DOLAR 32,2116 0.01%
EURO 34,9960 -0.05%
ALTIN 2.508,780,34
BITCOIN 21709780.53814%
İzmir
30°

AZ BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Yunan Vahşeti

Yunan Vahşeti
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Suriyeli Aylan bebeğin Bodrum kıyılarına vuran cansız bedeni yeni Aylan’ların ölümüne engel olmadığı gibi yüzlercesi daha Yunanistan’ın insanlık dışı tutumu nedeniyle  Akdeniz ve Ege sularında hayattan koptu.  UNICEF raporuna göre Ege Denizi’nde boğulan yüzlerce sığınmacının üçte birini çocuklar oluşturuyor. Malesef Yunaistan bütün dünyanın gözü önünde  bu insanları ölüme iterken, demokrasi havarisi ve insan hakları savunucusu Avrupa Birlği ve Dünya kamuoyu buna sessiz kalıyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Josoo adlı siivil toplum örgütü raporlarına göre Yunanistan uluslararası hukuka aykırı olarak insanlık dışı bir vahşetle bu insanları ölüme itiyor. Şişlerle botlarını delerek, patlak lastik botlarla denizin ortasına terkederek ve hatta silahla ateş ederek göçmenlerin ölümüne sebep oluyor.

Ayrıca, mültecileri zorla çalıştırarak diğer mültecileri geri itmelerinde yardımcı olmaları karşılığında kısa süreli oturum izni veriyor.  Bu insanlara yaptıkları hizmet karşılığında kendisine ödeme yapılmayacağı ancak geri itilen göçmenlerin eşyalarına el koyabileceği söyleniyor. Yani resmen soygun ve yağmacılık yaptırıyorlar.

Yunan polisi düzensiz göçmenleri aşırı kalabalık şişme botlarla Türkiye’ye geri itmeden önce soyup üzerlerindeki eşyaları alıyor ve onlara hakaret ederek, şiddet kullanıyor.

Bu Yunanlılar, 1821 ayaklanmasında bağımısızlığını kazanıncaya kadar Mora’da, Ege Adalarında, Girit’te  SOYKIRIM  yapmışlardı. Daha sonra 1919’da Türkiye’yi  işgal teşebbüsünde Batı Anadolu’da, Trakya ve Karadeniz bölgesinde de köy, kasaba ve şehirleri yakmışlar, insanlık tarihinin gördüğü en korkunç bir vahşetle masum ve mağdur sivil insanları katletmişlerdi.

Lafa gelince, “Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ile azınlıkların korunmasını ve saygı görmesini güvence altına alan Avrupa Birliği temel kriterleri söz konusu Yunanistan ve kendi menfaatleri  söz konusu olunca rahatlıkla göz ardı edilebiliyor.

Uluslararası hukuka göre, “Her mülteci güvenli sığınma hakkına sahiptir.”  Fakat uluslararası koruma fiziksel güvenlikten fazlasını içerir. “Mültecilere en azindan ülkede yasal olarak ikamet eden diğer yabancılara sağlananlarla eşit haklar ve yardım, her bireyin sahip olması gereken temel ihtiyaçlar dahil olmak üzere, verilmelidir. Mülteciler düşünce ve dolaşım özgürlüğü, işkenceye ve onur kırıcı muameleye tabi olmama gibi temel medeni haklardan yararlanırlar.”

Bu kararlara rağmen,  Ege Denizinden Yunan adalarına geçmeye çalışan mülteciler ise Yunan Sahil Güvenlik Ekipleri tarafından engellenerek, geri dönmek zorunda bırakılıyor, botlarının motorları ya da yakıtları alınarak ölüme terk ediliyor. Şişme botların Yunan askerleri tarafından şişlerle delindiği kameralara dahi yansımakta… Ege Denizi’nde Yunan Sahil Güvenlik unsurlarınca botları batırılmak istenen ve bir kısmı sopayla darbedilen sığınmacılar denizin ortasında, karanlığa ve soğuğa bırakılıyor.

Avrupa hayali ile Edirne’den Meriç nehrini aşarak Yunanistan’a geçebilen göçmenlere işkence yapan, hatta silahla vurarak öldüren Yunan askerleri, insanlık dışı davranışlarına rağmen  arsızca el salladıkları basın mensuplarının kameralarına yansıyor.

