DOLAR 32,2074 0%
EURO 35,0544 0.11%
ALTIN 2.526,241,04
BITCOIN 2159185-0.41298%
İzmir
26°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

AB’de Anlaşmazlıklar Devri

AB’de Anlaşmazlıklar Devri
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Prof. Dr. Ata Atun

 

Avrupa Birliği kuruluşundan yaklaşık 72 yıl sonra “Duraklama Devri”ne giriyor sanki.

Bilindiği üzere İngiliz halkının homurdanmasından sonra, Avro bölgesine girmeyerek, Şengen bölgesi dışında kalmak kaydı ile AB üyeliğini devam ettiren İngiltere AB’den ayrılmıştı.

 

İtalya, İspanya ve Portekiz de “Biz kendi paramızı kullanmak ve yönetmek istiyoruz” diyerek Avro bölgesinden çıkmak için fırsat kollamaya başladılar.

 

Almanya’nın yeni Genelkurmay Başkanı Carsten Breuer’in, “”Alman ordusunun mevcut haliyle Almanya’yı da NATO ülkelerini de savunacak güce sahip olmadığını,  Almanya’nın İHA teknolojilerine yatırım yapması gerektiğini ve “Bizim Avrupalılar olarak köşeye çekilip ‘nasıl olsa Amerika yapar’ deme zamanımız geride kaldı” şeklindeki açıklaması durumun vahametini ortaya koyuyor.

 

Avrupa Birliği ve Güney Amerika Ortak Pazarı (MERCOSUR) ülkeleri, yaklaşık 20 yıldır “Ticaret Anlaşması” için görüşüyorlar ancak henüz bir sonuç alınmış değil. Almanya bu anlaşmanın yapılmasına destek verirken, Fransa ve Avusturya en katı şekilde karşı çıkıyorlar.

 

Avrupa Birliği’nin ticaret gibi bir konuda dahi anlaşamaması, birliğin daha ileri düzeyde ve daha geniş çapta ticari, ekonomik ve de özellikle dış ilişkiler konusundaki iş birliklerini oluşturamayacağının belirgin bir işareti. Belli ki AB birlik olmanın gerekliliklerini tam olarak yerine getiremiyor.

 

AB’de ortaya çıkan bu ayrılıklar yeni değil. Geçmişten günümüze kadar, bazen bastırılarak, bazen de sümenaltı edilerek bugünlere gelindi. Geçmişte, özellikle 20. yüzyılda AB, uluslararası siyasi birlikteliklerde “mükemmel” tanımı ile örnek alınırken, 21. Yüzyılın daha ilk çeyreğine ulaşılmadan birçok konuda, ticari, ekonomik, askeri ve siyasi çatlakların su üstüne çıkması hem AB’nin karizmasını çizdi, hem de AB’nin iyi bir “Siyasi Birliktelik” örneği olmadığını gözler önüne serdi.

 

AB’nin bu aşamadan sonra var olan sorunları çözüp “daha kapsamlı ve mükemmeliyeti yakalamış bir siyasi birliğe” doğru yol alması mümkün değil ve pembe bir hayal.

 

Türkiye için ise bu durum, mevcut sorunları kazanıma çevirmek için büyük bir fırsat ve Türkiye bunu başarabilecek ekonomik, siyasi, teknolojik ve askeri güce sahip. Önümüzdeki yıllarda AB, Türkiye’nin peşinde koşmaya başlarsa hiç şaşmamak gerekir.

 

Artık Türkiye, tüm bu gelişmelerden ve AB içindeki çatlaklardan sonra AB’ye üye olmak isterse üye ülkelerin tümünü ikna etmesi gerekmeyecek. AB’yi oluşturan ülkelerin önde gelenlerinden birkaç tanesi ile anlaşmaya varması, Türkiye’ye AB üyeliğinin ve de Gümrük Birliği anlaşmasının Türkiye’nin istediği gibi güncelleştirilmesinin kapısını kolayca açtıracak.

 

Haziran 2024’de yapılacak olan Konsey toplantısında “Oy birliği” yerine salt çoğunluk aranacak olması, AB’nin, şimdiden 27 üyesinin onayını almadan Ukrayna ve Moldova ile üyelik müzakerelerine başlaması kararını alması, bugüne kadar kendi çıkarları doğrultusunda “Veto” kozunu fütursuzca kullanan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gibi ufaklık üyelere de bir “dur ve kendine gel” mesajı olacak gibi…

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

Devamını Oku

Biz Nasıl Bir Milletiz 

Biz Nasıl Bir Milletiz 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Prof. Dr. Ata Atun

Batı dünyasının ünlü tarihçileri “Dünya tarihinden Türkleri çıkarırsanız geriye tarih diye bir şey kalmaz” derler. Çok doğrudur. Aslında bu açıklamanın akademik tanımlaması, insanoğlunun yaşadıklarının önceleri sözlü ve ezbere dayalı, sonra da yazılı olarak kayda geçirilmesi ile başlayan tarihi süreç içinde Türklerin doğal felaketler, hastalıklar veya savaşlar karşısında tek yumruk haline geldikleri ve yok olmadıklarıdır.

Üniversiteye ilk başladığım yıl, hocalarımdan bir tanesi Amerikalı Cizvit papazıydı. Hayatımda ilk defa bir Cizvit papazı ile karşılaşmıştım. Benim Türk olduğumu öğrenince birkaç hafta sonra “Sen Türk’sün, farklı meziyetleri olan milletin üyesisin” diyerek elime yaklaşık on sayfadan oluşan bir yazı tutuşturdu. “Oku ve bak biz sizi nasıl tanıyoruz” dedi.

Matematik hocam olan papazın elime tutuşturduğu evrakları okumaya başladım. Öncelikle mecburiyetten okumaya başladığım evraklar gittikçe ilgimi çekiyordu.

Elime tutuşturulan kağıtlar, ABD ordusundaki araştırmacılar tarafından yazılmış, 1950-53 yılları arasında yer alan Kore Savaşı ile ilgili bir araştırma raporuydu ve bu savaşta yer almış, kod adı olan “Şimal Yıldızı” olan bir Tugaya aitti.

Rapor özellikle “ABD ordusundaki kayıpların, Şimal Yıldızı adlı tugayın kayıplarından neden daha fazla olduğu” ile ilgiliydi.

Raporun sonuç kısmı beni çok etkilemişti.

Sonuç bölümünde özetle “ABD ordusunun yaralı askerleri, hastaneye yeni bir yaralı asker gelince onu dışlamakta ve yardımcı olmamaktaydılar. Buna karşın Şimal Yıldızı adlı tugaya ait seferi hastaneye tugayın yaralı bir askeri gelince diğer yaralılar hemen onu aralarına alıyorlar, yemiyorlar yediriyorlar, içmiyorlar içiriyorlar, ilacını tam saatinde verip, her tür temizliğini yapıyorlar, hayatta kalabilmesi için de elden geleni yapıyorlardı” diyordu rapor.

Anladığınız üzere “Şimal Yıldızı”, Türk ordusuna ait kahraman tugayın kod adıydı.

Kore savaşının üzerinden çok uzun zaman, çok nesil geçti ancak yabancıların Türkler hakkındaki bu değerlendirmeleri değişmedi. Kyodo News muhabiri Hiromi Yasui Türk halkının depremden sonraki dayanışmasına hayran kaldığını söyleyince anımsadım bu raporu.  Hiromi Yasui “Türk halkı sorunlar karşısında birbirlerine sarılıp işbirliği yapıyorlar, mükemmel bir dayanışma içine giriyorlar.  Biz buna pek sahip değiliz. Türk insanının bu noktasını takip etmeliyiz.” dedi samimiyetle ve içtenlikle.

Arada kendi aramızda didişsek de Türk milleti olarak sadece kendimizin değil, dünyanın da kabul ettiği en önemli özelliklerimiz, yardımseverliğimiz, konukseverliğimiz, affediciliğimiz ve savaş gibi, afet gibi olağandışı olaylarda milletçe tek vücut, tel yumruk olabilmemiz.

Millet olarak bu özelliklerimizin temelinde birbirimize duyduğumuz sevgi ve yardımlaşma kültürümüze ilaveten mücadeleci ruhumuz, genlerimizdeki yenilmeme, yok olmama ve var olma isteği yatar. Tarihimiz bunun en güzel örnekleri ile doludur.

Örneklerde görüldüğü gibi bunu biz söylemiyoruz. Bizi gözlemleyen yabancılar söylüyor.

Eminim ki bizde bu özellikler var olduğu sürece deprem yaralarımızı da en kısa sürede saracağız…

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi

KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

 

Devamını Oku

BM’nin, KKTC ile S.O.F.A. Anlaşması Yapması Gerekir

BM’nin, KKTC ile S.O.F.A. Anlaşması Yapması Gerekir
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Prof. Dr. Ata Atun

Eğer Birleşmiş Milletler ait Kıbrıs Barış Gücü, INFICYP, KKTC’nin egemen olduğu topraklarda görev yapmak istiyorsa, KKTC ile Uluslararası geçerliliği olan, İngilizce kısaltılmış adı ile S.O.F.A., Status of Forces Agreement – (Askeri)  Kuvvetlerin Statüsü Anlaşması imzalaması yapması gerekmektedir.

16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilirken, Anayasası içinde 2 tane SOFA Anlaşması, 1 tanede özel içerikli SOFA Anlaşması bulunmaktaydı.

Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası içinde, Yunanistan ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında, Kıbrıs Cumhuriyetinin egemen olduğu topraklar üzerinde 950 kişilik Yunan Alayı konuşlandırılması ve aynı şekilde Kıbrıs Cumhuriyetinin egemen olduğu topraklar üzerinde 650 kişilik Türk Alayı konuşlandırılması anlaşması yer almaktadır.

İngiltere ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki SOFA Anlaşması ise biraz daha farklı kapsamdadır.

Askeri kuvvetler, hangi ülkenin egemen toprakları üzerinde görev yapmak veya konuşlanmak istiyorlarsa, o ülke ile anlaşma yapmak zorundadır. Bu uluslararası bir kuraldır.

Kıbrıslı Rumların, Kıbrıs adasını tek başlarına yönetmek için 1960 Kıbrıs Anayasasından, Kıbrıslı Türklere eşit ortaklık haklarını veren 13 maddeyi, 21 Aralık 1963 tarihinde silah zoru ile iptal etmek amacı ile başlattıkları saldırılar sonrasında BM Güvenlik Konseyi toplanmış ve bir takım kararlar almıştır. Alınan kararların içinde, adada, iki halk arasındaki silahlı çatışmayı, Rumların Türk mallarını yağmalamasını ve ölümleri durdurmak için Kıbrıs Cumhuriyetini silah zoru ile ele geçirmiş olan Makarios’un terörist hükümeti ile BM Barış Gücünün adaya konuşlandırılması da vardı.

BM Barış Gücü, UNFICYP, dönemin terörist Makarios Hükümeti ile BM arasında imzalanan SOFA Anlaşması ile adaya 1964 yılının Mayıs adında konuşlandı. Konuşlanma şartlarından bir tanesi de BM Barış Gücü’nün silah kullanamayacağı idi. Bu nedenle de adadaki Barış Gücü, hiçbir çatışmaya ve Rumların Türklere karşı gerçekleştirdiği hiçbir saldırıya fiilen müdahale edemedi, çatışmaları da silah zoru ile durduramadı. Sadece protesto etti, hiçbir değeri olmayan raporlar yazdı ve Türklerle Rumların arasında postacılık yaptı.

Yunanistan’ın, 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs adasını ilhak etmek amaçlı gerçekleştirdiği darbeden sonra Türkiye’nin garantör ülke olarak, Kıbrıs Anayasasında kendisine verilen Garantör ülke yetkisi ile (Ek1, Madde4) darbecilerin yıktığı Kıbrıs Cumhuriyetini tekrardan yerine koymak için gerçekleştirdiği Barış harekatı sonrasında Kıbrıs adası üzerinde fiilen 2 egemen yönetim oluştu.

1974 Barış Harekatı sonrasında günümüze kadar, Kıbrıs adasında oluşan 2 devlet arasında hiçbir silahlı çatışmanın yaşanmaması, gerçekte BM Barış Gücüne artık postacılık dışında bir gereksinim olmadığını ortaya koymaktadır.

BM Kıbrıs adasında silahlı bir Barış Gücü bulundurmak istiyorsa, KKTC devleti ile SOFA Anlaşması yapmak zorundadır.

Böyle bir anlaşmayı yapmak istemiyorsa, KKTC içindeki kamplarını kapatıp ara bölgeye taşınmalı ve KKTC’ye geçmek istediği zaman da KKTC hükümetinden izin alması gerekmektedir.

Kıbrıs Rum Yönetimi, çatışma olunca müdahale etsin diye değil, kendi siyasi çıkarları ve KKTC Hükümetini muhatap almak istememesi siyasi nedeni ile BM’nin adada kalmasını istemekte ve Yunanistan ile birlikte BM Barış Gücünün giderlerinin büyük bir kısmını ödemektedir.

 

BM Barış Gücü, KKTC toprakları üzerinde görev yapmaya devam etmek istiyorsa, illaki KKTC ile bir anlaşma yapmak zorundadır. Bugün, yarın veya da yakın gelecekte…

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

 

 

Devamını Oku

ABD’nin Türkiye Seçimlerine Yönelik Planı

ABD’nin Türkiye Seçimlerine Yönelik Planı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye Cumhuriyeti’nin istikrarlı adımlarla “ABD’nin Türkiye’ye emir verme ve endirekt yönetme” dönemini sona erdirmesi, ABD yönetimini belli ki iyice telaşlandırmış. Şimdi tedbir almak ve Türkiye’yi tekrardan avuçlarının içine almanın peşine düşmüşler. Plan üstüne plan yapıyorlar.

Görünen o ki, ABD Başkanı Joseph Biden’ın, 2019 Aralık ayında (Başkanlık seçiminden önce) New York Times’ın hazırladığı The Weekly programında, “Türkiye’deki muhalefet ile doğrudan iletişimde olup, hâlâ var olan unsurlarını destekleyip onları Erdoğan’ı mağlup etmeleri için cesaretlendirebiliriz. Darbe ile değil, seçimle.” sözlerini gerçekleştirmek için 18 Haziran 2023 Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik uzun vadeli bir plan yapılmış ve uygulamaya konmuş.

Ki 1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosunun baş aktörü ABD Başkanı Biden’in yolu açmasıyla ABD Kongre üyeleri Yunan kökenli Nicole Malliotakis, Gus M. Bilirakis ve Chris Pappas’ın çalışmaları -kendilerine göre- meyve vermeye başladı.

PLAN BELLİ

Türkiye’yi, ABD’nin desteklediği komşuları ile çatışmaya sokmak.

Ekonomik ambargo ile Türk Lirasını değersiz hale getirmek ve Türk halkının alım gücünü düşürerek, geçim ve yaşam zorluğu yaratmak.

CIA’nın, FETÖ’nün ve Gladio’nun uyuyan hücrelerini uyandırmak ve Türk halkını iktidara karşı kışkırtma faaliyetlerini başlatmak.

ABD yanlısı siyasi partileri ve kanaat önderlerini bir çatı altında toplayıp, yoğun bir muhalefet hareketi başlatmak.

ABD destekçisi ve maddi menfaat düşkünü gazete, TV ve diğer medya kuruluşlarını örgütleyip, mevcut iktidarı yıpratacak yayınlar yaptırmak

Halkı iktidara karşı isyan ettirmek ve yurt içinde kaos yaratmak.

18 Haziran 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’a seçimleri kaybettirmek, kendilerine yandaş bir siyasiyi seçtirmek.

 

Bu planın ilk adımı, Yunanistan ile Türkiye’yi çatışmaya sokmak, çatışma olmazsa savaş tamtamlarıyla halkı huzursuz etmekti. Ki, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Trakya üzerinden Yunanistan’a girmesini önlemek için Yunanistan Batı Trakya’sında ABD askerlerinin konuşlandırılmasıyla başladı işe. Yunanistan da ABD’nin verdiği askeri, ekonomik ve siyasi güvenle Türkiye’ye yönelik cüretkar tacizlerini başlattı.

İKİNCİ ADIM

İkinci adım, Doğu Akdeniz’de sorun çıkartmak ve TSK’yı, Kara, Hava ve Deniz kuvvetlerini bölgesel sorunlarla bölmeye zorlamaktı.

Bu doğrultuda Güney Kıbrıs Rum Yönetimine (GKRY) 1987 yılından beri “Kara Para aklanmasına ve uyuşturucu ticaretine göz yumması” nedeni ile ABD’nin koyduğu silah ambargosunu kaldırıldı. GKRY’e ABD’nin askeri, ekonomik ve siyasi olarak arkasında olacağı teminatı verilerek Türkiye’ye karşı düşmanca davranmaya teşvik edilecek.

Üçüncü adım, Güney Doğu sınırlarımızda PKK ve YPG’ye askeri ve ekonomik destek verilerek Türkiye’ye karşı eyleme teşvik edilerek, halkın öfkesini doruğa çıkarttırmak olacak.

Dördüncü adım, Ermenistan-Azerbaycan çatışması çıkarttırmak veya Ermenistan üzerinden Türkiye’ye yönelik vekalet savaşı başlatmak olacak.

Bu yöntemle de TSK, dört-beş cephede savaşmaya, kolluk güçleri de Türkiye içindeki saldırı ve provokasyonlarla mücadele etmeye zorlanacak!

Bu süreç içinde de ABD, elden geldiğince Türk Lirasının değerini düşürmek ve ekonomiyi darbelemeye çalışacak.

 

Son adım çok açık ve net.

İçte ve dışta kaos yaratılarak Türk halkını öfkelendirmek, sıkıntılarla bunaltmak ve 18 Haziran 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ABD kuklası yandaş bir siyasiyi Cumhurbaşkanı seçtirmek!

Biz bu senaryonun benzer uygulamalarını 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde gördük ve yaşadık. Ancak unuttukları şu ki, Amerika’daki hesap burada tutmaz, Türk halkı böyle düzmece senaryolara kanmaz…

 

 

 

Devamını Oku

Hadi Oradan!

Hadi Oradan!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Anastasiadis, her yer ve her fırsatta “21. yüzyılda garantörlük olmaz, garantörlüklerin modası geçmiştir. Türkiye’nin garantörlüğü kabul edilemez” şeklinde yalan yanlış açıklamalar yapmayı kendine görev edinmişti ancak Avrupa Birliği içinde garantörleri olan devletlerin listesini önüne koyunca geri adım atmış, bir daha garantörlük konusunu ağzına almamıştı. Aynı takiyyeci Anastasiadis, şimdi de Rusya-Ukrayna ihtilafını Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’de garantör ülke olarak gerçekleştirdiği Barış Harekatı ile aynı kefeye koymaya çalışıyor. İnsanların gözüne baka baka, rezil olacağını, adının yalancıya çıkacağına aldırmadan yalan söylemesi ve takiyye yapması Kıbrıslı Rumlara ve Yunanlara özgü bir alışkanlık. GKRY lideri Nikos Anastasiadis France24 televizyonuna verdiği mülakatta, Rusya’nın Ukrayna’yı “Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgal etmek için kullandığı argümanların aynısını kullanarak işgal ettiğini” iddia etti. Yunanistan Başbakanı Mitsotakis de aynı sözleri ABD kongresine hitap ederken kullandı.

YALAN RÜZGARI

“Köpeksiz köy bulmuş değneksiz gezer” lafını uyarlayabileceğimiz Anastasiadis’e bizim de uluslararası kamuoyu oluşturacak şekilde cevap vermemiz, yalanlarını ortaya koymamız gerekiyor zira olayın doğruluğundan çok kimin söylediğine, ne sıklıkta söylediğine bakarak yorumlayan bir dünya var. (Miçotakis’in sözlerini ayakta alkışlamaları esas sorunu bilmediklerinin ve Yunan/Rum tezlerine inandıklarının göstergesi.) BM Kıbrıs Özel Temsilcilerinin bile Rum tezleriyle amel ettiği bir dezenformasyon başarısından söz ediyoruz.

Öncelikle şunu bir hatırlatalım; Türkiye, BM tarafından onaylanan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üç garantöründen bir tanesi. 

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kimsenin yıkamayacağının, adada yönetim değişikliği olmayacağının garantörü.

Kıbrıslı Türklerin can ve mal varlığının garantörü.

1963-1974 arasında Kıbrıslı Türklere soykırım uygulayan Kıbrıslı Rumlar.

15 Temmuz 1974’de Kıbrıs adasında darbe yapıp, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni lağveden Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlar.

17 Temmuz 1974’de Kıbrıs adasında “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni kuran ve ilan eden Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlar.

18 Temmuz 1974’de “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan edip, Kıbrıs adasının tümünün Yunanistan’a ilhak olduğunu ilan eden Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlar. 

20 Temmuz 1974’de, Kıbrıs adasında uluslararası yasalara aykırı olarak kurulan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin lağvedilmesi ve Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhak edilmesinin durdurulması için 5 gün süren tüm diplomatik girişimler sonuç vermeyince, BM tarafından onaylanan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üç garantöründen biri olarak 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tekrardan hayata geçirmek için “Garantör” sıfatıyla Kıbrıs adasına müdahale edense Türkiye.

Görüldüğü üzere Kıbrıs Barış Harekatı ile Rusya’nın Ukrayna harekatı arasında en ufak benzerlik dahi yok. 1974 Harekatı, Yunanların Megali İdea ve Enosis ülkülerinin sonucu gerçekleşmişti.

Şimdi birileri çıkacak ve diyecek ki, “Rusya’nın Ukrayna’ya karşı sürdürdüğü askeri harekat ile Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi aynıdır ve Rusya’nın Ukrayna’yı Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgal etmek için kullandığı argümanların aynısını kullanmaktadır.”

Buna Kıbrıs Barış Harekatı’nın gerçekleşmesinin mimarlarından olan rahmetli Erbakan Hoca’nın sözleriyle cevap verelim;

“Hadi oradan!”

ı

Devamını Oku