Ve kalbim Saraybosna’da kaldı
En sona yazmam gereken bu cümleyi en başa yazmakla aslında Saraybosna gezimin bende nasıl bir etki yarattığını anlamışsınızdır. Ve bir kez daha gelmenin özlemi, yaşanılan duyguların tekrarı için en kısa sürede tekrar Saraybosna ziyareti yapmanın isteğiyle ayrıldım bu güzel ülkeden. Ve daha fazla duygusala bağlamadan Saraybosna notlarına başlayalım
Erdem GÜRSES
İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan Saraybosna uçuşu yaklaşık 1 saat sürmekte, sabah 10.55 uçağı ile yola çıktım ve saat 12.20 gibi Saraybosna’daydım. Asya gezimden yeni dönmüştüm ve hala ayaklarım sızlamaktaydı, dile kolay 5 ay boyunca otostopla yollarda Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, İran coğrafyasını adımlamıştım. Ve aklımda olan Balkan seyahatim için İstanbul dönüşünde rota hazırlıklarına başladım. Bu uçuş ile Bosna Hersek, Sırbistan, Makedonya olmak üzere Balkan seyahatim başladı böylece. Güzel bir öğlen havasıydı ve sıcaklık yaklaşık 28 derece. Pasaport kontrol çok kolaydı ve pasaport polisi gülümseyerek –‘Hoşgeldiniz’ dedi. Türk sevgisi ve hoşgörü burada başlamıştı. Saraybosna Havaalanı bayağı ufak ve Saraybosna içine bilmeyenler için sadece taksi ile ulaşım var. Ve taksilerde yaklaşık 20-25 Euro civarında para istiyor yani hafiften bir kazıklama söz konusu. Ben yolların verdiği tecrübe ile etrafımı saran taksici kalabalığından sıyrıldım ve havaalanından ayrıldım yürüyerek, ana meydana geldiğimde cadde de otobüs ve bir tramvay hattının olduğunu gördüm ki bu da Saraybosna’nın her tarafına ulaşımın olduğunu göstermekteydi.
ILICA OTOBÜS İSTASYONU
Yoldan geçenlere otobüs durağını sordum ve yaklaşık 20 dakika soru cevap kısmından sonra ana sonuca ulaştım; evet, havaalanı çıkışında ki havaalanı şehrin dışında, yaklaşık 20 dakika yürüdükten sonra Ilıca otobüs istasyonuna geliyorsunuz. İşte burası tüm Saraybosna için ana ulaşımın olduğu merkez istasyon ve burada yine tüm Saraybosna’yı başından sonuna tek bir bilet ile gezebileceğiniz ana tramvay hattının başlangıç ve bitiş istasyonu. Saraybosna tarihi mahallesi olan Başçarşı’dan başlayıp, Ilıca istasyonu olan bitiş noktasına kadar tek bir hat üzerinde tüm şehri tek bir tramvay bileti ile gezebilir, yürümek isterseniz bu ana hattı yaklaşık 4 saat gibi bir sürede yürüyebilirsiniz. Genel olarak tüm Saraybosna tarihi ve görülecek yerler Başçarşı’da olduğu için ben de kalacak otel rezervasyonumu tam Başçarşı’nın ortasında olan bir otel olarak seçtim ki sonra bunun nasıl güzel bir karar olduğunu bir kez daha anladım. Ilıca istasyonuna geldiğimde Başçarşı’ya giden tramvayın 3 numaralı tramvay olduğunu öğrendim ki genel olarak tüm Saraybosna halkı tramvay kullanmakta ulaşım için; tramvaya bindim.
Genel olarak tramvaylar çok eski ve bakımsız ama savaştan çıkan bir halk için toparlanma sürecinde yadırgamamak lazım. Aldığınız bileti içerdeki bilet otomatına okutmak lazım ve ineceğiniz durağa kadar bu bileti saklayın, çünkü daha sonra gördüğüm kadarıyla tramvaylara farklı duraklarda sivil görevliler biniyor ve bilet okutmayanları uyarıyor ya da yakalıyor. 3 numaralı tramvay tam son durak olan Başçarşı’da durdu. Seçtiğim otel tam Başçarşı’nın göbeğinde, böylece tüm her yere yürüme mesafesinde, otel kalabalık, çok fazla turist var kalan, Saraybosna’nın turizm potansiyeli buradan bile belli, sırt çantamı bırakıp, bir duş aldıktan sonra kendimi Saraybosna sokaklarına vurdum, 5 dakika yürüme ile tarihi Başçarşı’ya geldim. Burası Saraybosna’nın merkezi konumunda ve tüm gezilecek yerler ana arter olarak burada bulunmakta. 15. yüzyılda Osmanlı tarafından kurulan bu çarşıda Saraybosna’nın sembolü sebil yer almakta. 1753 yılında Mehmet Paşa tarafından yaptırılan sebil tüm Saraybosna halkının ortak buluşma noktası konumunda… Başçarşı özellikle 92 yılındaki Sırpların açtığı savaş sonrasında yok edilmek istenmiş ve yoğun Sırp ateşine maruz kalmış ama yine de onca badireden sonra dimdik ayakta. Saraybosna’da özellikle bu bölgede herkes Türkçe konuşmakta ve etraf tarihi ve gezilmesi gereken Osmanlı mimarisi eserler ve camiler ile dolu. Çarşı içerisinde alışveriş yapılabilecek birçok dükkân, cafe ve ünlü Boşnak böreği ve köftesini yiyebileceğiniz lokantalar ile dolu. Burası adeta canlı bir tarih kokan mahalle. Çarşı çok kalabalık ve adeta turistler akın etmiş durumda. Yolda adımlarken benim gibi gezmeye gelen birçok Türk ile karşılaştım. Hafta sonu için gelen, yıllık iznini burada geçiren birçok Türk, ülkemizin değişik şehirlerinden buraya gelmiş. Adeta ülkemizde hissediyorum kendimi. Saraybosna yeşillikler içinde bir şehir, aslında Bosna Hersek tamamen yeşillikler içinde bir ülke. Yemyeşil vadiler, tepeler, dağ etekleri var ve görsel olarak çok güzel bir izlence yaratıyor. Çarşıda adımlarken her sokaktan kaç kez geçtiğimi hatırlamıyorum bile, her adımlamada farklı bir doku, farklı bir güzellik çıktı karşıma. Her yol, her adım Başçarşı’ya çıkıyor Saraybosna’da.
