DOLAR 32,2070 -0.01%
EURO 34,7475 -0.34%
ALTIN 2.424,56-0,80
BITCOIN 0%
İzmir
20°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Gıda terörüne karşı en büyük silah: Kozmik Beden Temizliği

Gıda terörüne karşı en büyük silah: Kozmik Beden Temizliği

ABONE OL
10/09/2013 20:30
Gıda terörüne karşı en büyük silah: Kozmik Beden Temizliği
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Amerika’da yapılan araştırmalara göre çocukların göbek bağında 300’e yakın kimyasal madde bulunmuş, demek ki hayatımızı kolaylaştırdıklarını iddia edenler, hayatımızı “zehir”liyorlar. Hayatımızı kolaylaştırmak kalıbını “milleti soyuyoruz” kalıbına sokmuş, bunlar “şeytanın avukatlığı”nı yapanların sayesinde insanların kanını emiyor ve “hasta” nesiller “sorunlu genler” oluşmasına sebep oluyorlar

 

ERGUN DUR (EĞİTİMCİ YAZAR)

 

“Gıdanın saf, posadan arındırılmış olması bir insana yapılmış en büyük ihanettir.” Bu sözler bioenerjist, kozmik bilim uzmanı, bitkisel tedavi konusunda uzman ve stratejik araştırmalar uzmanı gibi birçok unvanı kimliğinde barındıran ve Türk halkı tarafından yakından tanınan Prof. Dr. Ahmet Maranki’ye ait. Prof. Dr. Maranki’yle, Balkan Günlüğü okurları için gıda teröründen, sağlığımızı tehdit eden katkı maddelerine kadar birçok hayati konuyu konuştuk:

Gıdaya makineleşme ve laboratuvar marifetleri girdikten sonra bilinçlenen “sektör temsilcileri” ve “çok kazanmayı” kar sayan “simsar”ların artması, denetimlerinde yeteri kadar ve etkin yapılmaması-yapılamaması neticesinde hemen hemen her gün, hileli gıdaları, GDO’lu ürünleri, bunların üretim yapan firmalarını, hijyen dahil her türlü sorunlu-sıkıntılı etik dışı davranışlarına devam etmektedir.  Her şeyin başında gıda denetimlerinde sıkıntıların olduğu düşünceden daha çok hakikat olarak artık “sokaktaki simitçi”den, “sağır-dilsiz” idarecilere kadar bilinmektedir. Çok kazanma arzusu sadece “satıcı”larda değil “üretici”lerde de “çığır”ından çıkmış durumda. Ülkemizde gıdaların tarladan insanların sofrasına kadar süren arzdan “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı” mesuldür. En başta duyarlı hale getirilecek ve maksimum sorumluluk yüklenecek kişiler tarlada-bahçede-serada Ziraat Mühendisleri, çiftlikte-beside-canlı hayvanlarda Veteriner Hekimler, bunların arzından öncede sorumlu olması gereken kişilerin en başında da “Gıda Mühendisleri” veya buna benzer kişiler olmalıdır. Aslında ülkemizde “kâğıt üzerinde” her şey yolunda. Mesela gıda denetimlerini kamu ve kamu vicdanı adına “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı” yapıyor. Türkiye’de 79 bini geçkin üretici, 500 bini geçkin de satış ve dağıtım firması mevcuttur. Bunların denetimini de yaklaşık 5–6 bin kişilik bir uzman veya görevli yapmaktadır. Bunların içinde gıda mühendisleri çok az bir yekûn teşkil etmektedir. Bakanlık şemsiyesi altında gıda ile ilgili eğitimi ve bilgisi olmayan çok kişinin de görev aldığı artık biliniyor. Mesela, membaında gıda ve üretimi kontrol etmekle görevli veya atanmış kişiler, başka amaçlar için görevlendiriliyor, görev yeri belli yaptığı iş farklı, ilgili bakanlığımızın önce bu işe bir çözüm bulması lazım. Kamu ve özel sektörün oluşturacağı ortak bir havuzun “tarafsız denetleyici” ve “yol gösterici-yönlendirici” görevini ve bu işi yapacak uzman kişilerin de “objektif” istihdamını sağlaması gereklidir. Bu yapılmadığı takdirde günden güne artan, ve hayatımızı “karartan” taklit-tağşiş gıda olaylarındaki azalma olmayacak, halkımız da güvenilir gıda tüketemeyecektir.

