DOLAR 32,7106 -0.14%
EURO 35,3325 0.44%
ALTIN 2.448,83-0,05
BITCOIN 20787564.35426%
İzmir
34°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Kafkasya’da bir halk!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Adaletin Sembolü Ömer’in orduları, Mekke’den Diyarbakır’a, oradan Kafkasya’ya uzanmış, yenilmez sanılan Bizans zulmüne son vermişlerdi.

Dağlılar, artık daha güçlüydü. Alın teri medeniyetinin adı “Müslüman Kafkasyalı” idi. Abhazya özünü bulmuş, Kafkasya’nın çekim gücü olmuştu.

Ağaçtan minareler, kubbeler, duvarlar… Evrensel Mesajı haykırıyordu. Mekke ile Sohum arasındaki gönül köprüsü, karanlığı yırtan bir özgürlük meşalesiydi.

İlk defa duydukları bu tebliğ, adalet/eşitlik/özgürlük/güvenlik esasına dayanıyordu.

Gerçi Allah her millete peygamber göndermişti. Kim bilir, binlerce yıldan beri, hangi Abhaz peygamberin öğretisine bağlıydılar?

Tevhidi düşünce, Abhaz’la bütünleşmiş, kan uyuşması gerçekleşmişti. Yapılan, tam da, doku nakliydi. Gürcüler, Ermeniler ve Ruslar, Abhaz çarşısında Kur’an’la tanışıyor, evine ocağına ‘Müslüman’ dönüyorlardı.

Selçuklu Devleti bir Ümmet Hareketiydi. Abhaz yiğitler, barışta ve savaşta ‘eşit yurttaşlık’a katkı sunuyorlar; gün oluyor çarşıya, gün oluyor cepheye koşuyorlardı.

Vatikan’ın ve Hahamlığın izdüşümü Moğollar, Haçlı hesabına Selçuklu’yu parçalayıp Gürcistan’ı yağmalamışlar, bunu da küresel hakimiyet adına yapmışlardı.

Osmanlı’nın ‘kabul edilmiş bir dua misali’ fetihleri, kabus dolu günlerin sonu olmuştu. 3 asır, Karadeniz’den dünyaya açılan bir limandı Abhazya!

1800’ler, Abhazya için bir sınavdı. Rus soykırım timi, Abhaz halkına kan kusturdu. Osmanlı’yla et ve tırnak olan Abhazyalı, toparlanıp kısa sürede Rus’a kök söktürdü.

Abhaz halkı şehitler veriyor, bir o kadar Rus’u da hak ettiği cezaya çarptırıyordu.

Tam da “Bitti” derken 93 Harbi, Abhazya’nın her hücresine derin bir yıkım getirdi. Osmanlı yönetiminde güç kazanan Mithat Paşa ve avanesi, emperyalist ortaklıkla bölgeyi kan gölüne çevirdi.

Osmanlı ülkesi, Abhaz Hicretine sahne oluyor; Anadolu’da her köy/kasaba, Abhaz kardeşlerine kucak açıyordu. Öyle, İkinci Vatan değildi, öz vatandı.

Nihayet 1917 Bolşevik Devrimi kabus gibi çökmüştü.  Devrim, masonik/ateist üst aklın ürünüydü. Kültür asimilasyonu başlıyor; sadist bir Gürcü olan Stalin, tarihi kinini günyüzüne çıkarıyordu.

Abhazlar, güçlü bir manevra ile Abhazya Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Komünist Parti, haliyle, bağımsızlığı tanımadı.

Ankara’daki yönetim, zaten Stalin yanlısıydı. Abhaz halkı tarihte ilk defa yalnızdı ve iş başa düşmüştü.

Abhazca yasak, cami harap, meydanlar darağaçlarıyla dolu. Yol kenarlarında kurşuna dizilmiş mücahid/mücahide Abhaz bedenleri…

Din iman adına ne varsa yok edildi. Çocuklara Rus/Gürcü isimleri verildi. Yaşananlar, Tek Parti Türkiye’sinin Kafkas yansımasıydı.