Mültecilere yaptığı insanlık dışı vahşete rağmen, Avrupa Birliğinin Yunanistan’ı destekleyici  tavırları AB hukuku ve müktesebatıyla hiç uyuşmuyor. Tüm Dünyayı bu konuda düşünmeye ve acil olarak başta Suriyeliler olmak üzere dünyanın çeşitli yörelerinden Türkiye ve Batı Ülkelerine akın eden uluslararası göç hareketine çözüm bulmaya davet ediyorum.

Devamını Oku

FİNLANDİYA  ve  İSVEÇ MUTABAKATI

FİNLANDİYA  ve  İSVEÇ MUTABAKATI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’yi “dost görünümlü düşman” statüsünde değerlendiren, Doğu Akdeniz yetki alanı paylaşım mücadelesinde Türkiye’ye karşı Yunan tezlerin destekleyen, CAATSA yaptırımlarıyla amborgo uygulayan, parasını ödediğimiz halde F35’leri vermeyen ve proje ortaklığından çıkaran, Suriye’de terör örgütü YPG/PKK’ya ordu kurdurup her türlü araç, silah, mühimmat ve teçhizatla destekleyen ve benzeri birçok konuda mütttefikliğe aykırı davranan bir devlet olan ABD’nin öncülüğündeki NATO’ya Finlandiya ve İsveç’in üyeliğine Türkiye “EVET” DEDİ.

Bazı diğer NATO üyesi ülkelerde de gördüğümüz gibi özellikle bu iki ülke Türkiye karşıtı her türlü teröre yardım ve yataklık yapmakta, Türkiye’den kaçan teröristlere kucak açamaktaydı.  Hatta teröristlerle işbirliği yapan bu ülkeler yetmezmiş gibi Türkiye’ye yaptırım uygulamaktaydılar… Bu nedenlerle İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişine karşıydık ama Madrid zirvesinde bu kararımızdan vazgeçerek, mutabakat anlaşması imzaladık.  Oysa, Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğini kastederek, “Türkiye’ye yaptırım uygulayanların bu süreç içerisinde bir güvenlik örgütü olan NATO’ya girmelerine biz ‘evet’ demeyiz” diyordu. Ama bu iki ülkenin taleplerimizi kabul ettiğine dair mutabakat metni imzalandığı açıklandı. Olayın perde arkası nasıl gelişti bilmiyorum. Vardır herhalde bir sebebi… Bugüne kadar yaşadıklarımız  Batı’lı ülkelere bu konularda pek güvenilemeyeceğini gösteriyor. İngilizlerin, “İngiltere’nin dostları yok, menfaatleri vardır”  sözü batı mantığının en açık ifadesidir. Her şeye rağmen hayırlı olmasını diliyor, yine de tedbirli olmakta fayda görüyoruz. Yüzyıllardır Türkiye (geçmişte Osmanlı) karşıtı olduklarının unutulmaması gerektiğini düşünüyorum.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, İsveç Başbakanı Magdelena Andersson ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in katılımıyla gerçekleşen dörtlü zirveden elde edilen somut kazanımları aşağıda aktaracağım.

• PKK ve uzantılarıyla mücadelede Türkiye’yle tam işbirliği.

• Terörizmin tüm biçim ve tezahürleriyle mücadelede Türkiye’yle dayanışma sergilenmesi.

• PYD/YPG ve FETÖ’ye destek sağlamama taahhüdü.

• Savunma sanayii alanında ambargo kısıtlamalara gidilmemesi, işbirliğinin artırılması.

• İsveç ve Finlandiya’nın terörizmle mücadele ve savunma sanayii konularındaki ulusal mevzuatlarını ve uygulamalarını tadil etme taahhüdü.

• Terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele alanında istihbarat paylaşımına ilişkin yapılandırılmış işbirliği mekanizması tesisi.

• Terör suçlularının iadesi konusunda somut adımlar atılması ve ikili düzeyde ahdi düzenlemeler yapılması.

• PKK ve uzantılarının ve paravan örgütlerinin para toplama ve eleman devşirme faaliyetlerinin yasaklanması ve bunların soruşturulması.

• Türkiye’ye yönelik terör propagandasının engellenmesi.

• Finlandiya ve İsveç’in PESKO (AB Daimi Yapılandırılmış İşbirliği Süreci) dahil AB güvenlik mekanizmalarına en geniş şekilde katılımının desteklenmesi.

• Bu adımların uygulanmasını denetlemek üzere Adalet, İstihbarat ve Güvenlik kurumlarının katılımıyla Daimi Ortak Mekanizma kurulması.

Süheyl  ÇOBANOĞLU

RUBASAM Bşk.V.

Devamını Oku

ÇAMERYA SOYKIRIMI  

ÇAMERYA SOYKIRIMI  
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Günümüzde “Güney Epir” olarak bilinen ÇAMERYA, Arnavutluk’un güneyi ve Yunanistan’ın kuzeybatısında yer alan yaklaşık 10.000.km2 yüzölçümünde bir alanı kapsar
Çamerya Arnavutlarına yapılanlar, insan hakları ihlalleriyle sabıkalı Yunan resmi ideolojisinin baskı, asimilasyon, sürgün, politikalarıyla TEHCİR ve SOYKIRIM  suçu olarak tarihe geçmiştir. Türkiye’de dahi bilinmeyen ÇAMERİA SOYKIRIMI, Yunanlılar tarafından Çamerya bölgesinde yaşayan binlerce Arnavut’un katledilmesi olayıdır. Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’dan çekilmek zorunda bırakılmasıyla, bölge halkı defalarca sürgün, tecavüz, soykırım ve asimilasyona maruz bırakılmışlardır.

Balkan Savaşları sonrası, 1913 Londra Büyükelçiler Konferansında Osmanlı’nın Avrupa’da kalan son toprakları eski teba halklar tarafından paylaşılırken Arnavutların yaşadığı Kosova ve Makedonya Sırbistan’a, Arnavut toprağı olan Çameria da Yunanistan’a verilmiştir.

Yunanistan’ın en verimli topraklarına sahip olmasının yanı sıra Avrupa ile bağlantısını sağlayan en yakın bölgesidir. Bu bölgede, PARGA, PREVEZE, GUMENİTSA, MARGELİÇ, FİLAT, PARAMİTSA VE FİLİPİAD şehirleri bulunmaktadır.[1]

Türklere yapılan mezalim, Osmanlı imparatorluğunun, 1683 Viyana bozgunundan itibaren  zayıflaması nedeniyle  1697 yılında Avusturya İmparatorluk ordusunun Üsküp’ü işgal edip yakmasıyla  başlamıştır. Osmanlı Balkanlar’dan atılırken, onun uzantısı sayılan Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar ya katliamlara uğradı, ya da süngülerin önünde Türkiye’ye sürüldü.

İLK KANLI TASFİYE hareketi 1820’li yıllarda, bugünkü Yunanistan’ın güney ucunda, Mora Yarımadası’nda yaşandı. 1821  Yunan ayaklanması, “Ulusal bağımsızlığı sağlamak uğruna, kendi içinde birlik gösteren bir ulus yaratmak  amacıyla bir engel olarak gördükleri TÜRKLERİ YOK ETMEYİ” Balkanlarda daha sonraki ayaklanmalar için bir model  haline getirdi.

Yunan Başpiskoposu Germanos’un, “Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!” sözleriyle bir daha hiç dinmeyecek kin ve düşmanlığın fitili ateşlendi. Yunanistan’ın bağımsızlığını hazırlayan 1821 isyanı, buradaki Türklerin toptan katline dönüştü ve tüm Balkan ülkelerine model oldu. İlerki yıllarda yaşanan, 1897 Osmanlı-Yunan savaşı, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, 1912-1913 Balkan Savaşları ve 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, 1919-1922 Anadolu’yu işgal teşebbüsüyle Yunanlılar ve Balkan Devletçikleri bölgenin yerleşik halkı olan Türk ve Müslümanlara karşı etnik temizlik uygulamak için her fırsatı kullanmışlardır.

Yunanistan Mora’da ilk kurulduğunda 50.000 Türk/Müslüman ahaliyi, geride hiç bir şey bırakmaksızın  katletmiş, bir yandan topraklarını genişletmeye çalışırken, öte yandan sınırları içinde kalan bölge halklarına karşı etnik temizliği hayata geçirmek için çeşitli baskılar yaparak onları göçe zorlamış, göç etmeyenleri de katletmiştir. 1913 yılında Yüzbaşı Deli Janaqi tarafından, Çam Arnavutlarının ileri gelenlerinden 72 kişi Paramithi’de, yüzlercesi ise diğer bölgelerde öldürüldü.

Çamerya’da yapılan 1908’deki Osmanlı sayımına göre, bölgenin nüfusu 73 bin kişiydi. Nüfusun yüzde 92’si Arnavut, gerisi Yunan, Ulah ve Çingene idi. Dünya Savaşları öncesi bu oran yüzde 84’e geriledi. 1. Dünya Savaşı’nı başlangıcında Çam Arnavutlarının % 50’si Müslüman, % 50’si Ortodoks dinine mensuptu.[2]

Her yıl asılsız iftiralarla “gerçekte olmayan soykırım anma” programları yaparken, özellikle medeni geçinen Batı Dünyası Türk ve müslümanlara yapılan gerçek soykırımları görmezden gelmektedir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, sadece Çamerya’da yapılan toprak reformuyla Çam Arnavutlarının topraklarına el kondu. Bu toprak reformu Yunanlılara uygulanmadı.

Arnavutların yaşadığı bölgelere, Yunan, Ulah ve Romanları (Çingeneleri) getirerek demografik yapıyı değiştirmiş, Arnavut dilini yasaklayarak, Ortodoks Arnavutları milli kimliklerinden soyutlamış ve Yunanlılaştırmıştır… Çamerya’daki nüfus dengesini değiştirmek ve asimile etmek için Arnavutların yoğun olduğu bölgelere Yunan, Ulah ve Çingeneleri yerleştirdiler. Arnavutçayı yasakladılar ve yerleşim yerlerinin adlarını Yunanca yaptılar. Yetmedi mülklere el koydular, camileri kapattılar. O da yetmedi keyfi tutuklamalara, sürgün ve sınırdışı etmelere giriştiler. 1923 Türk-Yunan mübadelesinde çok sayıda Çameryalı Arnavut Türkiye’ye gelmesine rağmen, kalanlar ise yıllarca devam eden baskı ve zulümlere maruz kaldılar. Yunan polisi, işi 1941’de Çameryalı Arnavut lider Davut Hoca’yı şehit etmeye kadar vardırdı.[3]

27 Haziran 1944′ te Çam Arnavutlarının yüzde on’unun yok edildiği  SOYKIRIM Mart 1945 e kadar devam etmiş, bu dönemde sivil 3245 kişi katledilmiş olup bunların 2900’ü genç ve yaşlı erkek, 215’i kadın, 95’i çocuktur, 3 yaşından küçük 32 bebek öldürülmüş, 75 kadın kaçırılmış, 750 kadına tecavüz edilmiş, 68 köy yakılmış ve yıkılmış, 5.800 ev yerle bir edilmiş, 68 ibadethane tahrip edilmiştir.

25.000 Çam Arnavut’u Alman işgal kuvvetleriyle işbirliği yaptığı bahanesiyle Arnavutluk’a göçe zorlanmıştır. Filat ve Paramithi’de 2.000 nin üzerinde kadın, çocuk ve yaşlı öldürülmüş, Çamların mallarına el konulmuştur. Bu insanların hak ve hukuku bugüne kadar hiç bir yerde konu olmamış, hep geçiştirilmiştir.

Bu vesileyle SOYKIRIMCI YUNANİSTAN’ı kınıyor, hayatını kaybeden ÇAMERYA ARNAVUTLARINI rahmetle anıyorum.

Süheyl  ÇOBANOĞLU

RUBASAM Bşk.V.

Devamını Oku

Ermeni İftiraları

Ermeni İftiraları
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

 

1877-1878 Rus Savaşında Osmanlı’nın Balkanlar’da ve Kafkaslarda çok büyük kayıplara uğraması üzerine, Ermeni vatandaşlarımız, Rus başkumandanı Grandük Nikola’yı kutlamışlar ve “ERMENİSTAN KURULMASI” için talepte bulunup, sorunun ilk adımlarını atmışlardı.

19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupalılar’ın gayr-ı müslim teba üzerindeki kışkırtıcı faaliyetlerine kanan Ermeniler, düşmanca bir tavır almaya ve çeşitli isyanlar çıkarmaya başladılar.(1)

Ermeni meselesi, Ermenilerin değil, Osmanlı İmparatorluğunda çıkarları çatışan İngiltere ve Rusya’nın davası olarak ortaya çıkmıştır.(2)  Osmanlı Ermenilerinin arkasında sadece Rusya değil, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya vardır. (3)

Gerçekte ise, Birinci Dünya Harbinde, Osmanlı İmparatorluğu Orduları doğu cephesinde bir yandan Rus Ordusunun saldırılarını durdurmaya çalışırken cephe gerisinde Ermeni çeteciler, ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsız bir Ermenistan kurulacağı hayaliyle vatandaşı bulundukları Osmanlı devletini arkadan vurmakta ve isyan etmekteydiler.(4)

I.nci Dünya Savaşı sırasında Ordunun ikmal ve iaşesini  temin edebilmek ve cephe gerisinin emniyetini sağlamak amacıyla, Rus Ordusunu destekleyen zararlı eylemleri ve yerli halka karşı yaptıkları zulüm ve katliamlar yüzünden Ermeniler, Osmanlı yöneticileri tarafından, uzak bölgelere (güneydoğuda Suriye bölgesine gönderilmişlerdir.

Ermenilerin bölge dışına (Suriye)  gönderilmeleri sırasında yol boyunca yaşanan sorunlar, zamanla günümüz Türkiye’sini köşeye sıkıştırmak maksadıyla hedef alan bir suçlama sebebi haline getirilmiştir.

Ermeniler tarafından masum Türk halkının kanına bulaşmış kirli elleriyle yarattıkları vaşet, tam anlamıyla gerçek soykırım olmasına rağmen dünya kamuoyu her zaman görmezden gelmeyi tercih ettiler. Aksine, suçlarına rağmen çifte standartlı davranmış ve olmayan bir şeyi varmış gibi göstererek tüm dünyada adice bir iftira kampanyasına dönüştürmüşlerdir. Son dönemde bölücü terör örgütü sempatizanlarıyla uzantıları olan bir siyasi parti de Ermenilerle aynı safta yer alarak bu iftira korosuna katılmışlardır.

1914-1918 yılları arasında ayaklanmalar sonucunda halklar arasında çıkan çatışmalarda Doğu Anadolu ve Kafkasya’dan 1 milyon 200 bin Müslüman göçmen durumuna düşmüş. 1 milyon Kafkasya Müslümanları’ndan Anadolu’ya gelen 130 bin sivil hayatını kaybetmiştir. Yolda salgın hastalık, açlık, sefalet ve Ermeni çeteleri yüzünden kırılanlar tahmini olarak eklendiğinde ölü miktarı 2,5–3 milyon Müslüman Türk arasında değişmektedir.(5)

1915 olayını gündeme getiren herkes öncelikle bu gerçeği göz önünde bulundurmalıdır. Esas soykırım, Ermeni çeteleri tarafından bölgede yaşayan savunmasız Türk ve Müslümanlara yapılmıştır ama bugün öldürülen o masumların ne adı anılmakta, ne de hakları savunulmaktadır!!!

Devlet tarafından tehcir için kanun çıkarılmış, göç edecek Ermenilerin ihtiyaçlarının karşılanması için çeşitli yasal önlemler alınmıştır. Ancak savaş şartları, Kürt çetelerinin saldırıları, salgın hastalıklar ve kıtlık nedeniyle çok sayıda Ermeni yolda hayatını kaybetmiştir. Bu kayıpların 100 bin civarında olduğu sanılmaktadır. Türk araştırmacılardan bu rakamı 400 bine kadar çıkaran olmuştur. Ancak Ermeni Diasporası ve Ermenistan bu rakamı 600 binden 2,5 milyona kadar geniş bir yelpazede yorumlamaktadır. (O dönemde Ermeni nüfusu, Ermeni Kilisesi kayıtlarına göre dahi 2,5 milyon yoktu. Osmanlı arşivlerine göre bu dönemde Ermeni nüfusunun 1-1,5 arasında olduğu ve nüfusun hiçbir vilayette çoğunluğu oluşturmadığı görülmektedir. Ayrıca bazı bölgelerdeki Ermeni halk tehcire tabi olmamıştır. Trabzon, Elazığ, ve daha bir çok bölgedeki Ermeniler örnek olarak verilebilir.) Tehcirden sonra ortamın sakinleşmesi ile birlikte bir kısım Ermeni tebanın tekrar geri döndüğü de bilinmektedir.(6)

