Yunanistan ve Arnavutluk arasında deniz yetki alanı belirleme konusu yeniden gündemde ve 2018’in ilk çeyreğinde anlaşmaya ulaşılması hedefleniyor. Yunanistan İyon (Yanya) Denizi’nde de henüz deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması yapmış değil. Ancak hazırlıklarını tamamladığı hidrokarbon arama ihalesine çıkabilmesi için deniz egemenlik bölgelerinin belirlenmesi gerekiyor. Hukuki açıdan Yunanistan petrolü sadece kendi karasuları ve kendi karasuları dışındaki itilaflı olmayan sularda arayabilir. Yunanistan iddiaya göre Mısır ve Libya ve İsrail’le (!) yapacağı Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırma müzakerelerinin son aşamasında emsal olarak kullanmak için de Arnavutluk’la bir an önce anlaşma imzalamak istiyor. Arnavutluk’un da acelesi var çünkü Avrupa Konseyi’nin Balkanlarla ilişkilerini Mart’tan sonra tartışması planlanıyor ve bu konunun Arnavutluk’un AB üyelik müzakerelerini başlatma kararını etkileyeceğine inandırılmış durumda.
Aslında 27 Nisan 2009’da iki yıl süren görüşmeler neticesinde, kıta sahanlığının ve diğer deniz alanlarının sınırlandırılması konulu anlaşma, başbakanlar Berişa ve Karamanlis’in katılımıyla iki dışişleri bakanı Lulzim Başa ve Dora Bakoyanni tarafından imzalanmıştı. Ancak o dönemde ana muhalefette bulunan Sosyalist Parti ulusal çıkarların zarara uğratıldığı gerekçesiyle anlaşmayı Arnavutluk Anayasa Mahkemesi’ne götürmüş; Mahkeme de Şubat 2010’da iptal kararı vermişti. Mahkeme, anlaşmanın yasal süreçlere uyulmadan imzalandığı; 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Üçüncü Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) ve Anayasa’ya aykırı olduğu; içerikte usul ve maddi ihlallerde bulunulduğu hükmüne varmıştı. Mahkemenin eksikliğine işaret ettiği hususlar, deniz yetki paylaşımı anlaşmasının yeniden müzakere edilmesi anlamına gelir. Çünkü BMDHS’de öngörülen farklı sınırlandırma ölçütüne uyabilmesi, anlaşmanın büyük ölçüde değişmesini gerektirir. Ne var ki Yunanistan, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını tanımadığını ilan ederek ve Arnavutluk’a anlaşmaya uyması için baskı uyguladı. Hatta Arnavutluk’un AB’ye katılım ön şartını bu anlaşmayı uygulama zorunluluğuna indirgedi. Anlaşmayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıyan Edi Rama’nın 2013’te iktidara gelmesiyle Yunanistan-Arnavutluk ilişkileri biraz daha gerginleşti. Arnavutluk asıl şoku, Yunanistan Enerji Bakanlığı’nın 2014’te Arnavutluk ve Yunanistan arasındaki denizin 225 bin kilometrekarelik bölgesindeki petrol yataklarını gösteren bir haritayı yayınlamasıyla yaşadı. BP, Exon Mobil, Chevron, Stat Oil gibi uluslararası petrol şirketleri belirlenmiş, yirmi bölgede ihaleye hazırlanılmış, 20 milyar euro da kar bekleniyordu. Ne var ki Yunanistan’ın ihaleye çıkacağı birinci ve dördüncü alanlar Arnavutluk’a ait deniz egemenlik bölgesi içindeydi. Buralar 2009 anlaşmasıyla Yunanistan’a verilmiş bölgelerdi. Arnavutluk protesto notu verdi, gerilim arttı.
Şimdi yeniden müzakereye razı olmuş görünen Yunanistan, 2009 Anlaşması’nın maddelerini şart koşan açıklamalardan geri durmuyor. Dolayısıyla masada olan aslında hala aynı anlaşma.