Demografik yapı değişti, Gürcü/Rus nüfus yerleşti Abhazya’ya. 1948’den buyana Siyonizmin Filistin’de yaptığının pratiğiydi, olup bitenler.

Sanki Abhaz ülkesinde Abhaz yoktu, olmamalıydı. 1950’de neredeyse “Abhazım” diyen kalmamıştı.

Söndü sanılan ilim ocaklarının katkısıyla, ‘direniş’ günden güne ivme kazandı ve Abhazlar 1991’de bağımsızlık ilan ettiler.

Ne var ki, Cezayir’i en son tanıyan Türkiye, Abhazya’yı henüz tanımamıştı. Monşerler hala çok baskındı. Acı tarafı, şu saatlerde bile gündemde yoktu.

Cansiperane bir Abhaz cihadının sonunda, 1993’ün 30 Eylül’ünde, son Gürcü askeri, Abhazya’yı terk etti.

Şimdi Abhazya, karadan ve denizden abluka altında. Ortodoks vahşet, Mekke Dönemi’ni aratmayacak boykot uyguluyor.

14 asır Karadeniz’in dünyaya açılan kapısı Abhazya, dostların(!) gafleti, başkentlerin dalaleti ve düşmanların ihanetinin pençesinde kıvranıyor; ötelerden gelecek bir Ömer bekliyor.

 

Tarık Sezai Karatepe
Araştırmacı Yazar

 

Devamını Oku

Bir Direniş Öyküsü: Raid SALAH

0

BEĞENDİM

ABONE OL

BİR DİRENİŞ ÖYKÜSÜ: RAİD SALAH

 

Filistin, Selahaddin’in Hıttin Zaferi’nden 730 yıl sonra, Haçlı Siyonist ablukası altındaydı.

1917 İngiliz kuşatması, tarihte iktidar olamamış Siyonistlere, 31 yıl boyunca, “Devlet nasıl yönetilir, nasıl ayakta tutulur?” stajı vermişti.

14 Mayıs 1948 finaldi. Basel’in üzerinden yarım asır geçmişti ki İsrail kuruldu. Nekbe, ‘Büyük Felaket’ bu idi.

Haganah, Irgun ve Stern siyonist terör örgütlerinin sentezi olan İsrail, Filistin’i kan gölüne çeviriyordu. İsrail’e ‘terör devleti’ denmesi bundandı.

1958

İşgal altındaki Filistin toprağı Ummul Fahm, bir hareket liderinin doğumuna tanıklık ediyordu.

‘Gürleyen’ anlamında Raid koydular adını. ‘Düzelten’ olsun diye de Salah!

Adı ile müsemma bir çocuktu. Selahaddin gibi hiç gülmüyordu yüzü. Oturup şiir yazabilirdi, tiyatro oynayabilirdi; gezmeye, avlanmaya çıkabilirdi.

Fakat o, çocuk yüreğiyle yumruklarını sıkmış, küfre meydan okuyordu.

Hak, devredilemezdi. Daha ortaokul yıllarında hukukçu olmayı kafasına koymuştu. Fakat öyle, bir büro açıp iş takibi yapmak değildi amacı.

Hedefi, İbrahimi bir tavırla, Davudi bir vuruşla zalimin belini kırmaktı.

Bir taraftan, El-Halil Üniversitesi’nde İslam Hukuku öğreniyor, diğer yandan da, zalimin zayıf yönlerini keşfedip hamle üstüne hamle yapıyordu.

Asrın Bilgesi’nden duyduğu, “Siyasetle ilgilenmeyen Müslümanları, Müslümanlarla ilgilenmeyen siyasetçiler yönetir!” sözü, ona ilham oldu.

1989’dan 2001’e, 3 dönem, Ummul Fahm Belediye Başkanı seçildi. Emin ve adildi.

Yönetim tecrübesini, bu sefer, topraklarının topyekun kurtuluşuna adadı. Artık o, Filistin İslami Hareketi’nin lideriydi.

Gençliğinden beri alışık olduğu soğuk zindanlar, ona medrese oldu. İzzeddin el Kassam’dan Ahmed Yasin’e… on binlerin aşkı ile tutuşmuştu yüreği.