BUNUN ADINA GIDA TERÖRÜ DENİR

Dünyanın en büyük firmalarının “dört” kolundan birisi de gıdadır. Amerika’da yapılan araştırmalara göre çocukların göbek bağında 300’e yakın kimyasal madde bulunmuş, demek ki hayatımızı kolaylaştırdıklarını iddia edenler, hayatımızı “zehir”liyorlar. Hayatımızı kolaylaştırmak kalıbını “milleti soyuyoruz” kalıbına sokmuş, bunlar “şeytanın avukatlığı”nı yapanların sayesinde insanların kanını emiyor ve “hasta” nesiller “sorunlu genler” oluşmasına sebep oluyorlar. Daha çok gıda, daha ucuz gıda, daha kaliteli gıda sloganıyla, daha çok suyumuzu, havamızı, toprağımızı da kirletmekten çekinmiyorlar. Mesela: “annenin yediği yiyecek, karnındaki bebekle paylaştığı”dır. Öyleyse daha dünyaya gelmeden ana karnında “bağışıklık” sistemine en büyük darbeyi vurmaktan sakınılmıyor. Bunun adına “vicdansızlık” denmez mi? Dünyada insan sağlığı açısından en büyük sorun, bütün dünyada insan sağlığını güvenceye almak için gıdalar ve ilaçlar üzerine kurallar koyan denetleme yapan kurumların sağlıklı çalışmadığı ekip olarak yetersiz bırakıldıkları ve çeşitli baskılar altında işlerini tam yapamadıklarıdır. Bu insan sağlığını terörize eden büyik bir felakettir.

GDO’YA GÜVENLİ DİYENLERİN AKIL SAĞLIĞI

Her kim, genleri değiştirilmiş gıdaların / organizmaların (GDO) güvenli olduğunu söylüyorsa aklından şüphe etmek gerekir. Toplumsal sömürüyü önlemek, insan sağlığını korumak için öncelikle neleri yiyeceğimizi ve kullanacağımızı değil nelerden uzak kalacağımızı bilmek ve bilinçlenmek yine bizim elimizdedir. İnsan nesline acımayan, insan neslini para kazanılacak ve sömürülecek “meta” olarak görenlere en büyük cevabı yine “insan”ın kendisi verecektir. Buna tek cevap “dur!” demektir. Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı İbrahim Yetkin, Türkiye’de gıda denetimi ve kontrolünde ciddi sorunlar olduğunu belirterek, “Ülkemizde yeterli denetim uygulandığı söylenemez. Türkiye’de çok ciddi şekilde gıda terörü vardır” dedi. Sahtecilik yöntemlerinin bilinen bir kısmı şöyle sıralanabilir:

/Tarihi geçmiş, küflenmiş peynir eritilip kaşar veya krem peynir yapılıyor.

/Zeytinyağına rafine ayçiçeği, kanola, fındık yağı karıştırılması.

/Salam, sosis ve sucukların içine deri, sakatat ve etsel atıklar karıştırılması.

/Zeytinlerin boya ile siyahlaştırılması.

/Sütün yağının alınarak yağ yerine margarin karıştırılması.

/Sahte pekmez ve sahte çikolatalar üretilmesi.

/Baharatların içine kurutulmuş ot ve saman karıştırılması.

/Tatlandırıcı ve şeker karışımlı sahte bal yapılması.

/Deri, bağırsak, paça ve sakatatların ‘tavuk döner’ yapılması.

/Metil alkol içeren sahte içkiler üretilmesi.

/Toz ve pul biberlere kiremit tozu karıştırılması.

 