MİLJACKA NEHRİ
Başçarşı turunu yaparken tam çarşının bitiminde yer alan Hükümet Konağı dikkatimi çekti. 1896 yılında yapılmış tarihi bir eser konumunda. Genelde Saraybosna’yı baştan aşağıya kat edeceğiniz ikinci bir yürüyüş parkuru konumundaki Miljacka nehrinin sağ ayağında bulunuyor. Savaş sırasında yoğun olarak Sırp ateşine ve bombalarına hedef olmuş ve çok zarar görmüş. Şimdi ise yavaş yavaş eski günlerine dönüş sinyali veriyor yapılan tadilatlarla. Saraybosna yapılandırma olarak Miljacka nehri eteklerine kurulmuş. Nehir boyunca iki yakayı birbirine bağlayan birçok köprü bulunmakta ama en ünlüsü 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan Latin Köprüsü. 1914 yılında Franz Ferdinand ve karısı Sophie tam bu köprü üzerinde Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürüldü ve hemen akabinde 1. Dünya Savaşı başladı. Latin Köprüsü’nün hemen yanında Saraybosna Müzesi var, içeride bu suikast ile alakalı görsel eşyalar sergileniyor, Saraybosna tarihini yansıtan eserlerde var burada. Müzenin dış cephesinde Saraybosna tarihi ile ilgili fotoğrafların yer aldığı bölümler bulunmakta ama içeriye girdiğinizde gerçekten dünya tarihini değiştiren bu suikast ile alakalı materyalleri görünce bambaşka bir duyguya kapılıyor insan. Katedral gerçekten büyük ve içerisi görülmeye değer. 1881 yılında yapılmaya başlanan katedral 1889 yılında bitirilmiş. Saraybosna’daki Hıristiyan halk için çok önemli bir ibadet etme noktası burası.
HÜNKÂR CAMİ
Katedrali dolaştıktan sonra aşağıya nehir yönüne ilerledim. Bu arada sıcak iyice bastırdı. Saraybosna’da muhteşem güzel bir hava eşlik ediyor bana. Nehir kıyısında çok hoş bir görüntü çıktı karşıma; İnat Kuca Restoran. Sahibi otoriteye karşı, isyankar bir adam ve burada bu restoranı işletiyor. İnat Kuca’nın hemen yanında, nehir yakasında yer alan bir cami dikkatimi çekti. Hızlı adımlarla heyecanla gittim camiye. Evet burası Hünkar Camii. 1457’de İsa Bey tarafından Fatih Sultan Mehmet’e armağan olarak yapılmış. 1566 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında son halini almış. Gerçekten farklı bir duygu bu ve çok güzel hissetmesi. Saraybosna tam bir din kardeşliğinin görüldüğü bir şehir. İstanbul gibi kilise ve camiler yan yana, kimse kimseye dininden dolayı karışmıyor ve kardeşçe yaşanıyor burada. Yavaştan yorulduğumu hissettim. Uçaktan indiğimden beri daha mola vermeden şehri adımlamaya başlamıştım. Otele geri döndüm. Şehir merkezine ne kadar yakın bir otel tutarsanız o kadar avantaj sağlarsınız Saraybosna’da. Yürüyerek 5 dakikada otele attım kendimi. Bir duş aldım ve uyudum. Yaklaşık 3 saatlik bir uykudan sonra uyanıp, kendimi dışarıya, Saraybosna gece hayatının ortasına attım. Genel olarak şehrin ana caddesi Ferhadiye ve Zelenih Beretki üzerinde barlar toplanmış vaziyette ve Saraybosna halkı gerçekten gece hayatında uçmuş vaziyette.
İlk gün bile çok zevk aldım bu şehirden. Ve rüyalar âlemine daldım. Sabah uyandım ve hafif bir kahvaltı ardından tekrar yollara düştüm. 2. günüm burada. Yine hemen yanı başımda olan Başçarşı’ya adımladım. Sabah olmasına rağmen çarşı yine kalabalık. Çarşının ortasında yer alan Başçarşı Cami görülmesi gereken bir eser. 1528 yılında Durak Hoca tarafından yaptırılan cami eyvanı ve bahçesi ile insana huzur veren bir yer.
BAŞÇARŞI CAMİİ
Çarşının göbeğinde bulunan Gazi Hüsrev Bey cami ise Saraybosna2nın en önemli Osmanlı eserlerinden birisi. 1531 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmış. Bosna sancak beyi olan Gazi Hüsrev Bey bu cami ile Saraybosna tarihine güzel bir eser kazandırmış.
GAZİ HÜSREV BEY CAMİİ
Hemen ilerde Monica Han gözüme çarpıyor. 1551 yılında yapılan bu han şimdilerde içinde cafeler ve güzel bir meydan ile turistlerin gözbebeği. Bu meydanda oturup soluklanmak ise en güzeli. Monica Han sokağında yer alan Bursa Bezistan ise bizim Kapalıçarşı’nın ufak bir kopyası gibi. İçerde çeşitli dükkânlar ve cafeler bulunmakta. 1551 yılında Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış.
BURSA BEZİSTAN
Bedestenin Ferhadiye caddesine çıkan kapısında ise Taşlıhan kalıntıları bulunmakta. Taşlıhan Osmanlıların Saraybosna’daki en büyük hanlarından biriymiş fakat 1879 yılında çıkan yangınla harap olmuş. Şimdilerde sadece bir kalıntı şeklinde sergileniyor ve açık olan bahçesinde gayet sosyetik ve pahalı ünlü bir otel yer alıyor. Bedestenden tekrar başçarşıya girdim. Bu çarşıyı adım adım dolaşırken her köşede farklı bir eser karşıma çıkıyor.
SAAT KULESİ
Yukarda gördüğünüz Saat Kulesi 17. yüzyılda yaptırılmış ama sonrasında çıkan yangında büyük hasar almış. Şimdilerde eski işlevini sürdürmeye çalışıyor.
Sebil meydanından yolun karşı tarafına geçtim ve yukarda Saraybosna’nın Osmanlılar zamanında yapılan ilk sinagog binasını gördüm. Şimdilerde Bosna Hersek Yahudiler Müzesi olarak adlandırılan bu sinagog 1581 yılında yapılmış. Sinagog’ta hala ibadet yapılmakta ve üst katları müze olarak sergilenmekte.
SİNAGOG
Sinagogtan ayrılıp ana caddeye çıktım. Burası bizim İstiklal Caddesi’nin daha ufak görünümlüsü olan Ferhadiye Caddesi. Genelde mağazalar, yürüyüş noktaları, cafeler hep burada toplanmış. Caddenin tam ortasında dev bir katedral var. “İsa’nın Kalbi” adlı, inşası 1889 yılında tamamlanmış olan Saraybosna Katolik Katedrali. Bu katedralin önü Saraybosna halkı için buluşma noktalarından biri ve çok kalabalık. Genel olarak ardı ardına dizilmiş Cafeler’de insanlar soluklanıyor, içeceklerini içip sohbet ediyorlar.
İSA’NIN KALBİ KATEDRALİ
Ferhadiye Caddesi’nde katedralin tam arkasında ise Gazi Hüsrev Bey Hamamı bulunmakta. Şimdilerde Bosna Enstitüsü olarak görev yapan bu hamam yine 16. yüzyıl Osmanlı mimarisi.
GAZİ HÜSREV BEY HAMAMI
Ferhadiye caddesi boyunca ilerliyorum. Tam caddenin bitişinde Mareşal Tito caddesi ile kesişen noktada bulunan kavşakta gerçekten önemli ve acı dolu yılları hatırlatan bir anıt var. Saraybosna Sonsuz Ateş adındaki bu anıt II. Dünya Savaşı’nda ölen sivil ve askerlerin anısına sonsuza dek yanacak ateş düşüncesi ile yapılmış.1946 yılında ilk ateş yakılmış ve bugüne kadar hiç söndürülmemiş.
Kavşaktan kendimi aşağıya nehir kenarına atıyorum. Nehir kenarından yukarıya doğru ilerlediğimde yine Başçarşı’ya çıkıyor istikamet. Nehir kenarında bulunan yapılar muhteşem. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemi binalar var.
SARAYBOSNA ÜNİVERSİTESİ
Saat 13.00 olmuş bu arada, nehir kenarında yer alan bir cafeye oturdum. Kendime Saraybosna kahvesi söyledim. Saraybosna’da kahve bizde farklı olarak bir cezve içinde sade olarak geliyor. Yanında fincanın içinde 2 adet küp şeker ve bir lokum veriliyor. İçmesi de güzel, verdiği tat da güzel. Yaklaşık 1 saat kadar ağaçların altında cafenin masasında soluklandım. Notlarımı toparladım. Aklımda Mareşal Tito caddesine çıkıp şehrin ana meydanına yürümek var. Yaklaşık 2 saatlik bir tempo olacak ama adımlamak benim işim. Şehir en iyi yürüyerek keşfedilir ve Saraybosna için bu söz tam olarak cuk diye oturmakta. Tamamen yürüyerek, adım adım bu şehri 3-4 gün içinde rahat rahat dolaşabilirsiniz. Nehir kenarında ilerlerken yine her evde bulunan heykeller ve görsel şov beni şaşırtıyor. Gürcistan seyahatimde de bunu yaşamıştım. Evler ne amaçla kullanılırsa kullanılsın dış görselliği muhteşem güzeldi. Saraybosna’da adımlarken her evde, her sokakta binlerce kurşun deliği, top mermilerinin yarattığı yıkımı görüyorsunuz. Halk bunları bilerek kapatmıyor ve lanet olası savaşın acı hatırasını unutmuyor, yeni nesle bunlarla yaşanılan acıyı hatırlatıyor. Tüm bu manzara karşısında adımlarken Ferhadiye Caddesi’nin savaşın lanet hatırasına inat hayat dolu, cıvıl cıvıl atmosferi sarıp sarmalıyor beni. Saraybosna’da her yerde Türkiye reklamları var tatil ile alakalı. Caddede ilerlerken şehrin ana meydanına geliyorum. Burada büyük bir park var ve içerde cafeler, çay ocakları, banklar bulunmakta. Ama ilginç olan şu; burası Osmanlı açıkhava mezarlığı gibi ve gerçekten çok ilginç bir görselliği bulunmakta. Osmanlı izleri her yerde burada, ilk defa böyle bir olayla karşılaşıyorum. Etrafta en ufak bir pislik, şişe, kağıt atığı gibi çöp yok ve burası bir park. Medeniyet mi desem, bilinçli toplum mu desem artık diyip dalıyorum ortama
Kısa bir soluklanma molası verdim burada. Yoldan gelip geçenleri izlemek, Saraybosna hayatını gözlemlemek güzel. Kaldığım yerden adımlamaya başladım. Merkezde yer alan Amerikan Konsolosluğu’nun hemen ilerisinde bulunan bu burgu gökdelen Saraybosna’nın en büyük binası. Şehirde hemen her yerden gözükmekte. Bunun tam karşısında ise Saraybosna merkez otobüs terminali var. Mostar ve diğer şehirlere aynı zamanda Sırbistan’a gidiş için otobüsler bu terminalden kalkmakta. Saraybosna savaşın yıkımını şimdilerde yeni binalar yaparak, şehri modernleştirme çalışmaları içinde. Yine şehirde adımlarken karşıma çıkan ve güzel bir görüntüsü olan Eski Ortodoks Kilisesi. Gerçi içini gezmedim çünkü kapalıydı ama dışarıdan güzel bir kadraj görüntüsü verdi.
YAŞAM TÜNELİ
Bu sabah aynı saatlerde uyandım. Bugün Saraybosna’daki 3.günüm ve her günüm dolu dolu geçti bu şehirde. Bugünkü rotam ise Yaşam Tüneli. Saraybosna havaalanının hemen yanında yer alıyor tünel ve her yıl binlerce yerli yabancı turistin ziyaret akınına uğruyor. Otelden çıkıp yine 3 nolu tramvaya bindim ve son durak olan Ilıca istasyonunda indim. İndiğim son duraktan Tünel’e giden belediye otobüsleri bulunmakta. Otobüs ile yaklaşık 10 dakika sürdü yol. Tünel istasyonunda inip 5 dakika kadar yürüdükten sonra beni heyecanlandıran ama bir o kadarda kalbimi üzüntüden yakan, lanet savaşta Sırp katillerinin uyguladığı soykırımda hayatta kalmak için Bosnalıların açmış olduğu tünel karşıma çıktı.
Yaşam Tüneli, Saraybosna’nın, Sırp kuvvetler tarafından kuşatılması sonucu, kente yiyecek, ilaç, silah sokmak için dönemin Bosna Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşlarının tarafından yapılmış. Kuşatmanın tüm vahşetiyle sürdüğü 1993’te yaklaşık dört ayda yapılmış. 800 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde ve 1,5 metre yüksekliğindeki tüneli, asker ve siviller yapmış. Savaş sırasında günde yaklaşık 4 bin kişinin geçtiği Yaşam Tüneli, Saraybosna’nın kuşatmadan tek çıkış yolu olmuş. Yaklaşık 200 bin insanın öldüğü savaşta 300 bin insanın hayatta kalmasına neden olduğu için adı Yaşam Tüneli. Daha başlangıçta kanım dondu. Ev delik deşik kurşun ve bomba izleri ile doluydu. Tünele, iki katlı bir evin altından girdim. Ev, Kolar ailesine ait. Kolar ailesi, tünel fikri ortaya çıktığında evlerini orduya hibe etmiş. Sida Nine savaş sırasında da yorgun halde tünelden geçen askerlere su ve yemek vermiş, onlara umut kaynağı olmuş. Şimdilerde sadece gelen turistlere ara sıra gözüküp kayboluyor, dile kolay 92 yaşında ve kısa bir süre sohbet ediyor ziyaretçilerle. Benim şansıma ben gittiğimde oradaymış ama dışarıya çıkmadı. İçeri girer girmez önce tünelin nasıl yapıldığı ve Saraybosna kuşatmasının nasıl yaşandığıyla ilgili 30 dakikalık bir belgesel izledim. İçerisi akın akın gelen turistlerle şimdiden dolmaya başladı. Bu belgeselde savaşın nasıl lanet bir şey olduğu, Bosna halkının çaresizliğini acılar içinde izledim. Benim dışımda orada bulunan her milletten insandan gık bile çıkmıyordu, hepimizin boğazları düğümlenmiş, gözleri yaşarmıştı. Sırp askerleri, Saraybosna’yı çevreleyen dağlardan, kuşatma boyunca top ve füzelerle kenti sürekli vurmuşlar. Yaşam Tüneli, savaş sonrasında askeri bölge konumundan çıkınca Kolar ailesi evine geri dönüyor. Şimdi oturdukları üst katı inşa ediyorlar. Bu arada tünelde kullanılan malzemeleri, toprak taşınmasında kullanılan el arabalarını, insanların yiyecek taşıdığı çuval ve sırt çantalarını saklıyorlar. Yıllar sonra Saraybosna Belediyesi bu hayati tünelin müze olması kararını veriyor, Kolar ailesi ile görüşüyor ve onlar da seve seve bu fikre katılıyor. Ortaya bu savaş hatırası çıkıyor. Tünel müze olunca da bu malzemeler sergilenmeye başlanıyor. Müze olduktan sonra tünelin 20 metrelik kısmını sergiliyorlar. Geriye kalan 780 metrelik bölümünü bilerek yıkmış ve kapatmışlar güvenlik sebebiyle çünkü serbest geçişin sağlandığı bu tünelde kontrol zorluğu sebebiyle bu kararı almışlar. Yaşam Tüneli Müzesi’nde savaşta ölenlerin adlarının yazıldığı listeler ile savaş sırasında yaşananları anlatan fotoğrafların yer aldığı, askeri malzemelerin sergilendiği bir oda var. Burada yer alan fotoğraf panosunda ise Kevin Spacey, Michael Moore ve Morgan Freeman gibi pek çok ünlü oyuncu, yazar, düşünür ve devlet başkanlarının burayı ziyaret ettiklerinde çektirdikleri fotoğraflar yer alıyor. Yine alt katta gelen ziyaretçilere savaşın olduğu yıllarda çekilmiş videolar izletiliyor ve Saraybosna halkının nasıl bir vahşete uğradığını gözyaşları içinde izliyorsunuz. Ve müzenin bahçesinde hediyelik eşya satan, tünelin yapımında çalışan, savaş sırasında canı pahasına tünele erzak ve silah taşıyan Edin var. Kolar ailesinin en büyük oğlu. Çok güzel Türkçe konuşuyor, yaklaşık 20 dk sohbet ettik. Bana yaşadıklarını çok kısa bir özetle anlattı ama duyduklarım karşısında boğazım düğümlendi, gözlerimden resmen damlalar aktı. Edin bana ayrılırken hatıra olsun diye ufak bir magnet hediye etti. Hep hatırla bizi- dedi. Yaşadıklarımızı unutmasın Türkiye, biz kardeşiz-dedi. O anda kalbim parçalandı üzüntüden, savaşa içimden sövdüm durdum. Tünelin olduğu bahçe ve karşıda Saraybosna Havaalanı. Tam bu noktadan karşıdaki havaalanının altından geçecek şekilde 800 metrelik bir tünel kazılmış ve resimde gördüğünüz dağ tepelerinde yer alan kurtarılmış bölgeye insanlar geçiş yapmış.
200 BİN İNSAN KATLEDİLDİ
1992’de başlayan savaşta Bosna-Hersek’te 200 bin insan öldü. Saraybosna’ya yapılan saldırılar sonucu 11 bin Saraybosnalı yaşamını yitirdi. Bunlardan 1600’ü çocuktu. Savaş 1995’te Dayton Barış Antlaşması ile bitti. Bosna-Hersek’te ya gençleri ya da yaşlıları görüyorsunuz. Orta kuşağın büyük bölümü savaşta yaşamını yitirmiş. Tünel ziyareti bende derin duygular uyandırdı. 1992 yılı… Daha dün gibi yakın bir zamanda olan bu Sırp vahşetini televizyonlardan izlediğimde 16 yaşındaydım. Evde anneannem ve dedem ağlamıştı. O zaman pek anlam verememiştim ama şimdi bende ağlıyorum, buna rağmen Saraybosna inatla hayata tutunmuş ve her geçen gün savaşın yaralarını daha güçlü sarıyor. Tünel’den çıkınca yine otobüs durağına yürüdüm, hava bayağı sıcak bugün. Otobüse binip yine Ilıca son durakta indim ve vakit kaybetmeden 3 nolu tramvay yaptım. Merkez otobüs terminalinin olduğu Amerikan Konsolosluk durağında indim. Otobüs terminaline gittim çünkü Mostar gezim olacak. Sabah 06.00’da hareket edecek olan otobüse bilet aldım. Sabah erkenden gitmeyi istiyorum çünkü yol otobüsle yaklaşık 2 saat sürüyor. Otobüste nasıl olsa uyurum ve Mostar gezim sabah erkenden, henüz her yer tenha iken başlar düşüncesindeyim. Bu düşüncemde ne kadar haklı olduğumu Mostar bölümünde anlatacağım. Bilet alma işlemi bittikten sonra otele doğru yürümeye başladım. Şehir parkından geçerken Saraybosnalıların park eğlencesi olan satranç maçlarını izledim. Burada halk parklarda bulunan büyük satranç taşlarıyla müsabaka yapmaktalar. Satranç oynayarak gün içinde zamanlarını geçiriyorlar. Harika çünkü beyin sporuyla zinde oluyorlar. Günün yorgunluğu ile bir duş aldım, bir kahve yaptım ve notlarımı yazmaya başladım. Şansıma odada benden başka kimse yok. Dün gece kaldığım odaya 6 İsveçli genç gelmişti. Oda 8 yataklı olduğundan tam bir curcuna içinde geçmişti gece. Onlar gelmeden rahat kafayla notlarımı almak istiyorum. Bu gece dışarıya çıkmayacağım. Erkenden yatıp iyi bir uyku çekmeliyim. Sabah Mostar otobüsüm kalkıyor.