13 yıl önce, Istanbul’da, Uluslarası Kudüs Buluşması’nda idi. Ümmeti uyarıyor ve “Şahid ol ya Rab!” diyordu.

Raid Salah’ın mesajı netti!

Siyonistlerin, “Keydem Yeruşalayim / İlk Önce Kudüs” planı açık bir savaştı!

David Ben Gorion, “Kudüs’süz bir İsrail’in ve tapınaksız bir Kudüs’ün kıymeti ve anlamı yoktur” demişti.

“6 yıl içinde Kudüs’ü yahudileştirmek ve Mescid-i Aksâ’yı ele geçirmek” nihai hedefti.

“Proje, bir Yahudi ferdinin, bir cemiyetin veya bakanlığın değil, bizzat İsrail Meclisi Knesset’in görüşü” idi.

“Mescid-i Aksâ’nın yer üstünü Müslümanlara, yer altını Yahudilere veriyorlar”dı. “500 milyon dolar ayrılmış”tı bile.

“Finansörler ise, İsrail Hükümeti, uluslararası güçler, Yahudi finans lobileri, bankerler, cemiyetler ve Batı’dan gelen güçler”di.

“Projeyi hazırlayanlar, bu projelerin Kudüs’e seyahati ve ticareti hareketlendireceğini ve Kudüs halkına iş alanlarının açılacağını belirterek bizleri aldatmayı hedeflemekte”ydiler.

“Yahudi-Müslüman-Hristiyanlardan(!) oluşan müşterek bir heyet kurup, projeleri denetlemek” yöntemlerden biriydi.

“Amaçları, bizleri kandırmak ve yahudilerin Kudüs’e ve Mescid-i Aksâ’ya hâkim olmalarını meşrulaştırmak”tı.

“Megâribe Kapısı yolunu tamamen yok edip, Mescid-i Aksâ’ya saldırı yapacaklarında askeri araçları geçirmek için bir yol açıp kapı yapmak” en tehlikeli madde idi.

Nihai gaye ise, “Mescid-i Aksâ’ya ait olan Tenkiziyye Medresesi’nin yerine dünyanın en büyük sinagogunu inşa etmek”ti.

Tenkiziyye, Osmanlı Mahkemesi idi.

“Rahmet Kabristanı’ndaki sahabe kabirlerini kaldırıp bir teleferik istasyonu kurmak” en alçakça plandı.

“Bu teleferik, Zeytin Dağı’nda bulunan yahudi kabristanından hareketle Mescid-i Aksâ’ya bağlantılı olacak”tı.

“Silvan Mahallesi’ndeki Filistinlilerin evlerini yıkıp yerine Yahudi yerleşim yerleri kurmak” tam bir savaş sebebi idi.

Raid tehlikeyi haber vermiş, görevini yapmıştı.

Megâribe Kapı yolu yıkıldı, Aksa’nın altında kazılar sürüyor, yeraltına çok sayıda sinagog yapıldı bile.

Raid, 31 Mayıs 2010’da Mavi Marmara’da, en ön safta idi.

O durmadı, yılmadı, gürlemeye ve ıslah etmeye İsrail zindanında devam ediyor.

Filistin tutsak olduktan sonra, içerisi ile dışarısı bir, ne de olsa!

 

Tarık Sezai Karatepe

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Devamını Oku

Tiran, Küllerinden Doğarken…

Tiran, Küllerinden Doğarken…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

18 Eylül 1385

Karlo Topya, ülkesini, varını yoğunu ortaya koyarak savunuyor, “Arnavutluk’a düşman çizmesi değmesin!”diye mücadele ediyordu.

Dört taraftan çembere alındığı sırada, askerler arasından bir nida kopar:

“Komutanım, Osmanlı’dan yardım isteyelim!”

Çağrı, Osmanlı otağına ulaştığında, 1. Murad derhal ordu hazırlar ve kardeşlerinin yardımına koşar.

Kadirşinas Arnavut halkı, Osmanlı’yı bağrına basar. Sonsuza dek sürecek tarihi dostluğun temelleri atılmıştır.

Vefakar Arnavut milleti, Ankara Savaşı’nda, Yıldırım Beyazıd’ın saflarında, işgalci Timur’a karşı kahramanca mücadele etti.

