DOLAR 33,0327 0.08%
EURO 35,9806 -0.09%
ALTIN 2.579,410,39
BITCOIN 0%
İzmir
33°

PARÇALI AZ BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Bir Rumelili Göçerken

Bir Rumelili Göçerken
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Rumeli hasret demektir. Rumeli hüzün, Rumeli mutluluktur demektir. Rumeli vatan özlemi, Rumeli doğduğun, büyüdüğün, ilk kez sevindiğin, ilk kez mutlu olduğun toprakları gözyaşları ile terk etmek demektir. Rumeli doğduğumuz vatan, Anadolu gözlerimizi yumduğumuz vatandır. İkisi de anavatandır Rumelili için ve ikisi de değerlidir. Öyle ki Rumelili sıkı sıkıya sarılır anavatanına çünkü hep bir yanı yarımdır o da elinden kayıp gitmesin ister. Rumelili için bu nedenle önemlidir yuvası, devleti ve vatanı…

Rumelililer bu vatana iki büyük lider hediye etmiştir ki devletleri hep büyük olsun diye. Biri Fatih Sultan Mehmet’tir ki Rumeli topraklarında doğmuş, büyümüş, İstanbul’u fethederek Fatih olmuş ve Osmanlı gibi beyliği bir devlete ve cihan imparatorluğuna dönüştürmüştür. Diğeri de 10 Kasım 1938’de ahirete göçen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür ki o da bitti, tükendi ve yok oldu denen bir milleti silah arkadaşlarıyla birlikte ayağa kaldırmış ve ilelebet payidar kalacak Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu olmuştur.

19 Mayıs 1881 yılında bir Rumeli şehri olan Selanik’te gözlerini açan Mustafa Kemal Atatürk; Selanik’te Şemsi Efendi Mektebi, Selânik Mülkiye Rüştiyesi ve Selânik Askerî Rüştiyesi gibi okullarda eğitim aldıktan sonra bir diğer Rumeli şehri olan Manastır’da Manastır Askerî İdadisi’nde eğimini tamamlamıştır. Sonra yolu İstanbul’a düşmüş ve Mekteb-i Harbiye-i Şahane’yi yani Kara Harb Okulunu bitirerek Harp Akademisine girmeye hak kazanmıştır. Buradan da Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olmuştur.

Akademi sonrasında artık askerlik hayatı başlayan Atatürk’ün Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyet kurulana kadar ömrü yani yaklaşık 20 senesi üniforma altında ve cephelerde geçmiştir. En büyük eseri olan “Millî Mücadele ve Bağımsızlık Savaşı” dışında Şam, Trablusgarb ve Sofya, Balkan Savaşlarında Edirne, Birinci Dünya Savaşında Çanakkale, Birinci Dünya Savaşında Kafkasya Cephesinde Diyarbakır, Muş, Bitlis ve Gaziantep, Sina ve Filistin Cephesinde Filistin, Şam ve Halep’te askeri görevlerde bulundu.

Rumeli’de doğan büyüyen ömrünün yarısını Rumeli’de geçirebilmişken geri kalanına Anadolu’nun bağımsızlığı için Anadolu’nun her bir köşesinde mücadele ederek geçirmiş ve Rumeli’ye olan özlemiyle de 84 yıl önce bugün 10 Kasım 1938’de çok sevdiği vatanından göçüp gitmiştir. Geride yüzbinlerce şehit ve gazi ile birlikte dimdik ayakta tuttuğu bir Türkiye Cumhuriyeti devletini miras bırakmıştır.

Erdem EREN

İstanbul Rumeli Üniversitesi Rumeli Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Vekili

Balkan Gençliği Stratejik İşbirliği Platformu Kurucusu

 

Devamını Oku

Balkanlar ve Türkistan

Balkanlar ve Türkistan
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Avrasya Güncesi: Balkanlar ve Türkistan’daki Güncel Gelişmeler

Avrasya Güncesi adını verdiğimiz bu köşemizde düzenli aralıklarla “Balkan Güncesi” ve “Türkistan Güncesi” alt başlıkları altında Balkanlar ve Türkistan (Orta Asya)’daki güncel gelişmeleri ele alacak ve bazı konuları öne çıkaracağız.

  • Balkan Güncesi 

    • Kosova’daki Seçimler

Balkanların en genç ülkesi olan Kosova’da 6 Ekim 2019’da yapılan genel seçimlerden liderliğini Albin Kurti’nin yaptığı Kendin Karar Al Hareketi (Levizja Vetevendosje!) birinci parti olarak çıkmış, sandıktan ikinci sırada çıkan Kosova Demokratik Birliği (LDK) ile 4 ay boyunca hükümeti kurma müzakerelerini yürütmüştü. Nihayetinde 3 Şubat’ta Kurti ülkenin yeni Başbakanı oldu.

Kurti birçok Arnavut siyasetçi gibi Arnavutluk ve Kosova’nın birleşmesi yani Büyük Arnavutluk idealinin temsilcilerinden biri olsa da, aynı zamanda Kosova’da yeni akım siyasetinde umudu olarak görülüyor. İç siyasette sosyal ve ekonomik sorunların çözümü, dış siyasette Arnavutluk’la birleşme, Sırbistan’la müzakerelerin sürdürülmesi gibi konularda etkin rol oynayacağı düşünülüyor.

Batı Balkanlarda Kuzey Makedonya gibi Kosova’nın da Avrupa ile entegrasyonu söz konusuyken yeni dönemde Türkiye’nin de Kurti sonrası Kosova siyasetini doğru takip edip, Türkiye-Kosova-Arnavutluk arasında üçlü bir işbirliği girişimi ile yeni dönemde Balkanlarda daha bütüncül bir Arnavut politikası inşa etmesi gerekiyor.

    • Büyükelçi Değişimleri

Yakın dönemde Balkanlarda Türkiye için en önemli gelişmelerden biri de birçok ülkede büyükelçilerimizin değişmesi oldu. Kuzey Makedonya’da Tülin Erkal Kara’nın yerine Hasan Mehmet Sekizkök, Bulgaristan’da Hasan Ulusoy’un yerine Aylin Sekizkök ve Kosova’da Kıvılcım Kılıç’ın yerine Çağrı Sakar görevlerine başladı. Bu üç ismin ortak ve en önemli özelliği olarak ise yaklaşık 30 yıla varan Dışişleri tecrübeleri göze çarpıyor.

Genel olarak bakıldığında bu elçileri selefleri gibi bölgedeki FETÖ oluşumlarıyla mücadele, Türklerin bölünmüş siyasal yapılarının entegrasyonu, kamu diplomasisi faaliyetlerinin başarıyla sürmesi, Batı Balkanların AB ve NATO’ya entegrasyonunda Türk dış politikasının rezvizyonu gibi birçok önemli konu bekliyor olacak.

    • AB’nin Batı Balkanlar Perspektifi

Avrupa Birliği Batı Balkanlar’da Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’un Birliğe üyeliklerini hızlandırmak ve üyelik karşıtı Fransa gibi ülkeleri de ikna etmek amacıyla genişleme stratejisinde bazı yenilikler yaptı. Özellikle hukukun üstünlüğü alanında gerileme kaydeden ülkelerde Birlik müzakere sürecini durdurabilecek, askıya alabilecek ya da sonlandırabilecek. Süreçte üye ülkelere de daha fazla söz hakkı verilecek.

AB bu esnek tutumunu üyelik müzakerelerini hâlihazırda yürüten Türkiye, Sırbistan ve Karadağ’a karşı uygulamazken Batı Balkanlara farklı bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. AB bu iki ülkeyi üyeliğe dâhil ederek; Bölgedeki Rus nüfuzunu kısıtlı tutmayı, Türkiye’nin bölgedeki politikalarını sınırlandırmayı, Çin’in artan etkisini ve faaliyetlerini de kontrol etmeyi amaçlıyor.

    • Yunanistan – ABD İttifakı

ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler dönem dönem sertleşip yumuşasa da ABD arka planda Türkiye karşıtı stratejilerini uygulamaktan da vazgeçmiyor. Bunun bir örneği de Yunanistan’da yaşandı. ABD’nin Atina Büyükelçiliği adaların da tıpkı anakara gibi kıta sahanlığı ve egemenlik haklarına sahip olduğunu söylerken, Türkiye’nin karşısında Yunanistan’ın Ege Denizinde ki 12 mil beklentisine açık destek vermiş oldu. Aynı ABD’nin yine Atina’nın da onayıyla bir süredir Batı Trakya’da Dedeağaç’ta bir askeri üs kurmayı planladığı da duyuluyor.

  • Türkistan Güncesi

Azerbaycan’daki Genel Seçimler

Azerbaycan’da 5 Aralık 2019’da Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in parlamentoyu feshedip erken seçim kararı almasının ardından ülkedeki genel seçimler 125 seçim bölgesinde 9 Şubat’ta gerçekleşti.  5 milyon 387 bin kayıtlı seçmenin bulunduğu ülkede, seçime katılım oranı yüzde 47,81 oldu. Seçimin galibi ise Aliyev’in iktidardaki Yeni Azerbaycan Partisi (YAP) olurken, parti 125 sandalyeli mecliste 65 sandalye elde etti. Mecliste 43 sandalyeyi de bağımsız adaylar kazandı. Seçim sonuçları Aliyev’in ülkede güçlü liderliğini uzun bir süre daha sürdüreceğini gözler önüne serdi.

Dağlık Karabağ Meselesi

2020 Münih Güvenlik Konferansı Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın ortak oturumuna ev sahipliği yaparken, oturumda Dağlık Karabağ konusu da gündeme geldi. Aliyev’in Karabağ’ın tarihsel gelişimi ile birlikte Azerbaycan’a ait olduğunu kanıtlarken, Paşinyan ise Hocali katliamını reddederek Ermenistan işgalini savunmayı sürdürdü. Mevcut durumda Paşinyan’ın önceki Ermeni siyasetçiler gibi müzakereden yana olmadığını gösteriyor.

Avrasya ve Deprem Diplomasisi

24 Ocak’ta Elazığ’da gerçekleşen deprem ülke olarak bizleri derinden üzse de, bu coğrafya da önceki yıllarda gerçekleşen birçok afette olduğu gibi ortak duyguların yaşanması ve dayanışmanın ifade edilmesi bakımından da yüzlerimizi bir nebze olsun güldürdü. Deprem sonrası hem Balkanlar hem de Türkistan’dan başta Azerbaycan ve Yunanistan olmak üzere birçok ülke Türkiye’ye geçmiş olsun dileklerini iletirken, arama kurtarma vb. konularda yardım taleplerini de ilettiler. Bu durum bizlere özellikle Balkanlarda Yunanistan ile siyasi olarak birçok ayrılığımız bulunsa da acılı günlerde dayanışma sağlayabileceğimizi ifade ediyor. Bu samimi politikaları sadece afet dönemlerinde değil, normal süreçte de inşa etmek gerekiyor.

Erdem EREN

Devamını Oku

AK Partinin İstanbul’daki Belediye Başkan Adayları ve Balkan-Rumeli-Trakya Camiasının Temsili Meselesi

AK Partinin İstanbul’daki Belediye Başkan Adayları ve Balkan-Rumeli-Trakya Camiasının Temsili Meselesi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Geride bıraktığımız Cumartesi günü Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve 39 ilçe belediye başkan adaylarını ilan etti. 39 ilçenin 36’sında AK Parti kendi adaylarını açıklarken, geri kalan 3 ilçe olan Beşiktaş, Maltepe ve Silivri de ise Cumhur İttifakının ortak aday çıkaracağı duyuruldu.

İstanbul’un 36 ilçesinde açıklanan adayların özellikle memleket ve kökenleri incelendiğinde;

  • 19 adayın Karadeniz kökenli (Rize, Trabzon, Giresun, Ordu vb.),
  • 7 adayın Doğu Anadolu kökenli (Erzurum, Erzincan, Malatya vb.),
  • 5 adayın İç Anadolu kökenli (Sivas, Ankara, vb.),
  • 1 adayın Akdeniz kökenli (Antalya),
  • 2 adayın Güneydoğu Anadolu kökenli (Adıyaman),
  • 5 adayın İstanbul ve yurt dışı doğumlu olduğu görülmektedir.
  • İstanbul’un 36 ilçesinde aday gösterilen isimlerden ise sadece bir tanesi Selanik göçmeni olup “Balkan-Rumeli-Trakya” mensubudur.

AK Parti’nin İstanbul’un 36 ilçesindeki belediye başkan adaylarından yalnızca bir Selanik göçmeni olan ve “Balkan-Rumeli-Trakya” mensubu aday ise Çatalca Belediye Başkan adayı Mesut Üner’dir. AK Parti adaylarından yalnızca birinin “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli olması bu camiaya mensup ya da köken itibariyle aidiyet hisseden insanlarda şüphesiz bir üzüntüye ve kırgınlığa neden oldu.

Peki, AK Parti 36 ilçe içerisinde neden sadece 1 ilçede “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli bir ismi aday gösterdi bunu 2 farklı bakış açısıyla anlatmak gerekiyor. Birincisi AK Parti bu geri kalan 35 ilçe için aday gösterecek “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli bir isim mi bulamadı? İkincisi “Balkan-Rumeli-Trakya” camiası güçlü bir aday ortaya çıkaramadı mı? Bu sorulara cevap vermeden önce “Balkan-Rumeli-Trakya” camiası ya da toplumuyla ilgili bazı genel bilgilere değinmek gerekiyor.

 

Türkiye ve İstanbul İçin Balkanların ve “Balkan-Rumeli-Trakya” önemi;

  • Osmanlı Devleti’nin yayılma alanı olan Balkanlar 550 yıl hâkimiyet altında kalmış, bu dönemde devletin 215 sadrazamından 62’sini Balkan kökenli isimler oluşturmuştur.
  • 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Balkanlardan günümüze kadar uzanan göç dalgası Türkiye’de yaklaşık 5-7 milyon Balkan kökenli nüfus meydana getirmiştir. Ayrıca bu sayının “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli nüfusla birlikte 15 milyonun üzerinde olduğu da söylenmektedir. Bu nüfusun büyük bir kısmı ise İstanbul’da yaşamaktadır.
  • Ayrıca bugün Balkanlarda ise yaklaşık 1 milyon 70 bin Türk ve 8,2 milyon Müslüman nüfus yaşamaktadır.
  • Bugün Türkiye’nin 40’a yakın ilinde “Ru­meli”, “Balkan”, “Trakya” adlarını içeren 2200’ün üzerinde sivil toplum kuruluşu faali­yet göstermektedir.
  • “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli nüfusun en yoğun yaşadığı İstanbul ilçeleri; Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa, Sultangazi, Çatalca, Eyüpsultan, Silivri vb.dir.

İstanbul’da “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli nüfusun en yoğun yaşadığı ilçeler incelendiğinde bu ilçelerin aynı zamanda hem İstanbul’un en kalabalık ilçeleri hem de AK Parti’nin en yüksek oy oranına eriştiği ilçeler olduğu görülüyor. Bu ilçelerden sadece Çatalca’da bir “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli aday gösterilmiş olması şüphesiz küskünlük yaratmıştır. Bu küskünlük seçimlerde oy oranlarına yansıyacak mı görülecektir.

 

AK Partinin İstanbul’daki belediye başkan adayları ve “Balkan-Rumeli-Trakya”camiasının/toplumunun temsili meselesi;

İlk olarak yazıyı okuyanlar başka partilerin “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli aday gösterdiğini söyleyebilirler. Bu noktada MHP, CHP ve İYİ Parti adaylarını da örnek verebilirler. Ancak bu yazıda AK Parti adaylarının analiz edilmesinin ve “Balkan-Rumeli-Trakya” camiasının/toplumunun temsili meselesinin ele alınmasının en temel önemi şudur; AK Parti bugün devleti idame etme mührünün sahibi bir parti olup, iktidardır. Yani bu partiden belediye başkan adayı olan isimlerin hem seçilme şansları daha yüksek olup, hem de bu isimler daha güçlü siyasi ve ekonomik imkânlarla ilçelerinde faaliyet göstermektedir.

İkinci olarak AK Partinin adayları incelendiğinde “Balkan-Rumeli-Trakya” camiasının/toplumunun nüfusuna oranla doğru orantıda temsil edilmediğini açıklıkla söylemek gerekmektedir. Öyle ki; Bu toplumun nüfusunun yoğun olarak yaşadığı ilçelerde daha çok Karadeniz kökenli ve Adıyamanlı adaylara yer verilmiştir. Bu noktada bu toplumun itirazlarının ve rahatsızlıklarının son derece haklı olduğunu da söylemek gerekir. Ancak şu da bir gerçek ki AK Partinin aday listesi “Balkan-Rumeli-Trakya” camiasının/toplumunun nüfuzuyla da doğru orantılıdır. Burada başa dönmek gerekiyor.

AK Parti 36 ilçe içerisinde neden sadece 1 ilçede “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli bir ismi aday gösterdi bunu 2 farklı bakış açısıyla anlatmak ya da farklı iki pencereden bakmak gerekiyor. Birincisi AK Parti bu 35 ilçe için aday gösterecek “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli bir isim mi bulamadı? İkincisi “Balkan-Rumeli-Trakya” camiası güçlü bir aday ortaya çıkaramadı mı?

Aslında iki sorunun da cevabı bir tespitte birleşiyor; AK Parti ya da hükumet içerisindeki ya da nezdinde ki; “Balkan-Rumeli-Trakya” nüfuzu nüfusuyla eş değer değil. Bugüne kadar AK Parti ve hükumet kanadında ya da devletin etkin kurumlarında çok sayıda “Balkan-Rumeli-Trakya” mensubu ismin aktif görevde bulunduğunu biliyoruz. Kısaca birkaç örnek verilirse;

  • Hakan Çavuşoğlu – Başbakan Yardımcılığı,
  • Mehmet Müezzinoğlu – Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
  • Mustafa Şentop – AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı,
  • İbrahim Eren – TRT Genel Müdürlüğü,
  • Abdullah Eren – YTB Başkanlığı gibi görevlerde bulundu ya da bulunmaya devam ediyor.

AK Parti ve hükumet kanadında ya da devletin etkin kurumlarında görev alan “Balkan-Rumeli-Trakya” mensubu isimlerin sayısını arttırmanın yolu ise bu toplumun nüfusuyla nüfuzunu eş değere getirmekten geçiyor. Aslında yerel yönetimlerde yani belediye başkan adaylarında da benzer konu aynı öneme sahip.

“Balkan-Rumeli-Trakya” nüfuzunun neden nüfusuyla aynı oranda olmadığının da sorgulanması gerekiyor. Başlıca nedenlerini ise şöyle sıralamak mümkün;

  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu siyasi, ekonomik, kültürel ve sivil toplum düzeyinde bir bütün olarak hareket etmiyor. Bu toplum içinde farklı gruplar var. Yunanistan Batı Trakya muhacirleri, Bulgaristan göçmenleri, Arnavutlar, Boşnaklar, Makedonya kökenliler gibi ayrı gruplar mevcut.
  • Sadece Türkiye’de değil İstanbul’da da yüzlerce “Balkan-Rumeli-Trakya” sivil toplum kuruluşu faaliyet gösteriyor. Bunların büyük bir çoğunluğu irili ufaklı STK’lar olup, çatı kuruluşları da büyük oranda bulunmuyor.
  • Türkiye’nin başka bölgelerinde ve başka etnik gruplarında siyasal eğilim 2-3 parti üzerinden şekillenirken; “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumunda ise siyasi eğilim AK Parti, CHP, MHP ve İYİ Parti olmak üzere 4 ve üzeri partiyle şekilleniyor.
  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumunun eğitim düzeyi, sosyo-kültürel ve ekonomik seviyesi belirli bir ortalamanın üzerinde seyrediyor olmasına rağmen, belirli bir kategorizasyon altında birlik oluşturulamıyor.
  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu en azından aynı siyasi ve sosyo-kültürel sınıfta bile büyük bir çatı organizasyon kurmakta sıkıntı yaşıyor.
  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu siyasi ya da sivil toplum düzeyinde çatı organizasyonlar kuramadığından dolayı ortak aday ya da lider isimler çevresinde de birleşemiyor.

Yani aslında mesele sadece başta AK Parti ya da diğer partilerin “Balkan-Rumeli-Trakya” kökenli aday gösterme meselesi değil, aynı zamanda bu toplumun bütüncül bir lobi oluşturup oluşturamaması meselesidir. Bu doğrultuda;

  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu farklı siyasi eğilimlere sahip olsa da; sosyo-kültürel, sportif ve ekonomik çatı organizasyonlar oluşturabilmeli,
  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu en azından aynı siyasi eğilimler içerisinde çatı kurumlar meydana getirip, ortak adaylar ve liderler gösterebilmeli ve destekleyebilmeli,
  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu ve sivil toplum kuruluşları kültürel yönlerinin yanı sıra siyasi ve ekonomik eğilimlerini kuvvetlendirmeli, siyasi partilerde ve ekonomik kuruluşlarda daha fazla görev almalı,
  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu ve sivil toplum kuruluşları bir an önce çok başlılıktan ve sivil toplum kuruluşu bolluğundan kurtulmalı, bölgesel düzeyde ya da köken bazında birlikler oluşturmalı,
  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu ve sivil toplum kuruluşlarının önde gelenleri hata ve kibirlerini bir kenara bırakarak “ben” dilini değil, “biz” dilini tercih etmeli, kolektif hareket etme alışkanlığını elde etmeli ve toplumu kucaklayabilmeli,
  • “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu ve sivil toplum kuruluşları nitelikli insanlar yetiştirmeli, yetişen nitelikli insanları ise hem kendi organizasyonlarında hem de kurum ve kuruluşlarında görevlendirmeli,
  • Son olarak ise her şeyden önce “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumu kendini temsil eden bir lider seçmeli; siyasi, sosyo-kültürel, ekonomik ve sivil toplum düzeyinde ise onun liderliği altında teşkilatlanmalıdır.
  • Başta AK Parti olmak üzere ise diğer siyasal partiler ile kurum ve kuruluşlar ise “Balkan-Rumeli-Trakya” toplumunun nüfusunun ve beklentilerinin karşılığını doğru analiz etmelidir.

Tarih: 02.01.2019

Erdem EREN

Devamını Oku

Ortadoğu Balkanlar Türkiye

Ortadoğu Balkanlar Türkiye
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Orta Doğu’dan Balkanlar’a: Kuşatma, Direniş ve Türkiye

İslam İşbirliği Teşkilatı Çarşamba günü Kudüs gündemli olağanüstü bir toplantı gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla İslam dünyasından birçok devlet İstanbul’da bir araya gelirken,  48 ülkenin temsil edildiği zirvede 16 liderde hazır bulundu. Bunlardan en ilgi çekici olanı ise sosyalist bir ülke olan Venezüela’nın lideri Nicolas Maduro’ydu. İslam dünyasından Suudi Arabistan ile Mısır’ın lider düzeyinde katılmaması ise en dikkat çekici noktaydı.

Zirve olağanüstü olduğu gibi kararları da olağanüstü oldu. Güçlü bir kınama dışında kimse İslam İşbirliği Teşkilatından bir haykırış beklemiyordu. Tam tersi oldu ve zirveden ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesine yönelik sert bir itiraz geldi. Hem bu itiraz hem de İsrail’in bir işgal ve terör devleti olduğu Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından tüm dünyanın gözü önünde salonda yankılandı. Zirvenin sonucuna gelecek olursak, duygusal değil akılcı kararlar tercih edildi.

Biliyoruz ki dini hassasiyetleri olan herkes bırakın Kudüs’ü Orta Doğu’daki Siyonist İsrail’in varlığından rahatsız. İsrail’in ilk Kıblemizin, Peygamber Efendimizin Miraca yükseldiği yerin olduğu Mescid-i Aksa ve Kubbet-Üs Sahra’nın yakınlarına bile ayak basmasını istemeyiz. O yüzden bu zirveden ABD ve İsrail’e yönelik ekonomik bir ambargo, siyasi ve askeri yaptırımlar çıkmasını isteyende oldu. Ancak bu çıkmadı. Bunun gerçekle uyuştuğunu parçalanmış İslam dünyasını göz önüne aldığımız da söyleyemeyiz.

Zirvenin sonuç bildirisinde;

-Başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devletinin tanındığı ilan edildi.

-Dünyanın tüm devletlerine Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıma çağrısı yapıldı.

-ABD Başkanı Trump’ın kararı kınandı.

-BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu’na harekete geçme uyarısı yapıldı.

Zirvenin sonucunu takiben Çin, Rusya, Slovenya, İskoçya gibi farklı ülkelerden zirvenin sonucunu destekler tepkiler çıktı. Zirve’de ısrarla BM’nin 1980 yılındaki 478 sayılı kararına atıfta bulunuldu. ABD’nin de kabul ettiği o karar İsrail’in başkentinin Tel Aviv olduğunu, yine İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgal edemeyeceğini vurgulayan bir karardır. BM vurgusuyla İslam İşbirliği Teşkilatı uluslararası arenadaki desteklerini de çoğaltmış oldu. Uluslararası kamuoyuna doğru bir kanaldan hitap edilmiş de olundu. Bu açıdan zirvenin kararları rasyoneldir denebilir.

Teşkilatın bu kararlarıyla şunların farkına da varmak gerekir. Başta Türkiye olmak üzere İslam devletleri İsrail-Filistin sorununun zaman içerisinde çözümüne yol bırakmış, ancak Doğu Kudüs’ün yani İslam dini için en kutsal bölgelerden birinin hiçbir zaman İsrail’e bırakılmayacağına vurgu yapmış, bu savunmayı şimdiden duyurmuştur.

Gelelim Kudüs’ün Türkiye için önemine; Kudüs Türkiye için sadece bir manevi öneme sahip bir yer değildir. Aynı zamanda bir beka sorunudur. Bugün ABD-İsrail şer ittifakı Mısır’da yapılan darbe gibi Suudi Arabistan veliahdı üzerinden Suudi Arabistan üzerindeki kontrol mekanizmasını kuvvetlendirmiş, İran’a karşı Orta Doğu’da kılıç çekmiş, Irak’ta Barzani üzerinden bir bölme oyununa girişmiş, Suriye’de PYD kartıyla Türkiye’ye karşı bir tehdit oluşturmuş, Katar gibi ülkeleri ambargolarla boyun eğdirmeye çalışmıştır. İşte Kudüs hamlesini bu plandan ayrı göremeyiz. Kudüs hamlesiyle Orta Doğu’daki saflar daha belirgin hale gelmiş, yeni bir kaosun fitili ateşlenmiştir. Söndürülmezse Orta Doğu yeni bir savaşa gebe kalabilir.

Orta Doğu’nun istikrarsızlaştırılması, Irak ve Suriye üzerinden Türkiye’ye yönelik hamlelerin yapılması herkesten evvel Türkiye’nin siyasi ve ekonomik çıkarlarına terstir. Tüm bu hamleler Türkiye’yi bölgede daha da kuşatma hamleleridir. İşte Türkiye İslam İşbirliği Teşkilatı ve Rusya ile İran gibi ülkelerle giriştiği işbirlikleriyle bu kuşatmayı yarmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin Kudüs haykırışını bu pencereden de izlemek gerekmektedir. Peki, Türkiye’ye yönelik kuşatma sadece Orta Doğu’da mı? Ya Balkanlar?

Balkanlar: Kuşatma, Direniş ve Türkiye

Orta Doğu gibi Balkanlar’da yüzlerce yıldır hâkimiyet alanımızda bulunan; Türk, Arnavut, Boşnak, Torbeş, Rum, Makedon, Bulgar demeden kardeşlik ikliminin hâkim olduğu, refahın ve barışın olduğu bir coğrafyaydı. Bugün Balkanlarda Türkler gibi, önemli bir etnik kimliğe sahip olan Arnavutlar ve Boşnaklar gibi Müslüman kardeşlerimiz yaşamaktadır. Türkiye’nin Orta Doğu’da nasıl mezhep kavramını reddettiyse, Balkanlarda da etnik yaklaşımı reddetmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin Balkan politikasının Orta Doğu gibi revize edilmesi gerekmekle birlikte; etnik temelli değil daha bütüncül hem Balkanlardaki tüm İslami toplulukları hem de tüm Balkan halklarını kapsayıcı olması gerekmektedir. Türkiye’nin ABD ile güç mücadelesi, Rusya ile pazarlık sahası sadece Orta Doğu mu olmak zorundadır? Ya Balkanlar? Bugün Bulgaristan ABD ile Rusya’nın güç mücadelesine şahittir. Yunanistan ABD ve İsrail ile ciddi oranda yakınlaşmıştır. Makedonya’da da ABD ve Rusya çekişmesi vardır. Arnavutluk ve Kosova ise ciddi anlamda ABD’nin baskısı altındadır.

Bosna Hersek başta olmak üzere Balkanların birçok ülkesinde İran ve Suudi Arabistan’ın mezhepsel ve ideolojik misyonerlikleri mevcuttur. Vatikan, Arnavutluk ve Kosova dâhil olmak üzere Balkan ülkelerinde Hıristiyanlaştırma hamleleri yapmaya çalışmaktadır. Bu ülkelerde inşa edilen kiliseler, katedraller ve okullar buna en köklü delildir.

Rusya, Sırbistan ve bölge ülkelerindeki siyasi, askeri ve ekonomik ilişkileri ve baskılarıyla bu ülkelerde söz sahibi olmaya çalışmakta, ABD siyasi ve askeri gücünün tehdidiyle Arnavutluk, Kosova ve Makedonya gibi devletlerin hem siyasetini hem de yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle ekonomisi dizayn etmeye çalışmaktadır. Ne kadar dizaynsa…

Bu ülkelerin dışında birçok devletin gizli servisleriyle, FETÖ’nün Balkanlardaki faaliyetlerini saymıyoruz bile. Ya da bir ele alalım. Nereden geldik bu gündeme? Geçtiğimiz günlerde eski askeri savcı Ahmet Zeki Üçok televizyon programlarında ve sosyal medya aracılığıyla Balkanlarda bazı gizli servislerin ve FETÖ’nün suikast timleri oluşturduğunu, özellikle Makedonya ve Kosova’daki kamplarda hazırlandıklarını iddia etti. Yine Üçok’a göre bu timler Türk siyasilere suikast düzenleyebilirlermiş. Çok vahim ve ciddi iddialardı. Çok detaya girmeye de gerek yok. Kimsenin kimseyi korkutmasına hakkı da yok.

Türkiye Cumhuriyeti kurumları ve misyonları hem yurt içinde hem yurt dışında özellikle Balkanlarda başı dik ve cesurca faaliyetlerine devam etmektedir, edecektir de. Bu tür iddialarla korku üretmekte teröre yenilmek olur. Terörün en temel amacı zaten korku salmaktır. Üçok’a bu ihbarları yapanlar, öncelikle Türk misyonlarının Balkanlarda rahat hareket etmesini engellemeye çalışmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Balkanlarda etkin olmasın da ABD, İsrail, Rusya, Almanya, Vatikan ve birçok gizli servis ile FETÖ mü etkin olsun? Zaten Türkiye Cumhuriyetinin ilgili güvenlik güçleri devletimizin misyonlarını koruyacak güce de sahiptir.

Üçok’a katılabileceğimiz en önemli nokta şu: Anlattığımız üzere Balkanlarda ABD ve Rusya güç paylaşımı yapmakta, gizli servisler cirit atmakta, FETÖ kullanışlı bir piyon olarak hayat sahasını sürdürmektedir. Türkiye bu coğrafyada maddi ve manevi olarak, açık ve gizli misyonlarıyla güçlü olmazsa ABD ve Rusya bölgeyi daha da domine edip, FETÖ gibi, çetnik ve radikal dinci (İslamcı-Hıristiyan) paramiliter gruplarla istikrarsızlaştırabilir. Balkanlar buna müsait olmakla birlikte Makedonya’da Kumonova olayları, Bosna Hersek’deki çetnik katliamları tarihsel olarak buna örnektir. Orta Doğu’yu istikrarsızlaştırıp, İsrail’e hayat sahası açan, bölgenin yer altını kaynaklarını sömüren, Türkiye’yi çevrelemeye çalışan ABD; Balkanlarda da aynı taktiği uygulamakta ve uygulayacaktır da.

Türkiye artık eski genel geçer politikalarını revize edip, Balkanlarda yumuşak gücü olan kamu diplomasisinin yanında özellikle ekonomik hamleleri ve sert gücü ile de aktif olmalıdır. Türkiye Balkanlarda kültürel ya da tarihsel bir oyuncu değil, oyun kurucu olmalıdır. Bunun yolu da reel politik ve akılcı politikalardan geçmektedir. Türkiye nüfus olarak azınlıkta olan Türk soydaşlarımızın yanında bölgede çoğunlukta olan Müslüman gruplar Arnavutlar ve Boşnaklar üzerinden de coğrafya da etkisini siyasi ve ekonomik olarak arttırmalıdır. Müslüman toplulukların kolektif hareket etmesini sağlayacak entegrasyon projeleri ve politikaları geliştirmelidir. Bu toplumları temsil eden güçlü gruplar ve temsilcileriyle ittifaklar kurmalıdır.

Türkiye’nin Balkanlarda yapması gereken en temel hareketlerden biri de bölgeye yapılan maddi yardımların yatırıma ve üretime dönerek istihdam üretmesi, çeşitli kaymak tabakanın elinde ziyan edilmemesidir. Öyle ki bölgeye yapılacak ciddi yatırımlar mevcut hükümetleri de baskı altına alacak, Balkanların geleceğinde Türkiye’nin söz sahibi olmasını sağlayacaktır. İyi senaryoları da kötü senaryoları da Türkiye atacağı adımlarla belirleyebilir.

Sonuç olarak Türkiye, Balkanların kaderini ve istikrarını ABD ve Rusya’nın, çeşitli istihbarat örgütlerinin ve bilumum devletlerin eline bırakmak istemiyorsa; oyuncu değil oyun kurucu, denge gözeten değil denge belirleyen olmalıdır. Nasıl ki Türkiye Orta Doğu’da kendisine yönelik çevreleme ve kuşatma girişimlerine direniyorsa ve sesini yükseltiyorsa, Balkanlarda da yükseltmeli; Balkanların yeniden Orta Doğu gibi istikrarsızlaşmasına ve istikrarsılaştırılmasına mani olmalıdır. Üç tarzı siyasete, stratejik isim ve ideolojilere gerek de yok. Formül belli: Adil düzen, ekonomik ve toplumsal refah, barış; Türk, Arnavut, Boşnak; Rum, Bulgar, Romen demeden güçlü ve bağımsız bir Türkiye ve Balkanlar…

Erdem EREN

Devamını Oku

Kosova, Makedonya, Siyaset

Kosova, Makedonya, Siyaset
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Pazar günü hem Kosova hem de Makedonya’daki Türk soydaşlarımız için oldukça önemli günlerden biriydi. Kosova’da yerel seçimlerin ikinci turu yapılırken, Makedonya’da ise ülkenin üç Türk partisinden biri olan ve hükümet ortağı konumunda bulunan Türk Hareket Partisi’nde genel başkanlık koltuğunun devri için kurultay yapıldı. İlk olarak Kosova’daki yerel seçimlere değinelim.
Yerel seçimlerin 22 Ekim’de düzenlenen ilk turunun ardından Kosova’da ikinci turda 19 belediye için sandığa gidildi. Aralarında Türklerinde yoğun olarak yaşadığı Başkent Priştine ve Prizren gibi önemli şehirlerin belediye başkanları belli oldu. Resmi olmayan sonuçlara göre 19 belediyeden; Kosova Meclis Başkanı Kadri Veseli’nin partisi PDK 5, Kosova Başbakanı Ramush Haradinaj’ın partisi AAK 4, Eski Başbakan İsa Mustafa’nın başkanlığını yaptığı LDK 4, Vetevendosje 3, AKR 1, NISMA 1 ve Sırp Listesi 1 belediye elde etti. Türklerin yoğun olduğu Prizren ve Priştine’yi de Vetevendosje (VV) yani Kendin Karar Al Hareketi kazandı. Başkent Priştine’nin yeni belediye başkanı Shpend Ahmeti olurken, Prizren’in ise Mytaher Haskuka oldu.
22 Ekim’de düzenlenen yerel seçimlerin ilk turunda Kosova Demokratik Birliği (LDK) en fazla oyu almış, Kosova Demokratik Partisi (PDK) ise en fazla meclis üyesi çıkaran parti olmuştu. İlk tur sonuçlarında PDK 216, LDK ise 214 üye kazanmıştı. VV seçimde üçüncü, AAK dördüncü, NISMA beşinci, Sırp Listesi altıncı ve AKR ise yedinci parti olmuştu.
Kosova’da hükümet 70 gün önce kurulmuş, ülkedeki Türk partilerinden Kosova Türk Demokratik Partisi (KTDP)’de hükümet ortağı olmuştu. Genel başkanlığını Mahir Yağcılar’ın yaptığı KTDP, Müferra Şinik ve Fikrim Damka ile 2 milletvekili çıkardığı genel seçimlerden sonra katıldığı ilk yerel seçimlerin sonucunda 15 yıldan sonra 6 belediyenin 3’ünde Türk temsilci bulunduramayacak. Bir anlamda KTDP hüsrana uğradı da denebilir. Mamuşa’da KDTP’den Abdülhadi Krasniç zafer elde ederken 7’de meclis üyesi elde edildi. Parti Priştine, Mitroviça ve Vıçıtırın’daki temsilcilerini ise kaybetti. Prizren’de 3 ve Gilan’da ise 1 belediye meclis üyesi elde etti. Toplamda 11 meclis üyesiyle seçimi tamamladı.
KDTP’nin en büyük hatası ise Prizren’deki ikinci tur seçimlerinde oldu. Prizren’de Türklerin çoğunluğu Vetevendosje (VV) yani Kendin Karar Al Hareketi adayını desteklerken, KDTP ise “Mos ja leni Prizrenin turqelive” yani “Prizren’i Türklerin eline bırakmayın” diyen Cumhurbaşkanı Hashim Thaçi’nin ve genel başkanlığını Kosova Meclis Başkanı Kadri Veseli’nin yaptığı PDK’nın adayıyla ittifak etti. PDK, KDTP’ye Belediye Başkan Yardımcılığı, iki müdürlük ve kültür merkezinin inşası gibi vaatlerde bulunmuştu. KDTP’nin yanı sıra Kosova Geleceği İçin İttifak Partisi (AAK) ve Boşnak Partisi VAKAT’da PDK adayına desteğini açıklamıştı.
Kosova’daki diğer Türk partisi Kosova Türk Adalet Partisi (KTAP) ise sadece Mamuşa’da 7 meclis üyesi çıkarttı. Sonuç olarak KDTP 11, KTAP ise 7 meclis üyesi ile yerel seçimleri sonuçlandırmış oldu. İki partide Türklerin yaşadığı Priştine, Vıçıtırın ve Mitroviça’da meclis üyesi çıkaramadı. Bu durum soydaşlarımızın Türk partilerine bir tepkisi olarak algılandı. Türklerin Priştine’de büyük oranda Vetevendosje (VV) yani Kendin Karar Al hareketinin Arnavut adayı Shpend Ahmeti’yi desteklediği gözlendi. Başa baş geçen yarışta Ahmeti, LDK adayı Arban Abrashi’yi geride bıraktı. Güney Mitroviça’yı Yeni Kosova İttifakı (AKR) adayı Agim Bahtiri yeniden kazandı. Vıçıtırın’da ise LDK adayı Xhafer Tahiri önde geldi.
Prizren’de ise yine VV’nin adayı Mytaher Haskuka çok az bir oy farkıyla PDK adayı Shaqir Totaj’ı geride bıraktı. Haskuka aynı zamanda Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesinde doktora eğitimini almış biriydi. Türklerin partisi KTDP PDK adayını desteklerken, Türklerin ise VV adayına oy verdiği görüldü. Bu iki örnek bize Makedonya’da geçtiğimiz haftalarda düzenlenen yerel seçimleri hatırlattı. Gostivar’da da Türk soydaşlar BDİ adayı Nevzat Beyta’ya FETÖ ile olan bağından ötürü büyük rahatsızlık duyarken, Türk partilerinden TDP buna rağmen bu aday ile ittifak kurmuştu. Sonuç Prizren’deki gibi Gostivar’da da Türk partisi için hüsran olmuştu.
İki ülke adına Prizren ve Gostivar örnekleri tuhaf benzerlikler taşıyor. Az önce değindiğim gibi iki parti de halkı değil, kendi çıkarlarını büyük oranda gözetmişti. Diğer bir benzerlik de şu; Makedonya’da BDİ FETÖ ile ilişkilerinden ötürü tepki görürken, Kosova’da da PDK aynı şekilde eleştiriliyor. Üstelik hem Kosova Cumhurbaşkanı Hashim Thaçi hem de Kosova Meclis Başkanı Kadri Veseli PDK mensubu ve Türkiye Cumhuriyeti devlet erkânı ile üst düzey görüşmelerde bulunuyor. Buna rağmen PDK aynı zamanda Kosova’nın Türkiye’den uzaklaşmasını ve Avrupa ile ABD’ye yakınlaşmasını da savunuyor. Üstelik PDK’nın Prizren adayı Shaqir Totaj seçimlerden önce “Prizren’i Türklerin eline bırakmayın” bile diyebiliyor.
Makedonya’da da benzer şekilde BDİ’nin FETÖ ile yakın ilişkiler içerisinde olduğu biliniyor. Ülkedeki FETÖ okulları yıllarca BDİ mensubu Eğitim Bakanı tarafından korunduğu ve kollandığı belirtiliyor. Partinin Gostivar belediye başkanı Nevzat Beyta’da FETÖ’ye destekleriyle biliniyordu. Belediyede Zaman Makedonya gazetesi ücretsiz dağıtılıyor, Beyta’ya dair haberler gazetede yer alıyordu. Bunlar bilinirken TDP’nin gidip BDİ adayıyla ittifak kurması akıllara ziyan görüldü. Hem Kosova hem Makedonya örneklerinde görüldüğü üzere Türk partileri kendi çıkarlarını halkın ve Türkiye’nin menfaatlerinden ısrarla üstün tutuyorlar. Balkanlardaki Türk karşıtı grupların güç kazanması karşısında Türkiye’nin desteği olmadan bu partilerin hiçbir güç elde edemeyeceğini bilmeleri gerekiyor.
Kosova’dan Makedonya’ya geçecek olursak Pazar günü ülkedeki Türkler için heyecanlı günlerden biriydi. SDSM önderliğindeki hükümetin ortaklarından Türk Hareket Partisinde kurultay heyecanı vardı. THP’nin genel başkanı ve devlet bakanı Adnan Kâhil kurultayla genel başkanlığı, partinin genel sekreteri ve milletvekili Enes İbrahim’e devretti. THP hükümet ortağı olmasından ötürü ülkedeki Türk soydaşlarımız için büyük bir önem taşıyor. Türk soydaşlarımızın dil, kültür, sosyal hizmetler, eğitim ve istihdam gibi birçok sorunu bulunuyor. THP’nin bu sorunlara daha fazla odaklanması ve çözümüne çalışması Türklerin en büyük beklentileridir.
Enes İbrahim’e geçecek olursak; İbrahim ülkenin önde gelen Türk politikacılarından biri konumunda olup gelecek adına yapacakları merakla beklenen isimlerden. Ancak İbrahim ile Türkiye’nin yaşadığı en büyük sorunlardan biri Türkiye’de 2013 yılında FETÖ tarafından organize edilen “17-25 Aralık Yargı Darbeleri” döneminde yaşandı. İbrahim o dönemde sosyal medya organlarında AK Parti hükümeti ve o dönem başbakanlık makamında bulunan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile “ayakkabı kutusu” üzerinden “dalga geçer” mahiyette paylaşımlarda bulundu. İbrahim’in daha sonra ise bu paylaşımlarından dolayı pişman olduğu ifade edildi. Genel başkanlığa geçince ilk akla gelende bu paylaşımlar oldu.
Enes İbrahim’in bu olayı geride bırakması hem Türkiye’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın gücünün farkında olması hem de ülkedeki Türklerin sorunlarının çözümüne kafa yorması gerekiyor. THP başta olmak üzere ülkedeki Türk partilerinin Türkiye ve büyükelçimizle uyumlu çalışması hem bu partilerin hem de ülkedeki soydaşlarımızın lehine olacaktır. Ayrıca Türk partilerinin FETÖ ile mücadelede Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve dış temsilciliklerinin daha fazla yanında yer alması ve efor sarf etmesi de şart.
Günlük çıkarların bir kenara bırakılması hem soydaşlarımızın hem de dindaşlarımızın omuz omuza yol yürümeleri en büyük arzumuz. Bu bağlamda Balkanlardaki soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın desteğini alan tüm partilerin politika ile kadrolarını gözden geçirmeleri oldukça elzemdir. Evlad-ı Fatihan hiçbir zaman unutmamalıdır ki, anavatan Türkiye her zaman yanlarında olacaktır.
Erdem EREN
Beyaz Hareket Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi
Evlad-ı Fatihan Derneği ve Dergisi Kurucu Üyesi

Devamını Oku