Tehcir kararı kapsamında gerçekleştirilen sevk ve iskan faaliyetleri 25 Kasım 1915’te vilayetlere gönderilen bir emirle geçici olarak durduruldu, 15 Mart 1916 tarihinde ise genel bir emir ile tehcirin tamamen sona erdiği bildirildi. Bu esnada henüz iskan edilecekleri bölgelere ulaşmamış Ermenilerin bulundukları yerde yerleştirilmelerine karar verildi. Bununla beraber, tehcir kararının yürürlükten kaldırılması sürecinin hemen ve sorunsuz bir şekilde uygulanmaya başlandığını söylemek de mümkün gözükmemektedir. Hükümet, 1915 Ağustos’unun sonlarından itibaren bu kararı birçok defa yinelemek durumunda kalmıştır. Geri dönüş yolunda olan Ermenilere kolaylık gösterilmesi, ihtiyaçlarının mümkün olduğunca karşılanması, can ve mal güvenliklerinin sağlanması ve yolculukları için tren tesis edilmesi yolundaki talimatların resmî belgelerde yer aldığını biliyoruz. Buna ek olarak emlak ve arazilerin iadesi, yetim çocukların veli veya cemaatlere teslim edilmesi, din değiştirenlerden isteyenlerin eski dinlerine dönmesi gibi konularda da adımlar atılmış gözüküyor.(7)

Ermeni Patrikhanesi’nin 1921 tarihli kayıtlarına göre 644 bin 900 Ermeni evlerine geri döndü; fakat Ermeni araştırmacıların çalışmalarına baktığımızda bu geri dönüşlerden hemen hiç bahsedilmediğini, tehcir esnasında Ermeni toplumunun neredeyse tamamen yok edildiği görüşünün hakim olduğunu görüyoruz.(8)

Bu durumda asıl amacın, “üzüm yemek değil bağcı dövmek” olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü soykırım yalanıyla Türkiye’yi köşeye sıkıştırıp, 4T ile ifade edilen, TANITIM-TANINMA-TAZMİNAT ve TOPRAK talepleri gündeme gelecektir.

Plan bellidir, uluslararası camianın yanında Türk halkı da kandırılmaya çalışılmaktadır. Uyuma ey vatandaşım, gelecek nesillerimizi de töhmet altında bırakmak üzere başımıza çorap örülmektedir.

K   A  Y  N  A  K……………………:

(1)    www.akintarih.com

(2)    GÜRBÜZ C., Milli Mücadelede Develi ve Emeniler, Ankara Başvuru kitapları dizisi, 1996, s.13