Eskiden insanların çoğunluğu köylerde yaşarlardı. Köylerde “sağlık ocağı”nı bırakın doktor ve ilacı tanıyan çok azdı. Bu ülkenin alışık olduğu “organik bir beslenme yöntemi” vardı,  bunun yerini bu gün fast-food, GDO’lu yiyecekler aldı. Gıda endüstrileşti, ekmek ekmek olmaktan, patates patates olmaktan, diğer sebze ve meyveler görünümü aynı, içeriği farklılaşmıştır. İnsan ömrü ilaç ve gıda ile artmamıştır, kaliteli belediye hizmetleri ve çevre sayesinde artmıştır. Tüm dünyaya servis edilen, GDO hibrit tohumların geliştirilmesinin amacı, açlığa ve beslenmeye çare olması amacını taşıdığı söylenir. Bu tür deneylerin “fare”ler üzerinde yapıldığı, onların doksan günde de ölmediği görülünce insanlarında yiyebileceği kabul edilmiştir. Bu hususta elimizdeki araştırmalar ve neden-sonuç ilişkileri çok zayıf ve yetersizdir. Dünya nüfusunun hızlı artışı, büyük firmaların bünyesinde yeni dev firmalar oluşmasına, birçok büyük firmanın birleşerek yeni “tüketici alışkanlıkları” oluşturmalarına ve yönetmelerine, sonucunda da devasa karlar elde etmeleri hakikatini gözler önüne sermiştir. Bu gün bu oyunlar dünyanın gözü önünde oynanmaktadır. İnsan ve çevrenin lehine olan bu faaliyetler hususunda toplumların tamamına yakınının az ya da çok bilgisi veya bil ki kırıntısı vardır. Ne büyük tesadüftür ki, 1990–2000 yılları arasında on milyarlarca dolarlık ilaç firmaları, gıda firmaları güçlerini ve etkinliklerini birleştirmişlerdir. Bu şirketler bir yandan “Genetiği değiştirilmiş tohumlar, bir yandan tarım ilaçları, öbür yandan da insanların “kullanacağı” ilaçları üretmeye başlamışlardır. Yani bu tröstler “hem hasta” eden, hem de “hastalığı tedavi eden” konumuna geçmişlerdir.  Oysa anti-tröst yasalarına tamamen aykırı olan bu dev birleşmeler hiç yokmuş gibi davranılmaya devam ediliyor. Bu şirketlerin bir yan dalı olarak ta bir müddet sonra “kanser” bölümlerini de ekleyerek tüm dünyanın gözü önünde maalesef yeniden yapılandırılmıştır. Mesela bizim ülkemizde sinir-salgı dokusu yönündeki değişiklik istatistikleri çatlatmaktadır. Ülkemiz ne tam bir tarım toplumu, ne de tam bir sanayi toplumu olabilmiştir. Lakin “batı”nın sanayi toplumu hastalıklarının kat be kat fazlasını yaşamakta ve “kobay” olarak kullanılmaya devam etmektedir. Oysa insanların tarım toplumundan, sanayi toplumuna, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçtiği söylenir. Bunlar doğru değil! Bu gün başta bizim ülkemiz olmak üzere dünya gıda terörü denilen “gıda mangurtlaştırılması” yaşatılmaktadır. İnsanın “algısı” ile oynanmış insanın “alış-veriş manyağı” haline getirecek her türlü “illüzyon” kullanılmıştır. Mesela, ramazan ve bayramlarda en öne çıkan reklamlar: “Cola, gazlı içecekler, cipsler, şekerler-şekerlemeler, pastalar, kurabiyeler v.s.”… oysa bu ülkenin daha bundan elli küsur sene önce sofralarında: “mevsim şerbetleri, çorbalar, tahıl, mayalı yoğurt, kefir, ayran..”ı vardı. Dr. Yavuz Dizdar: “Fast-food deyince hızlı hazırlanan yiyecekler akla gelir. Bu hızlı hazırlanan yiyecekler ekmeğin arasına konulmuş köfteye “hamburger” denir. İçeriğine baktığınız zaman bizim sağlığımıza ne zararı var diyebilirsiniz? Bizim sağlığımıza da bir risk oluşturmaması lazım! Oysa işin hakikati öyle değil, büyük endüstrileşmeyle birlikte, gıdadaki endüstrileşmeyle birlikte bu işlem öyle bir boyuta gelmiştir ki, bu köfte, köfte olmaktan çıkmış, ekmek ekmek olmaktan çıkmış, patatesin ve yanına verdikleri diğer ketçap-mayonez gibi şeylerin ise kendi asıllarıyla herhangi bir alakası kalmamıştır. Sorun buradan kaynaklanıyor!..” diyor.

UCUZ MARKETLERİN ARTIŞI

Ama bizim ülkemizde de gıdanın endüstrileşmesi sonucunda “ucuz” marketlerin yoğun bir şekilde arttığını görüyoruz. Çok küçük meblağlarla bir haftalık yiyecek alınabilecek duruma gelmiştir. 1940’lardan sonra halkımızı kandıran reklamlar yön değiştirmiş “şok şok şok ucuz ucuz ucuz!…” şekline dönüşmüştür. 1940’larda bir Cumhurbaşkanı’nın “katı, ayçiçecek v.s. Yağları” üreten fabrika açışıyla, şimdi televizyonlarda ve medya merciilerinde yapılan özendirici reklamlar arasında aslında ciddi bir fark yoktur. İnsanlar yiyeceği gıdayı “neden ucuz” diye sorgulamıyor “niçin daha ucuz değil”i sorguluyorlar. Mesela, “günlük pastörize bir sütün ömrü gerçek korumayla birlikte üç gündür, yoğurtta ha keza öyle…” oysa ürünlerin raf ömürleri ne kadar uzunsa insanın ömrü o kadar kısalıyor demektir.

