DOLAR 33,0548 0.17%
EURO 36,0845 0.19%
ALTIN 2.619,221,94
BITCOIN 21353701.84605%
İzmir
36°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Ruh Hastası

Ruh Hastası
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kendi gerçekleştiremediği ne kadar hayali varsa onları yazmaya başları. Sonra babası alır kucağına o da başlar kendi hayallerini yazmaya. Ne kadar geçekleştiremediği dünyası varsa hepsini yazmaya çalışır. Onun çocuğu doktor olacaktır. Mühendis olacaktır. Adam olması için bir şeyler yazmayı da işin doğrusu pek düşünmez düşünmek de istemez.  Sonra dedesi alır kucağına o bir şeyler yazar. Herkes bütün aile bireyleri bembeyaz kâğıda sürekli yazar. Her kucağına alan aile ferdi kendi dünyasını yazmak ister.

Çocuk okula başlar. Öğretmen yazmaya başlar. Öğretmen bir yandan devletin kendisinden istediklerini yazarken diğer yandan da kendi ideoloji ve hayat tarzında bireyler oluşturmak için duygu ve düşüncelerini yazmaya çalışır. Askerde komutan evlendikten sonra eş herkes bir şeyler yazar. Kimse karşıdakinin kendi haliyle değil kendi istediği haliyle olmasını kabul eder. Çoğu zamanda çatışmalar başlar. Devletin istediği adam tipi ile babanın istediği adam tipi veya annenin hayallerini besleyen adam tipi ile dedenin olmasını istediğini adam tipleri hiç birbirinin aynı değildir. İkiyüzlülükten şikâyet eden bizler iki yüz yüzlü insanlar oluştururuz.

Çocuk aklı başına geldiğinde kendiside bir şeyler yazmaya başlar fakat görür ki her taraf yazılmış ve her taraf başka yazılmış, bu sefer yazılanların bir çocuğunu silip kendisi yazmaya başlar. Ama yazılanların hiç birisi tam olarak silinemez en azından izleri kalır. İşte toplumda kaygı, endişe, saldırganlık, yalan vs gibi alışkanlıkların temel nedeni tam silinemeyen formatlanmayan yazılardır. Buna bilinçaltı demek sanki daha doğru olacaktır.

Ruh hasta olur mu ki? Olmaz. O zaman ruh hastası niye olsun ki.  Hiç ruh hasta olur mu Allah aşkına! Ruh hastası niye diyoruz? Peki. Çünkü fikir, düşünce ve eylem rahatsızlığı olanlar için bu tabiri kullanıyoruz. Kişinin toplumun değerlerine ve sosyal kurallara aykırı davranması durumunda çokça kullandığımız bir tabir. Genelde de en çok tutarsız davranışı alışkanlık haline getirenler için kullanırız.

İşte tam da anlatmaya çalıştığımız bu nokta. Kişinin bu davranış bozukluklarını ruh hastası olarak adlandırıyoruz ya işte o yanlış yazılan öğretilenlerden kaynaklanıyor. Çocuğuna küfür ettirip sevinen dede ile hayatında bir kitap okumamış kişiye güzel yazı yazdırmaya çalışan öğretmenin çapraşıklığı çocuğu bu hale getiriyor. Eğitim dediğimiz kavramda zaten sınıfta kaldığımız için defolu bir toplum oluşturuyor ve herkese davranış bozukluğu gösteren herkese ruh hastası diyoruz. Ruh hasta olmaz. Hasta olan ve hastalık yapanlar bizzat kendimiz.

Kişisel davranışlarımızın ilk tohumlarını anne ve babamızdan hatta onların genlerinden alırız. Daha sonra kendi değer yargılarımıza göre biçimlendiririz. Bu biçimlendirmede yakın çevremiz, okul çevremiz arkadaş çevremiz oldukça etkilidir. Bu etkileşim bir biriyle uyumlu olduğunda uyumlu ve karakterli bir toplum yapısı oluşur. Aksi takdirde herkese ve her ortama göre huy değiştiren çok yüzlü bireylerden oluşan bir toplumla karşı karşıya geliriz.

Hasta olan ruh değil biziz. Sebebi de herkesten aldığımız çelişik ve çapraşık eğitimler.

 

 

Devamını Oku

Gerçekte ne?

Gerçekte ne?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

 

Cengiz TUFAN

Sırbistan Musiad Temsilcisi

 

İletişim yüz yüze gerçekleşen bir eylemdir. Kişi ya da kişilerin kafasında ki düşüncelerini karşısındakine iletme biçimi ne kadar güçlü olursa karşıdaki kişi anlatılmak istenen duygu ve düşünceleri o derece doğru anlar ve iletişim de o kadar sağlıklı olur. İletişimin en önemli kaynağı elbette dildir ve dilin güçlü kullanılması jest ve mimiklerle desteklenmesi daha sağlıklı bir iletişime yol açar. Bu anlamda iletişimin sağlıklı olmasının yolu sadece konuşma dili değil vücut dili ile de yapılmalıdır. İletişim iki dil ile yapılırsa kişiler arasındaki bağlar da o derece kuvvetli olur. Yüz yüze iletişim gerçekleşmezse kişi duygu ve düşüncelerini sembollerle anlatmaya çalışacaktır ki bu durum iletişimi imkânsız denecek kadar zor kılar. Sembollerle yapılan iletişime yazı diyoruz.

Kişinin anlatmak istediği duygu ve düşüncelerini konuşma yolu ile değil sembollerle anlatmaya çalışması elbette kolay olmayacaktır. İletişimin sağlıklı olması öncelikle bireylerin aynı ortamda bizzat iletişimin içerisinde bulunmasına bağlıdır. Fakat genellikle bu mümkün olmadığı durumlarda yazı dili kullanılır.

Gelişen teknoloji ile birlikte bireyler iletişimi güçlü ve hatasız kılmak için semboller kullanmak yerine günümüzde konuşmaya çalışırlar. İşte telefon da bu ihtiyaçtan doğmuş önemli bir iletişim aracıdır. İletişimde bir taraf duygu ve düşüncelerini karşı tarafa iletmeye çalışırken diğer taraf iletilere kayıtsız kalıyorsa bu durumda iletişim sağlanamaz. İletişimin gerçekleşmesi iki tarafın katkısıyla olur. Tek taraflı ise sadece duygu ve düşünceler iletilmiş olur fakat iletişim gerçekleşmez.

Toplum olarak iletişim konusunda sıkıntı yaşadığımız ortadadır. “Beni yanlış anladın” “ aslında öyle demek istememiştim” vb cümleler hep bu sorundan kaynaklanmaktadır. Düşüncelerimiz anlaşılır bir şekilde ifade etmek kişinin dile olan hâkimiyeti ile ilgilidir. Doğru kelime doğru yerde kullanıldığında ifade biçimi doğru yapıldığında iletişim gerçekleşmiş olur fakat iletilerimizin iletişime dönüşmesi için karşı tarafın da duygu ve düşüncelerimize geri dönüş vermesi gerekir. Katılımcılardan birisi iletilere duyarsız davranırsa kişiler arasında iletişim fiziksel olarak gerçekleşse bile duygusal olarak iletişim gerçekleşmez.

Birbirini anlayan bireylerden oluşan toplumlar sağlıklı toplumlardır. Fakat toplum olarak birbiri ile iletişim kuramayan insanlar topluluğu haline geldik. Bunda elbette birçok neden aranabilir fakat bu nedenleri sıralamak bizim gerçek sorunumuzu çözmez.

Devamını Oku

Ey Oruç Sen Tut Beni!

Ey Oruç Sen Tut Beni!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Cengiz Tufan

Zaman kavramını doğru ve anlaşılır bir şekilde tarif eden henüz çıkmamıştır. Her bilimin kendine göre farkı bir zaman kavramı tarifi vardır. Ama zaman dediğimiz şey aslında, uzayda ki bir cismin başka cisme göre görüş açısını değiştirmesinden başka bir şey değildir. Biz güneş ve Ayın dünyaya karşı duruş açısını değiştirmesinden zamanın ne olduğunu anlıyoruz.  Gün içinde güneşin hareketine göre değer yargısı yüklüyoruz bizzat kendimiz. Sonrada onu kendimiz için kutsallaştırıyoruz. Bu bazen iyi ve anlaşılabilir bazen de kötü ve anlaşılmaz olabilir ama sonuçta bunu da bizzat biz yapıyoruz.

