DOLAR 32,1986 -0.12%
EURO 35,0957 0.36%
ALTIN 2.436,851,04
BITCOIN 22241241.47802%
İzmir
36°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Sıfır Sorun

ABONE OL
20/11/2011 22:00
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugün etrafımıza ve özellikle Ortadoğu da halen devam edegelen ve Arap Baharı diye isimlendirilen harekete baktığımızda, Kurtuluş Savaşı’nın ve onun devamında Cumhuriyetin, akabinde de çok partili sistem içerisinde deneyimlediğimiz demokrasinin insanımıza ve ülkemize neler kazandırdığını görmemek mümkün değil. Türkiye cumhuriyetinin üzerinde egemen olduğu topraklar birçok açıdan stratejik öneme sahip olduğundan, her zaman üzerinde fikir yürütülen, hesap yapılan bir alan olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Türkiye; coğrafyası ve uzun yıllarda elde ettiği tarihi mirası ve günümüzde zenginliğin anahtarları olan iş gücü, sermaye ve bilgi birikimi ile Ön Asya, Kafkaslar, Ortadoğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’nın ve devamında doğu Akdeniz ve Avrupa’nın doğu kapılarının yegâne anahtarı konumundadır. Ülkemiz bu konumunu sonradan elde etmiş bir ülke değildir. Başta da söylediğimiz gibi ülkemizin bu konumda olması veya görülmesi tarihi, siyasi, kültürel ve ekonomik gelişimin kendisine yüklediği ve ülke insanında doğuştan kucağında bulduğu sorumluluğudur. Türkiye’nin kurtuluş aşamasında takip ettiği sıcak dış politikanın, 1923 – 1934 kuruluş döneminde dünya ile yakından ilgilenen ve iç dinamiklerini asrın medeniyet seviyesine taşıma da gösterdiği gayretlerin nedeni, ülkemiz kurucu mantığının ve önderlerinin tarihi, coğrafi, siyasi ve kültürel gerçeklerin, ülkemiz insanına yüklediği sorumluluğun farkında olmaları ve bu sorumluluktan kaçmanın mümkün olmadığının bilincinde bulunmalarıdır. Özellikle Gazi Mustafa Kemal ve yakınları bu sorumluluktan kaçmanın insanımıza yarardan daha çok zarar vereceğini biliyordu.

UŞAKLIK YAPMAK

Ancak bildiği bir gerçek daha vardı ki “Uşaklık yapmayı öğretemedim” dediği milletinin ve ülkesinin, tarihin öngördüğü bu sorumluluğu taşıyacak gerekli donanım ve bilgiye yeterince sahip olamadığıydı. Bu sebeple çalışma arkadaşları ve Mustafa kemal ne yaptılarsa ülkeyi bu sorumluluğu taşıyabilir hale getirmek için yaptılar. Bunun uzunca bir iş olduğunu onlar da iyi biliyordu. Çünkü “Cumhuriyeti biz kurduk ve onu yaşatacak ve yükseltecek sizsiniz”  diyerek kendilerinden sonraki kuşaklara eskilerin tabiri ile hilafet, yenilerin tabiri ile emanet bırakıyordu. İşte bugün yeni nesil de aynı yolu tıpkı o günkü gibi günün gerçek ve gereklerine göre takip etmekte, Türkiye ve halkını kardeşlik imarı kapsamında bu sorumluluğu üstlenebilir hale getirmeye çalışmaktadır. İşin ilginç yanı Türkiye sınırları içinde olan kardeşlerimizin devamının Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Karadağ,  Bosna-Hersek, Sırbistan, Romanya da var olduğu, yakın akrabaların Suriye, Irak, İran, Lübnan ve Filistin de bulunduğu, can yoldaşlarının tüm Kafkaslarda hazır beklediği gerçeğidir. İşte kurucu mantığın “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” diye özetlediği ve günümüz yönlendiricilerinin de “Sıfır sorun” diye kotladığı dış politikanın ana temelinde de bu yatmaktadır. Ülkemizin etrafında olanlara kayıtsız ve yabancı kalması dün olduğu gibi bugünde mümkün değildir. Aslına bakarsanız ülkemiz dünyanın diğer tüm ülkelerinden farklı olarak içi-dışı bir olmuş nadir ülkelerdendir. Gümüz dünyasında dışardan almış olduğu göçmenlerle dünyanın bir özeti ve bu özelliğinden dolayı lideri konumundaki A.B.D de bu özelliğe sahip diğer bir ülkedir. Ancak yine de dünya politikalarının belirlenmesi ve şekillenmesinde Türkiye Cumhuriyetinin potansiyeli sanılan ve hesaplanandan çok daha fazladır. Gerçekten de ünlü TİMES dergisinin son sayısında Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı kapak yapması, günümüzde bile Türkiye’nin dünya ve özellikle bölge siyasetine yön verebilme potansiyelini açıkça ortaya koymaktadır.  Nitekim Türkiye insanın son 7 yılda gösterdiği ticaret ve ekonominin dışındaki başta eğitim ve kültür alanında gösterdiği dışa açılım hatırı sayılır sonuçları da beraberinde getirmiş, ülkeyi dünya da görüşü merak edilen öncelikli devletlerarasına sokmuştur. Bu açıdan bakıldığında, sıfır sorun politikasının gerçekleşebilmesi için sanıldığının aksine birçok sorunla mücadele edileceği çok açık olarak görülecektir. Önemli olan ülkemiz insanının sorumluluğa hazır olma ve taşıma sürecinde, son yıllarda göstermiş olduğu kararlı tutumunu devam ettirmesi ve bu yolda desteğini verdiği tüm kurumların bu desteğe olan liyakatlerini samimiyetle sürdürmeye devam etmeleridir.

 

 

    En az 10 karakter gerekli