KANATLI HAYVANLARDAKİ OYUN

Bir diğer mesele ise “kanatlı hayvanlar” yani en çok tükettiğimiz “tavuk”lar… Oysa tavukları biz 5–6 ay sonrasından itibaren tüketmeye başlıyorduk ve eti de beyaz değildi. Oysa şimdi yeni bir tabir çıktı “beyaz et”… Tavuklar özel yemler, GDO’lu mısırlar, soyalar, kimyasallar ve ortamlar sayesinde 30–35 güne indirildi. Cinsiyetsiz, tüysüz tavuklar “imal” edilmeye başlandı. Yani “tavuklar otomatiğe bağlandı!..” Nihayetinde insanı ve çevreyi de tehdit eder hale getirilmiştir. Hiçbir “tavuk çiftliği”nin çevresinden geçtiniz mi? Ne dediğimizi daha iyi anlayacaksınız.  Birçok insan bu hususlara “tehdit” diyor ama kimsenin ağzı “gıda terörü” demeye varmıyor! Aslında yürekli Birkaç bilim adamı bunu söylüyor. Bu insanların sayısının artması lazım, bu da yetmez bu sese birilerinin kulak vermesi ve hayatına da uygulaması gerekiyor, “haklısınız!” demek yetmiyor, geç kaldım demekte “akıl sahibi insana” yakışmıyor. Ayrıca bu GDO’lu mısırlar ve soyalar sadece kanatlı hayvanlarda yani tavuklarda kullanılmıyor, büyük baş hayvanlarda da kullanılıyor. Bir yılda 60–70 kilo ağırlığına gelmesi gereken “sığır v.s.”, 600–1000 kilogram aralığında tartılıyor. Her iki cinste hastalıklarının nüksetmesine imkân vermeden kesilmektedir. Tüm mesele “tohum”ların “patent” kapsamı içinde olduğu için bağımsız bilim insanları tarafından araştırılmasının mümkün olmadığı gerçeğidir. İnsanları “doyuracağız” derken bizi doyurduğunu iddia edenlerin kullandıkları her türlü kimyasal hakkında, bizlerden daha fazla bilgisi olduğu hakikattir. Bunlar hakkında hüküm verenlerin ve karar verenlerinde yine çoğunluğunun bu tröstlerle direkt ya da endirekt, bilerek ya da bilmeyerek ilişkisi olduğu hakikati de gözden kaçırılmamalıdır. Aslında “gıda terörü” konusunda kimseyi suçlamamak lazım, en büyük suçlu “arz-talep” dengesini hareketlendiren nihai tüketicidir. Ülkemiz meyve ve sebze yönünden dünyanın en verimli coğrafyasında bulunmaktadır. Oysa meyveler ve sebzeler daha olgunlaşmadan dalından toplanmakta, aylar, günler, haftalar süren yolculuklarına rağmen bozulmamakta ve tüketicinin eline ulaşma süresine göre olgunlaştırılmaktadır. Mesela şeftaliyi aldığınız zaman, içerisine hariçten konulan “şeftali” aroması olup olmadığını nereden bileceksiniz? Bunun adına “pusu” denmez mi!.. Gıda’daki en büyük tehlikeler “E: Emulgatörler”dir…

GIDALARIMIZDAKİ ŞÜPHELİ KATKILAR

E22, 125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 221, 222, 223, 224, 240, 241, 477, 605, 221, 222, 223, 224, 338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (Mide, bağırsak rahatsızlıkları), 230, 231, 232, 233 (Cilt hastalıkları), 200 (Vitamin B12’yi yok eder), 250, 251, 320, 321 (Kalp ve damar hastalıkları)

GIDALARIMIZDAKİ TEHLİKELİ KATKILAR

E102, E120, E311, 312 (Nörolojik hastalıklar), E330 (En tehlikeli kanserojen, kafein içermeyen kolalarda bulunur)

KANSEROJEN TEHLİKESİ OLABİLENLER

E102, 124, 110, 123, 131, 142, 210, 211, 213, 214, 215, 216, 217

Gıda Ambalajlarının Üzerinde Yer Alan “E” Kodunun Tanımı

Gıda ambalajlarının üzerine uzun olan kimyasal isimlerin yazılması zor olacağından, gıda katkılarına uluslararası kodlar verilmiştir. “E” kodu “European” kelimesinin baş harfi olup, katkının Avrupa Birliği’nin ilgili komitesi EC – Scientific Committe on Food tarafından onaylandığını, sakıncalı bulunmadığını ifade eder. Başka bir deyişle, “gıdanın içinde bulunan katkının yapılan incelemelerden sonra kullanılmasına izin verilmiştir” anlamını taşır. Bu ifadenin gerçek payı bulunmamaktadır. FAO ve WHO’nun ortak olarak oluşturdukları Gıda Kodeks Komisyonu (CAC) tarafından hazırlanan Uluslararası Numaralama Sistemi (INS)’nce de bu numaralar benimsenmiş olup, gıdaların etiketlerindeki içerik listesinde katkı maddelerinin uzun ve kompleks kimyasal ifadeler yerine numerik bir sistemle deklarasyonlar amacıyla uygulamaya konulmuştur.

BU KATKILARA DİKKAT!

Kullanılmasına izin verilmesine rağmen bazı ülkeler aşağıdaki katkı maddelerinin tüketimi yasaklamıştır;

E102: Sarı renkli olan gıda boyası, renkli içecek, tatlı, reçel, tahıl, çerez, konserve, balık ve hazır çorbalarda kullanılır. Çocuklarda hiperaktiviteye neden olabilir. Aspirine duyarlı kişiler kullandığında alerjik reaksiyonlara yol açtığı gözlenmiştir. Norveç ve Avusturya’da kullanımı yasaklanmıştır.

E110: Sarı renkli gıda boyasıdır. Pasta, tatlı, dondurma, içecek, konserve, balık ve şuruplarda kullanılır. Karın ağrısı, alerji ve hazımsızlık sorunlarına neden olabilir. Norveç ve Finlandiya’da yasaklanmıştır.

E122: Kırmızı renkli gıda boyasıdır. Şekerleme, jöle ve pastalarda kullanılan bu madde, astım hastalarında alerjik reaksiyonlara neden olabilir. İsveç, Avusturya ve Norveç’te yasaklanmıştır.

E123: Kırmızı renk veren gıda boyasıdır. Pasta, hazır çorba, jöle, dondurma ve ketçaplarda kullanılan bu katkı maddesi; astım, hiperaktivite ve egzamaya neden olabilir. Avusturya, Rusya ve Norveç’te yasaklanmıştır.

E129: Kırmızı renk veren gıda boyasıdır. Tatlılar, içecekler ve garnitürlerde kullanılır. Fareler üzerinde yapılan deneylerde kanserojen etkileri tespit edilmiştir. Danimarka, Belçika, Fransa, Almanya, İsviçre, İsveç, Avusturya ve Norveç’te yasaklanmıştır.

E210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219 (Benzoatlar): Sos, ketçap, mayonez, reçel, peynir, meyve suları ve pek çok üründe koruyucu olarak kullanılan maddelerdir. Astım, sinirsel bozukluk, deri döküntüleri ve hiperaktiviteye neden olduğu iddia edilmektedir.

E220, 221, 222, 223, 224, 226, 227, 228 (Sülfitler): Bira, kurutulmuş meyveler, meyve suları ve sirkede koruyucu olarak kullanılır. B1 vitaminini yok eder. Astım ve alerjik hastalıklara neden olabilir.

E250, 251 (Nitratlar): Salam, sucuk, sosis gibi et ürünlerinde koruyucu olarak kullanılır. Katkı maddelerinin en çok tartışılanlarıdır. Kanın oksijen taşıma yeteneğini azaltırlar.

E320:  Gıdalardaki istenmeyen koku, aroma, tat değişiklikleri, enzimatik kararma ve renk kaybını önlemek, ayrıca besinlerin raf ömürlerini artırmak için, özellikle yağlarda ve yağlı besinlerde kullanılır. Japonya’da kullanımı yasaklanmıştır.

E420 (Sorbitol): Ticari olarak glikozdan (dekstrozdan) üretilir. Diş macunu, sakız, öksürük pastilleri, kozmetik ve tütün ürünlerine katılır. Eczacılık endüstrisinde C vitamini yapımında, hammadde ve gliserinin substitesi olarak kullanılır.

E621 (MSG; Monosodyum glutamat): Gıda üretiminde lezzet artırıcı olarak kullanılan bir çeşit tuz. Kanser, mide rahatsızlıkları, kronik hepatit, sinir sistemi enfeksiyonları gibi hastalıklarla ilişkilendirilmektedir. En çok tartışılan gıda katkı maddelerinden biridir.