MOSTAR
Sabah 05.00 gibi uyandım. Saraybosna’daki 4. günüm. Sırt çantamı yüklendim ve çıktım. Saraybosna sokakları bomboş, tek tük insan var sokakta, sabah serinliği vuruyor yüzüme.. Fırınlar yeni yeni kepenklerini açıyor. Yaklaşık 35 dakika sürdü merkez otobüs terminali. Burada hiç görmediğim bir sistem ile karşılaştım. Almış olduğumuz biletler iki nüsha. Biletlerde bir barkod var ve otobüslerin kalktığı bölüme geçerken turnikeye o barkodu okutup geçiyorsunuz. Otobüse binince bu sefer 2.nüshayı kontrol ediyor görevli. Otobüs kalabalık ve tam saatinde hareket ediyor. Ben uykuya dalıyorum yine. Oldum olası böyledir bende, otobüs yolculuklarında hep uyurum Saat 09.00 gibi Mostar’a vardım. Vakit kaybetmeden dönüş biletimi aldım. Mostar sokakları bomboş, tenha. En sevdiğim gezi saatleri bunlar. Mostar sokaklarında ilerlerken savaşın vahşi yüzünü bir kez daha görüyorum. Savaşta en ağır yarayı burası almış. Saraybosna’da olduğu gibi savaşın acı yüzünü genç nesile hatırlatmak ve unutturmamak için savaşın izleri silinmemiş.
Sokakta ilerlerken savaş sırasında şehit olan Bosnalılar için yapılan şehitler mezarlığına uğradım. Gerçekten yürek burkan bir görüntüydü… Adımlamaya devam ettim, Mostar eski çarşının olduğu sokak bomboştu ve esnaf daha yeni yeni dükkanlarını açıyordu. Sıcak bir çay molası verdim kısa bir süre. Mola bitince köprüye doğru adımlarım hızlanmaya başladı. Kalbim deli atıyordu, hep içimdeydi, istekti, Mostar Köprüsü’nü görmek ve çok az kalmıştı, saniyeler sonra Mostar Köprüsü karşımdaydı. Bosna Hersek’te barışın sembolü olan ancak Bosna Savaşı sırasında, Hırvat askerlerinin topçu atışlarıyla yıkılan Mostar Köprüsü’nün onarılmasının üzerinden 9 yıl geçmiş. Neretva Nehri’nin iki yakasını birbirine yeniden bağlayan ve Mostar’a can veren görkemli köprü, her yıl yerli ve yabancı binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor. Sabahın erken saati olmasından dolayı henüz köprü yoğunluğu başlamamış. Rahat rahat adımlıyorum köprü üzerinde.
