Biz akranlar masalın ne olduğunu yeni yetmelere oranla çok daha iyi bilmekteyiz. O vakitlerde ne cep telefonu, ne internet, ne de sosyal medya yoktu. Televizyon bile tek tüktü. Mahalleye yeni giren televizyonsa mahallecek, yazlık sinema havasında izlenirdi. O günlerde ninelerimizin, dedelerimizin, analarımızın anlattığı, tadına doyamadığımız masallarımız vardı. Binbir Gece ve Keloğlan masalları gibi. O günlerde teknolojinin yerini ballandıra ballandıra anlatılan masallar tutardı. Sözlü geleneğimizin vazgeçilmezi masallar. Anlatılan her bir masalın ibret alınacak, örnek teşkil edecek, insanları bir şekilde ilgilendiren evrensel değerleri ve gerçeğe dair çok önemli mesajları vardı. Doğruluk, dürüstlük, iyilik, güzellik, ahlaklı ve erdemli olmak, yardımseverlik gibi duygular bu mesajların başında gelirdi. Haksızlıklara karşı halkın ve halk içerisinden bir önderin direnmesi ve sonuçta mutlak üstün gelmesi genellikle ana temaydı. Yer, kişi ve zamanın afaki olması insanların rencide edilmeden ders almalarının da en büyük vesilesi idi. Masallarda kötüler ve kötülükler yerilerek bunlardan uzak durulması istenirken iyiler ve iyilikler yüceltilirdi ki, insanlar iyi olsun ve iyilik yapsınlardı. Edebiyatımızda da birçok meşhur yazar çağdaş meseleleri ele alırken dahi masalın büyüleyici ve etkileyici atmosferinden vaz geçememişlerdir. Bende bu haftaki köşemi bir masala ayırarak geçmişi yâd etmek istedim. Haydi buyurun Masal Diyarı’na;
Efendim; bir gün mukallit çobanın biri köylüye ait koyunları otlatmak için sürüsü ile köyünden ayrılmış. Kendi önde sürü arkada düşmüş yollara. Dağları tepeleri bir bir aşmış. En sonunda, yamacında küçük bir köy olan bir yere varmış. Varmış amma çok da yorulmuş. Koyunlarını otlamaya salan bizim dalavereci çoban, nefeslenmek için az ilerideki bir ağacın gölgesine zor atmış kendini. Boylu boyunca uzanmış ağaç gölgesine. Koyunları otlarken boş durmaktansa heybesinden çıkardığı kavalını başlamış çalmaya. Bir süre sonra iyiden iyiye sıkılan aklı evvel çoban kendi kendine söylenirken şöyle demiş, “şu köylülere ne yapsam, nasıl bir oyun oynasam da hoşça vakit geçirsem? Diye düşünüp durmuş. Akabinde ve devamında aklına giren şeytan onu bir türlü rahat bırakmaz olmuş. Bin bir türlü oyun getirmiş aklına. Çoban da, ellerini ovuşturup kıs kıs gülerek oyunlardan birini seçip uygulamaya karar vermiş. Hiç yoktan yere birden bire başlamış bağırmaya, yetişin köylüler! Yetişin! Kurtlar koyunlarıma saldırıyor! Demiş. Der demez de feryadı işiten köylüler işi gücü bırakıp kan revan içerisinde imdada yetişmişler. Telaşla çobanın etrafına doluşu vermişler. Çevreye şöyle bir bakmışlar. Bakmışlar bakmasına, amma velakin etrafta bir şey görmemişler. Ve “Biz kurt murt göremiyoruz” demişler. Bir süre sonrada oyuna geldiklerini anlayınca sert sözlerle çobana çıkışmışlar. Kızgın bir vaziyette çobanın bulunduğu yerden ayrılıp, yorgun argın gerisin geriye köylerinin yolunu tutmuşlar. Hadise karşısında kahkahalara boğulan bizim muzır çobanı şeytan bir türlü rahat bırakmayarak yeniden dürtüklemeye başlamış.
KÖYLÜYÜ ETRAFINA TOPLAMIŞ
Çoban bir kaç kere daha, yalan yere köylüyü etrafına toplamayı başarmış. Her seferinde köy ahalisi daha da sinirli bir vaziyette ayrılmışlar yanından. Çoban, son oyunun da etrafını saran köylüye dönerek, “siz ne enayi insanlarmışsınız. Ben sizin gibi köylü görmedim. Yuh olsun hepinize. Nasıl da inandınız.” Demiş ve basmış kahkahayı. Tüm köylü bir kez daha çok ama çok öfkelenmiş. Boyunlarını bükerek son kez köylerine dönmüşler. Aradan geçen bir kaç gün sonrasında çoban yine aynı aynı yamaca gelmiş. Koyunlarını yeniden otlamaya salmış. Kendisi de aynı ağacın gölgesine serilip başlamış kavalını üflemeye. Bir ara kulağına kurt ulumalarına benzer seslerin geldiğini işitmiş. Ürpererek seslerin geldiği yöne endişeyle baktığında bir de ne görsün ki, bir kurt sürüsü hızla kendisine doğru yaklaşmakta. Kısa bir süre sonrada çobanın şaşkın ve korku dolu bakışlarının arasında sürüye dalan kurtlar hayvanları bir bir boğazlayıp, öldürmeye başlamışlar. Çoban ne yaptıysa bir türlü kurt sürüsüyle baş edememiş. Avazı çıktığı kadar, yetişin köylüler! Yetişin! Sürüye kurt saldırdı yetişinnn!! Diye yeniden can havliyle bağırmış, bağırmış. Ancak gelen-giden olmamış. Köylü, yeni bir şeytanlık peşinde olduğunu düşündükleri yalancı çobana, öncesinde söylediği yalanlardan ötürü bu kez prim vermemiş. Böylelikle aldanan yalancı çoban olmuş. Hem de çok fena aldanmış. Sonucunda kurtlar, sürüsünün nerdeyse tamamını yemişler. Yalancı çoban ise manzara karşısında oturup hüngür hüngür ağlamış. Olay kulaktan kulağa diğer köylere de yayılınca çobanın itibarı yerle bir olmuş. Hiç kimse bundan böyle sürüsünü yalancı çobana teslim etmemiş. Her şey bununla da kalmamış. Köyüne elinin boş döndüğü gören köylüleri telef olan hayvanlarının bedelini ödemesini istemişler. Yalancı çoban elinde avucunda ne varsa dağıtmış köylülere. Çoğuna da borçlu kalmış. Sonuçta, hem itibarından hem parasından ve hem de maldan mülkten olmuş. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az. Hülasa-i kelam, yalana dair söylenecek daha çok söz var. Birini daha zikredip bu haftaki beraberliğimize son vermek dileğindeyim, “Bir Yalan Tüm Doğruları Götürür.” Sağlıcakla kalın.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce