DOLAR 34,5467 0.18%
EURO 36,0147 -0.62%
ALTIN 3.005,411,48
BITCOIN 34092170.32057%
İzmir
20°

HAFİF YAĞMUR

06:24

SABAHA KALAN SÜRE

237 okunma

Top Yuvarlak (mı acaba ?)

ABONE OL
03/09/2020 00:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Futbol, son zamanlarda gündemimizde farklı bir boyutu ile yer almakta. “6222 sayılı sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair kanun”. Tartışmalar tamamen bu kanun etrafında dönmekte. Hâlbuki Temmuz başından bu yana tartışmalarıyla gündemde olan bu kanun ilk yürürlüğe girdiği 14 Nisan 2011 sonrasında bile bu kadar gürültüye neden olmamıştı. Bilakis kanunun tarafları spor camiasından olumlu eleştiriler almıştı. Hatta ve hatta kanunu kaleme alan komisyonda yer alan TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya,  savcının bu yasayı uygulamaya geçirecek hamleyi yaptığı günlerde yaptığı açıklamasında; “Yasayı meclisten çıkardığımız günlerde yasanın taraflarından yoğun tebrik telefonları aldık” açıklamasında bulunmuştu.

 

 

Konuyu irdelerken taraftar veya siyaset boyutundan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışacağım. Zira kanaatime göre bu durum yorumlamak istediğim sürecin ancak sonucu olabilir. Şöyle ki; yukarıdaki tabloda süper ligin (eskiden adı birinci futbol ligi idi)  yayın gelirlerinin yayıncı kuruluşlara satışlarıyla oluşturulmuş değerinin 1994 yılından, son yapılan ihalenin tarihi olan 2010 yılına dek geçirdiği süreci göstermek istedim. Bu tablo üzerinden de bahsettiğim sürecin ne anlama geldiğini yorumlamaya çalışacağım. Tablodaki rakamlar gösteriyor ki ülkemizde futbolun Yayın değeri sadece son on yıla bakıldığında dahi akıllara zarar bir değere ulaştığını gösteriyor. Sizi yanıltmasın, değerler o dönem için yapılan ihalede ihaleyi alan yayıncı kuruluşun sadece bir yıl için ödediği bedeli ifade ediyor. Örneğin son ihalede ihaleyi alan Çukurova grubunun şirketi Digitürk, tablodaki 321 milyon doların üzerine yüzde 10 Türkiye Futbol Federasyon payı, yüzde 2 organizasyon payı ve yüzde 18 KDV eklendiğinde kasasından 1 milyar 968 milyon dolar gibi astronomik bir rakamı TFF ye ödemiş olacak. Yayın gelirleri havuz sistemi adı verilen yöntemle satılmaya başlandığı 1994 yılından bu yana neredeyse kırk beş – elli katı değer kazanmış olmakta. Rakamlar gerçekten akla zarar.

muratcicek

 

 

 

 

 

 

 

 

