DOLAR 32,2079 0.01%
EURO 35,0476 0.07%
ALTIN 2.511,000,42
BITCOIN 21939761.95486%
İzmir
30°

AZ BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Şu bizim “açılım” sorunsalımız…

ABONE OL
03/09/2020 00:55
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Açılım yapmak”, yakın tarihimize ilişkin garip bir gelenektir. Neredeyse iki yüz senedir ne zaman memleketin ekonomisi duvara toslasa, devlet büyüklerimiz hemen yabancıların verdiği akıllara tav olup yeni bir açılım yapıverirler.

Misal, 1839 kışına girerken memlekette işler arapsaçına dönmüştü. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Nizip’te Osmanlı Ordusunu perişan etmiş, koskoca Osmanlı donanması Mısır’a kaçırılmıştı. Mehmet Ali Paşa’nın ikinci bir hamle ile İstanbul’a yürüyüp devleti ele geçirmesinin önünde tek mani, bir süredir Osmanlı üzerinde devam etmekte olan Rus himayesi idi. Osmanlı’nın Rus hegemonyasına girmesinden hoşnutsuz olan batılı güçler, isyancı Mısır Valisi’ni destekliyorlardı. Osmanlı’nın elinde ciddi bir ordu kalmamıştı, üstelik Padişah II. Mahmut kısa bir süre önce vefat etmiş ve yerine geçen oğlu Abdülmecit kucağında büyük bir sıkıntı ile tahta oturmuştu.

Çaresiz Osmanlı devlet erkânı, batılı büyükelçilerin telkinine uymak zorunda kaldı. 3 Kasım 1839’da Osmanlı tarihinin ilk “açılım politikası” Gülhane Parkı’nda okunarak ilan edildi. Tarihe “Tanzimat Fermanı” olarak geçen bu olay, eğer tarihçi dostlarımız beni bağışlar ise kanaatimce Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış beyanıdır. Çünkü bu tarihe kadar kendilerini Cihan Hükümdarı olarak kabul eden ve hem kendi halkına hem de komşu devletlere karşı bu kabul ile muamele eden Osmanlı Padişahları, bir takım yetkilerini bu ferman ile devretmeye rıza göstermişlerdir. Osmanlı topraklarında artık batılı ülkelerdeki anlayışla hazırlanan kanunlar geçerli olmaya başlayacaktır. Gayrimüslim vatandaşlar, “eşit” muamele göreceklerdir. Ancak bu nasıl bir eşitlikse, bu tarihten sonra Osmanlı topraklarında sermaye yapısı hızla el değiştirecek, Müslümanların elinden kayan sermaye Yahudi ve Hıristiyan azınlıkların cüzdanlarını şişirecektir. Bu da yetmezmiş gibi birçok batılı tüccar, Selanik, İstanbul ve İzmir gibi önemli kentlere yerleşmeye başlayacak ve ülkede ilk kez “yabancı sermaye hareketi” görülecektir.

Tanzimat fermanı ile verilen tavizler, Osmanlı’yı düştüğü dar boğazdan geçici olarak kurtaracaktır. Mısır’daki isyankâr vali, batılı devletlerin desteğini yitirince 1833’te Osmanlı devleti ile bir anlaşma yapmaya rıza gösterecek, iç sıkıntının ortadan kalkması ile Rus baskısı da ortadan kalkacaktır. Bunun yerine, ülke içerden gayrimüslim azınlıklar, dışardan ise İngiltere ve Fransa’nın tesirine girecektir.

Hep düşünmüşümdür, Osmanlı Devleti kendi iç sorununu çözebilmiş olsa ve Mısır meselesini halledebilse ne olurdu acaba? Tanzimat’tan sonra batılı güçlerin eksenine giren Osmanlı Devleti, bunun yerine o dönemde yakın komşusu Ruslar ile diplomatik ilişkilerini geliştirmiş olsa, Rusların sıcak denize inme politikalarına ekonomik manada izin verse tarih başka bir mecraya akar mıydı? Osmanlı ile müttefik olan Rusya, Kırım ve Balkanlar’da güç harcamak yerine batılı düşmanları ile mücadele etmeyi tercih etmez miydi?

Yeri gelmişken Rus faşist lider Jirinovski’nin geçtiğimiz günlerde gazetelere düşen “Rusya, Osmanlı ile didişmektense Batılı düşmanları ile mücadele etmediği için çok şey kaybetmiştir” manasındaki demecini de hatırlamak lazım.

Her neyse, Osmanlı Devleti, çok geçmeden 1856’da ikinci bir açılım daha yapmaya mecbur kalacaktır. Kırım Savaşı sebebiyle batılı devletlerin verdiği desteğin karşılığında, bir başka kış günü Islahat Fermanı’nı ilan etmek zorunda kalır. Islahat Fermanının neredeyse tüm maddeleri, gayrimüslim ahaliye tanınan haklarla ilgilidir.

Tanzimat Fermanı’nın neredeyse sloganı olarak anılan “bundan böyle gâvura gâvur denmeyecektir” sözü belli ki artık batılı dostlarımızı artık tatmin etmemektedir. Osmanlı’daki gayrimüslim ahali artık pek çok yeni ekonomik, kültürel ve siyasi hak elde etmiştir.

Ne var ki çok geçmez, 1876’da gül gibi bir açılım daha yapmak zorunda kalır Osmanlı… Bu defa, ülkede iç karışıklıklar alabildiğine sürerken tahta geçen Abdülhamit açılıma mecbur kalacaktır. O günlerde Çarlık Rusya’sı Osmanlı’ya bir ültimatom vermiş, Batılı devletler ise kendi aralarında Balkan Meselesini hem de İstanbul’da tartıştıkları bir konferans düzenleme cüretini kendilerinde bulmuşlardı. Abdülhamit, yine bir kış günü meşrutiyet ilan ederek üçüncü büyük açılıma imza attı. Meşrutiyetle kurulan mecliste, çok sayıda azınlık temsilcisi yer aldı. Ülkenin geleceği hakkında azınlıkların etkisi iyice arttı.

Nihayet, 1908’de artık can çekişme noktasına gelmeye başlayan Osmanlı Devleti dördüncü bir açılımı, ikinci meşrutiyeti ilan ederek yapar. Sonrası malum, koskoca imparatorluk beşinci açılımını yapamadan sizlere ömür…

Osmanlı’nın mirasçısı olan Türkiye’mizin devlet büyükleri de kendilerine göre irili ufaklı pek çok açılıma imza attılar. Komünizm tehdidinden korunmak ve NATO’ya üye olmak filan derken birçok defa dış dünyanın tesiri ile açılımlar yapan Türkiye, 1980’den beri açılım yapma konusunda daha da bir hızlı bir döneme girdi.

12 Eylül Darbesinin ardından Batıyla ilişkilerimizi rayına sokmak adına dönemin reformist başbakanı Turgut ÖZAL’ın ağzından “değişim” sloganı hiç düşmedi.

Ekonomik krizin derinleştiği bir dönemde koltuğu dolduran Başbayan Tansu ÇİLLER, IMF anlaşmalarıyla paralel olarak Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği Anlaşmasına imza koydu.  

28 Şubat sürecinde zinde güçlerin baskısı altına giren muhafazakâr sağın yine bir ekonomik krizin ardından gelen iktidarında Avrupa Birliği’nin şemsiyesi altına kaçması da bir başka açılımdı.

Şimdi de tüm dünyayı sarsan bir küresel krizin ardından, ABD Başkanı OBAMA’nın Türkiye ziyaretinin ardından nur topu gibi iki açılımımız daha oldu: Önce Azerbaycan’la papaz olmak pahasına ortaya atılan Ermeni Açılımı, şimdi de ne olduğu bir türlü anlaşılamayan Kürt Açılımı…

Azıcık aklı olan herkes, eskiden beri yapay bir Kürt Devleti kurdurmanın hesaplarını yapan ABD’nin Lozan’da yediği golü çıkartabilmek için yeni bir hesap peşinde olduğunu görüyor. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik zaafları fırsat bilerek büyüklerimizi yeni açılımlara zorladıkları aşikâr…

Sizi bilmem ama ben bu olan bitenden dolayı hükümete de çok fazla kızamıyorum. Bugünkü devlet büyüklerimizin içinde bulunduğu koşullar, 1839’da ve 1856’da Abdülmecit’in, 1876 ve 1908’de Abdülhamit’in yaşadıklarından ne yazık ki çok da farklı değil.

Her dönem yeni bir Bilge Kağan, Fatih Sultan Mehmet ya da Mustafa Kemal çıkıp da bizi idare edecek değil ya… Allah sonumuzu hayretsin!

 

 

 

 

    En az 10 karakter gerekli