2009 Anlaşması Neden Uygulanmadı
İptal olunan anlaşma, iki ülke arasındaki deniz sınırını “orta hat” şeklinde ifade edilen eşit uzaklık ilkesine göre belirliyordu. Yunanistan’ın karasularını kıyı şeridinin tabanından itibaren 6 milden 12 mile çıkarma talebini de karşılıyordu. Yine Yunanistan’ın talebine uygun şekilde deniz sınırı da Korfu’nun kuzeyindeki bir bölgeden geçiyordu. Sunulan haritaların tasarım aşamasında olması ve ilgili koordinatları göstermemesi anlaşmanın en önemli teknik eksikliğiydi. Mahkeme, varılan anlaşmanın bazı belirsizlikler içerdiği, sunulan haritaların paylaşımı doğru göstermediği kanısına vardı. Öte yandan burada da ana sorun adalar… Anlaşmada uzlaşıya varılan hususların Yunan adalarından itibaren uygulanacağı dikkate alındığında Arnavutluk’un aslında önemli ölçüde deniz alanından Yunanistan lehine vazgeçtiği görülüyor. Orta hat ölçümü ya da karasuları, Arnavutluk için kıyı toprağından başlarken Yunanistan için Arnavutluk’a en yakın adasından başlıyor. Bahsedilen BMDHS’nin hakkaniyet ilkesine aykırılık da budur. Hatta anlaşmada, “orta hat” metodu uygulanırken de Yunanistan’ın talebine uyularak Ksamil Boğazı’ndaki Barketa (Barchetta) kayası taban çizgisinin belirlenmesinde kullanılmış. Hâlbuki 1982 UA Deniz Hukuku Sözleşmesi 121.maddesinde adalar ve kayalar ayrımı çok net yapılmış; üzerinde insan yaşaması koşulu getirilmiştir. Barketa da gel-gitlerle bir var olan bir kaybolan bir kaya… Yunanistan kendince bu sorunu da Barketa kayasının Korfu Adasıyla takımada oluşturduğu iddiasıyla aşıyor.
Mesele Yunanistan’ın iddiaları değil elbette ama Arnavutluk müzakerecilerinin bunları kabul etmesi, Arnavutluk’a burada 15 metrekarelik bir deniz alanı kaybettirdi. Kıta Sahanlığı da karasuları ölçümünden etkileniyor. Bu durumda karasularının 6 mil yerine 12 mil olması, aslında Arnavutluk’a alan kaybettiriyor. Olan ise Yunanistan’ın deniz egemenlik alanının Arnavutluk’a doğru 6 mil daha genişlemesi. Bu da paylaşımın hakkaniyete ve İyon gibi kapalı bir denizin gerektirdiği “özel koşulların” gözetilmesi ilkesine uygun yapılmadığı anlamına geliyor. Hâlbuki hakkaniyetli bir çözüm için bölgenin coğrafi konfigürasyonunun göz önünde bulundurulması gerekiyordu. Bu çerçevede kararda BMDHS’ne aykırılıktan bahsedilmektedir. Hesaplamalara göre Arnavutluk sahil şeridindeki 1 km.lik bir alanın 10.3 kilometrekare kıta sahanlığı olurken Yunanistan’ın 1 km.lik kıyısının 17.2 kilometrekarelik kıta sahanlığı oluyor. Anlaşmanın BMDHS’nin bazı verilerinin göz ardı edilerek yapılması, Arnavutluk’un 354.4 kilometrekareden fazla deniz alanını kaybetmesine sebep oluyor. Bu şekliyle Arnavutluk’un toplam denizalanı 127 kilometrekareye düşüyor. Örneğin Yunanistan’a ait Erikusa adasının Arnavutluk’a uzaklığının 13 mil olması da uygulansaydı bu anlaşmanın kısa zamanda yeni anlaşmazlıklar doğuracağının da göstergesidir.
Mahkeme’nin gerekçeli kararında vurguladığı hususlardan biri de iki ülke arasında deniz sınırının kara sınırıyla birlikte 27 Ocak 1925 Floransa Protokolü ile belirlenmiş olduğudur. Bugüne dek bu sınıra iki devlet de saygı göstermişti. Buna göre deniz sınırını Korfu yakınındaki Korfu Kanalı belirlemekteydi. Mahkeme, deniz bölgelerini, bunların üzerindeki hava sahası, altındaki deniz yatağı ve toprağıyla bir bütün olarak değerlendirip buralarda Arnavutluk Devletinin tam bir egemenliği olduğunu belirtip Arnavutluk topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu da vurgular.