Osmanlı, ilk iş olarak, despot derebeylerin gasp ettiği toprakları Arnavut halkına dağıtarak hakkı teslim etmiş oldu.

Premedi Beyi Todor Muzak Oğlu Yakup Bey’den teslim alınan aşk ve iman atlası,

4 padişah görmüş, 129 yaşında vefat edene kadar Balkanlara hizmet eden Gazi Evrenesoğlu Ali Bey ile taçlandırıldı.

Otranto Fatihi Gedik Ahmet Paşa ile Arnavut kahramanlığı, sınırlar ötesine taşındı.

Hem Safevilere hem de Haçlılara karşı zafer üstüne zafer kazanan Süleyman Paşa…

Girit ve Podolya Fatihi Köprülü Fazıl Ahmet Paşa…

Niş, Budin ve Belgrad Fatihi Köprülü Fazıl Mustafa Paşa…

Adil bir yönetim kurarak, yüzyıllar sürecek huzur ikliminin temellerini atan Rojnikli Köprülü Mehmet Paşa…

Harcamalarının kısılmasından dolayı kimi devlet adamlarının düşman kesildiği,

devlet bütçesi hazırlayarak Osmanlı’da tasarrufa giden, ısrafı önleyen güçlü bir Arnavut ekonomist Tarhuncu Ahmet Paşa…

Hicaz’ın güneyinde birliği sağlayarak ümmetin gönlünde taht kuran Yemen Fatihi Koca Sinan Paşa…

Kanuni’nin şehit olduğu Zigetvar’a katılan, Doğu seferinde göz dolduran Ferhat Paşa…

Enderun’da eğitim gören, Korfu’da Osmanlı deniz kuvvetleri komutanlığı yapan, Boğdan Seferi’ne katılan Vezir-i Azam Lütfi Paşa…

Osmanlı’nın 33 Arnavut Sadrazamından biri, Temeşvar Fatihi Gazi Kara Ahmet Paşa…

Mekke Medine haydutlarca işgal edilince, Harem-i Şerif’i kanlarıyla canlarıyla koruyan 12 bin Arnavut Mücahid…

Rumeli’de eşkiyaları bozguna uğratan Vezir Tepedelenli Ali Paşa…

25 bin Arnavut Mücahidiyle, Sudan’ı emperyalist işgalden kurtarıp Osmanlı’ya bağlayan Mehmet Ali Paşa…

204 beyitlik Arnavutça Mevlid yazan, İslam kültürünü Arnavutluk’un her hücresine yayan Hasan Ziko Kanberi…

 

 “Dar-ı dünya deli gölüm gibi viran olsa

Ne cihan olsa ne can olsa ne hicran olsa

Kaş ki sevdiğümi sevse kamu ehl-i cihan

Sözümüz cümle heman kıssa-i canan olsa”

beyitleriyle Arnavut şuurunu taçlandıran Taşlıcalı Yahya…

 

Avlonyalı Ekrem Bey’in,“Ben bizim evimizin ve bahçe kapımızın kapalı olduğuna hiç şahit olmadım.” taç levhası…

 

Istanbul aşığı Beratlı Nazımi…

Arnavutça İlmihal yazarak büyük hayırlara vesile olan Molla Ramazan İşkodra….

  1. Murad’a, İbrahim’e, devlet yönetimindeki aksaklıkları ve çözüm yollarını gösteren, “İşte aydın bu!”dedirten Koçi Bey…

“Kamus namustur!” diyen, Kamus-u Arabi, Kamus-u Alam, Kamus-u Fransevi  ve Kamus-u Türki yazarı, uluslararası üne sahip entelektüel Şemseddin Sami…

 

“Görüp ahkam-ı asr-ı  münharif sıdk-u selametten

Çekildük izzet-i ikbal ile bab-ı hükumetten!”

dizelerinin sahibi, anne tarafından Arnavut Namık Kemal…

 

“Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım çoğunuz…

Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!

Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum

Başka bir şey diyemem, işte,  perişan yurdum!”

diye haykıran, Mehmet Akif…

 

Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurarak, ilk çok partili hayata geçişi başlatan, Menderes’i siyasete sokan Fethi Okyar…

 

“Hafızın kabri olan bahçede bir gül varmış

Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle…”

diyen Yahya Kemal…

 

Bütün muhafızlarını Arnavutlardan seçen, 13 Haziran 1878’de “Arnavut Milletinin Haklarını Müdafaa Cemiyeti”ni kurarak, Arnavut halkını emperyalist saldırılardan korumayı başaran,

“Arnavut Cemiyet-i İlmiyyesi”ni kuran Sultan 2. Abdülhamid…

1921’de kurulan, Arnavutluk halkını iri ve diri tutan Milli İslam İttifakı…

…..

Balkan Savaşından bu yana 4 milyon Arnavut muhacir hicret etti Türkiye’ye. Sadece Istanbul’da 2 tane Arnavutköy kuruldu.

27 Haziran 1944’teki Çamerya Katliamı, Arnavutların olduğu kadar Türkiye Müslümanlarının da yüreğinde onarılmaz bir yaradır.

İtalyan / Alman / Yunan çeteler, Güney Epir’de tarihin en acı katliamını yaptılar.

Hilal ile Haçın mücadelesinden Hak galip geldi ve haykırdı tüm Balkanlara:

 

“Çfarë një musliman i lumtur!”       Tarık Sezai Karatepe

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Devamını Oku

Bosna’da İlk Şehit

0

BEĞENDİM

ABONE OL

SELAMİ YURDAN: BOSNA’DA İLK ŞEHİT!

Yıl 1966. Patnos, bereketli bir sabaha uyanmış, Fermani amca ile eşi, şükür secdesine kapanmıştı. “Selami olsun, adı; teslim olsun Yaradan’a!” Selami, yaşından beklenmeyen bir olgunlukta idi. Parmakla gösterilen bir ahlak adamı, yerinde durmayan bir iş aşığıydı. Heybetiyle karşısında idi, Ağrı Dağı. Selami’nin bu denli coşkun olmasında Ağrı Dağı’nın payı büyüktü. Kışı ayrı bereket, yazı ayrı bereketti. Dumanı kalkmazdı, yıl boyu. Selami kabına sığmıyor, büyük şehirde yaşamak istiyordu. 13’ünde var yoktu. Taşı toprağı altın İstanbul, görünüyordu işte. Boğaz Köprüsü’nden geçince adeta büyülenmişti. Öyle derme çatma asma köprülere benzemiyordu. Güneşin vurmasıyla yaldızlanan sular, gözünü kamaştırıyordu. Birkaç parça eşya ile Kadırga’daki evlerine yerleştiler. Kadırga, Osmanlı kokan bir mahalle idi. Fethin izleri görülüyordu, her yerde. Kunduracılığa merak saldı. Çıraklık kalfalık yılları göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Şimdi iş başa düşmüştü. İmalathanede müşteriden çok, dertliler borçlular hastalar vardı. Boş çevirmezdi, hiçbirini. Ya oracıkta derdine derman olur, ya da erbabı ile buluştururdu. Tefsirler orada okunur, hadisler orada ezberlenirdi. Bir de çocuklar vardı tabi ki. Çocukla çocuk olmak ne büyük bahtiyarlıktı. Hangisi takmışsa kısa sürede yayıldı, lakabı: “Albay!” Nerede acı zulüm işkence varsa, Selami, gagasında su taşıyan güvercin misali oradaydı. Bursa zindanındaki insanlık dışı baskıları duymuş, apar topar gitmiş, elektrikli tel örgülere doğru, avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Çoğu kez dalar giderdi, gözleri. Zoraki gülen yüzü, artık gerçeği saklamıyordu. Bosna’ya düşen ateş, yüreğini dağlamıştı.  Şehit resimleriyle adeta rabıta yapar, şehidin kimliğine bürünürdü. Nerde bir eylem varsa, Selami oradaydı. Cihad konuşulmaz, yaşanırdı. Öyle, “İlimle de cihad olur” sözlerine karnı toktu. Bilgi ile olsa olsa salih amel işlenirdi.  “Âlimin mürekkebi” de, “Şehidin kanı” da mübarekti.