Aslında her gün bir öncekinin aynıdır fiziksel olarak. Güneş doğar yükselir ve batar. Ama o doğan güneşin hareketine anlam katan, insanın kattığı değer yargısıdır.  Biz hangi anlamı katarsak o güne o açıdan değerli kılarız.

Güneşin doğuşundan itibaren başlıyor zaman dediğimiz kavram. Her gün bir sonraki günü kovalıyor. Günlerin küçük toplamına hafta, haftaların küçük toplamına ay, ayların küçük toplamına yıl diyoruz. Bunu zamana esas kavram kabul ediyoruz hep. Yıl içindeki 11 aylık süreçte hep bir kovalama yaşıyoruz hayatın içinde. Bir koşturmaca bir kovalamaca bitmek bilmeyen bir çaba sarf ediyoruz.

Bazı değerler vardır ki insan tarafından değil, insanın yaratıcısı tarafından konur. İşte oruç da yaratan tarafından konulmuş bir değer yargısıdır. Alıştığımız alışılagelmiş değer yargılarının değiştirilmesidir bir anlamda oruç. 1 aylık zaman dilimi için gündelik hayat tarzından kurtulmamız emrediliyor. Zaaflarımızın emrettiği bütün meşru ve gayri meşru hayat tarzına zamanın akışı içinde dur dememiz isteniyor. Fakat 11 ayın alışkanlığından olsa gerek, insanoğluna bu bir ay o kadar çok ağır geliyor ki, onun için yazının başlığına “oruç, sen tut beni” demek zorunda kaldık.

Mühürle dilimi her zamanki gibi konuşmayım.

Zihnime kilit vur ki kötü düşüncelerden uzak durayım.

Gözlerime perdeyi indir ki, bakmak istediklerime değil vahyin isteklerine boyun eğeyim. Körelt dünyalık gözlerimi. Görmesin dünyalık olanları.

Ellerimi bağla benim. Kötüye uzanmasın. Kötülüklerden tutmasın.

Kalp gözüyle bakmamı sağla ki basiretim artsın.

Benim tutmam çok ağır ve zor geliyor. Sen tut beni ey oruç. Yardım et bana ki 11 ayın kirliliğinden kurtulayım. Kalbimdeki tozları temizle. Sen tut beni. Seni tutmama yardım olsun diye tut beni. Hep benim olsun, hepsi benim olsun cimriliğini at dimağımdan. Öyle bir tut ki, sarıl bana tüm bedenime.  Ruhuma öyle bir sarıl ki bırakma beni. Öyle bir tut ki nurunu üstüme ört, ısıt bedenimi.

Ey oruç beni gerçekten sen tut. Benim seni tutmam için beni tut.  Midemi kapatan oruçtan değil zihnimi açan vicdani orucu tutmama yardım et. Nefsi emaremi zincirle, nefsi mutmaine ye doğru yönlendir. Öyle bir yönlendir ki senin beni tuttuğunu anlayım o cesaretle sarılalım birbirimize.  Sultan olan sensin. Sana yakışan bir tarzda tut beni. Arındırmak için tut. Riyadan, kibirden, cehaletten kurtulmam için tut.

Ey oruç gerçekten sen tut beni.

 

Devamını Oku

Bizdeki Ben mi? Bendeki Biz mi ?

Bizdeki Ben mi? Bendeki Biz mi ?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Cengiz Tufan

Her şeye güç yetiren bir toplumun zayıf nesneleriyiz aslında. Ama konuşurken herkesi kendine muhtaç, her şeye hükmeden bir adım ötesini göremeyen ama her şeyi gördüğünü düşünen aciz, zayıf, kemiklerine et giydirilmiş nefes alan bir canlıyız aslında.

Konuşurken “sen benim kim olduğumu biliyor musun” demekten çok keyif alıyoruz. Hükmetmekten hoşlanan ama hükmetmeyi bilmeyen çelişkileri yaşıyoruz sürekli olarak hayatımızda. Evrenin merkezine kendimizi koyup her şeyi kendimiz gibi olmaya zorlayan bir arayışa giriyoruz. Sonuç: buhran denizinde nefes almakta zorlanan acizlik.

Bizi biz yapan değerlerimizi bilmeden topluma değer biçen bir anlayışa sahibiz. Her şeyden anlayan ama branşı bile olmayan bir toplum nasıl kalkınır bilemiyorum. Belki de herkes gibi biliyor ama kendime sindiremiyorum. Benzemeye çalışmayı hiç sevmiyoruz sanki kendimizi inkâr edermiş gibi başkaldırıyoruz. Çünkü kendimize benzetmeyi çok seviyoruz.

Evrenin merkezine kendimizi koyup;  Kendi işimiz, kendi meşgalemiz dışında herkesi adam etmeye çalışan karakter sapkını bir topluma dönüştük. Karnımızı doyuran ahçının yemeğini eleştirmekten keyif alacak kadar cahilleştik. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduk. Herkesi yenen bir Herkul, toplumun aklıyla alay eden Einstein, bir vuruşta herkesi nakavt eden Muhammet Ali gibi olduk.

Öğretmenini eleştiren öğrencinin tembelliği, müdürünü eleştiren öğretmenin basiretsizliği, bakanını eleştiren büyük müdürün iktidarsızlığını öyle bir hazmettik ki bizden daha üstünü olamaz. Aslında dünyayı biz yarattık bir de baktık ki dağlar ve taşlar tesadüf olmuş.

Bu kadar mükemmel bir toplumda, nedense Aristo’muz hiç yetişmedi. Herkesin sevgilisi olmakla gurur abidesine dönüşen kişiliğimiz, düşmanlar üreten bir fabrikanın fason çocuklarına dönüştü. Bu kadar mükemmeliyetçi bir toplumda neden bir Japonya’yı doğuramadık. Neden sanayi toplumuna dönüşüp Almanya’ya kafa tutamadık. Marsa ulaşan ABD’ de kadar olmadıysak da yanı başımızdaki Ay’a çıkıp neden bayrak dikemedik. Dünyaya meydan okuyan pratik zekâmızla neden Bitcoin’i üretemedik.

Biz kendimizi mi kandırıyoruz yoksa kendi etrafımızda oyun mu oynuyoruz. Kaybedilen her maçın her zaman sorumlusu niçin hakem oluyor. Kendimizi kandırmayalım. Her şeye sahip olduğumuzu sandığımız için belki de sahip olamadıklarımızın farkına varamıyoruz.

Her şeyi bilen her şeye hâkim olan ben, her şeyi sevk ve idare eden ben, belki de hiçbir şeye hükmedemeyen hiçbir şeyi idare edemeyen ve sahip olduklarının üzerinde bir şey olmadığını düşünen ben, karşımızdakilerin sahip olduklarına kör noktadan baktığımız için olup bitenlerin farkına varamıyoruz. Farkı kavramadan farkın farkını anlatan cehalet toplumu ürettik.  Aklı olmak başka bir şey akıllı olmak başka bir şey. En güçlü olduğumuzu hissettiğimiz an aslında savunmasız en zayıf olduğumuz andır, aslında.

Birey olarak ben, sahip olduğumla akıllı toplum oluşturmayı öğrenmem gerekiyor. Bireysel farkındalığımızı toplum farkındalığına dönüştürüp bu halkın bu ülkenin olması gerektiği yere ulaşması için yerde gezen aklımızı başımıza almamız gerekiyor.

Uyumadan duramayan yemeden yaşayamayan düşünmeden hissedemeyen, belki de ne olduğunu bilmeden “sen benim kim olduğumu biliyor musun” demeyi çok seviyoruz. Oysa birey olarak ben, “gerçekten kendimi biliyor muyum?”  hâkim karşında durur gibi sorguya almam gerekiyor kendimi. Hâkim olup herkese istediğimiz cezayı vermeyi çok sevdiğimiz sürece hakim olamadan mahkum duruma düşeriz. Bu toplumun kalkınmasının yolu beni bizde yok etmekten geçer. Biz olduğumuz sürece güçlü olacağız.

Ben de yoksa onda da olmasın (Haset), bende var onda olmasın (Cimri), Onunki de benim olsun (Hastalık), Onda var bende de olsun (Gıpta), Bende var onda da olsun (Cömertlik), Benim değil onun olsun (Feragat), Bende yok ama onda olsun (İhsan), Onda yok bende de olmasın (Tevekkül), anlayışlarından hangisi ya da hangileri daha çok hoşumuza gidiyorsa işte biz tam oyuz.

Devamını Oku

BALKANLAR’DAKİ KARAKTER HEYKELLERİ

BALKANLAR’DAKİ KARAKTER HEYKELLERİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Cengiz Tufan

Ticaret;  insanoğlunun dünyaya ayak basmasından beri var olagelmiştir. Lidyaların mal takasını değiştirip parayı takas aracı olarak kullanmaları insanları mala verdiği önemi azaltmış insanoğlunu paranın çokluğuna tapar hale getirmiştir. Zamanla paranın her yerde ve her şekilde takas aracı olarak kullanılması hem hırsızlık niteliklerini değiştirmiş hem de karakter bozukluklarına yol açmıştır.

Yapılan alışverişler YASAL olabilir ama biz onun yasal olması dışında birincil olarak AHLAKİLİĞİNE bakmalıyız. Ticari ilişkilerdeki çıkmazların önemli bir kısmı paraya ahlaksız bakış açısından kaynaklanmaktadır.

Konuya böyle başlamak isteyişimdeki temel neden genelde Balkanlar özelde ise Sırbistan’da iş yapmak için gelen yatırımcıların genel ahlaki kuralları alt üst etmeleridir. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi bu durum burada da insanların Türklere bakış açılarını değiştirmiş ve ciddi yatırım amacıyla gelen insanların güven bunalımı yaşamasına neden olmuştur. Birçok sektörde bu böyledir. Çalışanın çok, hacmin yüksek olmasından dolayı bu sıkıntının en çok yaşandığı alan inşaat sektörüdür.

İnşaat sektöründe yaşanan sıkıntılardan dolayı düzgün ahlaki ve yasal çalışan firmalarımız bundan olumsuz etkilenmektedir. Bunun devlet nezdinde ele alınması ve yatırımcıların korunmasına yönelik iki anlaşmalar yapılmalıdır. Burada yaşanan ticari ahlak çöküntüsünü farklı sebeplerle izah edebiliriz.

  • Yetersiz sermaye ile büyük işler yapılmak istenmesi
  • Yatırımcıların mesleğinde yeterli donanıma sahip olamaması
  • Kısa yoldan büyük para kazanma hırsı
  • Dil sorunu vs

Yurt dışına çıkan her yatırımcımız aynı zamanda ülkesini temsil etmektedir. Her alanda örneklik gösterilmesi sadece kişinin ticari kazancına değil ülkenin itibarına da katkı sağlayacaktır. Her şey benim olsun düşüncesi her şeyini kaybetme riskini de yanında taşır. Bizim sefere çıkarken tarladan topladıkları meyvelerin yerine akçe koyan askerlerimizin karakterine, kendi siftah yapınca komşusuna gönderen Ahi anlayışına, hileli iş yapınca ayağındaki pabucu işyerinin kapısına çivileyen yöneticilere ihtiyacımız var. (pabucunu dama atmak deyimi buradan gelir)

Heykeller insan gibi görünebilir aslına da çok benzeyebilir ama içi boş yapıtlardır. Çünkü taklittir ve taklit ne kadar mükemmel olursa olsun o ancak mükemmel bir taklittir. Kültürümüzün yayılmasında Tüccarların örnekliği net bir gerçektir.  Bütün tüccarlar aynı zamanda örnek bir uç beyidir. Uç beylerimizi beylik görevlerine çağırma vakti. Sağlıcakla

Devamını Oku