Kuyumcu Yılmaz Temizocak, fabrikasını üçüncü nesil’e ve emin ellere teslim edince kendini tamamen İzmir ve Karşıyaka’ya adamış birisi. O EXPO, İZKA ve EGEV için savaş veren bir şövalyedir artık.
Öncelikle Yılmaz Temizocak’tan kuyumculuk hikâyesini anlatmasını istiyoruz.
1936 yılında babam tarafından kuruldu. 1960 yılında ise, benimle birlikte kardeşim işe başladık. Hem yüksek tahsilimizi yaptık hem de işe devam ettik. Babamın kurduğu yıllarda Anafartalar Caddesinde olan işyeri, daha çok sarraflık yapan 5–6 tane dükkanın sonlarına yetiştim. Kardeşimle birlikte işin başına geçince, tamamen kuyumculuğa çevirdik. O dönemlerde arastaların dışında Karşıyaka’da ufak bir iş yeri açtık. Türkiye’de çarşıların dışında ilk ve tek kuyumcu olarak bir ilki yaşattık. 1970 yılında Alsancak’a geldiğimiz zaman orada da ilk kuyumcu iş yerini açmış olduk. Şu anda Mavişehir’de, Karşıyaka ve Alsancak’ta yerimiz faaliyetlerine devam ediyor.
TEMİZOCAK SEKTÖR DE İLKLERİ YAŞATTI
Temizocak isminin bu kadar gelişmesindeki faktör nedir?
1974 yılında Türkiye’de ilk kuyumculuğun sanayisine, atölyeciliğe başladık. Bu bir anlamda devrim oldu. Çünkü Türkiye’de ilk otomatik zincir fabrikasını kurduk dersem daha doğru olacaktır.1988 yılına kadar tek başımıza devam ettik. Türkiye’de 1975 ile 80 yılları en sıkıntılı dönemler olmasına rağmen müşterilerimiz, müşteri temsilcilerimiz ve mümessillerimizle beraber toplantılar düzenledik ve akademik toplantılar yapmaya başladık. Babamı 1980 yılında kaybettikten sonra dört tane önemli sempozyum yaptık. Bunların en önemlisi ise, 1985 yılında yaptığımız toplantı sonucunda Türk kuyumculuğunu bu günlere getirdi.
O yıllarda neler yaptınız?
1985 yılında üniversitelerde tasarımla ilgili bölümlerin açılmasını önerdik. Yüksek okulların açılmasını, Enternasyonal fuarların açılmasını önerdik. O dönemlerde hiç kuyumculuk fuarı yoktu. En önemlisi ise ithalat ve ihracatın serbest olması. Merkez Bankası Başkanımızın da bizimle aynı görüşte olması ve desteklemesi sonucu önerilerimiz teker teker hayata geçti. 1985 yılındaki önerilerimiz Türkiye için birer hayaldi. En sonuncusu 1993 yılında açılan Altın Borsası oldu. . Meslek okulları ve fakültelerin açılımıyla birlikte Türkiye 1990 yılından sonra atak yaptı ve kuyumculuk sektöründe dünyada ikinciliği yakaladık. Amerika’nın en büyük tedarikçi ülkelerinden birisi bizim sektörümüzdü. Yine Türkiye’de ilklerden altın ve gümüş kurumsal hediyelik eşyalar üretmeye başladık. Sonra çocuklarımız büyüdü ve üçüncü kuşak olarak onlar da işin işine dahil oldular.
YENİ YOLLAR, YENİ PAZARLAR GEREK
Bu arada sektör de fazla rekabetçi duruma geldi değil mi?
2007 yılından sonra piyasa daraldı.2008 yılı krizinden sonra başta Amerika olmak üzere sektöre kapılar kapandı Ancak işimiz bu çalışmak ve yeni yollar, yeni pazarlar bulmak mecburiyetindeyiz. Ancak sektörde yeni pazarlar bulmak çok önemli. Dünyada ver parayı, al malı yoktur. Dolayısıyla bizim sektörümüz de güven çok önemli. İnsanlar güvendikleri yerden mal almak isterler. Biz şimdi daha üst seviyede ve kültürel ağırlıklı üretim yapmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla primitif kültürlerle bu sektörün ilişkisi yok diyebilirim.
BALKAN PAZARI İÇİN ÇALIŞMA YAPIYORUZ
Balkan Ülkeleriyle dirsek temasınız oluyor mu?
Aslında Makedonya’ya mal sattık. Bosna-Hersek, Makedonya çok önemli, bunun bilincindeyiz ve yeni pazarlar bulmak zorundayız. Zaten Balkan ülkeleriyle kültürümüzün de denk olduğunu düşünüyorum. İtalya, Yunanistan, Makedonya ve Balkan ülkeleriyle uyuşmamızın nedeni bu olsa gerek. Bizim aynı hamurdan olmamızdan kaynaklanıyor.
Kökleriniz nereden geliyor?
Babam Selanik’te doğmuş ve İzmir’e gelmişler. Dedemin İttihat Terakki zamanında öldürülmesinden sonra babaannem 28 yaşında 3 çocuğuyla birlikte İzmir’e gelmiş. Kayınbiraderi Manisa’da olduğu için önce çocuklarıyla birlikte Manisa’ya gitmiş. Ancak, “Manisa’da oturamam” diyerek tekrar Selanik’e dönmüş. Mübadele sonrası mecburen tekrar geri geldiğinde, bu kez İzmir’e gelmiş. Karşıyaka’nın ismini duymuş ve “Gâvurlar burada nerede oturuyor” diye sormuş, “deniz kenarında, bataklıkta otururlar” sözü üzerine, “olsun ne olursa olsun ben de orada oturacağım” demiş. Bu kültür aynı Balkan Ülkelerinde, Arnavutluk’ta ve Yunanistan’da da geçerli ve güzel bir kültür olduğunu düşünüyorum.
Sektörün fazlasıyla geliştiğini söyleyebilir miyiz?
Haddinden fazla gelişti, hatta optimum noktayı aştığı için fazla büyüdü diyebiliriz. Bunun sıkıntıları da rekabeti getirdi. En kötü rekabet aslında fiyat rekabeti. Çünkü fiyatla rekabete başladığınız zaman, kötü müşteriyi bulmaya başlarsınız. Yani kaliteli rekabette iyi müşteri, fiyatla rekabette kötü müşteriye mecbur olursunuz.
Sektörünüze en büyük destek nereden geliyor?
En büyük destek turistlerden geliyor. Ancak kruvaziyer profili düştü. Uzun süreli kalacak ve şehirleri ziyaret edecek olan turistler azaldı. Bunun sonucunda her şey dahil sistem de 150 liraya Antalya’nın cennet otellerinde kalacak olanlar gelmesi turizm kentlerinin gelişmesi açısından iyi bulmuyorum.
Temizocak Sanat Galerinizden de bahseder misiniz?
İzmir’de, 1988’den 2003 yılına kadar bulunduğumuz mekânın iki katınızı galeri olarak kullandık. 15 yıl aralıksız yaşayan yılda 6 kez sergi yapan bir galerimiz vardı. Şimdilerde yine böyle bir şey düşünüyoruz. Belki daha büyük ve münferit bir şey ama biz onu para kazanmak içinde yapmıyoruz. Asıl işimiz bu değil. Biz tamamen sanat dünyası için yapıyoruz.
Biraz da EGEV Başkanlığınızdan bahseder misiniz?
EGEV 1992 yılında kurulmuş. Ben 2005 yılından beri başkanlığa devam ediyorum. EGEV, 13 milyon Ege Bölgesi insanları için çalışan bir vakıf. Çanakkale, Balıkesir, Manisa, Uşak, Afyon, Kütahya, Aydın, Denizli, Muğla ve İzmir olmak üzere on il de Vali, Belediye Başkanları, Rektörleri, Sivil Toplum Örgütleri İLE bir araya gelerek kurdukları bir vakıf. Bunların toplamından vizyon ve misyon belirlenmiş ve Ege’nin 4 tane ana sektörü olduğu ortaya çıkmış. Biri tarım, diğerleri turizm, jeotermal ve toprağa dayalı sanayi. Ama EGEV’in var oluş nedeninden en önemlisi, Kalkınma Ajansının kurulmasıydı. Bunun kurulması için çok çalışma yaptık ve sonunda başardık.
İZMİR DÜNYA’YA AÇILAN ÖNEMLİ PENCERE
EGEV’in projelerinden bahseder misiniz?