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunan ve Bosna Hersek’te ”barışın sembolü” olarak gösterilen Mostar Köprüsü savaştan sonra onarılmış ve 23 Temmuz 2004’te yeniden açılmış. Neretva Nehri’nden 24 metre yüksekte 30 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde olan Mostar Köprüsü, dönemine göre gelişmiş bir teknolojiyle inşa edildi. Köprü inşaatında 456 kalıp taş kullanıldı. Bosna-Hersek’te başlayan iç savaş sırasında Mostar Köprüsü’ne ilk saldırıyı 1992’de Bosnalı Sırplar düzenledi. 9 Kasım 1993’te, Hırvat topçu atışlarına dayanamayan Mostar Köprüsü, altından akan Neretva Nehri’nin serin sularına gömüldü. Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin’in eseri olan bu tarihi köprünün yıkıldığı anı kaydeden video görüntüsü, dünya kamuoyunda infiale yol açmıştı. Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı merhum Aliya İzzetbegoviç, Mostar Köprüsü’nün yıkılmasına ilişkin, ”O an, insanlıktan nefret ettim” ifadelerini kullanmıştı. Savaş sonrasında İngiliz güçleri yıkılan köprünün yerine geçici bir demir köprü yaptı. Mostar civarındaki diğer köprüler de tahrip edildiğinden, nehrin iki yakasını birleştiren tek yapı olarak bu köprü kaldı. Mostar Köprüsü’ nün eski hâline uygun olarak yeniden inşası çalışmaları (TİKA) UNESCO ve Dünya Bankası’nın desteğiyle 1997’de başladı. Köprünün inşaatını Türk şirketi olan ER-BU üstlendi. Macar ordusundan dalgıçlar orijinal taşları nehir yatağından bulup vinçlerle çıkardı. Suyun içinde bozulmaya uğrayan taşlar yapıda kullanılamadığından orijinal taşların çıkarıldığı günümüzde kapalı olan taş ocağı tekrardan bu iş için açılıp aynı ocaktan çıkarılan taşlar köprünün yapımında kullanıldı. Orijinal modele sadık kalan şirket, köprünün temellerini de sağlamlaştırdı. 30 metre uzunluğundaki, 24 metre yüksekliğindeki köprünün kemerindeki çalışma Haziran 2002’de başladı. Kilit taşı Ağustos 2003’te yerine konuldu. İnşaatı tamamlanan Mostar Köprüsü, aralarında Türkiye’ nin de bulunduğu çok sayıda devletin temsilcilerinin hazır bulunduğu bir törenle, İngiliz Prensi Charles tarafından 23 Temmuz 2004 tarihinde açıldı. Açılışı, çok sayıda televizyon ekibi naklen yayınla seyircilerine ulaştırdı. Mostar Köprüsü, eski Mostar şehriyle birlikte 2005 yılında Dünya Miras Listesi’ne eklendi. Köprünün üstünden Mostarlı gençler belli bir para karşılığı atlıyor nehre. Eskiden sevdikleri kıza cesaret gösterisi için atlanırmış buradan. Devir değişti tabi Köprüden aşağıya bakıyorum, nehir suyu coşkun akıyor. Adımlamaya başlıyorum köprü ayağına doğru. Su buz gibi, ayaklarımı zor tuttum su içinde, gözlerimi diktim köprüye, düşündüm Koca Sinan ve öğrencisi Hayrettin’i..işte buradaydım, hep hayalini kurduğum Mostar Köprüsü’nde… Köprü ayağından tekrar yukarıya çıktım. Burada karşıma 1558 yılında yapılan Mostar’ın en eski köprüsü olan Crooked Köprüsü çıktı. Mimarı bilinmeyen bu köprünün kemeri 8.56 metre genişlik ve 4.15 metre yükseklik ile yarım daire şeklinde yapılmış ve görüntüsü gerçekten muhteşem.
Sokaklar yavaş yavaş dolmaya başladı. Gerçekten akın akın turist gelmekte ve yavaş yavaş sıcak etkisini göstermeye başladı. Adımlamaya devam ettim. Burası da her adımda farklı bir tarih ve eser ile karşılıyor beni. Eski çarşının çıkışında yer alan Eski Katolik kilisesi dev gibi kulesi ile her yerden gözükmekte. İçeriye giriş kapalıydı, bir not falan da yoktu. Gezemedim. Köprüye doğru tekrar yürümeye başladım. Köprü ayağında Eski köprü Müzesi var. Tara Kulesi denilen bir kule var ve ilk etapta bu kuleye çıkarak gezmeye başlıyorum. Kule 3 katlı ve her katta köprünün 2002 yılında yapılan restorasyon çalışması sırasında bulunan arkeolojik bulgular sergileniyor. Yine bu katlarda Mostar Köprüsü’nü yapan Mimar Hayrettin’in hocası Mimar Sinan’a yazdığı mektup ve köprü planlamasının yer aldığı eskizler sergileniyor. En üst katta ise panoramik bir Mostar manzarası var ama pencereler çok ufak olduğu için ve kapalı tabi, zevk verdiği söylenemez bu manzaranın. Müzeden çıktığınızda biletinizi gösterip aşağıda yer altında bulunan ikinci kısımı gezebiliyorsunuz ki asıl önemli görülmesi gereken eserler burada. İkinci kısım, kulenin altında bulunan arkeolojik kalıntıları içeriyor. Bu, taş köprünün inşası ve Eski Köprü’nün temelinden önceki iki tahta köprünün kalıntıları. Son kısım olan üçüncü kısım “Labirent” olarak adlandırılmış. Burada Mostar Köprüsü’nün tank ateşiyle nasıl yıkıldığını ve sonrasında yeniden nasıl yapıldığını gösteren video izlencesi var. Aynı zamanda ilk köprü yapımında kullanılan orijinal taşlar sergilenmekte. Mostar’da ilginç olan bir şey daha var, bunu Gürcistan ve Balkan seyahatimin son noktası olan Makedonya-Üsküp’tede görmüştüm, şehrin her yerinden gözüken dağın tepesindeki dev haç..
MOSTAR’DAKİ DEV HAÇ
Hırvatlar tarafından bölgeye hâkim tepenin üzerine yerleştirilen bu dev haç, ilk zamanlar büyük psikolojik etki yapmış. Özellikle Boşnak gençlerin morallerinin bozulup, çocukların korkmasına yol açmış. Gerçekten de o dağın tepesinden aşağıya yuvarlanacak ve önüne gelen her şeyi yıkıp geçecek gibi görünüyormuş.
Bir gün küçük bir Boşnak kızı babasına haçı gösterip “korkuyorum” demiş:
– Onu bizim tepemize neden koydular? Yine bize saldıracaklar mı? Seni, dedemi, annemi ve beni öldürecekler mi?
Babası, “Olur mu öyle şey” dese de küçüğün korkusu devam etmiş.
Akşam olduğunda baba kızının yanına gitti. Elini tutup, “gel” diyerek evin önüne çıkartmış. Çocuğa gökyüzünü göstermiş.
Küçük kız, göğe doğru baktığında, ay yıldızla karşılaşmış.
Tam da o dev haçın üzerinde duruyormuş. Gecenin karanlığında ışıl ışıl parlıyor ve tarihi Mostar Köprüsü’nü aydınlatıyormuş.
Baba kızına “Ben sana boşuna korktuğunu söylemiştim” demiş:
– Bak sen de gördün. O haçtan çok daha yükseklerde bizim ay yıldızımız var. Pırıl pırıl parlıyor. Korkma artık. Ay yıldız hep orada olacak ve hepimizi koruyacak.
Ve eklemiş:
– Ne kadar büyük yaparlarsa yapsınlar, hiçbir haç ay yıldızın yüksekliğine erişemez ki!..
Küçük kızın korkusu yok olup gitmiş. Mutluluk içinde babasının bacaklarına sarılmış. Kendi kendine nağmeler mırıldanarak eve girmiş.
Yatağına yatıp, o gece her zamankinden daha rahat uyumuş.
Yaşanan bu olay, ertesi gün bütün Mostar’a yayılmış. Artık tepedeki dev haçı gösterenlere, Boşnaklar hep aynı cevabı veriyorlar:
– Bizim ay yıldızımız ondan çok daha yükseklerde. O haç çok küçük kalmış!
KARAGÖZ MEHMET PAŞA CAMİİ
Mostar’da herkes bu cevabı veriyor ve bunu anlatıyor o haçı soranlara. Çok hoşuma gitti bu hikaye ve gerçekten bu haç görüntüsü bile bile özellikle oraya yerleştirilmiş gibi durmakta. 21. yüzyılda bile etnik sınıflandırmalar ve dinsel farklılıklar adı altında çatışmalar yaratmak için birebir duruyor orada. Mostar sokakları iyice kalabalıklaşmaya başladı. Sabah erken gelmenin bir kez daha faydasını gördüm. Bol bol foto çektim, istediğim yerlere uğradım. Mostar ara sokaklarına daldım sonra. Karşıma Karagöz Mehmet Paşa Cami çıktı. 1557 yılında yapılan bu cami şehir merkezinde yer almakta. Balkanlarda bir türlü bitmeyen savaşların acı anılarını, Karagöz Mehmet Paşa Camisi de taşıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda ve 1992 ile 1996 yılları arasındaki son Yugoslavya Savaşı’nda, diğer pek çok tarihi eser gibi ciddi biçimde tahrip olmuş. Caminin minaresi, ana kubbesi ve son cemaat yeri top ateşi altında yıkılmış. Savaşın ardından gerçekleştirilen onarım sonunda büyük ölçüde eski görünümüne kavuşmuş. Tek kubbeli Karagöz Mehmet Paşa Camisi, zengin süslemeleriyle hem Bosna’nın en güzel camilerinden biri, hem de minaresinden Mostar’ın en etkileyici şehir manzaralarından birini sunuyor. Yalnız ilginç olan şu ki caminin avlusu pazar yeri gibi. Dükkanlar var avluda ve hediyelik eşya, elbise falan satıyorlar avluda. Mostar’da gördüğüm en enteresan olay ise camiye girişlerde para almaları yani turistlere bilet satılıyor caminin içini görmeleri için, dünyanın hiçbir yerinde görmedim bunu, aktif olarak dini ibadet yapılan bir yerde bilet satıp ticaret yapmak… Çok ama çok ilginç, düşünsenize Süleymaniye Cami’yi gezeceksiniz, sizden bilet almanız rica ediliyor. Müze olmayan ve cemaat olarak ibadet yapılan müze kapsamında olmayan yerlerden bahsediyorum. Mostar halkı bir şekilde bunu kakmaya çalışıyor millete. Mostar Köprüsü’nü görmüştüm. Sularına ayağımı soktum, adımladım ve dokundum taşlarına… Çok büyük bir mutluluk bu benim için. Ve Saraybosna’da kaldığım şu 4 gün boyunca dolu dolu istediğim planlama doğrultusunda gezdim, adımladım. Otobüs hareket etmeye başladığında fotoğraf makinemi çıkarıp çektiğim fotolara bakmaya başladım. Muhteşem bir şehir, tarih ve coğrafya. Gözlerim kapanmaya başladı şimdiden, otobüste adını bilmediğim bir balkan ezgisi çalıyor, dinlemesi çok zevkli, dalıp gidiyorum uzaklara…
www.erdemgurses.com sitesinden alınmıştır.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
4 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceHABERLER
9 gün önceHABERLER
13 gün önce