26 YAŞINDAYDI

Selami’nin durgunluğu gitgide artıyordu. “Macar ülkesine gidiyorum!” dedi, evdekilere. Meğer şehadet şehrine gidiyormuş. “Kardeşimi evlendirin!” diye de ekledi. Sırasını savmış, cennete talip olmuştu. Davadaşlarıyla ayrıldı mahalleden. Neredeyse Avrupa’nın yarısını dolaştı. Yol boyu susmak bilmeyen Selami’nin, Bosna toprağına girer girmez ağzını bıçak açmaz oldu. Koca koca mermiler, kah ayağının dibine düşüyor, kah sıyırıp geçiyordu. Cihadın lezzetine tanık oluyordu, Selami. Dönmeye niyeti yoktu. Ha bugün ha yarın mutlu sona erecekti. Hem, İstanbul’a dönse ne değişecekti? Ne zulüm bitecek, ne kan duracaktı. On altı şafaktır yollardaydı. Çimenler döşeği, yapraklar yorganı olmuştu. Zenitsa’da Müslüman Kuvvetler’e teslim oldu. Aklı hep Visoko’daydı. Melekler Visoko’ya çekiyordu, Selami’yi. Müslümanski Snage, Arap/Boşnak güçlerle birlikte, tan vaktinin bereketiyle İliyaş’a harekât başlattı. Selami’de, kendisinden beklenmeyen bir çeviklik hali belirdi. Kayadan kayaya sıçrıyor, ıslak yapraklara basıp kayıyor, dilinden hiç düşürmüyordu:

“İnna Lillah!”

Gerçekten Allah içindi Selami. “Biz buraya şehit olmaya geldik!” diyordu, coşkulu bir sesle. Çocuklarla hasret giderirdi, her fırsatta: “Bajram dode bajram dode!” bir Bosna korosu oldu. Sanki Fatih’te teravih ilahisi söylüyordu. Silahlı fotoğraf sevmezdi. Öte dünyada “Kahraman desinler diye savaştı!” zümresinden olmak istemezdi. Şehit olacağı yeri görmek her kula nasip olmazdı: “Beni buraya gömün!” Haçlı mermisi deldi geçti, karnını. Bacaklarına giden sinirler kopmuş, yüzükoyun yatıyordu. Son secdesiydi, besbelli. Sırdaşı, gardaşı, arkadaşı çevirdi yüzünü. Taşıdı kilometrelerce. Sarışın mavi gözlü çocuklar sardı etrafını: “Bajram dode!” idi, çocukların kalbinde. Nesiller boyu anlatılacak bir ümmet destanı oldu, Selami’nin on altı günü. İslam toprağı Bosna’ya yerleşecek, belki de evlenecekti. Bedeniyle küfre, canıyla zulme, cesaretiyle vahşete dur demişti, Selami. İlkti o; Asiye gibi, Yasir gibi, Sümeyye gibi ilkti. Selami Yurdan Birliği kuruldu cephede. Aliya, her mücahide Selami’yi anlatıyor, “İşte aşık olunacak dava, işte Türkiyeli Selami!” diyordu. Fermani amca, haberi ilk alandı:

“Hanım Bosna’ya gitsem!”

“Git!”

“Şehit olsam!”

“Ol!”

“Oğlumuz Selami şehit oldu!”

Ağustos’un Yirmi Sekiz’inde, Beyazıt Meydanında, yüz binler “Şehit Selami, Yolun Yolumuzdur!” diye haykırıyor, Fermani amca, “Beş oğlum daha var, beşi de Hak yolunda feda olsun; bugün düğün günümüz!” diye haykırıyordu. Kaliteli davanın kaliteli şehidi olurdu. Selami, Bosna’nın evladıydı artık. İsrafil, Sur düdüğünü çaldığında ayağa kalkacak, ümmetin tüm renkleriyle birlikte!

Devamını Oku

Srebrenitsa: 8372 yalanı!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

BM yeryüzünün en organize terör örgütü, NATO egemenlerin yedeğiydi.

Ümmetin yiğitleri ise ‘durumdan vazife çıkararak’, 7 kıtadan akın akın gelip, oluk oluk kanlarını akıttılar.