Gelelim asıl konuya. Diğer tabloda da, ligimizin değerini Avrupa’nın en büyük liglerinin değerleri ile karşılaştırmasını göstermek istedim. Gururla söylüyorum ki ligimiz Avrupa da en büyük ilk beş lig arasına girmeyi başardı. Bu rakamlara bakınca durum böyle görünüyor. Neredeyse bir iftihar tablosuna bakıyor gibiyiz. Ama dilimizde “kazın ayağı öyle değil”  diyen bir deyim var. Türk futbolunun nereden nereye geldiğini anlatmak için bu tablolara gerek yok aslında. Örneklemeye tabi tutulan yıllar incelendiğinde ülke futbolunda hem kulüpler hem de milli takım seviyesinde bizleri gururlandıracak bir başarı öyküleri bir elin parmaklarını geçmez maalesef. Bugünkü resim ortada. Türk Futbolu, neresinden tutsan lime lime dökülen, tam manasıyla batağa saplanmış ve federasyonu kulüpler birliğini futbolcularını hatta ve hatta yasama – yürütme- yargı üçlüsünü de içine alan bir kaosa dönüşmüş durumda ne yazık ki. Kaostan nasıl çıkacağı ise ayrı bir muamma. Son ihalenin bitiminde konuşan Türkiye Futbol Federasyonu Başkanvekili Lütfü ARIBOĞAN ihalede çıkan rakamı değerlendirirken “gelinen nokta bir son değil bir başlangıçtır, Türk Futbolunun Uluslar arası alanda rekabetçi bir yapıya gelmesi adına yapılacak çok şey var” demişti. Ancak bu yapılamadı. Belki de yapmaya “fırsat olmadı” bilemiyorum. Bildiğim şey; Kulüplerimizin gelirlerini artırmak adına pasta büyütülmüştü. O kadar büyütülmüştü ki pastanın büyüklüğü, futbolla ilgisi olsun olmasın herkesin, öncelikle de futbol dışı unsurların iştahını kabarttı. Para, yayıncı kuruluşun cebinden çıkıp futbol sahasına inemeden çetelerin cebine inmiş. Gerçek bu. Asıl mesele; Pasta bu kadar büyürken ve birilerinin iştahı kabarıp ellerini ovuştururken, yasa yapıcılarının ve Türkiye Futbol Federasyonu yetkililerinin kulüplere aktarılan gelirlerin hoyratça transfer pazarlıklarıyla çarçur edilişine seyirci kalmalarıdır. Seyir zevki için statlara yağmur çamur demeden koşan TV den yayınları izlemek için maddi fedakârlıktan kaçınmayan biz taraftarlar gibi o’nlar da makamlarındaki koltuklarından olup bitenleri izleyerek seyirci kalmasıdır. Peki! Ne yapmaları gerekirdi? Aslıda Avrupa futbolunun patronu UEFA bir şeyler yapmaya başlamış 2013- 2014 yılında futbolda mali fair-play sloganıyla birtakım kuralları uygulamaya koyacağını ilan etmiştir. Üye federasyonlardan da buna uygun bir takım adımlar atmalarını istemişti. 2012 geçiş yılının ardından yılsonu finansal raporlar baz alınarak kulüp gelirleri ve giderleri üzerinde bir takım denetim ve yaptırımlar getirecek bu düzenlemede diğer başlıklar da aşağıda kısaca dile getirilmiştir;

  • Kulüplerin giderleri gelirlerini aşamayacak (En fazla 5 milyon Euro opsiyon tanınacak)
  • Stat gelirleri, yayın hakları, sponsorluklar ve reklam gelirleri, futbolcu satışından gelen paralar, finansal tablolarda hesaba katılacak.
  • Kulüplerin vadesi geçmiş borçları bulunamayacak.
  • Mali genel kurullarda onaylanan bir sonraki dönem bütçesi UEFA’nın da onayına sunulacak
  • Özsermaye eksiye düşemeyecek.
  • Çalışanlara ödenen paralar ve futbolcu maaşları, transfer ücretleri ve primleri toplam gelirin yüzde 70’inden fazla olamayacak.
  • Net borç toplam gelirin yüzde 100’ünü aşamayacak.
  • Her kulübün bir finansal direktörü olacak. Bu kişinin sertifikalı bir mali denetçi olması gerekecek.

Ortada bu kadar büyük paralar vara maalesef bunu kontrol edecek bir mekanizmanın da oluşturulması şart. Anlaşılan o ki Türkiye bu konuda epey hazırlıksız durumda. Bir bizdeki şike soruşturması iddianamesindeki “gramlarla” dağıtıla paralara bakın bir de UEFA’nın Mali Fair Play ile getirmek istediği düzene. Türkçemizde bir başka atasözü daha var  “şeriatın kestiği parmak acımaz” Tüm idarecilerimize sesleniyorum biz kendimiz bu işin içinden çıkacak radikal adımları atamazsak birileri gelir dışarıdan bizim adımıza kararlar alır uygulanmasını ister ve gider. Kötü yönetilen şirketlerin sonu da böyle değil midir? Değerlerine sahip çıkıp rasyonel yönetilemeyen şirket bir süre sonra yargı yoluyla atanan kayyumlar yönetilmeye başlar. Biz en azından sporda ve futbolda bu duruma gelmeyelim. Sporun her aşamasında olimpiyat ruhunu yerleştirelim ve yaşatalım. Bunu istemeye bir futbolsever olarak biraz hakkım olmalı diye düşünüyorum. Ne dersiniz? Başarmamız için hala zamanımız var.

 

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP