç, diğerleri Mustafa Aksoy’a aittir.

6- Mustafa Aksoy, “Milattan Önce Ana do lu’da

Türk İzleri”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sayı

292, 2011.

7- Laszlo Rasonyi, Doğu Avrupa’da Türklük

(Haz: Y. Gedikli), İstanbul, 2006, s. 41.

8- Mustafa Aksoy, “Türkler’de At ve Kımız Kül –

türü”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sayı 142,

1998.

9- Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük (Çev: H. Z.

Ko şay), Ankara, 1996, s. 41.

***** www.mustafaaksoy.com

10-Bakınız: “Mezar Taşları”, http:// www. mustafaaksoy.

com/default. asp ?inc=mzrtas

11- Peter B. Golden, a.g.e., s. 32, 35, 37, 57.

****** Büyük Darius (M.Ö 549-485) Trak ya ve

Makedonya’yı istila eden Pers kralı.

12- B. N. Grakov, İskitler (Çev:A. Batur),

İstanbul, 2008, s. 33, 34, 43, 50, 63.

******* Kiev, Ukrayna’nın şimdiki başkenti.

13- Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük (Çev: H. Z.

Koşay), Ankara, 1996, s. 136, 138.

14- Laszlo Rasonyi, s. 139, 144-14

    En az 10 karakter gerekli
    Tüm Yorumlar (1)
    • Alma Lepirica

      Dear,
      Many thanks for this very good article and research. I am from Bosnia and I am searching for data about my family tree Tikveša. We have the names and dates of our family from 1720 year and upwards. It has been passed orally by my grand grand father that the first settler Ahmed arrived from Macedonia to Počitelj in1720, followed by Jašar-baša. I am about to see turkish defters to try to find the family in Macedonia.
      Many thans for sharing Your research.

      Best regards and good health,

      Alma

      Yanıtla
      +0
      -0