DOLAR 32,7878 1.53%
EURO 35,1602 0.53%
ALTIN 2.456,522,76
BITCOIN 21796000.98161%
İzmir
35°

PARÇALI BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Hiç Merak Ettiniz mi ?

ABONE OL
16/10/2012 22:00
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Değerli Balkan Günlüğü okuyucularıyla istedim ki atasözleri ve deyimlerimizin ve günlük konuşmalarımız içinde geçen, ama nereden çıktığını bilmediğimiz bazı deyimler nasıl meydana gelmiş paylaşayım istedim. Ben öğrendiğimde oldukça keyif aldım. Bakalım sizler de aynı düşüncede olacak mısınız?

BAĞDAT GİBİ DİYAR OLMAZ

Dilimizdeki “Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz.” sözünün aslı muhtemelen “Ane gibi yar; Bağdat gibi diyar olmaz.” şeklindedir. Çünkü sözün aslındaki Ane kelimesi, Bağdat yakınlarındaki sarp bir uçurumun kuşattığı dik bir geçidin adıdır. Bağdat gibi (güzel) şehir, Ane gibi de (sarp, ama manzaralı) yar (uçurum) olmaz, demeye gelir. Ancak siz Bağdat’ın Osmanlı için önemine bakınız ki oradaki Ane’yi anne yapıvermiş. Tıpkı “Yanlış hesap Bağdat’tan döner.” sözüyle Bağdat’ın eskiden beri bir ilim merkezi olduğunun altının çizilmesi gibi.

ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇTİ

Bolu Beyi’ne baş kaldıran ünlü eşkıya Köroğlu (şair Köroğlu ile karıştırılmasın) bir gün atını çaldırmış. Asil bir hayvan olan atını aramak için tebdil-i kıyafet ile diyar diyar dolaşmış ve sonunda yolu İstanbul’a düşmüş. Atını, satılmak üzere pazara getirilen hayvanlar arasında görünce hemen alıcı rolüne bürünüp,

-Efendi, demiş, bu at güzele benziyor. Ancak binip bir denemek istiyorum. Satıcı onu tanımadığı için binmesine izin vermiş. At, üzerine binen eski sahibini tanıyıp dörtnala koşmaya başlamış. Köroğlu, Sirkeci sahiline gelip bol para vererek bir sal kiralamış ve ver elini Üsküdar. Bu arada at cambazı aldatıldığından dolayı kıvranır dururmuş. Köroğlu’yu atıyla birlikte bir sal üzerinde gören cambazın dostlarından biri onu teselli için seslenmiş:

-Üzülmeyi bırak! Atı alan Üsküdar’ı geçti. O adam Köroğlu’nun kendisi idi.

Bugün bu sözü, “İş işten geçti” manâsında kullanırız.

ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKMAK  (ÇİZMEYİ AŞMAK)

19. yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris’te bir resim sergisi açmıştı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.

-Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.

-Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.

-Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?

-Ben kunduracıyım, çizme dikerim. Deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çokbilmişliğe dayanamayan ressam,

-Bak dostum demiş, sen çizmecisin, çizmeden yukarı çıkma!

LÂFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ

Rivayete göre bir zamanlar İstanbul’da, Edirneli Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı varmış. Madrabaz ve cimri birisi olup Trakya’dan getirttiği peynirleri İstanbul’da satar, artanını da deniz yoluyla İzmir’e gönderirmiş. İzmir’de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir ama navlunu peşin vermek istemeyerek, kaptanları yalanlarıyla oyalar durur, “Hele peynirler sağ salim varsın, istediğin parayı fazla fazla veririm,” diye vaatlerde bulunurmuş. Birkaç kez aldanan tüccar gemi kaptanlarından birisi, yine İzmir’e doğru yola çıkmak üzere iken diklenmiş:

-Efendi, tayfalarıma para ödeyeceğim. Geminin kalkması için masrafım var. Navlunu peşin ödemezsen Sarayburnu’nu bile dönmem.

Aksi Yusuf her zamanki gibi,

-Hele peynirler salimen varsın demeye başlar başlamaz gemici:

-Efendi, lâfla peynir gemisi yürümez. Buna kömür lazım, yağ lazım.

Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu bir tek cümleyi sayıklayıp durmuş:

-Lâfla peynir gemisi yürümez ha!

FOYASI MEYDANA ÇIKTI

Kuyumcular yaptıkları yüzük, kolye, küpe gibi ziynetlerde kullandıkları sahte elmasların arka kısmına foya adlı maddeyi sürer, bir çeşit ayna gibi ışıkların yansıtılmasını sağlarlarmış.

Zamanla foyalar çıkar, dökülür ve elmasın sahte olduğu anlaşılırmış… Buna benzeterek; sahte, yalan işlerin ortaya çıkması anlamında deyim olarak kullanılır.

ŞAPA OTURMAK

Kızıldeniz’in eski bir adı Şap Denizi imiş. Mercana benzeyen beyaz taşlar bu denizden getirilirmiş. Bu taşlar su altında hacimlerini büyüterek yayılır ve gemiler için tehlike oluşturur. Seyir haritalarında normal gösterilen yerlerde bu şap kayaları büyüdükleri için tehlikelere neden olurmuş. Eskiden hacca gemiyle giden hacı adayları için en sık başa gelen en önemli tehlike buymuş. Hacı bekleyen ahali “İnşallah bizimkiler şapa oturmaz” deyip dua ederlermiş.

PÜF NOKTASI

Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkân açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona:

– Sen daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor. dermiş.

Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkân açar. Açar açmasına da yeni dükkânında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta,

– Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır. diyen usta tezgaha bir miktar çamur koyar ve;

– Haydi, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim der.

Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta önünde dönen çanağa arada sırada “püf!” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir. Böylece çırak da bu sanatın püf denilen noktasını öğrenmiş olur. Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır.

AYAKLARI SUYA  ERDİ

Uykuda gezme hastalığı olan kişilerin yatağı etrafına, sahanlar ve tepsiler içinde su koyarlarmış. Hasta, uyku arasında yataktan kalkıp yürürken ayaklan bu sulara deyince uyanırmış. Günlük hayatta, yanlış bir iş yapmağa yeltenirken, herhangi bir ikaz üzerine hatasını anlayarak vazgeçen ve işi doğru yapanlar için “ayakları suya erdi” deyimi kullanılır.

 

    En az 10 karakter gerekli

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.