(3)    ŞİMŞİR B.N.Ermeni meselesi; 1774-2005, Ankara, Bilgi Kitabevi

(4)    www.balkanlar.net

(5)    www.wikipedia.org

(6)    www.turkcebilgi.com

(7)    www.ermenisorunu.gen.tr

(8)    www.ermenisorunu.gen.tr

Devamını Oku

1913 LONDRA ANTLAŞMASI

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Süheyl Çobanoğlu

Coğrafi ve stratejik konumu ile dünya ölçüsünde  önemli deniz geçitlerini ve yollarını  kontrolü altında bulunduran Osmanlı İmparatorluğu, büyük devletlerin  bu geçitlere egemen olmak arzusundan doğan anlaşmazlık ve rekabetlerinden faydalanarak, zaman içinde bazı savaşlarda yenilerek yok olma tehlikesiyle karşılaşmıştır. 200 yıldan beri sürüp gelen acı yenilgiler yüzünden yavaş yavaş parçalanan imparatorluğun yok olması ihtimali, Rusya’nın takip ettiği Panslavizm politikası ve Balkan halklarında bağımsızlık ülküsünün canlanması karşısında özellikle Rusya, İngiltere ve Avusturya’nın Osmanlı Devletin mirasından daha fazla pay koparma tutkusuyla, çıkar kaygıları Balkan Savaşları’na zemin hazırlamıştır. Rusya’nın takip ettiği Panslavizm politikası II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Bulgaristan, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinden çıkmış, Balkanlarda Osmanlı Devleti egemenliğinde sadece Arnavutluk ve Makedonya kalmıştı. Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki bu son toprakları da Balkan devletlerinin hedefi hâline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ta İtalya ile savaştığı sırada Türklerin  Balkanlardaki varlığına son vermek isteyen Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ,  Rusyanın aracılığıyla aralarında anlaştılar. Osmanlı Devleti’nden, Makedonya’da ıslahat yapılması  istekleri reddedilince de bunu bahane ederek, 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesiyle Balkan savaşlarının birinci safhası başlamış oldu. Yunanistan ve Karadağ hükümetleri 13 Ekim’de  Babıali’ye ortak bir nota vererek Türk hükümetinden üç gün içinde  eski Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk ve Girit’e muhtariyet verilmesini istediler. Ertesi gün Sırbistan ve Bulgaristan, arkasından Yunanistan savaş ilan etti. Balkan Savaşı’na hazırlıksız bir şekilde giren Osmanlı ordusu, Balkan devletleri karşısında bütün cephelerde yenilgiye uğramıştır. Üst üste gelen mağlubiyetler üzerine Osmanlı Devleti Bulgaristan’a müracaat ederek ateşkes istedi. Böylece 3 Aralık 1912’de imzalanan ateşkes antlaşması ile Bulgaristan ile silahlı çatışma durmuş oldu. I.nci Balkan Harbi çeşitli fasılalarla yedi buçuk ay devam etti ve ayakta kalan son kale  İşkodra’nın da düşmesi sonucu 23.Nisan.1913’te son buldu. Balkanlar’daki ve Ege Denizi’ndeki hakimiyetini yani 550 yıllık vatanını tamamen kaybeden Osmanlılar Birinci Balkan Savaşında (1912-1913), 1877-1878’de yaşadıklarından daha hızlı bir yenilgiye uğramışlardır. Avrupalı devletlerin araya girmesiyle toplanan Barış Konferansı sonunda 30 Mayıs 1913’te Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında Midye-Enez hattı Osmanlı-Bulgar sınırı olarak kabul eden Londra Antlaşması imzalandı. Bulgaristan böylece, Edirne dahil Kavala ve Dedeağaç arasındaki toprakları da alarak Ege Denizi’ne ulaşıyordu. Bu antlaşma sonucunda Bab-ı ali baskını gerçekleşerek İttihat ve Terakki’nin iktidar olduğu bir dönem resmen başlamış oldu. Osmanlı Devleti, Ege adalarının durumunun tayinini ve Arnavutluk’un sınırlarının çizilmesi işini büyük devletlere bırakmaktaydı. Selanik, Güney Makedonya Gökçeada (İmroz), Bozcaada dışındaki Ege adaları Yunanistan’a verilirken Girit hukuken Yunanistan’a terk etmekteydi. Kuzey ve Orta Makedonya Sırbistan’a; Silistre Romanya’ya bırakıldı. Arnavutluk’un bağımsızlığı kabul edildi. Birinci Balkan Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin ağır mağlubiyete uğrayıp Balkanlardan çekilmesi sonucunda, Balkanlarda siyasi bakımdan büyük bir boşluk ve dengesizlik meydana geldi. Ganimetin paylaşılmasında anlaşamayan Balkan devletleri, birbirine girdiler. Londra Antlaşması sonrası Bulgaristan’ın savaştan büyüyerek çıkması diğer Balkan devletlerini endişeye düşürmüş ve II. Balkan Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştur.

 

Süheyl  ÇOBANOĞLU

RUBASAM Bşk.V.

K  A  Y  N  A K ………………

https://www.tarihbilinci.com/konular/osmanli-rusya-rekabeti-1768-1914.1669/

 

 

Devamını Oku