Ağrılı Selami Yurdan şehitlerin ilkiydi.

Bingöllü Edip ile Adil, az sonra da Ürgüplü Ahmet izledi onu.

Ardından Ebubekir, Renda, Said, İlhan, Abdülmetin, Yusuf, Güven, Muammer, Ali, Şamil, Müslim, Mehmet, Mustafa, Ömer, Bahaddin, Ramazan…

Çanakkale’den Hakkari’ye; Muğla’dan Ardahan’a şehitler ülkesiydi Bosna!

Sade Anadolu’dan değil;
Sudan’dan, Açe’den, Afganistan’dan, Çeçenya’dan gelip canlarıyla suladılar, Bosna toprağını.

Bilge Kral’ın önderliğinde süren Kutlu Savaş, zafere ermek üzereydi ki, Sırp soykırımcıların imdadına Hollandalı işbirlikçiler yetişti.

Zaten Hollanda, asansör devlet değil miydi?

Kızılderili soykırımında, Afrika’da, kime lazım olursa, lejyonerlerini salan ara rejim ülkesi, gangster bir derebeyi idi.

Hollanda askeri, güvenli bölge Srebrenitsa’yı koruyordu(!)

Boşnak’ın canı malı namusu onlara emanetti(!)

Karadziç’in suç ortağı Mladiç, birkaç Hollandalı askeri rehin alarak(!), toplama kampındaki Boşnakları istedi.

Karremans’ın “Çekilin!” talimatıyla, 600 Hollandalı, 30bin Boşnak’ı ölüme yolladı.

Tepeler, nehir kenarları, yollar, patikalar… kaçışan Boşnaklarla doluydu.

Tuzla’ya ulaşabilenler tek tüktü, soykırımın görgü tanığıydı onlar.

CIA, KGB, MOSSAD, Vatikan… ellerini ovuşturarak seyrediyordu.

Beyaz Adamın(!) Ruanda tecrübesinin üzerinden 1 yıl geçmemişti.

1 milyon Hutu/Tutsi’nin katliam emrini veren, Fransa Belçika terör koalisyonuydu.

Şimdi yeni laboratuar Srebrenitsa idi.

İlk anda 8bin çocuk kadın erkek ihtiyar… toprağa düştü.

Annesine sığınan yavru, masumane sesleniyordu:

“Çocukları küçük kurşunlarla vururlar, değil mi anne?”

Sağ kalanlar mezar eşiyor, işlem bitince, onlar da yuvarlanıyordu canlı canlı…

Meğer kendi kabirlerini kazıyorlardı.

Asit kuyularına atılan bedenler bir anda eriyor, “Parmak uçlarının birleşeceği” Adalet Günü’ne ısmarlanıyordu.

İş makinaları toplu mezarların yerini değiştiriyordu. Hangi ceset kime ait, bilinmeyecekti(!)

Şeytanın ajandasındaki her kötülüğü yaptı, ajanlar.

Eti kemiği yapışmış kadınların/kızların bedenleri kirletiliyordu, ama ruhları apaktı.

Onlar, konu mankeni değildi; magazin malzemesi, paparazzi soytarısı olamazdı.

Ped reklamında da göremezdiniz.

Onlar ümmetin evlatları, bacılarıydı.

Yıllar sonra Mavi Kelebekler uçuşmaya başladı, mezarların üzerinden.

Meğer ölü toprağı renk değiştirince Mavi Kelebekleri çekiyormuş, kendine.

Nerede Mavi Kelebekler uçuşuyorsa orada toplu mezar vardı.

Boyun kemiklerine sarılı meşin kılıf içindeki Kur’an’lar, Şahitliği simgeliyordu.

Srebrenitsa bir ders verdi, dünyaya:

Başkentler işbirlikçidir, güvenme!

İş bitip de katliamcı çekilince çikolata yollarlar, alay edercesine.

Bağrımdaki şehit sayım 8372 değil, 30bin, inanma!

Da se ne zaboravi i da se ne ponovi!
Unutulan soykırım tekrarlanır, uyuma!
Tarık Sezai Karatepe

Devamını Oku