Anlaşma ile Arnavutluk’un Yunanistan lehine kaybettiği deniz alanının, gerçekleştirilmesi düşünülen bazı önemli enerji projeleri bakımından da göründüğünden daha ciddi bir kayıp olduğu iddia edilmekte. Bunlardan biri “Akdeniz Birliği” ülkeleri için yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi ve Avrupa’ya dağıtımının altyapısını öngören ve Fransa tarafından başlatılan projedir. Projeye göre güç dağıtım ağlarından biri (-Mısır, Akdeniz, Girit rotasından sonra-Yunanistan’dan İtalya’nın güneyine uzanırken) Arnavutluk deniz bölgesindeki Otranto Kanalından geçiyor ve anlaşmada bu bölge Yunanistan’a bırakılmış görünüyor.
Arnavutluk çıkarlarını zedeleyen böyle bir anlaşmanın nasıl ve neden kabul edildiği sorusu önemlidir. Wikileaks belgelerine konu, 2008’de Atina’nın Avrupa ile entegrasyonunu engelleyeceği tehdidiyle Tiran’ı “adil olmayan bir anlaşmayı” kabul etmeye zorladığı ifadeleri ile yer alıyor. Burada galiba AB dışında bir alternatifinin olmaması belirleyici olmuştur. Öte yandan o dönemki Yunan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni’nin tam bir demir-lady olduğunu da hatırlamak gerekir.
Sıkışan Arnavutluk Siyaseti
Arnavutluk siyaseti de bu konu nedeniyle o kadar sıkışmış durumda ki 2009 tarihli anlaşmayı Mahkeme’ye getiren Edi Rama şimdi “Bu uzlaşmazlığı sona erdirmek zorundayız” açıklaması yapıyor. 2009 Anlaşmasını yapan Sali Berisha ise şimdi Edi Rama’yı 1000 metrekarelik deniz alanını Yunanistan’a vermekle suçluyor. İktidar muhalefete, muhalefet iktidara taşınıyor ancak ülkenin deniz egemenliğinin Yunanistan’a devredileceği suçlaması sürüyor. Galiba Arnavut siyasetçilerin emin olduğu tek konu, Yunanistan’ın istediğini alacağı. O zaman iktidarda şimdi muhalefete olan Demokrat Parti, hükümeti deniz sınırında bir satış planlaması yapmakla suçluyor ve uluslararası mahkemeye gidilmesini öneriyor. İktidarı devraldıktan sonra görüşmelerde yer alan yetkililere karşı bu anlaşma nedeniyle soruşturma başlatan Sosyalist Parti, şimdi yeni bir anlaşmaya hazırlanıyor. Belki de anlaşma çoktan yapıldı, usul şartları oluşsun diye müzakere yetkisini yeni istiyor…
Arnavutluk Dışişleri Bakanı Ditmir Bushati ve Yunan mevkidaşı, 2017’de iki ülke arasındaki sorunların çözülmesine ilişkin iki hazırlık toplantısı düzenledi. En eski ve hassas iki sorun ise Çamerya Arnavutları ve deniz sınırının belirlenmesi. Ancak Yunanistan diplomasisini biraz tanıdıysak görüşmeleri kendi ilgisiyle sınırlı tutacağını da tahmin edebiliriz. 14 Şubat’ta Bushati, deniz yetki alanları sınırlandırılması müzakerelerine katılım için Cumhurbaşkanı Ilir Meta’dan yetki istedi. Meta, ek bilgilendirme isteyerek, dış ilişkiler komisyonunu toplantıya çağırarak bir nevi oyalıyor gibi görünüyor. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin önceki anlaşmayı bozma nedenlerinden biri de müzakerelerin Cumhurbaşkanından gizli yürütülmesi ve yetki sorunuydu. Müzakere grubu sadece kıta sahanlığını sınırlandırmak için yetkilendirilmiş ama karasularını da sınırlayarak yetkilerini aşmıştı. Kararda, cumhurbaşkanının, hükümetin ve parlamentonun rollerinin çok net bir şekilde de belirlenmişti. Dolayısıyla bu kez müzakerelerinin her aşaması Arnavutluk Cumhurbaşkanı Ilir Meta’nın onayından geçiyor ve dahası böyle olduğu da basın yoluyla vurgulanmış oluyor. Gerçekten yeni bir anlaşma ortaya çıkar mı bilinmez ancak basının ve kamuoyunun şahitliğinde usul kurallarına riayetin bu kez sağlandığı açık.
