DOLAR 33,0751 0.23%
EURO 36,0438 0.11%
ALTIN 2.614,461,75
BITCOIN 21258521.33674%
İzmir
36°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Merkez Bankasının Dili Çözüldü – 2

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir önceki yazıda ne olacak bu doların hali diye sormuş, bizim durumumuzda olan gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarına çok işin düştüğü bir dönemden geçtiğimizi belirterek Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın daha somut adımlar atması ve buna dönük söylemlerde bulunması gerektiğinden bahsetmiştim. Benimle birlikte piyasalarında beklentisi bu yönde olmalı ki, Sesimizi duyan Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, Türk Lirası’nın Amerikan doları karşısında son dönemlerdeki değer kaybı ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. Ama da, ne açıklama! Öyle böyle değil. “Türk Lirası’nı dolar karşısında ezdirmeyeceğiz”, “Doların belini kıracağız”, “Yılsonu dolar TL seviyesini 1,92 görürseniz şaşırmayın”, “Bizi dinleyen karlı çıkar”, “Türk Lirası’nı aslanlar gibi koruyacağız”. İfadeler Anadolu Ajansı’nın ekonomi masası için yaptığı söyleşide sarf edilen cümleler. Genel olarak mütevazı üslubuna alışkın olduğumuz bu kurumun böyle iddialı ifadeleri sadece ekonomi çevrelerini şaşırtmakla kalmadı oldukça da tepki gördü. Eski mevkidaşları gazete köşelerinden eleştiri yağmuruna tutarken akademisyenlerin de yorumlarının ardı arkası kesilmedi. Son olarak ta Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın eleştirileriyle piyasalar, son yıllarda benzeri görülmemiş kur tartışmalarına sahne oldu.

ELEŞTİRİLEN MÜDAHALECİ YAKLAŞIM

Kimi serbest kur politikası uygulanan bir ekonomik sistemde merkez bankası tarafından ortaya atılan bu müdahaleci yaklaşımı eleştirirken, kimi kesin senin ekonomi olarak “etin – budun ne ki, kurla inatlaşıyorsun” tarzı yaklaşımlarla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı’nı hedef tahtasına koyuyordu. Özellikle eleştirilerinde müdahaleci üsluba dikkat çeken Zafer Çağlayan doları yılsonun 1.92 görebilirsiniz şeklindeki üslubun yanlış olduğunu dile getirdi. Bir de 2.00 TL üzeri kurun her şeyin sonu anlamına gelmediğini gerçek fiyatlamanın zaman içinde olacağını bu yüzden “biz bu dövizin belini kırarız üslubunun doğru olmadığını söyledi. Peki, bütün bunlar söylenirken Türk Lirası ABD Doları paritesinde seyir ne oldu? Erdem Başçı’nın açıklamalarına kadar 6,5 milyar dolar satarak kurun 2.00 seviyesine engel olunamamışken açıklamaların ardından 2.00 sınırı aşıldı. Zafer Çağlayan’ın çıkışıyla da tarihi seviyeler olan 2.08’in görüldüğüne şahit olduk. Bu restleşmenin kimseye faydası olmadığı aşikâr. Kayıkçı kavgası ile piyasaların hassas dengeleri ile oynaya gerek yok. Aslında herkes aynı tarafın söylemlerini dile getiriyor fakat üslup farkı algılamaları TL aleyhine yönlendiriyor.

Zafer Çağlayan ihracat gelirlerinin hassas dengesi üzerinden yorum yaparken Erdem Başçı da bulunduğu mevkiinin Türk Lirası’nı koruma refleksini ortaya koymuş olabilir. (Bu konuda sık sık açıklamalar yapmasına rağmen Başçı’nın kullandığı kelimeler bu kez farklı algılandı) Ancak niyetler ne olursa olsun FED’in Tahvil alım programının daraltılması gerektiğine dönük açıklamasının uygulamaya geçeceği takvim yaklaşırken ve dibimizdeki Suriye meselesinde uluslar arası müdahale aşamasına gelindiği bir dönemde bu tartışmalar yersiz. Aslında en makul açıklama Ali Babacan’dan geldi; “Eskisi gibi döviz kuru Türkiye’nin ekonomisi ile ilgili bir şeyler söyleyen genel bir gösterge olmaktan çıkmıştır. Kur yükseldi her şey kötüye gidiyor, kur düştü her şey düzeliyor. Söylemleri geride kaldı”. Haftayı kapatırken dolar kurunda bir miktar gerileme gözlemledi, Suriye meselesinde müdahale süreci sürüncemede, son gelen veriler FED parasal genişlemeyi sonlandırma takvimin bir miktar öteleneceğini gösteriyor. Yılsonuna da şunun şurasında 3 aydan az zaman kaldı. Bakalım zaman Erdem Başçı’yı haklı çıkaracak mı? Bekleyip göreceğiz.

Devamını Oku

Ne Olacak Bu Doların Hali ?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

FED Başkanı Bernanke’nin Haziran’da söylediği “parasal genişlemede sona gelmiş olabiliriz” sözü adeta macun tüpünden çıkmış oldu. Söylenen sözün geriye dönüşü yok ve piyasalarda bu sözden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Olmadı da.  Sözün, piyasalarda ortaya çıkardığı dalgalanmaların boyutu görülünce  “Sonuna gelmiş olabiliriz ve gelmedik ama gelmişsek gereği yapılır şeklinde farklı ifadelerle birkaç kez düzeltilmek zorunda kalınsa da, konuşmanın yapıldığı Haziran ayından bu yana piyasalar istim üstünde FED’ in atacağı adımları takip eder oldu. Türkiye gibi gelişmekte olan ülke para birimlerinde son aylarda görülen değer kayıpları hep varlık alımlarının sonlandırılacağına dönük ifade edilen bu iradenin sonucu. FED in ortaya koyduğu bu iradenin uygulaması ve sonuçları belki de uzun soluklu bir süreci de beraberinde getirdi ve biz bu sürecin henüz başındayız. Ama gelişmekte olan ülke para birimlerindeki hareketliliğe bakılırsa etkileri epey kalıcı olacak gibi. Hatta boyutunu kestirmek de güç olacak. Baksanıza daha ikinci ayında ABD Doları karşısında Türk Lirasında 1,80 ler seviyesinden başlayan hareketlenme pariteyi 2,00 TL seviyelerine getirdi. Daha nerelere gideceği nerede duracağı belli değil.

ŞAHİN VE GÜVERCİN YAKLAŞIMI

Son açıklanan toplantı tutanakları gösteriyor ki FED içinde Şahin ve Güvercin yaklaşımının mutabık olduğu tek husus ekonominin iyi yolda olduğu ve parasal genişlemenin sonlandırılması gerektiği. İki tarafın uzlaşamadığı husus; aylık 20 milyar doları bulan varlık alım programının sonlandırılması işlemine ne zaman başlanacağı ve bu miktarın ne olacağı? Güvercin veya Şahin, FED içinde hangi kesimin ağırlığı daha çok olacak?  Bu sorunun yanıtı için bugünden bir şey söylemek güç. Ancak, Türk Lirası örneğinden durumu anlamaya çalışmaya devam edersek, öncelikli olarak bizim gibi ülkelerin merkez bankalarının bu süreçte işlerinin epey zor olacağını belirtmek gerekir. Zira Aylık 20 milyar dolarlık varlık alıp programına son vermek isteyen FED in piyasalardan çekmeyi düşündüğü bu fon miktarının benzer ülkelerdeki menkul kıymet yatırımlarının kısıtlanmasına neden olacağı da aşikâr. Bugün Türkiye dışında Brezilya Hindistan, Güney Kore, Endonezya, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi sıcak para çeken gelişmekte olan ülkelerin hepsi bizdekine benzer sorunları fazlasıyla yaşamaya başladı. Hepsinin para birimleri ABD doları karşısında hızla değer yitiriyor. Türkiye gerçeğinde mevcut yabancı yatırımların  (gerek tahvil gerek hisse senedi) ne kadarının FED in bu kararı ile kaynağı olan ABD’ye dönmek üzere nakde geçeceği bilinmese de BIST100 de ve gösterge faizde gelinen seviyeler bu aşamada gözlerin Merkez Bankası’na çevrilmesine neden oluyor. Kurda yukarı hareketin başladığından bu yana satış ihaleleri ile dolar talebini karşılamaya çalışsa da kurun 2,00 TL seviyesine engel olamadı. Yine faiz tarafında da yaptığı hamlelere sınırlı etkilere neden oldu. Şimdi herkes Merkez Bankası Para Piyasası Kurulu’ndan daha somut uygulamaları devreye koymasını bekliyor. Yoksa doların ateşinin düşeceği yok.

Devamını Oku

Bernanke Ne Söyler,Piyasalar Ne Anlar ?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son zamanlarda Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankası FED’in söylemleri ile piyasaların bu söylemler neticesindeki algılamaları etrafında oluşan dalgalanmalar, bana yıllar önce izlediğim bir filmi hatırlattı. ”Erkekler ne söyler, Kadınlar ne anlar” Ken Kwapis tarafından yönetilen ve Greg Behrendt ile Liz Tuccillo’nun aynı adlı eserinden 2009 yılında sinemaya uyarlanan bu filmde, kadın-erkek ilişkileri, farklı yaş gurupları ve yaşam tarzlarındaki durumları ile ele alınmış. Filmde, çiftlerin ilişkideki farklı beklentileri ve farklı beklentileriyle birbirlerinden aldıkları işaretleri kendilerine göre farklı yorumlamalarıyla ortaya çıkan neticeyi romantik-komedi formatında işlenmesi söz konusu. Evlilik mi, birlikte yaşamak mı? Sorularına gönderme yapılan film, ideal ve uzun ömürlü ilişkinin ipuçlarını verirken düşülen şaşkınlıkları da ortaya koyması bakımından oldukça başarılıydı. İşte bugün FED başkanı Bernanke ile piyasalar arasındaki ilişkinin geldiği nokta da, bende bu filmden ipuçlarını çağrıştırdı. Başta evlilik yolunda gibi görünen parasal genişleme programı ve tahvil alımları, değişik zamanlamalarda gelen düzelmelere rağmen ilk açıklandığında bu ilişkinin bir birlikte yaşamaktan ibaret olduğunu ortaya koydu. Ya da verilen sinyaller ilişkinin piyasalarca daha uzun ömürlü olacağı şeklinde algılanmasına neden oldu. Oysaki Lehman Brothers’ın batışı ve ardından açıklanan parasal genişleme programları ile aylık 80 milyar doları bulan tahvil alımları bu ilişkide en sıkı ve en sıcak dönemler yaşanmıştı. Son FED toplantılarında likidite genişlemesinin son bulabileceği söylemleri ile tüm dünya para piyasalarında çalkantılı günler başladı. İlk açıklamadan sonra defalarca bu sona ermenin hemen olmayacağı ve mevcut politikaların devam edeceği Bernanke tarafından açıklansa da ilişkideki güven sarsılmıştı bir kere.

PARİTELER ALLAK BULLAK

Şaka bir yana; Mevcut genişlemeci politikalar nedeniyle kaynağı olan ABD’den çıkan likidite ait olduğu yere dönmek için yola çıkmaya başladı. Bulundukları ülkelerde pariteleri allak bulak eden bu paralar arkalarında epey bir tahribat bırakarak bu yolculuğu başlattılar. Bizim gibi gelişmekte olan ülke olmanın en önemli unsuru olan cari açığı kamufle eden bu fonlar ters yönde hareket edince, zücaciye dükkânında hareket eden fil etkisi kaçınılmaz oldu. Bernanke her ne kadar programın sona ermesinin ekonomide iyileşmenin görülmesinin ardından olacağını söylese de, ”gelecek de bir gün gelecek” algılaması, bu hareketin devam edeceğini gösteriyor. Zira ekonomik gidişata dair her iyi veri gelişmekte olan ülkelerde kurların yürekleri ağızlara getirecek derecede dalgalanmasına neden oluyor.  Bizde Gezi Parkı eylemleriyle de örtüşen bu dalgalanmalar BIST endeksini doksan binli seviyelerden yetmiş bin seviyelerine düşürürken, tahvil satışları ile faiz seviyesi 17 Mayıs 2013’te gördüğü tarihi dip seviyesi olan 4,61 in ardından yüzde 9’un üzerine çıktı. Gelen döviz talebi ile 1,9700 TL’nin üzerini test eden USD/TL paritesi bu dönemde taleplerin karşılanması için yapılan ve toplamda 6,5 milyar dolar olduğu söylenen Merkez Bankası satışları ile ancak 1,9200 seviyesine geriledi. Evlilikle sonuçlanmasa da bu ilişkinin kısa sürede bitmesini istemeyen FED, şimdi herkesin gönlünü almaya çalışan tavırlar içinde, hem parasal genişleme mevcut haliyle devam edecek diyor, hem de iyileşmede istenilen seviye yakalanırsa paranın muslukları kısmam gerekebilir imasını da ortaya atmaktan geri durmuyor. Artık, karşı taraf bu işlen ne anlarsa!

 

Devamını Oku

Güçlü Türkiye Herkese Lazım, Kıymetini Bilelim

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gezi Parkı olaylarının gündemi meşgul ettiği günlerde olayların oluş nedeni konusunda ortaya atılan birçok konu başlığı telaffuz ediliyordu. “Çevre bilincine sahip bir grubun” tepkisi, olayların görünen yüzü olsa da, hükümetin, iktidarları döneminde Türkiye’nin ekonomik anlamda göstermiş olduğu atılımlarla oldukça güçlü bir ülke haline geldiği, bu durumun da bazı kesimlerde rahatsızlık uyandırdığını, ortaya çıkan eylemlerin çevre bilincini aşarak bir isyana dönüşmesinin bu kesimlerin tezgâhı olduğu iddiası da konunun taraflarınca epey tartışılacak türden. Aslında olayların Gezi Parkı dışına taşıp ülkenin birçok şehrinde eylemlere dönüşmesi konuyu memleket meselesi haline getirdiğinden doğal olarak konunun etrafındaki taraf kavramı içerisine tüm vatandaşların dâhil olduğu bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Her akşam maruz kaldığımız tencere tava gürültüsü altında, dünyaya yeni gelen bebeğimizi uyutma kâbusunu yaşadığımızı düşünürsek bu yüzden bile, eşimle konunun tarafı olma hakkımız olduğunu söyleyebilirim. Zira başkasının özgürlük sınırının başladığı noktada bir diğerinin özgürlük kullanma imtiyazının son bulması gerektiğini düşünenlerdenim.

KONU HASSAS VE GENİŞ

Konu gerçekten hassas, kişisel rahatsızlıklardan, memleketteki güvenlik meselesine kadar geniş bir etki alanına sahip. Taraflara düşen olayları hukuk ve demokrasi penceresinden, hakların kullanımı noktasında çadırı yakılan çevreci gençle birlikte, yeni tanıştığı dünyada bir bebeğin huzurlu bir uyku uyuma hakkı olduğunu düşünen anne babaya kadar her kesimin hassasiyeti ile yorumlamak olmalı. Dedim ya! Konu hassas olduğu kadar, geniş de. Her bir taraf için ayrı ayrı ele alınmaya kalkılırsa sayfaların almayacağı kesin. Kendimi geçtim. Sadece başta hükümet tarafının iddiası açısından bakarak daha geniş bir kesimi kadraja dâhil etmek mümkün olacaktır diye düşünüyorum. Neydi hükümetin iddiası? Göstermiş olduğu ekonomik başarı sayesinde bölgesel güç olma adına büyük mesafe kateden Türkiye’nin bu durumu, bazı kesimlerde rahatsızlık meydana getirdi. Gezi Parklı bahanesi ile başlayan olaylar bu kesimler tarafından amacından saptırılarak hükümeti yıpratma niyetlerinin ön plana çıktığı bir boyuta bilinçli olarak dönüştürüldüğü yönündeydi. Demokrasi tarihi birçok kez müdahalelerle kesintiye uğratılmış bir ülkede, hatta sadece bu hükümet döneminde bile, parti kapatma girişiminden, başarısız darbe teşebbüsleri düşünüldüğünde,  bu olayların bir hükümeti etkisizleştirme itibarsızlaştırma ve demokrasiyi sekteye uğratma girişimi olduğunu söylemek bir abartı olmaktan uzak görünüyor. Burada şu soruyu da sormak ta fayda var; Türkiye gerçekten ekonomik olarak güçlendi mi? Sorunun cevabını Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıkladığı verilerde arayalım. Twiter hesabından paylaştığı verilerde Mehmet Şimşek’in paylaştığı verilerin ilk sırasında devletin borçları geliyor. Buna göre IMF’e yapılan ödeme ile birlikte devletin dışarıya borcu kalmadığını belirten Mehmet Şimşek özel sektör borçlarının arttığını, ancak bu borçlar karşılığı teminatlandırılan özel sektör varlıklarının da hatırı sayılı ölçüde arttığı belirtiyor. Zira para piyasalarında kimse kimseye karşılığında teminatını görmeden bir kuruş borç vermeyeceğini, özel sektörün dışarıdan sağladığı kaynağın da gerek içerideki gerek yurtdışı bankalarındaki varlıklarından teminatlandırıldığı bilgisini de ekliyor Maliye Bakanımız. Ve verileri aktarmayı sürdürüyor.  Türkiye 2002 yılında 9 milyar dolar enerji ithal ederken bu rakam 2012 yılında 60 milyar dolar olmuş. İç borç miktarı 2002 yılında 149,9 milyar iken bu rakam 2012 de 386 milyar dolar olarak görünüyor. Bunu verirken Mehmet Şimşek arkasından aşağıdaki verileri de ekliyor. Döviz+Altın rezervi 2002 de 28 milyar dolar iken 2012 de bu değer 119 milyar dolar, Haziran 2013’te ise 128,8 milyar dolar. Kişi başı milli gelir 2000 yılında Avrupa Birliği ortalamasının yüzde 30’u iken bu rakam 2012 itibariyle yüzde 56 olmuş. Gayri Safi Yurtiçi Hâsılada değişim yıllara göre şöyle olmuş; 1990 198 milyar dolar, 2002 230 milyar dolar ve 2012 786 milyar dolar. Veriler böyle sürüp gidiyor. Örneğin doksanlı yıllarda büyüme ortalaması yüzde 3’lerde iken 2003-2012 ortalama büyüme yüzde 5,1 olmuş. Kişi başına milli gelir dolar bazında üç kat artmış.

Özetle; Türkiye 2002 ye göre daha güçlü bir ekonomik güce daha demokratik bir sisteme sahip. Dünyanın ekonomik durgunluk yaşadığı son dönemlerde bu güçlülük ivmesinin gittikçe arttığı görülüyor. Olayların başladığı Mayıs ayında faizin tarihi düşük seviyesini gördüğünü de ben ilave edeyim. Yukarıdaki veriler ışığında, ülkelerin demokratik kazanımlarını güçlü ekonomik yapılarıyla desteklediklerinde anlam kazanacağı vurgulayarak yazımı bitirmek istiyorum. Bu bağlamda son olayları değerlendirirken, olayların ne amaçla yapıldığını ve sonuçlarının her anlamda kime ne kazandırıp, kimlere ne kaybettirdiğini anlamlandırmak daha kolay olacaktır

Devamını Oku

Bir Grup Genç !

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Her şey “bir grup gencin” Taksim’deki Gezi Parkı’nda eylem yapması ile başladı. Taksim meydanının yayalaştırılması çalışmaları kapsamında Gezi Parkı’nda bazı ağaçların yerlerinden sökülmesi “bir grup genci” çevre duyarlılıkları nedeniyle harekete geçirmişti. “Bir grup genç” yapılan çalışmaları protesto etmek amacıyla tepkilerini dile getirdikleri dövizlerini, tepkilerinin ne kadar süreceğini tahmin edememiş olacaklar ki, çadırlarını, gitarlarını, piyanolarını, kitaplarını, süpürgelerini de yanlarına alıp parkta bir araya geldiler.  Çevre duyarlılığı gençlerimiz arasında o kadar derin ve yaygın olmalı ki, sadece doksan kuşağından üniversite tahsili görmüş, farklı yaşam tarzı ve görüşünü benimsemiş bir topluluk gezi parkına akın etmişti. Hatta bu toplanma tamamen doğal bir reaksiyonu sonucu ortaya çıkmış masum bir araya gelişti. Eylemci gençlerle ilgili yaptığım tasvir size biraz tuhaf gelmiş olabilir. Ama bu tarifi olayların ayyuka çıktığı günlerde televizyon kanallarında boy gösteren “ abi ve ablalardan” aldım. Onların ekranlara yaptıkları açıklamalar bende bu algılamayı uyandırdı. Zira gençlerin arasında dolaşıp ayağının tozu, ciğerlerindeki biber gazı ile stüdyoya gelen bu “abi ve ablalar” hep bir ağızdan anlaşmışçasına aynı savunmayı yapıyorlardı; “Efendim biber gazı yemiş biri olarak söylüyorum ki, bu çocuklar masum” Devamında da “Gittim gördüm. Hepsi okumuş çocuklar çevre düzenlemesine ve Başbakana tepki için oradalar ve başka da bir kötü niyetleri yok”. Buraya kadar tamam!

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Ülkemiz zorlu merhalelerden geçerek demokrasiyi tüm değerleri ile yönetim şekline adapte etmeye çalışan bir ülke ve demokrasinin unsurlarından biri olan ifade özgürlüğünü kullanmak ise herkesin hakkı. Hatta bu hakkı organize olarak kitleler halinde meydanlarda eyleme dönüştürmek sağlıklı demokrasilerin bir göstergesi kabul ediliyor. Yine insana saygı çerçevesinde ve meydanların bulunduğu şehirlerde yaşayan diğer bireylerin hak ve özgürlüğünü kısıtlamadan, bu eylem ve yürüyüşlerin nasıl olacağı yerel yönetim ve emniyet birimlerince yasal düzenlemelerle güvence altına alınmıştır. Gel gelelim Gezi Parkındaki “masum bir grup gencin” eylemi ile başlayan olaylar Taksim Meydanı diğer meydan ve caddeler ve git gide diğer şehirler ve ülke sınırlarını aşarak konuyla ilgisi olmayan uluslar arası otoritelerin bile fikir beyan ettiği bir boyuta ulaşmıştır.  İlk müdahaledeki basiretsizlikler ve sosyal medyanın etkiliği de işin bu boyuta gelmesinde en büyük etken olmuştur. Sormak istediğim soru şu; Bu duyarlı bir grup genç, ilk günden sonra eylem alanı yasa dışı örgütlerin kol gezdiği bir yer haline gelmeye başladığında, yasadışı örgüt paçavraları, Atamızın ve bayrağımızın yanında verini almaya başladığında, kamu araçları yakılıp iş yerleri yağmalanmaya başlayıp masum vatandaşlar saldırıya uğradığında, ülke imajı zarar görüp de bundan maddi manevi herkesin zarar göreceği anlaşıldığında, piyasalar dalgalanıp da ülkede bir güven sorunu varmış gibi açıklamalar geldiğinde, -daha sayabilirim, çünkü bunları hepimiz yaşadık ve gördük- neden eylemlerine son vermediler? Madem bu kadar okumuş ve duyarlı genç bir arada neden, “Biz bunu bir tepki olarak başlattık ama konu amacından çıktı. Parkla ilgisi olmayanlar, hatta ülke imajı ve ekonomi zarar görüyor, her şeyden önce kaybedilen hayatlar oldu, terör gurupları bizim bu eylemimizi kendi amaç ve çıkarları için kullanmaya başladı, kendimizi onlardan soyutlayalım ve bu işi bitirdiğimizi açıklayalım” şeklinde bir düşünceyi benimsemediler?   Hadi onlar düşünemedi.  Televizyonda onların masumiyetini anlata anlata bitiremeyen “abi ve ablaları”, sanatçı destekçilerinden de mi sağduyulu birileri çıkıp bunu onlara söylemedi.

GÖRÜNTÜ VE BELGELER

Amacın çevre duyarlılığı olmadığı ve demokratik bir tepki olmadığı,  gün geçtikçe o günlere dair açıklama ve görüntü belgeleri ortaya çıktıkça anlaşılıyor. Yazık! Çok yazık ki kaybedilen hayatlar ve birçok maddi zarar ve zedelenen bir ülke imajı ortadayken bu olanların bir tek kazananı yok. Kazananı var ama onlar bugün ortada yok. Onlar hiçbir zaman ortaya çıkmadı zaten Onlar bu işi organize ederler, onlar o bir grup masum genci kullanarak insanımızı bir birine düşürürler. Demokrasiyi baltalar bozulan ekonomik durumdan servetlerine servet katarlar. Halkın seçtiği idare üzerine oyunlar oynayarak ülkeyi yönetenlerin kendileri olmasını isteyen onlar şimdiye kadar başarılı olmuş olabilir. Ama bu kez bunu başaramadılar, başaramayacaklar. Çünkü Türkiye o eski Türkiye değil.  Türkiye artık daha güçlü. Her bakımdan daha güçlü. Her şeyden önce demokrasiyi benimsedi ve iradesine sahip çıkıyor. Bence herkes olanları şöyle bir sağduyu süzgecinden geçirmeli ve dersler çıkarmalı. Oyuna gelmeyelim. Bu ülke hepimizin. Başka Türkiye yok.

 

Devamını Oku