Engelli turistleri ören yerlerine getirme projemiz var. Elli milyondan fazla engelli turistin var olduğunu düşünürsek, bunun yüzde onu Ege’ye gelse beş milyon inanılmaz bir rakam ortaya çıkar. Ayrıca engelli turistler, diğer turistler gibi her şey dahile yani bedavaya gelmiyorlar. Hatta tek başlarına değil, yanlarında birileriyle birlikte geliyorlar. Bir başka projemiz ise, yakın tarih de hayata geçmesi mümkün olmasa da, Ege Adaları arasında küçük uçaklarla seyahat projemiz var. Biz diyoruz ki, Cos, Kios, Rodos Adaları ve Ege arasındaki trafik daha hızlı gelişsin. Netice olarak Bayrakları, dilleri aynı olduğu gibi, aynı kültürden gelen insanlar. Sonra mesafe olarak ana kıtadan daha yakın olması bir avantaj sağlayacaktır. Özellikle jeotermal için turistleri adalardan, Ege’ye mini uçaklarla taşıyabiliriz. Bu işin ekonomik olup olmadığını şu anda tartışma konusu. Ama Ege Bölgesi’nde 2 bin tane otobüs çalıştığı düşünülürse, ortalama 30 kişi denecek olursa, günde 60 bin kişi geziyor demektir. Bunun içinden 150 kişi de olsa gelir diye düşünüyorum. Bunları İzmir, Muğla, Afyon, Çanakkale, Kütahya gezisi yaptığınız zaman bölgeyi uçuracak proje anlamına geliyor. Ayrıca EGEV çok büyük bir projeyi daha hayata geçirdi. Havacılık ve uzay sanayisini Türkiye’de ilk kez ESBAŞ’la birlikte, Türkiye’de çok büyük yatırımlardan birisi olan Kale Grubu tarafından yapılmaktadır. Dünyanın yedi jenerasyonu savunma sanayisi ile ilgili uçaklarını önemli parçaları bu havacılık kümesi tarafından üretilmektedir. Biz havacılığı getirince otomotiv de yeni, bir ivme kazandı. Bununla birlikte EXPO’nun da buraya gelmesiyle İzmir’i uçuracaktır diye düşünüyorum. Bu konuyla ilgili olarak, Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımız’dan, tüm siyasilerimizden çok büyük destek beklediğimizi belirtmek istiyorum.
OLGUNLAŞTIKÇA İSTEMEKTEN SIKILIYORUZ
Mesajınız neler?
Ege Türkiye’nin en gelişmiş ikinci bölgesi. Ekonomik verileri bir araya topladığınız zaman çok gelişmiş bölge olduğunu görürüz. Kültürel zenginlikleri çok fazla olduğunu da belirtmeliyim. Ancak ben İzmir İstanbul yolunun yeni yapılacağına sevinemedim. Neden bu güne kadar yapılamadı. Ankara İzmir treni gelecekti ama İzmir için değil de aradaki Afyon için, Uşak için, Kütahya için düşünüyorum. Bunların çok daha evvel yapılmış olması lazım. Ankara otoyol yapımına yirmi yıl önce çalışmaya başladı. Son zamanlarda İzmir’e gösterilen çok yakın bir ilgi var. Ama bunun devamının aynı şekilde olmasını diliyorum. Çünkü İzmir dünyaya açılan en önemli pencere. Ne hikmet ise, gerektiği kadar ilgi göremedi diyelim. Bir de olgunlaştıkça istemekten sıkılıyoruz. Ya da İzmir bir şey istemekten sıkılıyor diyelim. Kesinlikle isteyenlerin olgunsuzlaştığını söylemiyorum. Kültürü, seviyesi, yaşam tarzı bu olgunluğa ermiş ise, istemekten sıkılıyor. Ancak öyle bir noktaya geldik ki, sıkılsak dahi istemesini öğrendik. Bunu da yapmamız gerektiğini anladık. Rahmetli Özal’ın çok ufacık bir konuşmasıyla Antalya’nın nasıl doğduğuna şahit olduk. Çok akıllı bir adamın devreye girmesinden Antalya büyüdü ve dev oldu. Biz istesek Ege Bölgesi kesinlikle Antalya’nın gerisinde kalmaz. İnşallah 23 Nisan’da İzmir’de yapılacak olan ve 100 kadar ülkenin çocuklarının ağırlanacağı Milli Bayramımız ses getirecektir. Yine eylül ayında EXPO ile ilgili bir sempozyum yapılacak. Akabinde ekim ayında Uluslar arası İzmir İktisat Kongresi olacak. Kasım ortalarında da seçim olacak. İnşallah kazanırız. İnciraltı ise, tüm siyasilerimizin büyük bir başarısıdır. İki bakanımız ve İzmir Milletvekillerimizin bu yöndeki çabalarını takdir ediyor ve teşekkür ediyoruz.
HABERLER
2 gün önceHABERLER
2 gün önceKÖŞE YAZARLARI
5 gün önceKÖŞE YAZARLARI
10 gün önceKÖŞE YAZARLARI
16 gün önce
Yılmaz Temizocak bey önce 2 aydan beri ödemediği işçilerinin maaşını ödeyip, ondan sonra sovalye olsun.
Izmir Ortopedya formasının sahibi Temizocak ailesi 2 aydan beri personelin maaş ve sodexosunu yatırmıyor.