Yunanistan Diplomasi Anlayışı
Aslında Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias’ın açıklamaları, müzakerelerin iki yıldır sürdüğü ve anlaşmanın çoktan sağlandığı izlenimi veriyor. Yunan ERTV kanalında yaptığı açıklamada Kotzias, Arnavutluk’un 12 mil karasularını kabul ettiğini, Paskalya’dan önce metnin imzalanabileceğini, Arnavut tarafın Çamerya meselesini de konuşmak istediğini ama kendilerinin buna asla müsaade etmediğini söyledi. Yine Kotzias bir başka açıklamasında Münhasır Ekonomik Bölgede daha önce gerginliğe yol açan 1. ve 2. blokları da Arnavutluk’a bıraktıklarını söyledi. İptal edilen anlaşmada bu bölgeler Yunanistan’a bırakılıyordu yani aslında Yunanistan, zaten Arnavutluk’a ait olan bölgeleri yeni anlaşmada yine Arnavutluk’a veriyor! Demek ki bu konuda ısrar etmeme kararı alınmış. Ancak iddia o ki, bu “almaktan vazgeçiş” Yunan Dışişleri’nden sızdırılan bilgiye göre Türkiye’ye karşı kullanılacak stratejik bir hamle-imiş… Diplomatların neyi kastettiği basında yer almıyor ancak bu herhalde Barketa Kayası’yla ilgilidir. Yani bu anlaşma sayesinde üzerinde herhangi bir devlet uygulaması yapılması mümkün olmayacak bir kayanın deniz sınırını belirlemede esas alınmasının sonradan Türkiye’ye karşı emsal olarak kullanılması “stratejisi” güdülüyor olabilir. Arnavutluk’un 2009’dan bu yana Anlaşma ile ilgili siyaseten tek somut itirazı da bu iki blok. Herhalde Yunanistan bu bölgeden vazgeçmeyi, bir kayayı –kayalık bile değil- karasuları hesabında esas aldırmanın bedeli olarak görmektedir. Öte yandan 12 millik karasularında ısrarın da Türkiye’ye dönük bir hamle girişimi olduğunu söylemek mümkündür.
Meselenin Türkiye’yi ilgilendiren başka bir yönü de var. Yunanistan’a göre Arnavutluk’un Epir’den sürülen Çamerya Arnavutları’nın Yunanistan’a geri dönmesi ve tazminat meselesini gündeme getirmesinin ardında Türkiye var. Aynı şekilde deniz alanları sınırlama anlaşmasına engel olan “Arnavut inadı” da Türkiye tarafından destekleniyor.
Yunanistan dış politikasını takip edenler Yunanistan’ın 2009’da ulaştığı noktadan asla geri adım atmayacağını bilirler. Yunan basınında Edi Rama’dan bahsedilirken “Yunan bölgelerini alan/Yunan bölgelerini talep eden Edi Rama” tanımlamasının kullanılması bile gidişat hakkında fikir veriyor. Çünkü burada “Yunan bölgesi” denilen, zaten Arnavutluk’a ait olan deniz bölgesidir ancak Yunanistan 2009 görüşmelerindeki anlaşma yürürlükteymiş gibi davranıyor. Rama’nın söylediği ise “İyi komşuluk ilişkileri adına ulusal çıkarları ortadan kaldırmaya hazır değiliz”den ibaret. Öğrendiğimiz Yunanistan’ın taleplerini tam karşılamayan hiçbir anlaşmayı imzalamadığıdır. İlk gün ne istemişse masadan kalkarken onu alır ya da alana kadar sorunu masada bırakır.
Hangi Yunanistan’dan bahsediyoruz? İçine düştüğü ekonomik kriz nedeniyle battı, AB’den atılacak, iflas etti denilen Yunanistan’dan… Ancak Yunanistan, “baskın belirleyici” rolünden ve “küstah” açıklamalarından bugünün koşullarında dahi vazgeçmiyor. Arnavutluk-Yunanistan ilişkileri, Makedonya-Yunanistan ilişkilerinden ya da Türkiye-Yunanistan ilişkilerinden farklı değil. Arnavutluk ve Makedonya için AB dışında bir alternatiflerinin olmaması, bu iki ülkenin Yunan taleplerine boyun eğmesine neden oluyor. AB’nin ise hiçbir şekilde hakkaniyetli ve adaletli yaklaşmadığı, arabuluculuk yapmadığı ve Yunanistan’ı tam desteklediği açık. Ne var ki 2009’dakine benzer bir anlaşma da Arnavutluk hükümetinin siyasi intiharı anlamına gelecektir.
Kaynak: Batı Trakya
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
6 gün önceHABERLER
11 gün önce