E950 (Asesülfam): Yüksek yoğunluklu tatlandırıcı olarak bilinen ve E950 kodlu ‘asesülfam K’ ya da ‘asesülfam potasyum’, genellikle sakızlarda, içeceklerde, kuru içecek karışımlarında, jelatinli tatlılarda, puding ve kremalarda aspartam ile beraber kullanılır.

E951 (Aspartam): Aspartam, şekerden 150 ile 200 kat daha tatlı ve en çok kullanılan yapay tatlandırıcıdır. Baş ağrısı, kanser, migren ve hiperaktivite ile bağlantısı olduğu ileri sürülmüştür. Piyasada bulunan hemen hemen her türlü endüstriyel gıda maddesinde bulunur.

E952 (Siklamatlar): Siklamat-Cyclamic acid, “Michael Sveda” adlı bir öğrenci tarafından 1937’de bulunmuştur. İspatlanan zararları nedeniyle birçok ülkede yasak olan siklamat, vücuttaki dönüşümü ve metabolizma ürünlerinin kanser yapıcı etkisinin olduğu bilimsel olarak ispatlanmış bir tatlandırıcıdır. Türkiye’de alkollü ve alkolsüz içecekler, meyve suları, aromalandırılmış içecekler, süt ve süt türevleri veya meyve suyu bazlı tatlılar, tahıl bazlı tatlılar, yağ bazlı tatlılar, şekerlemeler, kakao veya kuru meyve bazlı şekerlemeler, sakızlar, dondurmalar, konserveler, reçel, jöle ve marmelatlar, fırın tatlılar, diyet ürünleri ve bazı tıbbi ürünlerde acı ilaçları tatlandırmak için kullanılır.

E953 (İzomat): “Gluco mannitol” ve “gluco sorbitol” isimli iki disakkarit alkolün karışımından elde edilen “E953 kodlu” bir tatlandırıcıdır. İzomaltulozun şekere çok benzeyen bir tada sahip olması nedeniyle, şekerin kullanıldığı geniş bir yelpazedeki gıda ve içecek ürünlerinde kullanılır. Spor ve fitness içecekleri, enerji içecek ve tabletleri, tahıl ürünleri, sütlü içecekler, yoğurt ve şekerlemelerin yapımında kullanılır.

E954 (Sakarin):  Sakarin de, aspartam gibi birçok gıdada tatlandırıcı olarak kullanılan bir sentetik kimyasaldır. Diyet şekeri olarak bilinir. Mesane kanserine neden olduğu ve böbreklere zarar verdiği ileri sürülmektedir. Aspartam gibi, alerjen ve kanserojen olduğu belgelenmiş tatlandırıcılardandır. İçecek, şekerleme, ilaç ve diş macunları gibi birçok sayıda üründe kullanılır.

E955 (Sükraloz): Pazara en son giren tatlandırıcıdır. Soğuk ve dondurulmuş tatlılar, konserve meyveler, reçeller, marmelatlar, turtalar, gazlı-gazsız ve toz içecekler, enerji içecekleri, aromalı sütler, kahve çeşitleri, üçü bir arada kahve çeşitleri, fonksiyonel içecekler, yoğurt çeşitleri, dondurmalar, sakızlar, naneli nefes açıcılar, diğer unlu mamul karışımlar, dondurulmuş unlu mamul ürünler, salata sosları, kahvaltılık gevrekler, çeşniler ve baharat karışımları gibi çok sayıda üründe yaygın olarak kullanılır.

E957 (Taumatin): “Thaumatin” adlı suni tatlandırıcı, tropikal “thaumococcus danielli” ağacından elde edilir, E957 koduyla anılır. Aslında genetiği değiştirilmiş bir bakteridir. Alkollü içkiler, sakız, diyet ürünleri, çikolata, şekerlemeler, ekmek ve meyvelerin tatlandırılmasında kullanılır.

E959 (Neohesperidin): İlk olarak 1960’lı yıllarda, ABD’de meyve sularını tatlandırma çalışmaları sırasında bulundu. E959 koduyla tanımlanan NHDC, genellikle içeceklerde kullanılır ancak yoğurt ve dondurma gibi süt ürünlerinde, kremsi bir kıvam oluşturmak amacıyla da kullanılmaktadır. Ayrıca ilaç sektöründe, diş macunlarında, ketçaplar, mayonezler, tuzlu gıdalar, çocuk ürünleri gibi birçok alanda kullanılır.

E965 (Maltitol): Sentetik şeker alkolü, nişastadan elde edilen malt şekerinden (maltoz) üretilir. Şekerleme, kurutulmuş meyve ve düşük enerjili gıdalarda kullanılır.

E966 (Laktitol): Hayvansal bir tatlandırıcı olan laktitol, peynir altı suyunun kimyasal işlemlerden geçirilmesi ile elde edilen sentetik şeker alkolüdür. Diyet şekerleme, bisküvi, çikolata, dondurma, probiyotik ürünler, diş macunu ve sakız gibi ürünlerde kullanılır.

E910 (Cysteine), E920 (Cysteine hydrochloride),  E921( Cysteine hydrochloride monohydrate): Domuzu da kapsayan hayvan kökenlerden elde edilebilen sistain (cysteine); Müslümanlar, Museviler, Hindular ve Vejetaryenler tarafından kaçınılan bir katkı maddesidir. Sistain (E920), Un işleme ajanı. İnsan saçı, hayvan kılı ve tavuk tüyünden elde edilir.

Sistain (L-cysteine) helâl midir?

E910, E920, E921 ile numaralanan Sistain, bir amino asittir. Amino asitler genellikle proteinlerde bulunur. Sistain, fırın ürünlerinde durdurucu ajan olarak kullanılır. Bunlar; un hamurunun karışma süresini kısaltmak için, yayıldıktan sonra pizza ve hamur tabakasının büzülmesini (kendini çekmesini) durdurmak için, hamurun şeklini muhafaza etmesini sağlamak için, çeşitli pastacılık işlem kademeleri arasında hamurun hareketine yardımcı olmak için kullanılır. Sistain; ayçöreği, rulolar, bazı kekler, pide ve ekmekler, kraker ve tost gibi çeşitli fırın ürünlerinde kullanılmaktadır. Ayrıca bebek sütlerinde besleyici olarak, bazı diyet yiyeceklerinde katkı maddesi olarak, öksürük ilaçlarında balgam söktürücü olarak kullanılmaktadır. Sistain’in kökeni, insan saçı, domuz kılı, sığır boynuzu, kuş tüyü ve petrol ürünleri ve sentetik malzemedir. Sistain yalnızca Japonya, Çin ve Almanya’da üretilmektedir. İnsan saçı en ucuz olduğu için de en çok insan saçından üretilmektedir. Avrupa Birliği Ülkeleri, Amerika, Kanada maalesef insan saçından üretilen Sistain’i kullanmaktadır. Hâlbuki Endonezya’da sentetik malzemeden üretim yapılmaktadır. Müslümanlar için insan saçından yapılan katkı maddesi kesin olarak haram durumundadır. İslam, insan vücudunun herhangi bir parçasını kullanmaya izin vermemiştir. Kuş (tavuk, ördek vs.) tüyünden ya da sentetik yolla yapılması halinde helâldir. Diabetik hastalar, insüline zarar verebildiğinden, Çin restoran sendromu olarak bilinen rahatsızlıktan müptela olan kimseler de E621 Monosodyum glutomatla etkileşebildiğinden ve baş ağrısı, hararet hissi, baş dönmesi ve uyumsuzluk gibi bir seri semptomlara dair bazı raporların var olduğundan haberdar olmalıdır. Müslümanlar bir yandan üreticileri yazı ile, söz ile bu maddeyi kullanmamaları istikametinde ikaz etmeli, diğer yandan etiketlerinde E910, E920, E921 Sistain (L-Cysteine) yazılı olan ürünleri boykot etmelidir.

HAYVANSAL KÖKENLİ KATKI MADDELERİ

E441 (Jelatin): Domuz, sığır ya da diğer hayvanların deri ve kemiklerinden elde edilir.

E542:  Tamamen hayvan kemiklerinden elde edilir.

E631: Hayvanların etinden ya da sardalyeden elde edilir.

E120: Kırmızı etten elde edilir.

E904: Böceklerden elde edilir.

E920: İnsan veya hayvan kılından elde edilir.

Katkı maddelerinin bazıları izin verilen oranlarda, denetimli ve kontrollü olarak kullanıldığında sağlık için bir tehlike olmaktan çıkabilir. Sağlık için tehlikeli olmayan katkı maddeleri de mevcuttur. Ancak, endüstriyel gıda üretimi hakkında her gün bir yeni skandal ortaya çıktığı için, katkı maddelerinin ve koruyucu maddelerin ne kadar kontrollü kullanıldığı ve denetlendiği tartışmalıdır. İlk ortaya çıktığı zamanlarda zararsız olarak kabul edilen, fakat daha sonra zararlı olduğu ortaya çıkan pek çok madde de mevcuttur. Bu nedenlerden dolayı, hem kendi sağlığımız hem de ailemizin ve çocuklarımızın sağlığı için iyi bir etiket okuyucusu olmalı, tartışmalı katkı maddeleri ve koruyucu maddeler hakkında gereken dikkati devlet olarak göstermeliyiz.

Süt, Peynir ve Tereyağında Kullanılan Emülgatörler

E100 (Curcumin): Portakal sarısı; curcuma (turmeric) bitkisinin köklerinden elde edilir, suni olarak da üretilir; peynir, margarin ve fırın tatlılarında kullanılır.

E211 (Sodium benzoate): Antiseptik, düşük kalitede gıda koruyucu ve tat değiştirici; portakal sularında yüksek miktarda bulunur (250ml’de 25mg), süt ve et ürünleri, çeşniler, fırınlı mamuller ve saplı şekerlerde, ağız yoluyla alınan birçok ilaçta (Actifed, Phenergan and Tylenol gibi) kullanılır; kurdeşene neden olduğu ve astımı ağırlaştırdığı bilinir.

E234 (Nisin): Bakteriden sağlanan bir antibiyotik; birada, işlenmiş peynir ürünlerinde, domates ezmesinde bulunur.

E235 (Natamycin): Bakteriden sağlanan bir küf önleyici; bazen Candidiasis’in ilaçla tedavisinde kullanılır; bulantı, kusma, anorexia, ishal ve deri tahrişine neden olur; tipik ürünler et ve peynirdir.

E322 (Lecithin): Soya fasulyesi, yumurta sarısı, yer fıstığı, mısır veya hayvani kaynaklardan elde edilen emülgatör; zehirli değildir ancak aşırı doz mideyi bozar, iştahı keser ve terlemeye neden olur; margarin, çikolata, mayonez ve süt tozunda yağların bileşimini sağlamak için kullanılır; bitkisel tipi tercih edilmelidir.

E330 (Citric acid): Gıda asidi, doğal olarak turunçgillerden elde edilir, bisküvi, konserve balık, peynir ve peynir ürünleri, bebe maması, kek, çorba, çavdar ekmeği, hafif içecekler ve mayalanmış et mamullerinde kullanılır.

Arachidonic acid: Karaciğer, beyin veya hayvani beze ve yağlardan elde edilir.

Aronia aronia arbutifoliadan elde edilir; tat artırıcı olarak jöle, puding, unlu tatlılar, yoğurt, süt tatlıları, krema, homojenize peynir, şekerleme, gevrek kekler, meyve kremaları, dondurma ve çabuk içeceklerde kullanılır.

Nihayetinde gıdanın saf, posadan arındırılmış olması bir insana yapılmış en büyük ihanettir…. Gıda terörüne karşı en büyük silahı biz “Kozmik Beden Temizliği” olarak öneriyoruz.

 

 

Prof. Dr. Ahmet Maranki kimdir?
Prof. Dr. Ahmet Maranki 1956 yılında Kastamonu’da doğmuştur… Liseyi İstanbul’da bitiren Ahmet Maranki ilk önce Tütün Eksperleri Yüksek Okulu’nu bitirip 1976 yılında stajını tamamlayarak devlet görevine başladı. Sırasıyla 1981 yılında İstanbul Üniversitesi T. Endüstri Mühendisliği’ni, 1986 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Siyaset Bölümünde ‘master’ını, 1990 yılında aynı bölümün Sosyal Siyaset Çalışma Ekonomisi Endüstri İlişkileri alanında doktorasını tamamladı. 1991 yılında ABD’de mesleki alanda mahalli idareler, sosyal güvenlik sistemleri ve tarım alanında doktora üstü bilimsel çalışma ve araştırmalarda bulundu. Prof. Dr. Ahmet Maranki evli ve üç çocuk babasıdır. Prof. Dr. Ahmet Maranki, İngilizce, Arapça, Osmanlıca ve Azerbaycanca Türk Dili (iyi), Rusça (orta) dillerini bilmektedir. Bioenerjist, kozmik bilim uzmanı, bitkisel tedavi konusunda uzman, stratejik araştırmalar uzmanı gibi sıfatlarla tanınmaktadır.

    En az 10 karakter gerekli

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.